Altı yaşındayken Gerçek Öyküler adlı, balta girmemiş ormanlardan söz eden bir kitapta korkunç bir resim görmüştüm. Boğa yılanının bir hayvanı nasıl yuttuğunu gösteriyordu. Resmi yukarıya çizdim.
Kitapta şunlar yazılıydı: “Boa yılanı avını bütün halinde çiğnemeden yutar. Ondan sonra hiçbir yere kımıldayamaz ve altı ay süren sindirimi boyunca uyur.”
Balta girmemiş ormanlar üzerine uzun uzun düşündüm bunları okuyunca. Sonra da biraz çaba ve renkli kalemle ilk resmimi yaptım. İşte 1 numaralı resmim aynen şöyleydi….
“Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım, koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam, kendimi o, sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra.”
-Exupéry-
***
Bu kitabı bir büyüğe adadığım için çocuklardan özür diliyorum. Ama. önemli bir mazeretim var: Bu adam, benim dünyada sahip olduğum en iyi dost. Bir mazeretim daha var: Bu adam her şeyi anlayabiliyor, çocuklar için yazılmış kitapları bile. Üçüncü mazeretim ise şu: Bu adam şimdi Fransa’da, aç bilaç ve soğukta. Ona çektiklerini unutturacak bir şeylere öyle ihtiyacı var ki… Yine de. Tüm bu mazeretleri yeterli bulmadıysanız, ben de bu kitabı, bu adamın bir zamanlarki çocukluğuna adarım. Bütün büyükler bir zamanlar çocuktular. (Pek azı bunu hatırlayabilse de.) O halde, ithafımı şöyle düzeltiyorum:
Küçük bir çocuk olduğu günlerdeki Leon Werth ‘e…
I
Tam altı yaşındayken, insan eli değmemiş ormanları anlatan Yaşanmış Öyküler adlı bir kitapta, müthiş bir resim görmüştüm. Avını yutan bir boa yılanını gösteriyordu. Resmi aslına bakarak yukarıya çizdim.
Kitapta şöyle diyordu: “Boa yılanları avlarını bütün olarak, çiğnemeden yutarlar. Sonra da, yerlerinden kıpırdayamazlar ve altı ay süren sindirim boyunca uyurlar.”
Bunları okuyunca, balta girmemiş ormanlardaki serüvenler üzerine uzun uzun düşündüm. Sonra da, elime bir boya kalemi alıp ilk resmimi çizmeyi başardım.
Sanat şaheserimi büyüklere gösterip, resimden korkup korkmadıklarını sordum. “Şapkadan kim korkar?” demesinler mi?
Ama, bu bir şapka resmi değildi ki. Bir fili sindirmeye uğraşan bir boa yılanı çizmiştim ben. Bu kez, büyükler de anlayabilsin diye, boa yılanının içini çizdim. Büyüklere her şeyi açıklamak gerekir zaten. 2 numaralı resmim de şöyle bir şey oldu:
Bunun üzerine, büyükler, boa yılanının içini dışını çizmeyi bırakıp kendimi coğrafya, tarih, aritmetik ve dilbilgisine vermemi öğütlediler. İşte böylece, resim alanında isim yapma şansını daha altı yaşındayken geri çevirmiş oldum. 1 ve 2 numaralı resimlerimin başarısızlığı da cesaretimi kırmıştı doğrusu. Büyükler hiçbir şeyi asla kendi başlarına anlayamıyorlar; onlara her şeyi açıklayıp durmaksa, çocuklar için gerçekten çok yorucu…
Ben de kendime başka bir meslek seçip, pilot oldum. Dünyanın her yerinde uçtum sayılır. Doğrusu, coğrafya da çok işime yaradı. İlk bakışta Çin’i Arizona’dan ayırabilirim. Gece karanlığında yolunuzu şaşırmışsanız, coğrafya çok işinize yarar.
İşte, bu sayede, hayatım boyunca birçok ciddi insanla birçok ilişkim oldu. Yetişkinlerin arasında çok zaman geçirdim. Onları çok yakından tamdım. Yine de, haklarındaki fikrim pek değişmedi.
Biraz aklı başında görünen bir büyüğe rastladığımda, yanımdan hiç ayırmadığım 1 numaralı resmi gösterip deneyimi yapıveriyordum.
Göründüğü kadar akıllı bir insan mıydı, bakalım. Ama aldığım yanıt hep aynı oluyordu. “Şapka.” O zaman, ben de, ne boa yılanlarından ne el değmemiş ormanlardan ne de yıldızlardan bahsediyordum. Hemen kendisiyle aynı telden çalmaya başlayıp, briçten, golften, siyasetten ve kravatlardan söz açıyordum. Tabii, büyüğümüz de, kendisi gibi aklı başında birini tanımış olduğuna pek seviniyordu o zaman…
II
Böylece, altı yıl önce Büyük Sahra Çölü üzerindeyken geçirdiğim kazaya kadar, hayatımda içimi açabileceğim kimse olmaksızın, yapayalnız yaşadım. Motorumun bir parçası bozulmuştu. Yanımda ne bir tamirci ne de bir yolcu olduğundan, zorlu bir tamir işine tek başıma girişmek için kollan sıvamıştım. Benim için ölüm-kalım meselesiydi bu; çünkü, yanımda ancak sekiz gün yetecek kadar içme suyu vardı.
îlk gece, en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta, kumlar üzerinde uyuyakaldım. Okyanusun orta yerinde, bir salın üzerinde sürüklenen bir kazazededen bile yalnızdım. îşte, bu yüzden, gün doğarken, incecik bir ses beni uykumdan uyandırdığında, ne kadar şaşırdığımı siz düşünün.
“Bana bir koyun çizer misin, lütfen!” diyordu ses. “Ne?”
“Bana bir koyun çizer misin?”
Yıldırım çarpmış gibi ayağa fırladım. Gözlerimi iyice ovuşturdum. Karşımda beni dikkatle süzen ve kimselere benzemeyen bir küçük adam durmaktaydı. İşte. bunca zaman sonra, en iyi çizebildiğim resmi bu. Tabii, yaptığım resim, aslında modelin ne kadar sevimli olduğunu yansıtmaktan çok uzak. Ama, bu benim suçum değil. Büyükler yüzünden, ressam olmaktan daha altı yaşında vazgeçmiş, boa yılanlarının içten ve dıştan görünümlerinden başka bir şey çizmeyi de öğrenmemiştim.
Şaşkınlıktan faltaşı gibi açılmış gözlerle, karşımda beliren bu tuhaf görüntüye bakakalmıştım. Sizlere, en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta olduğumu söylemiştim, değil mi? Halbuki, bu küçük adam ne yolunu kaybetmiş ne de bitkin görünüyordu. Açlıktan, susuzluktan ya da korkudan ölmek üzereymiş gibi bir hali de yoktu doğrusu. En yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta, çölün ortasında kaybolmuş bir çocuğa ise, hiç benzemiyordu. Sonunda, ağzımı açıp konuşmayı başardım.
“İyi de… Burada ne işin var senin?”
Bunun üzerine, alçak sesle ve ciddi bir tavırla aynı şeyleri tekrarladı:
“N’olur… Bir koyun çiz bana..
Durum bu kadar esrarengiz olunca, istenileni yapmamazlık edemiyorsunuz. Olacak şey değildi ama, en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta, ölüm tehlikesi altında olduğum halde, cebimden bir kâğıtla dolmakalem çıkardım. Tam o sırada, yıllarımı coğrafya, tarih, aritmetik ve dilbilgisi çalışarak geçirdiğim geliverince aklıma, (biraz da kötü bir şaka gibi) küçük adama resim yapmayı bilmediğimi söyledim…