Emil ve arkadaşlarının serüvenlerini tek solukta okuyacaksınız.Melon şapkalı kötü bir adam, küçük Emil’in parasını çalar. Emil’le arkadaşları da bir dedektif çetesi kurarak hırsızın ardına düşerler. “Küçük Hafiyeler”i birbirinden heyecanlı serüvenler beklemektedir. Elinizden düşüremeyeceğiniz bir kitap…
KÜÇÜK HAFİYELER
İçindekiler
Emil Yol Hazırlığında, 7
Polis Ses Çıkarmıyor, 17
Yabancıyla Baş Başa, 23
Bir Çılgın Düş, 33
Kovalamaca Başlıyor, 41
Tramvayla İzleme, 48
Çiçekçinin Önündeki Uzun Bekleyiş, 57
Kornalı Çocuk, 63
Hafiyeler Toplanıyor, 74
Hırsız Kafese Giriyor, 85
Oteldeki Casus, 97
Yeşil Üniformalı İki Asansörcü, 105
Çocuklar Hırsızı Kuşatıyor, 113
Topluiğnenin Becerileri, 123
Karakolda, 133
Emil’in Harcayacak Kadar Bol Parası Oluyor, 149
Bayan Tişbayn Çağrılıyor, 159
Anlaşma, 170
Bayramlık giysisiyle Emil. Koyu mavi bayramlık giysisiyle işte Emil! Bu giysiden hiç hoşlanmadığı için, Emil ancak çok zorunlu olduğu zamanlar giyer onu. Mavi renk çabucak kir belli eder. Giysisi lekelendiğinde, annesi Emil’i önüne alır ve ıslak bir bez parçasıyla hem lekeyi siler, hem söylenir: “Biliyorsun ki sana yeni giysi alacak kadar paramız yok. Hiç olmazsa elindekini iyi ve temiz tutmayı öğren.” Annesi bunları söylerken, Emil onun evi geçindirmek ve oğlunu iyi bir okula yollayabilmek için ne çok çabaladığını anımsayıp pişmanlık duyar.
Emil Yol Hazırlığında
“Sıcak su dolu şu çaydanlığı içeriye getirir misin Emil?” dedi Bayan Tişbayn. Başka bir sıcak su kabı ile papatya şampuanı dolu küçük mavi kâseyi de kendi alıp mutfaktan ön odaya doğru hızla yürüdü. Emil çaydanlığı alıp annesinin ardı sıra gitti. Ön odadaki lavabonun önünde bir kadın, berber koltuğunda oturuyordu. Başını lavaboya eğmişti. Uzun, sarı saçları yüzünü iyice örttüğünden, Emil bu müşterinin kim olduğunu anlayamadı önce. Annesi, kadının başına su ve şampuan döküp sordu: “Su çok mu sıcak yoksa?” “Yoo… çok iyi,” diye karşılık alınca, Bayan Tişbayn, baş bembeyaz köpüklerle dolana dek kadının saçlarını ovuşturdu. Emil sesi tanıdı. “Bayan Wört bu!” diye bağırdı. Fırıncının karısıydı, Emil iyi tanırdı onu. “Günaydın Bayan Wört,” dedi, elindeki çaydanlığı lavabonun yanına, yere bıraktı. “Nasılsın Emil?” diye yanıtladı kadın. Ağzı yiyecekle doluymuş gibi, sesi saçlarının arasından boğuk boğuk çıkıyordu. “Berlin’e gideceğini duydum. Şanslı çocuksun doğrusu.” “Önce gitmek istemedi,” dedi annesi, bir yandan hâlâ kadının başını ovuşturuyordu. “Ancak, tatil boyunca burada kalsa canı sıkılırdı, onun için kabul etti sonunda. Ayrıca Emil, Berlin’i hiç görmedi. Kız kardeşim Marta, boyuna bizi oraya davet eder durur, ama gidemedik bir türlü. Biliyorsunuz, durumları çok iyi, kocası postanede çalışıyor. Ne yazık ki ben Emil’le birlikte gidemiyorum. Bilirsiniz, tatiller benim işimin en sıkışık olduğu zamanlardır. Ama artık Emil kendi başına yolculuk edecek kadar büyüdü. Yalnız da gidebilir. Hem annem, istasyondaki çiçekçinin önünde bekleyecek.” “Emil, Berlin’e bayılacak, eminim,” dedi Bayan Wört, başı lavabonun içinde kaybolmuştu sanki. “Berlin tam çocukların hoşlanacağı bir kent. İki yıl önce biz de gittiydik. Aman ne kadar gürültülü bir yer! Öyle de çok ışık var ki, bazı caddeler geceleyin bile gündüz gibi, pırıl pırıl aydınlık oluyor. Ya o trafik! Ömrümde o kadar çok otomobili bir arada görmemiştim.” “Yabancı arabalar da çok mu?” diye Emil hemen sordu.
“Yabancı arabaları tanımam ki!” dedi Bayan Wört, omzunu silkerek. Tam o sırada burnuna sabun köpüğü kaçmış olmalı ki, hızla hapşırdı. “Emil, artık hazırlansan iyi olur,” dedi annesi. “Yolda giyeceğin elbiseyi çıkartıp yatak odasına koydum. Hemen giyin ki, ben Bayan Wört’ün başını bitirince yemek yiyelim.” “Hangi gömleğimi giyeceğim?” “Her şey yatağın üstünde hazır duruyor. İlk önce elini yüzünü iyice yıka. Çoraplarını giyerken de dikkat et! Tersini yüz diye giyme sakın. Ayakkabına yeni bağlar aldım, onlar da orada. Haydi bakalım, şimdi git ve hazırlan.” “Peki,” dedi Emil ve odadan çıktı. Bayan Wört’ün işi bitmiş, saçları kurutulup taranmıştı. Aynaya baktı, beğendi kendini ve çıkıp gitti. O gidince Bayan Tişbayn da yatak odasına geçti. Emil’i orada somurtup dururken buldu. “Bu bayramlık giysileri de kim icat etti acaba?” diye homurdanıyordu. “Niye?” dedi annesi. “Hiiç… Yalnızca kim olduğunu bir bilsem, gider vururdum adamı.” “Aman Emil! Duyan da çok büyük bir derdin var sanır. Bazı çocuklar da bayramlık giysileri olmadığı için üzülüyorlardır mutlaka. Eh, ne yapalım! Herkesin kendine göre bir tasası vardır elbet. Bak! Unutmadan söyleyeyim: Marta Teyzenden bir elbise askısı istemeyi unutma. Giysilerini çıkarınca önce bir güzel fırçalar, sonra da düzgünce askıya asarsın. Yarın da her günkü rahat kazağını giyersin, oldu mu? Onu giyince korsanlara benziyorsun ama ne yapalım? Zararı yok! Şimdi… başka ne var? Bavulun hazır, teyzene götüreceğin çiçekleri kâğıda sardım. Anneannene yollayacağım parayı da yemekten sonra veririm sana. Hadi bakalım delikanlı! Şimdi yemeğimizi yiyelim artık.” Kolunu Emil’in omzuna doladı, birlikte mutfağa doğru yürüdüler. Yemekte üstüne kıymalı sos dökülmüş peynirli makarna vardı. Emil’in en sevdiği yemekti bu. Onun için, tabağını büyük bir iştahla sildi süpürdü. Yola çıkmadan önce hüzünlü olması gerekirdi belki, ama yemeğini böyle zevkle atıştırması bunun tam aksini kanıtlıyordu. Biriki kez annesine göz ucuyla baktı, durumun farkında mı diye. Ancak annesi, onun yemeğini nasıl yediğine dikkat etmeyecek kadar dalgındı. “Gider gitmez bir kart at bana,” dedi annesi, bir süre sonra. “Unutmayasın diye, bavulunun üstüne bir kart koydum. Onu yollarsın.” “Peki,” diye söz verdi Emil. Bu arada dizine düşen bir makarna parçasını, annesine göstermemeye çalışarak, yavaşça aldı. Bereket, annesi fark etmemişti bile; öğütlerini sıralamakla meşguldü o sırada: “Hepsine sevgilerimi söyle. Ve lütfen kendine dikkat et. Berlin çok büyük bir kent. Burada, Nöyştad’da alıştığın şeyleri bulamayacaksın orada. Her şey çok daha değişik olacak. Robert Enişten pazar günü müzeye götürecekmiş seni. Uslu ve akıllı ol. Kimsenin senin arkandan, ‘Ne haylaz çocuk!’ demesini istemiyorum.” “Peki anne. Söz veriyorum, uslu olacağım.” Yemekten sonra yine ön odaya geçtiler. Bayan Tişbayn dolaptan bir teneke kutu indirdi. Kutunun içindeki paraları saydı. Başını kaygıyla iki yana sallayıp yeniden saydı. “Dün öğleden sonra kimler geldiydi?” diye mırıldandı kendi kendine. “Sen hatırlıyor musun Emil?” “Bayan Tomas ve Bayan Homburg geldiler.” “Tamam! Ben de öyle hatırlıyorum, ama bu durumda para eksik çıkıyor.” Müşteri hesaplarını tuttuğu küçük defteri çıkarıp birtakım sayıları yeniden gözden geçirdi. “Evet,” dedi sonunda, “sekiz avro1 eksik işte!” “Havagazı parası için biri geldi ya bu sabah!” diye Emil hatırlattı. “Hah! Tabii! Parayı ona verdim. Ama böylece tahmin ettiğimden sekiz avro daha az paramız oluyor. Eh neyse!” Eksik parayı yeniden bulmuş gibi, sevinçle bir, “huh!” çekti ve kutudan üç tane kâğıt para çıkardı. “Bak Emil,” dedi, “burada tastamam yüz kırk avro var; bir tane yüz avroluk ve iki tane yirmi avroluk. Anneannene yüz yirmi avro vereceksin. Son aylarda para yollayamadığım için üzgün olduğumu söyle. ‘Annemin kazancı son zamanlarda pek iyi değildi, o yüzden gönderemedi, ama şimdi, arayı kapatmak için, her zamankinden biraz daha fazla yolladı,’ de ve yanaklarından öp benim için. Böylece söylemeyi unutmazsın değil mi? Kalan yirmi avro da senin. Dönüş biletin için on avroyu bir yana ayır. Gerisini dilediğin gibi harcayabilirsin. Oradayken hep biraz para bulundur yanında. Dışarıda yemek falan yerseniz, payına düşeni kendin ödemeye çalış. Bak! Paraların hepsini Marta Teyze’nin yolladığı mektubun zarfına koyuyorum. Aman dikkatli ol, kaybetme sakın! Zarfı nereye koysan acaba?” Paraları yerleştirdi, zarfı ikiye katlayıp Emil’e verdi. Emil biraz düşündükten sonra ceketinin sağ iç cebine yerleştirdi zarfı. Dışarıdan eliyle şöyle bir yokladı. Evet! Zarfın kabarıklığını eliyle, dışarıdan hissedebiliyordu. “Buradan düşmesi imkânsız,” dedi kendine güvenle. “İyi! Trende kimseye yanında bu kadar çok para bulunduğunu söyleme sakın.” “Söyler miyim hiç!” Azıcık kızmıştı annesine.
Bayan Tişbayn, teneke para kutusunu dolaptaki yerine kaldırmadan önce, kendi çantasına da biraz para koydu. Sonra kız kardeşinden gelen mektubu aceleyle, bilmem kaçıncı kez okudu. Emil’in bineceği trenin kalkış ve varış saatlerinde yanılmamak istiyordu. Emil’in babası yoktu, ölmüştü. Bu nedenle hem oğluna hem kendine bakmak için Bayan Tişbayn çalışmak zorundaydı. Evlerinin bir odasını berber dükkânı olarak kullanıyordu. Bütün günü, hanımların sarı, kumral, kara saçlarını kesmek, yıkamak ve taramakla geçiyordu. Kolay değildi işi. Kazancını yalnızca kira, havagazı, kömür, yiyecek ve giyeceğe harcamıyordu tabii ki. Bu arada Emil’in okul ödentileri ve defter, kalem, kitap gibi, başka okul giderlerini de karşılaması gerekiyordu. Arada sırada Bayan Tişbayn hastalanırdı. O zamanlar doktora ve ilaçlara da para gidiyordu. Annesi hastalanınca Emil bakardı ona. Yemeği bile Emil pişirirdi. O uyurken yerleri bile silerdi bazen. Annesi, oğlu evin altını üstüne getirir diye telaşlanıp bu işlere kendi koyulmasın diye, Emil onun uyuduğu zamanları seçerdi evi temizlemek için. Eh, artık bütün bunları bildikten sonra, Emil’in annesini üzmemek için iyi bir çocuk olmaya çabalamasına gülmezsiniz herhalde. Evet, Emil annesini çok severdi. Başkalarının çocuklarından hiçbir bakımdan geri kalmaması için, annesinin ne çok özveride bulunduğunu da bilirdi. Karşılık olarak, Emil de elinden geleni yapardı: Derslerine olanca gücüyle çalışır, sınavlarda kimseden kopya çekmeye falan kalkışmaz, okuldan hiç kaçmazdı. Bunların bir tekini yapacak olsa, annesinin yüzüne nasıl bakabilirdi? Emil onu üzecek her davranıştan köşe bucak kaçardı. Ama anlattıklarıma bakıp da, Emil’i muhallebi çocuğu sanmayın sakın. Hiç öyle değildir. Hele o büyümüş de küçülmüş, o çokbilmiş, sevimsiz çocuklardan biri hiç değildir Emil Tişbayn. İyi bir çocuk olmak için gerçekten büyük bir çaba harcaması gerekir. Hani bazı kişiler için tatlı yememek ya da sinemaya gitmemek nasıl zorsa, Emil için de uslu olabilmek o kadar zordur. Ve bazen kendi kendine verdiği bu sözü tutması gerçekten çok zor olur. O zamanlar iradesine hâkim olması gerekir. Ama dönem sonunda yine sınıfının birincisi olduğunu söyleyebilmek, çektiği tüm sıkıntıları unuttururdu Emil’e. Annesi oğlunun başarısına çok sevinir, mutlu olur. Emil’in annesine verebileceği en güzel armağan budur işte. Öykümüze dönelim yine… “Eyvah! Saat 1’i çeyrek geçiyor,” diyerek bir çığlık attı Bayan Tişbayn. “İstasyona gitmeliyiz artık. Tren saat 2’de kalkacak.” “Haydi öyleyse,” dedi Emil. “Bak şimdiden söyleyeyim, kendi bavulumu kendim taşıyacağım. Kesinlikle sana taşıtmam.”
….