Evrenin Tanrı’nın “Ol” emriyle varolduğu söylenir efsanelerde. Söz, bir enerji paketçiğidir ve düşüncenin somutlaşmış bir örneğidir.
“Ben” dediğinizde, içinizdeki güç ayağa kalkarak emret diyecektir. Bu nedenle ben dedikten sonra, bunun arkasından ne söylediğinize çok dikkat etmeniz gerekir.
Kuantum Olumlama, hayatınıza yön vermenizi sağlayacak olan sihirli sözcükleri kullanma tekniği’ni anlatıyor.
Sonsuz kaynak benim içimdedir ve ben onu herekete geçiriyorum.
En birinci sorumluluğum, kendim olmaktır.
Bilin ki sandığınızdan daha akıllı, sandığımızdan daha güzel ve sandığınızdan daha beceriklisiniz her zaman.
İnsanın bir konuda karar vermesi, Tanrı’nın karar vermesinden pek de farklı değildir. Çünkü her ikisi de olur!
İÇİNDEKİLER
Sunuş.
Uygulama Nasıl Yapılır?.„
Kınalar
1. ÖZ VARLIK.
2. BOLLUK VE BEREKET.
3. BAĞIŞLAMA.
4. TESLİMİYET
5. SORUMLULUK
6. ŞÜKÜR
7. KENDİN OLMAK.
8. SINIR KOYMAK.
9. SAĞLIK.
10. EGOSAL KİMLİK.
11. DEĞİŞİM—
12. PARA
13. DİKKAT VE HAFIZA.
14. SEVGİ
15. ÖLÜM.
16. SINAV
17. CİNSELLİK
18. ESNEKLİK.
SUNUŞ
Bu kitap bir zorunluluktan doğdu. Kuantum Düşünce Tekniği Seminerleri sırasında, doğaçlama olarak oluşturduğumuz olumlamaların, insanlar üzerindeki değişimi ne denli güçlendirdiği ortaya çıktı. Kişisel bir ihtiyaca uygun, öylesine ve doğaçlama olarak oluşturulan sözlerin ne denli işe yaradığını gördükçe, daha geniş çaplı ve iyi düzenlenmiş bir kitabın çok yararlı olacağı da belli oldu. Herkes için ve her zaman ihtiyaç duyulan ortak bazı konular hakkında (örneğin sağlık, iş, ilişki, sorumluluk) düzenlenmiş olumlamaların ne kadar hayatî önem taşıdığı da böylelikle ortaya çıktı.
Daha önceden yazılmış olan hazır olumlamaların ötesinde, denenmiş, ihtiyaca uygun ve daha geniş çaplı olumlamalar düzenlemek gerçekten yarar sağlayacaktı.
Bununla birlikte mecazlar, hikâyeler ve referans deneyimleri de kullanarak konuyu pekiştirmenin iyi olacağını düşündüm. Böylece, dört bir yandan bir inanç yazılımı inşası için gerekli dokümanlar hazırlanmış oldu.
Dil, realiteyi oluşturmadaki en önemli araçlardan birisidir, ama ne yazıktır ki, insanlar bu olağanüstü aracı nasıl kullanacakları konusunda bilinçsizler. Herkes kendi dünya modeline uygun cümleler kuruyor konuşurken: “Biz adam olmayız!” “Burası Türkiye!” “Yine aynı şey olacak ve başaramayacağım!” “Çok şansızım!” “Ç°k hareketliyim!” ya da “Maymun iştahlıyım!” gibi kalıplan öylesine söyleyiveriyorlar. Çoğunlukla düşünmeden ve bir anda klişeleşmiş bir takım sözcükleri seçiyorlar. Ama bu sözcüklerin hayatlarında nasıl direkt olarak etkili olduğunun farkına varmadan.
Ve sanki var olan bir şeyi oluşturuyor gibi değil de, var olan bir şeyi tanımlıyor gibi.
Yani hep sorunlu olduktan için mi sorunlardan söz ettiklerini, yoksa sorunlardan söz ettikleri için mi sorunlara sahip olduklarını bilmeden.
‘Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar?” misâli. Aslında bu misâl bile, bu duruma pek uymuyor. Daha “çok yumurta yumurtadan çıkar” mantığına benziyor bu yaklaşım…
Oysa söz o kadar etkili ki! Bu sözü söyleyen kendisini zayıf, çaresiz ve bir kurban gibi görüyorsa. söylediği söz bir Tanrısal varlık tarafından söyleniyormuş gibi etki yapıyor. Ya da gerçekte öyle olduğu İçin.
Hani bizim kültürümüzde bir söz vardır ya: “Bir adama kırk gün deli dersen deli olur!” diye. Bir adama ya da bir kadına kırk gün olumlu şeyler söylerseniz de, aynen öyle olacağı açıktır.
Söz, bir enerji paketçiği ve düşüncenin somutlaşmış bir örneği olarak çok dikkat çekici etkiler yapar. Bir yandan maddeyi, diğer yandan da hayatı etkiler ve değiştirir.
Sinirli olduğu dönemlerde çevresindeki elektronik aletleri bozan kişiler tanıdım.
Japon bilim adamı Masanı Emoto, suyun moleküler yapısının insanların düşüncelerinden, sözcüklerinden ve kendilerine dinletilen müzikten etkilenip etkilenmediğini araştırmış. Sevgi ve minnettarlık sözcükleri ile birlikte kristalize edilen su damlacıklarının parlak ve estetik şekiller oluşturduklarını; kin, nefret gibi sözcüklerle kristalize edilen su damla edelarının ise kirli, çirkin ve bozuk yapıda kristaller ortaya koyduklarını görmüş. Bu arada suyun Japonca biliyor olması da ilginç (!)
Emoto, insanların hayat kalitelerinin bedenlerindeki ve yerküredeki suyun kalitesiyle bağlantılı olduğunu savunuyor.
Hayatın suda başlamış olduğu gerçeği, bu düşüncenin ışığında daha farklı bir anlam kazanıyor.
Kuantum Düşünce Tekniği, zihin ile beden arasında birebir bir bağlantı olduğu varsayımından yola çıkar. Hastalıkların sürekli olarak düşünülen şeylerin beden üzerindeki etkilerinden oluştuğunu söylemek bu açıdan pek de yanlış olmaz.
Hücrenin yüzde yetmiş, yüzde seksen oranında sudan oluştuğunu biliyoruz. Merkezdeki çekirdekte de RNA ve DNA sarmalları mevcut. Acaba bunun ne anlamı olabilir? Yoksa hücre bizim kendi kendimize söylediğimiz içsel konuşmaları (ki biz bunlara “düşünce” diyoruz) kaydeden bir kayıt tutucu mu? Belki de kanserin, baş ağrısının, migrenin ve diyabetin kendimize yaptığımız bu içsel konuşmalarla bir ilişkisi vardır!
Sözler gerçekten çok etkileyici. Denizli’de bir seminer sırasında, katılımcılardan bir tanesi sabahlan erken kalkamadığını söylemişti. Ondan hemen o anda beş kez: “Sabah erkenden, neşeli ve canlı bir şekilde yataktan kalkıyorum” diye tekrarlamasını istemiştim. Ertesi gün bana telefon açarak, aynen söylediğim gibi olduğunu ve bu işe çok şaşırdığını söyledi. Aslında bunda şaşılacak bir şey yoktu, sadece ne olmasını istiyorsa, o şey olmuş gibi konuşacaktı.
“Abra Kadabra” yanı!
Böyle olunca, bütün bedeni ve sinir sistemi bu yeni emri yerine getirmek için seferber olacaklardı.
“Ben” dediğinizde, içinizdeki güç ayağa kalkarak: “Emret!” diyecektir. O yüzden “Ben” dedikten sonra arkasından ne söylediğinize dikkat etmeniz gerekir.
Tamıtamına her şey, söylediğiniz gibi olacaktır çünkü.
İzmir’de bir hanım bahçesine ektiği muz ağacını göstermişti bize övünerek. Bana göre bu bir muz ağacıydı sadece. Onun orada öylece olması da çok doğaldı. Oysa o hanım muz ağacının hikâyesini anlatmaya başladığında, durumun pek de öyle olmadığı ortaya çıktı.
Bilenlerin söylediğine göre, o bölgede muz yetişmezdi, yetişse bile meyve vermezdi, verse bile tadı olmazdı. Anlattığına göre o hanım, muzu dikmiş ve her gün onunla konuşmuş, okşamış ve sevmiş. Sanki muz onun evlâdıymış gibi! Bir süre sonra muz büyümüş ve kocaman bir ağaç olmuş. Arkasından meyve vermiş. Bu meyvelerin tadı da hoş ve güzel olmuş. Durumu ilginç bulan 9 Eylül Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyeleri gelip ağacı incelemişler. Ne yapmışlar tahmin edin? Toprak örnekleri falan almışlar. Hanım o kişilere demiş ki “yahu bırakın toprağını falan incelemeyi. Ben bununla konuşuyorum.” “Ne?” demişler “konuşmak mı?” ve çekipgitmişler.
Gerçek bilimsel araştırma, realitenin her düzeyinde olupbitenleri dikkate almaktır. Sadece bir düzeyde olanları değil. Biyolojik, kimyasal, eterik ve manyetik düzeyde olanları ve hep birlikte.
Olumlamaları sabah ve akşam hafif bir sesle, kulağınızın duyacağı bir biçimde okumakta yarar vardır. Sabah ilk kalktığınızda ve akşam yatarken okumak daha etkileyicidir.
Sadece bir süre, örneğin otuz gün tekrarlanması, bu yeni bilginin hücresel ve sinirsel düzeyde kodlanması için yeterli olacaktır.
Zaten bunu, alacağınız sonuçlardan da açıkça göreceksiniz.
Biz küçükken, oyun oynadığımızda sihirbazlık numaralan falan yaparken: “Abra Kadabra” gibi bir şey söylerdik. Meğerse bu, Aramice’de “konuşurken yaratırım!” anlamına gelen bir deyişmiş.
Bu nedenle kendinizle yapacağınız konuşmaları çok dikkatli bir biçimde tertip etmeniz gerektiği açıktır.
“Negatif ya da “kinci” dediğimiz sözcükleri kullanmamak da çok Önemlidir. Kitapta bunlarla ilgili bölümler de bulacaksınız.
Bu kitap size bu konuda hazır birkaç örnek sunması bakımından iyi bir yardımcı olacaktır.
Tekrar tekrar denemeden bu olumlamaların gücü hakkında bir fikriniz olamaz. Ancak deneyerek işe yarayıpyaramadıklarını anlayabilirisiniz.
Kitaptaki örnekler, seminerler sırasında en çok ihtiyaç duyulan temel konularla ilgili konuşmaları kapsamaktadır.
Okumayı denediğinizde, sözlerin sihirli etkisini bizzat görmüş olacaksınız.
O halde;
Abra Kadabra!
…