Kurdun gözünden bir insan, insanın gözünden bir kurt.
Biri hayvanat bahçesine satılıp insanlara sergileniyor, öteki bir tüccarın elinde oradan oraya sürükleniyor.
Bir kurt ve bir çocuk. Yolları hayvanat bahçesinde kesişiyor. Çocuk bu tek gözlü kurda bakıyor, kurt da ona. Böylece birbirlerinin yaşamına tanıklık ediyorlar. Benzer acılar, benzer zorluklar çocuk ve kurdu birbirlerine yaklaştırıyor ve ortaya bu güzel dostluk öyküsü çıkıyor.
İçindekiler
Buluşma
Kurdun Gözü
İnsanın Gözü
Öteki Dünya
I
Kurdun dolaştığı toprak alanın tel kafesi önünde ayakta duran çocuk kıpırdamıyordu. Kurt gidip geliyordu. Toprak alanı boylu boyunca yürüyor ve durmak bilmiyordu.
“Şu beni sinir ediyor…”
İşte kurt böyle düşünmüştü. Çocuk orada, tel kafesin önünde tamı tamına iki saattir buz tutmuş bir ağaç gibi hareketsiz durmuş kurdun yürüyüşünü izliyordu.
“Benden ne istiyor?”
Kurt kendine bu soruyu sordu. Bu çocuk onu düşündürüyordu. Endişelendirmiyor (kurt hiçbir şeyden korkmazdı), düşündürüyordu.
“Benden ne İstiyor?”
Diğer çocuklar koşuyor, zıplıyor, bağırıyor, ağlıyor, kurda dil çıkarıyor ve kafalarını annelerinin etekleri altına saklıyorlardı. Sonra gorilin kafesi önünde soytarılık ediyor ve kuyruğu havayı kamçılayan aslanın burnuna doğru kükrüyorlardı. O çocuk bunları yapmıyordu. Hareketsiz ve sessiz ayakta duruyordu. Yalnızca gözleri oynuyordu. Toprak alan boyunca kurdun geliş gidişini izliyorlardı.
“Hayatında hiç kurt görmedi mi bu ya?”
Kurt ise çocuğu her iki seferde bir görüyordu.
Bunun sebebi kurdun yalnızca bir gözünün olmasıydı. Diğerini on yıl önce yakalandığı gün insanlarla savaşırken kaybetmişti. Gidişte (eğer buna gidiş denirse) kurt hayvanat bahçesinin tamamını, kafeslerini, şaklabanlık yapan çocukları ve onların ortasında tamamen hareketsiz duran o çocuğu görüyordu. Dönüşte (eğer buna dönüş denirse) ise toprak alanın içini görüyordu, boş toprak alanını, çünkü eşi geçen hafta ölmüştü. Bir tanecik gri kayası ve cansız ağacı olan üzgün toprak alanını görüyordu. Kurt daha sonra geri döndüğünde, soğuk havada buharlaşan nefes alıp verişiyle o çocuk işte yine oradaydı.
“Benden önce pes edecek,” diye düşündü kurt yürümeye devam ederken
Ve ekledi;
“Ben ondan daha sabırlıyım.”
Ve yine ekledi:
“Ben kurdum.”
II
Fakat ertesi sabah kurdun uyandığında gördüğü ilk şey o çocuktu. Toprak alanın önünde, orada, tamı tamına aynı yerde. Kurt az kalsın yerinden sıçrıyordu.
“Herhalde bütün geceyi burada geçirmedi!”
Kurt kendini kontrol etti ve hiçbir şey olmamış gibi gidip gelmeye devam etti.
Kurt yürümeye başlayalı şimdi bir saat olmuştu. Çocuğun gözleri tarafından izlenen bir saat. Kurdun mavi kürkü tel kafese sürtündü. Kasları, kalın kürkünün altında hareket ediyordu. Mavi kurt hiç durmaması gerekiyormuş gibi yürüyordu. Sanki evine, oraya, Alaska’ya dönüyormuş gibi. “Alaska Kurdu” tel kafesin üzerindeki küçük demir tabelada işte böyle yazıyordu. Ve bir de bir bölümü kırmızıya boyanarak belirginleştirilmiş Büyük Kuzey haritası vardı. “Alaska Kurdu, Barren Lands”…
Ayaklan yere değdiğinde hiç ses çıkarmıyordu. Toprak alanın bir ucundan diğerine yürüyordu. Büyük bir duvar saatinin sessiz vuruşu gibiydi. Çocuğun gözleri de yavaş çekim bir tenis maçı izliyormuş gibi çok ağır hareket ediyordu.
“Onu bu kadar mı ilgilendiriyorum yani?” Kurt kaşlarını çattı. Dimdik dikilmiş küçük tüy dalgaları burnunun dibinde sona eriyordu, çocuk hakkındaki tüm bu sorulan sormak istiyordu. Bir daha asta insanlarla ilgilen memeye yemin etmişti….
Yusuf İslam