Kralın Adaleti | Bilgin Adalı


“Kralın Adaleti”nde sevilen yazarımız Bilgin Adalı okurlarını tarih içinde yepyeni ve gizemli bir yolculuğa götürüyor…

Hitit Kralı Hattuşili, savaştan yaralı dönmüştür. Ölürse, yerine manevi oğlu Labarnaş’ın kral olmasını buyurur. Ama Labarnaş’ın biraz acelesi vardır. Sarayda yaşayan genç Arinna ve arkadaşı Himuli, Labarnaş’ın bir şeyler çevirmekte olduğunu anlayınca, onun peşine düşerler ve oyununu bozmaya çalışırlar. Bu heyecan verici serüveni, gerçek bilgilerle de donatan Bilgin Adalı,
alternatif tarih anlatılarını yepyeni bir biçimde sürdürüyor

Önsöz
Yurdumuzun tarihine kendi adlarını büyük harflerle yazmış olan Hititler ve Hitit uygarlığıyla ilgili bilgilere internetten, ansiklopedilerden ve tarih kitaplarından kolayca ulaşabiliyoruz. Bu kitabı yazmak üzere yola çıktığımda bulduğum kaynaklarda Hititler Üstüne okuduklarım, inanılmaz heyecanlar yaşattı bana. Bu bilgilerden kısa bir özeti, kitabın sonunda ek olarak bulacaksınız.
Bu kitabı yazarken, MÖ 600’lü yıllarda yaşamış olan Kral Hattuşili hakkında bulduğum bilgiler esin kaynağı oldu bana. Ama, kimi adlar ve kimi olaylar gerçek olsa bile. kurmaca bir öykü bu.
Ben keyifle, heyecanla yazdım. Umarım sizler de keyifle okursunuz.
Bilgin Adalı

Kralın Dönüşü
O sabah erkenden uyandı Arinna. Hemen sarayın bahçesine koştu, ilk iş olarak, akşam yemeğinde toparlamış olduğu ekmek kırıntılarını, bahçenin en ucundaki söğüt ağacının dibine serpiştirdi. Gözlerden uzak bir yerdi burası. Her sabah burada yem bulmaya alışmış olan serçeler, kumrular, yaban güvercinleri, hemen üşüştüler kırıntıların başına. Sol elini öne uzatıp avucunu açarak bir ıslık çaldı Arinna. Söğütün dalları arasına gizlenmiş ak bir güvercin gelip avucuna kondu. Kendisine tanınmış olan ayrıcalığı öteki kuşlara göstermek istercesine guruldayarak çevreye bakındı sonra da Arinna’nın avucundaki kırıntıları yemeye koyuldu. Kentin büyük alanına açılan bahçe kapısının önündeki nöbetçi, saray aşçısının on üç yaşındaki bu sevimli, sarışın kızını gülümseyerek izliyordu.
Pırıl pırıl bir eylül sabahıydı. Saray bahçesi bin bir renkli çiçekle doluydu. Arinna sıkıntıyla beklemeye koyuldu. O sabah, muhafız komutanının oğlu Himuli’yle birlikte çarşıya gideceklerdi ama Himuli görünürde yoktu. Buluşmalarına hep böyle geç gelirdi Himuli. Bir sabah yine böyle bir saat kadar bekledikten sonra, elinde bir tas suyla odasına gidip soğuk suyla uyandırmıştı onu. Neyse ki bugün böyle bir işleme gerek kalmadan esneyerek bahçeye inen merdivenlerin başında göründü Himuli.
“Tamam, tamam, biraz geciktim, bağışla beni. Ama akşam çok geç yattım. Muvatta Ana’nın anlattığı masallar öylesine güzeldi ki.. ” dedi Arinna’nın yanına gelir gelmez.
On dört yaşındaki Himuli, yaşına göre uzun boylu, esmer, yakışıklı bir gençti. Arinna’yla bebekliklerinden beri birlikte büyümüşlerdi. Sarayın, bin bir kuralla örülü sıkıcı ortamında, sürekli dayanışma içinde olan bir ikili oluşturmuşlardı. Bebekliklerinde, sütanneleri Muvatta Ana’nın sütünü paylaşmakla başlamıştı ortaklıkları Yaşları ilerledikçe, her şeyi paylaşır, birbirlerini tamamlar olmuşlardı.
Arinna, havuzdan eliyle aldığı serin suyla sildi yüzünü Himuli’nin? Elleriyle onun yüzüne dokunmak pek hoşuna gidiyordu nedense. Su, bu işin bir bahanesi oluyordu her buluştuklarında. Bu tür şeyleri annesi yaptığında huysuzlanan Himuli, Arinna yaptığında hiç ses çıkarmıyordu. Belli ki onun da hoşuna gidiyordu bu Az sonra, Hattuşaş’ın hızla kalabalıklaşan sokaklarındaydılar.
O gün tüccarlar gelecekti kentlerine. Arinna, onların uzak ülkelerden getirdiği mavi boncuklu kolyelerden almak istiyordu annesine armağan olarak Himuli ise kemik saplı bir bronz hançer almak istiyordu.
Satıcıların tezgâhlarını kurduğu büyük meydana geldiklerinde, güneş tepede iyice yükselmişti. Mallarını öven çığırtkanların sesi çaylakların çığlıkları gibi yansıyordu pazar yerini çevreleyen taş yapıların duvarları arasında. Bütün sesler bir uğultuya dönüşerek gökyüzüne doğru yükseliyordu sonunda. Ama birden, bütün bu seslerin^rasından sıyrılıp herkesi heyecanlandıran bir ses yükseliverdi.
“Müjdeler olsun! Kralımız geliyor! Kralımız seferden dönüyor! Müjdeler olsun! Kralımız geliyor! Müjdeler olsun!”
Köpük içindeki atıyla meydana dalıp bir anda öteki ucundan çıkıveren habercinin sesiydi bu.
Pazaryeri karışıverdi bir anda. Satıcı ya da alıcı, herkes toparlanıp meydanı boşalttı. Az sonra, kralın gelişini bekleyen büyük bir kalabalık toplanmıştı meydanda. Yüce Kral Hattuşili, Halep kentine yaptığı seferden zaferle dönüyordu. Ama ordunun en önünde savaşırken, kendisi de yaralanmıştı. Yaralı olarak dönüyordu ülkesine. Ülkenin en bilgili hekimleri, sarayda onun dönüşünü bekliyorlardı.
Alışveriş yapma umutları bir anda yok olan iki arkadaş, kralın gelişi için hazırlanan görkemli töreni izlemek ü?ere, alanın köşesindeki yüksekçe bir duvarın üstüne tırmandılar. Çok geçmeden, öncüler geldiler. Alanı çepeçevre kuşatıp tören düzeni aldılar. Kenti kuşatan kalenin duvarları u/erindeki borucuların yabankeçisi boynuzundan yapılma boruları ötmeye başladı.
Az sonra, içinde kralın bulunduğu araba meydana girdi. İki subay koşup arabanın perdelerini kaldırdılar. Yüce Kral Hattuşili, yavaşça doğruldu yattığı yerden. Arabadan inip birkaç adım atarak halkı selamladı Çok halsiz olduğu açıkça görülebiliyordu. Subaylar koluna girip yeniden arabaya götürdüler kralı Bu arada meydanı dolduran kalabalık coşku içinde bağırıp alkışlamaya koyulmuştu
“Hadi hemen saraya dönelim,” dedi Arıma “Evet, burada görülecek başka bir şey kalmadı.’ diyerek destekledi onu Himuli. Duvardan aşağıya atlayıp koşarak saraya yöneldiler
Saray girişindeki muhafızların sayısı iki katına çıkmıştı Havuzu çevreleyen büyük saksılardan birinin ardına gizlenerek beklemeye başladılar.
Az sonra, kralı getiren araba bahçeye girdi. Kralı, altın renginde ipek örtülerle kaplı bir sedyeye yatırıp taht salonuna götürdüler. Hemen oraya koştu bizimkiler de. Büyük bir sütunun arkasına gizlenip olan biteni izlemeye koyuldular.
Yattığı sedyeyle, tahtının önündeki düzlüğe getirilen Kral Hattuşili güçlükle doğrulup, “Halep’i de devletimize kattık. Anadolu’nun en büyük, en güçlü krallığı biziz artık,1′ dedi. Alkışlar ve “Yaşasın kralımız!” sesleriyle çınladı koca salon. “Bir ok geldi sağ omzumu parçaladı. Savaşta olur böyle şeyler. Hekimlerimiz gerekeni yapacaktır, merak etmeyin,” diye sürdürdü konuşmasını kral. “Sizden dileğim, işinizin başında olmanız ve halkımıza adil davranmanız. Bana bir şey olursa, benden sonraki kralınız, manevi oğlum, kız kardeşimin oğlu genç Labarnaş’tır, bunu unutmayın.”
Labarnaş hemen sedyenin yanı başında durmaktaydı. Diz çöküp kralın elini öptü. Herkesi duygulandırmıştı bu davranış. Hemen ardından, salondaki kalabalığın “Kralımız çok yaşa!” diye bağırış ve alkışları arasında dört subay, kralın sedyesini kaldırıp götürdüler.
Yaşlı kral yatak odasına götürülürken, kendisinden sonra kral olarak Labarnaşı seçmesinin doğru olup olmadığını düşünüyordu. O savaştayken, Labarnaş’ın davranışları konusunda öyle haberler almıştı
…..

Benzer İçerikler

Çoban Mektupları

yakutlu

Mona Lisa Senfonisi | Kayahan Demir

yakutlu

Ben Cosmo | Carlie Sorosiak

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy