Etrafıma bakındım. Nihayetsiz bir deniz… Yalnız bazen batan vapurların deniz ortasında direk tepelerinin görülmesi gibi suya gömülmüş İstanbul’un oradan buradan minare uçları gözüküyordu.Türk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç, 1910 yılında Halley Kuyrukluyıldızı’nın Dünya’ya çarpacağı haberiyle başlayan genel panik hali ve iki gencin bu panik ortamında birbirleriyle son derece ilginç mektuplaşmalarıyla ilerleyen, eğlenceli bir eser.
“Hüseyin Rahmi evreninin sokakları”ndaki keyifli sohbetlerle renklenen roman, bilimin hurafelere her zaman üstün geleceğinin altını çizerken dönemin kadınlarının sorunlarına da cesurca ışık tutuyor.Edebiyatımızdaki belki de en gerçekçi kıyamet sahnelerini barındıran Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç’ı, dikkatli bir çalışmayla günümüz Türkçesine uyarlanmış olarak sunuyoruz.
“Okurunu usul usul gülümseten bir mizah duygusunu romanlarına yayan, yediren bir yazar. Yarattığı çoğu sevimli tiple ve hayatın içinden kopup gelen konuşturmalarıyla okuruna insanı sevdiriyor. Her ne kadar romanları aldatmalar, aldanmalar, aşk çılgınlığı, gözyaşları, intiharlarla örülmüş olsa da kişileri hayatın içinden.”
Ayfer Tunç
SUNUŞ
Gezegen kardeşleri içinde yerküremiz tam gençlik çağındadır. Hepimizin annesi, sonsuz uzayın karanlığı ve Güneş’in ışıkları arasında neşeyle yuvarlanarak eriştiği ömrü, çok şükür, bugüne kadar sağlık ve zindelikle geçirdi. Şimdi kuruntulu bazı kişiler ağır bir hastalık, daha iyimser düşünenler neredeyse hissedilmeyecek, hafif bir nezle geçireceğini haber veriyorlar.
Bundan dolayı niçin telaş etmeli efendim? Annemiz, yaratıldığı günden beri olan o nazlı nazlı uzay yürüyüşünde bu kuyruklu, bu oynak ve yoldan çıkmaya meyilli kardeşlerinin böyle yaklaşan cilvelerine kim bilir kaç defa daha uğramıştır… Fakat üzerinde bundan kaynaklanan bir afet izi görmüyoruz. Emin olunuz, bu defa da yine öyle olacaktır. Ne baş ağrısı ne nezle, hemen hiçbir şey hissetmeyeceğiz. Sözlerimin ne kadar isabetli olduğunu 5 Mayıs’ın ertesinde yine şu satırlara göz attığınız vakit görecek, benim şimdi yaptığım gibi o zaman siz de bol bol güleceksiniz.
Hakikat böyledir de bu telaşlar, bu yalan yanlış söylentiler, bu heyecanlar, hele de adlı sanlı, büyük imzalar altındaki o heybetli makaleler ne oluyor, diyeceksiniz. Ah efendim, insanların gerçekleri kabul etmekteki inatçılıklarını bilirsiniz. Bu konuda size haddim olmayarak küçük bir nasihat vereyim mi? Cinsimizin korktuklarından çok korkmadıkları şeylerden korkup sakınınız. Ta vaiz efendilerden tutunuz da bilimle uğraşanlara kadar insanların erdemlileri, düşünürleri, âlimleri de diğer kardeşlerini korkutma meylinden kendilerini alamıyorlar. Bir hakikat âşığı olarak böyle söylüyorum.
Fakat bir romancı sıfatıyla öyle demeyeceğim. Farklı meslek sahipleri gibi sözün doğru, yanlış olma ihtimalinden bahsedeceğim ki bu da benim sanatımın hakkıdır. Hilesini evvelce meydana koyan bir hokkabaz gibi size hakikati böyle açıkça söyledikten sonra yine korkarsanız artık kabahat bende değildir.
7 Nisan, sene 13261
Hüseyin Rahmi
1
Bedriye Hanım bahçe üzerindeki küçük odanın penceresinden bitişik komşunun tahta kaplamasına yumruğuyla heyecanlı heyecanlı vurarak haykırıyordu:
“Kardeşim Emine neredesin? Pencereye gel bak, sana ne söyleyeceğim!”
Bir cevap alamayınca kendi kendine:
“Aman, bu karı da ne miskindir! Kıyametler kopsa o kuytu odadan dışarı çıkmaz. İçeride haşrolur kalır.”
Yumruklarının şiddetini artırarak:
“Emine Hanım, azıcık pencereye gel, bak neler olacakmış neler… Dünyaya yıldız çarpacakmış. Merakımdan bir yerde duramıyorum. A, bak karı ses bile vermiyor!” Yumruğu daha şiddetle indirerek: “Ölü müsün ayol! Azıcık kıpırda!”
Emine Hanım yavaşça penceresini açıp başını dışarı çıkararak:
“Oğlanı yeni uyuttum. Vurma öyle hızlı hızlı. Ev temelinden sallanıyor.”
“A daha neler, benim yumruğumdan ev sallanır mı hiç!”
“A, nasıl sallanmaz! Tavanın aralıklarından pıtır pıtır tozlar dökülüyor. Biriki gündür çocuk rahatsız. Çok huysuzlanıyor. Uyutuncaya kadar akla karayı seçtim.”
“Haberin yok mu?”
“Ne var? Yine Sıtkı karısını mı boşadı?”
“Ay, yere batsın Sıtkı da karısı da! Bu öyle karı boşama filan meselesi değil. İş fena…”
“Ne olmuş canım?”
“Ortalık çalkanıyor. Bursa’da sağır sultan duydu. Senin hâlâ bir şeyden haberin yok. Ah, ne felaket!”
“Ay, yüreğimi oynatma öyle. Meraklanınca boğazıma bir şey tıkanıyor. Fena oluyorum. Eskisi kadar keder götüremiyorum. Pek acıklı bir şeyse söyleme rica ederim.”
“Acıklının acıklısı… Evlere barklara şenlik. Dostlar başından ırak.”
“Etme Bedriye etme… İşte yüreğim gümbürdemeye başladı. Acaba hacı babama selamünkavlen mi geldi?
Söyle, bayılacağım.”
“Dünyaya kuyrukluyıldız çarpacakmış.”
Emine Hanım “tü tü” diye birkaç defa yakasına tükürerek çarpıntısını def etmeye uğraştıktan sonra:
“Aman, ben de korkacak bir şey zannettim… Ne kadar telaşçısın kardeş… Çarpacaksa çarpsın, ne var! Kapımı kapar, evceğizimde otururum. Bir yere çıkmam. Şimdi karılar, ‘Nasıl çarpacakmış bakalım?’ diye sürü sürü seyretmeye giderler. A, gitmem gitmem… İt köpek arasında çiğnenmeye vaktim yok.”
Bedriye Hanım asabi bir kahkahayla:
“Emine kardeş, sen ne kadar aptallaşmışsın! Hiç o koca mefret, o saçaklı Raziye bu dünyaya çarpar da senin evin kalır mı ki kapını kapayıp da içeride oturacaksın?”
“Hanım, benim evime bir şeycik olmaz. O helal parayla yapıldı. Kazasker efendinin Çarşamba’daki konağı yıkıldığı vakit onun kerestesiyle bina edildi. İçine kullandıkları yağhane direklerini sen görseydin şaşardın. Bu dünya yıkılır da yine bizim evimiz yerinde durur. Büyük depremde ne kâgir binalar göçtü de evimizin bir kıymığı bile yerinden oynamadı. Tevekkelin gemisi batmaz.2
Sen merak etme.”
“Emine, sen ne kayıtsız kadınsın! Vallahi korkudan bu gece gözlerime uyku girmedi.”
“Korkma, hepsi yalan… Müneccim uydurması. Ne çarpacağı var ne bir şey! Külli müneccim kezzab!
Hacı baban daima öyle söylemez mi? Geçenlerde de öyle dediler. Yine bir kuyruklu görünmedi miydi? Çarpacak dediler, gökten ateş yağacak dediler. Bilmem daha ne haltlar ettiler. Hiçbirinin aslı çıktı mı? Hay söyleyenlerin kemikleri çarpılsın inşallah! O geceki kuyruklu için bir ucu yerde, bir ucu gökte dediler. Atiye Hanım’ın evinden gözüküyormuş. Bir gece akşam, yemekten sonra oraya gittik.
Şöyle Cerrah Paşa Camisi’nin yanına doğru havada iri, sorguç gibi bir şey gördük. İşte oymuş. Bu kadar lakırdı meğerse onun içinmiş.”
Üst taraftaki komşu Emeti Hanım bahçe duvarının önünde, dibi yukarı yani tersine konmuş bir eski küfenin üstüne çıkarak kınalı saçlarını gösterip:
…