Önsöz
Öncelikle hikayemi okuyacak olan ve okuyan herkese sonsuz teşekkür ederim… İyi ki yanımdasınız, iyi ki benimlesiniz, iyi ki sizleri tanımışım!
Ben yazarken herzaman yanımda olan Annem, seni çok seviyorum, İyi ki senin gibi güzel bir anneye sahibim… Hikaye yazıyorum diye benimle tatlı tatlı dalga geçen iki dünyalar güzeli ablalarım, sizi de unutmadım merak etmeyin, iyi ki ablalarımsınız. Babacişko’yu unutmayalım tabii, iyi ki sana çekmişsim, anneme çekseydim ben kitaplara çok zor aşık olurdum! Kuzenlerim olan tatlı kızlar, sizlerede teşekkür ederim!
Küçük çocuğun koruyucu melekleri olan tatlı arkadaşlarım, İrem, Selma, Ayşe Selma’ya da teşekkür ederim. İyi ki herzaman yanımdasınız ve ben iyi ki sizlerin arkadaşıyım! Kübra’m ve Aminenur’um, sizleri unutmak ne mümkün… Siz çok tatlısınız ama ya, gerçekten, herzaman yanımda olduğunuz için teşekkürler leydilerim! İyi ki benim arkadaşımsınız. Kübra’m herzaman benimle birlikte gülüp, eğlendiğin için sağol madam.
Gel gelelim, benim tatlı aşkımlar’a! Rukiye’m, nutellam, ikizim. Seni nekadar çok sevdiğimi kelimelerle anlatamam belki, ama emin ol herzaman yanımda olduğun için seni delicesine seviyorum!
Gülsüm’üm seni çok seviyorum aşkım! Tuba’m, sana da teşekkür ederim, 30 Martta Dünyaya gelmiş kız.
Sizleri seviyorum küçük çocuğun koruyucu melekleri.
Hatice G.
“Bugün hayatın değişecek kızım,” diyen yaşlı kadın elimi daha fazla kendine doğru çekip incelemeye başladı.
“İyi anlamda mı?” diye sordum, karşımdaki falcıya. Normalde böyle şeylere inanmazdım ama denemekte fayda vardı.
“Senin için önemli olan birini bulacaksın, ama bu iyi mi kötü mü onu kendin yaşayarak öğreneceksin.”
“Peki, bu önemli kişi kadın mı yoksa erkek mi?” diye sordum, heyecanla. Belki de senelerdir aradığım annemi bulacaktım. Babam iki sene önce ölmüştü ve o öldükten sonra annemin yokluğunu fark eder olmuştum. Ben küçük bir çocukken babamla beni terk etmişti. Ondan bana kalan tek şey sadece bir fotoğrafıydı.
“Bunun cevabını hemen öğreneceksin, ama benden değil. Kaderinden kaçamazsın kızım ama kaderini değiştirebilirsin. O yüzden kararlarını verirken iyice düşün. Hele ki bugün almak zorunda olduğun kararı,” diye söylediğinde elimi bırakıp gülümsemeye başladı.
Ben de aynı gülümsemeyi takınıp parayı uzattım ve oradan aklımda dönüp duran bin bir çeşit düşünceyle arabama doğru ilerledim. Küçük bir arabaydı ama onu seviyordum. Çünkü babamın eski arabasıydı ve ondan bana kalan iki şeyden biriydi. Zengin değildik, okuldan kalan boş zamanlarımda garsonluk yaparak geçimimi sağlıyordum. Küçük bir ev ve arabadan başka bir şeyimde yoktu. Ama ne olursa olsun hayatımı seviyordum.
Arabamı çalıştırdım ve evime doğru sürmeye başladığımda, vakit geç olmuştu. İşten çıktıktan sonra falcıda bayağı bir oyalanmıştım. Gerçi evde bekleyenim yoktu ama yarın erkenden okula gitmem gerekiyordu ve benim iyi bir uykuya ihtiyacım vardı.
Radyoda sevdiğim bir şarkı çalmaya başlayınca hemen sesi açmak için eğildim. Bir elimle direksiyonu tutarken diğeriyle de düğmelerle oynuyordum ama yaşlı arabamın radyosunun düğmeleri de senelerin yükünü taşıyamayınca dönmedi.
Boş olan yolda iki elimi de direksiyondan çektim ve radyoyla oynamaya başladım. Ses birden gereğinden çok açılınca arabada sesler yankılanmaya başladı. Heyecanla sesini kısmaya çalışırken düğmeyi koparttım. Yere düşen düğmeyi almak için son kez yolun boş olup olmadığını kontrol ettim ve tamamen eğildim. Tam elime düğmeyi almıştım ve doğrulmuştum ki karşımda bir adam belirdi. Düğmeyi tekrar düşürdüm ve iki elimle direksiyona tutundum. Mesafe daha da azalınca frene büyük bir güçle bastım ama aramızda çok az bir mesafe kalmıştı. Kaçınılmaz sonuç gerçekleşti.
Çarpışma sesi kulaklarıma ulaşmıştı çoktan. Çığlıklarım radyodan gelen seslere karıştı. Zonklayan başımı çarpmış olduğum direksiyondan kaldırmaya çalıştım. Elimle kontrol ettiğimde akan kanı fark ettim ve başımı tekrar direksiyonun üzerine bıraktım.
Başımdaki ağrı öyle şiddetliydi ki elimde olsa hiç tereddüt etmeden başımı kesip atardım. Yolun boş olduğu aklıma gelince hemen cebimde olan telefonu almaya çalıştım ama ağrı ellerime de ulaşmıştı ve parmak uçlarım yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım, şu an yolda bizden başka kimse yoktu. İki seçeneğim vardı, ya çarptığım adamın ölmesine sebep olup katil olacaktım ve birinin beni burdan kurtarmasını bekliyecektim ya da canımı dişime takıp her ikimizide buradan kurtaracaktım.
İkinci seçenek daha iyiydi. Gözlerimi kapatarak burada olmadığıma dahil hayal kurmaya başladım. Her zamanki gibi yine evdeydim ama bu sefer yanımda babam ve beni terk edip gitmemiş olan annem vardı. Mutluyduk.
Parmak uçlarım daha fazla uyuşmadan zor da olsa telefonumu çıkarttım ve ezbere bildiğim numarayı çevirdim, zaten üç sayılı bir numaraydı ve çoğu çocuğun ilk öğrendiği bir numaraydı.
“Alo.”diye fısıldadım zorla çıkarttığım sesimle. Bu çalan müzikle sesim zor duyuluyor olmalıydı ama takatim kalmamıştı.
“Bir kaza oldu…”
“Neredesiniz?”diye soran kadına cevap verecektim ki ellerim daha fazla uyuşmaya başladı, hemen telefonu çenemin altına yerleştirdim ve zorla çıkan sesimle olduğumuz yeri fısıldadım. Sonra telefonu düşürdüm. Aslında bende çok fazla hasar yoktu bunun farkındaydım, tek sorun oluşan korkudan dolayı nefes almakta zorluk çekmemdi. Bu da ellerimin uyuşmasına sebep oluyordu, daha önce de yaşamış olmama rağmen doktorumun dedikleri aklıma bile gelmiyordu. Kalp atışlarım çoktan hızlanmaya
başlamıştı ve sanki göğüs kafesimden çıkacak gibiydi. Tek istediğim biraz havaydı, hava… Zorla da olsa kapımı açtım ve havanın biraz da içeri girmesini sağladım, zonklayan başım daha fazla dayanamayınca kendini bıraktı ve kendimi birden yolda, yerde buldum…
***
“Kendine geliyor…”
“Çekilin.”
“Doktor Lara’yı çağıralım mı?”
Sanki kulaklarıma her yönden ses geliyordu. Öldürücü sesin kaybolduğunu anlamam bir kaç saniyemi aldı. Gözlerimi yavaş yavaş açmamla beyaz kör edici bir ışıkla karşılaşmam bir oldu. Burası da neresiydi?
“Siz…” Cümlemi tamamlayamamış olsam da karşımda otuzlu yaşlarda görünen adam anlamıştı ne demeye çalıştığımı.
“Bir kaza geçirdin ve gördüğün gibi hastanedesin. Biz de senin doktorlarınız. Ah, susamıssındır kesin,” dediğinde, sonunda anladın dememek için kendimi zor tuttum. Sonuçta ben saygılı bir kızdım ve böyle bir cümle ağzıma yakışmazdı. Bir bardak su uzattığında hemen uzanmıştım ki elimi kontrol edemedim. Elim kalkmıyordu? Ne olmuştu? Neden sol kolumu hissetmiyordum?
“Ne oldu?”
“Neden sol kolumu hissetmiyorum?” diye sordum korkuyla, bu ilk kez olmuştu. Normalde asla böyle olmazdı. Uyuşuyordu evet ama bu denli his kaybı ne anlama geliyordu? Korktuğumda veya nefes almakta zorlandığımda, uyuşurdu ama sonunda her zaman kolumu hissederdim…
“Hissetmiyor musun?” diye soran doktora sinirli bakışlarımı gönderdim.
“Şaka yapıyor gibi mi görünüyorum?” diye sinirle tısladıktan sonra daha fazla kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Neden hayatımdaki her şey ters gitmek zorundaydı ki? Öyle şiddetli ağlıyordum ki beni sakinleştirmeye çalışan hemşireyi sağ kolumla ittim. Diğerini ise ayağımla tekmeliyordum.
“Yalnız bırakın beni!”
“Sakin ol. Yakında düzelir,” dedi doktorum.
“Lütfen…” dedim, bu sefer daha sakin bir sesle.
“Olmaz, yalnız bıra….”
“Çıkın dedim size, çıkın!” diye bağırmaya başladığımda çoktan elime yanı başımda duran sürahiyi almıştım. Öfkem yüzünden sürahiyi bir elimle zor tuttuğumun farkında değildim. Sürahiyi yanımdaki duvara doğru fırlatmamla cam kırıkları etrafa uçuştu. Cam kırıkları hepsinin bağırmasını sebep olmuştu, bana korkuyla bakıyorlardı. Bütün öfkem sadece kolum yüzünden değildi, dünyada benden daha kötü durumda insanlar da vardı. Öfkem söylemeye korktuklarım içindi.
Beni yalnız bırakan anneme,
Beni yanında götürmeden ölen babama,
Vurduğum adama,
Hayatın adaletsiz oluşu yüzündendi öfkem.
Dünya adaletsizdi ama kimse bunun farkında değil miydi?
Hayatımda asla kötülük yapmamış olan ben, neden cezalandırıyordum?
Babamın bana her daim söylediği sözler yalan mıydı peki? Her zorluğun ardında bir ödül saklıdır kızım, sana düşen iş onu bulmaktır. Küreğini kazmanı alıp, onu toprağın altında da olsa çıkarmaktır sana düşen.
“Lütfen…” diye yalvardım tekrar. Gözyaşlarım öyle akıyordu ki fırtına bile bu şiddeti kıskanırdı görseydi. Yanaklarımdan süzülen yaşlar, teker teker hastane önlüğümü ıslatıyordu.
“Çıkın.”
Üçü de odadan çıktığında derin derin nefesler almaya başladım. Kalbim tekrar sıkışmaya başlamıştı. Hem astımım vardı hem de kalbim çok zayıftı, doğduğumda yaşacağımdan şüphe ediyormuş doktorlar. Ama bak burdayım, sapasağlam olmasa da burdayım çünkü babam bana son nefesime kadar savaşmam gerektiğini öğretti. Tam bir savaşçı kızıydım. Eski bir boksörden başka ne beklenirdi ki? Babamı düşünmek her zaman ki gibi beni sakinleştirmişti. Ona delice seviyordum ve onu düşünmek beni sakinleştirirdi hep.
Gözlerimi kapatıp geçmişi düşünmeye başladım. On altı yaşıma kadar babamla güzel bir hayatımız olmuştu ancak bir kaza sonucu öldüğünde mecburen iki sene halamla yaşamak zorunda kalmıştım. Halamı sevmezdim, hayatımı mahvetmişti. Zaten on sekiz yaşıma basıp reşit olduğum ilk gün ondan kurtulmuş ve İstanbul’a kendi hayatıma dönebilmiştim. Geçmişe dalmış eskileri düşünürken odanın kapısı aniden açılınca düşüncelerimden sıyrılıp odaya dalan hemşireye baktım.
“Asya hanım, acil gelmeniz gerek.”
“Neden?” diye sordum endişeyle.
“Sizinle birlikte gelen adam…” Daha fazla konuşmasına izin vermeden hemen ayağa kalktım.
“Çabuk götür beni,” dediğimde arkasından koşmaya başladım. Ya ona bir şey olduysa? Yaşıyormuydu ki? Yaşamasaydı söylerlerdi herhalde. Ölürse hapse… Sakin ol Asya, öyle bir şey olmayacak.
“Sadece birkaç dakikanız var, kimse görmeden girin,” diyen hemşire etrafına bakınıp duruyordu. Ne oluyordu burada böyle? Sormama fırsat bırakmadan beni içeriye itti. Vurduğum adam makinelere bağlıydı ama çok kötü görünmüyordu. Allahım bunu ben mi yaptım ona? Her yerinde yaralar vardı… Umarım büyük hasarları yoktur… Makineye bağlıydı evet ama yüzündeki çiziklerden başka bir şeyi yokmuş gibiydi. Belki de durumu o kadar kötü değildi.
“Ö-öz…öz..”
“Beni iyi dinle,” dedi, oldukça zayıf düşmüş bir sesle. “Birazdan ifadeni alırlar, daha gençsin ve başına bir şey gelsin istemem. Bir anlaşma yapalım.”
“Nasıl bir anlaşma?” diye sordum korkuyla.
“Oğlumla yaşarsan ve onu düzeltirsen senden şikayetçi olmayacağım,” dediğinde, aklıma falcının bana söyledikleri geldi. Çok önemli bir karar vereceksin demişti. O önemli karar bu muydu acaba?
“N-nasıl yani?” diye sorduğumda kekelemeden edememiştim. Korkuyordum.
“Vur kaç olayi olmadığı için şanslısın. Belki hapis bile yatmana gerek kalmaz. Ama bana güven ceza almanı sağlayabilirim. Mehmet Yakıcı, olarak.”
Mehmet Yakıcı.
Ah, inanmıyorum şu ünlü işadamı mı yoksa? Neden hayatımda her şey boka sarmak zorunda? Ve neden ben ünlü bir işadamının oğlunu düzeltmek zorundayım? Ayrıca onunla yaşamak derken? Yaşamak mı? Aynı ev içerisinde mi?
“Neden ben?” diye sorduğumda gözlerimi, onun gözlerine sabitlemiştim.
“Çünkü kimse güzellikle kabul etmiyor,” dediğinde, gözlerimin şaşkınlıktan büyüdüğünü hissetmiştim. Bu çocuk nasıl birisiydi de kimse kabul etmiyordu?
“Tamam.”
Ağzımdan çıkan kelimenin geri dönüşü olmadığını bildiğim halde, dudaklarımın arasından çıkmasına izin vermiş olmam büyük bir cesaretti. Önemli bir karar. Tüm hayatımı değiştirecek olan bir karar.