KUZULARIN SESSİZLİĞİ -THOMAS HARRIS

Atış eğitimi yapmaktan dönen Clarice Starling hızlı bir yürüyüşten sonra soluk soluğa vardı toprağa yarı yarıya gömülmüş zemin katına. Ouantico’daki Akademi binasının bu katında FBl’ın dizi cinayetlerle uğraşan bölümü olan Davranış. Bilimlerinin büroları yer alıyordu. Uygulama alanında bir tutuklama eğitimi yaparken ateş altında kendini yere attığından dağınık saçlarında otlar, rüzgar ceketinde de ot ve toprak lekeleri vardı.

Dış büroda kimse olmadığı için Clarice kapının camında nasıl göründüğüne baktı. Kendine fazla çekidüzen vermeye gerek olmadığını biliyordu. Elleri barut kokuyordu, ama yıkanacak zamanı da yoktu, Bölüm Şefi Crawford hemen diye haber yollamıştı.

Jack Crawford yalnızdı. Başka birinin masası başında durmuş telefonda konuşuyordu. Clarice bir yıldan bu yana ilk kez onu doğru dürüst inceleme fırsatı bulmuştu.

Crawford normalde üniversiteyi beysbol oynayarak bitirmiş orta yaşlı, sağlıklı bir mühendise benzerdi. Oysa şimdi zayıflamıştı, gömleğinin yakası boynuna bol geliyordu, kızarmış gözlerinin altı şişmişti. Gazete okuyan herkes Davranış Bilimleri bölümünün yaylım ateşine tutulmakta olduğunu bilirdi.

Crawford konuşmasını sert bir “hayır”la bitirdi. Kızın dosyasını alıp açtı.

“Starling, Clarice M. Günaydın.”

“Günaydın.” Starling’ in gülümsemesi sadece saygılıydı.

“Kötü bir şey yok. Umarım korkmamışsındır.”

“Hayır.” Eh, bu pek doğru değil ya, diye düşündü Starling. “Eğitmenlerin başarılı olduğunu söylediler, sınıfın üst sıralarındaymışsın.”

“Umarım öyledir.”

“Ben durumunu zaman zaman sorup öğrenirim.”

Starling buna şaşırmıştı işte; Crawford’u ikiyüzlü biri olarak defterden silmişti çünkü.

Özel Ajan Crawford, Virgina Üniversitesinde konuk konferansçıyken onunla tanışmıştı. Crawford’un kriminoloji seminerlerinin niteliği Starling’i FBI’ya çeken nedendi. Akademiye alındığı zaman adama bir not yazmış, ancak Crawford buna yanıt vermemişti. Ouantico’da eğitimde olduğu üç ay içinde de dönüp kıza bakmamıştı bile.

Starling insanlardan iyilik ya da dostluk isteyen biri değilse de, Crawford’un davranışı karşısında şaşırmıştı. Ama şimdi karşı karşıya geldiğinde ondan yine hoşlandığını pişmanlıkla fark etti.

Kötü giden bir şeyler olduğu apaçıktı. Crawford’un zekası dışında kendine özgü bir akıllılığı da vardı. Starling bunu adamın renk duygusunda ve elbise seçiminde fark etmişti. Şimdi ise üstübaşı yine düzgün olmakla birlikte, sanki günden güne eriyormuş gibi cansızdı.

“Bir iş çıktı, aklıma sen geldin,” dedi şefi. “Aslında iş değil de, da ha çok ilginç bir görev. Berry’ nin koltuğunu boşalt da otur şuraya. Başvurunda Akademiden mezun olur olmaz Davranış Bilimlerine gelmek istediğini yazmışsın.”

“Evet. ”

“Adli tıp görmüş olacaksın ama yasaları uygulama geçmişin yok. Bizse en az altı yıllık bir geçmiş ararız.”

“Babam polisti, ne demek olduğunu bilirim.”

Crawford hafifçe gülümsedi. “Psikoloji ve kriminoloji dersleri almışsın. Akıl Sağlığı Merkezinde kaç yaz çalışmıştın, iki mi?”

“İki.”

“Danışman ruhsatın geçerli mi?”

“Daha iki yıl geçerli. Siz üniversitede seminere başlamadan almıştım… bu konuda kararımı vermeden.”

“Kadro bekledin sonra.”

Starling başını salladı. “Talihli sayılırım ama. Böylece adli tıp okuyacak zaman buldum. Ondan sonra da Akademide bir yer açılana kadar laboratuvarda çalıştım.

“Buraya gelme konusunda bana mektup yazmıştın, değil mi ve sanırım ben de sana bir yanıt vermedim… Vermediğimi biliyorum. Vermem gerekirdi.”

“İşiniz başınızdan aşkındı.”

“ASTP konusunu biliyor musun?”

“Ağır Suçluları Tutuklama Programı olduğunu biliyorum. Yasal Yaptırım Bülteni’nde okumuştum, bir plan üzerinde çalışıyormuşsunuz ama henüz uygulamaya geçilmemiş.”

Crawford başını salladı. “Bir soru listesi hazırladık. Modern zamanların bilinen bütün dizi cinayet

katillerine uygulanabilir.” Kıza bir tomar kağıt uzattı. “Araştırmacılar için bir bölüm, eğer sağ kalanı varsa, kur banlar için de bir bölüm. Maviler katilin istediği takdirde yanıtlayacağı sorular, pembeler araştırmacının katile soracağı sorular ve ondan alacağı tepkiler. Epey bürokrasi var anlayacağın.”

Bürokrasi. Clarice Starling bir iş teklifi kokusu almıştı, herhalde yeni bilgisayar sistemine bilgi girmek gibi sıkıcı bir iş. Her ne pahasına olursa olsun Davranış Bilimlerine girmek istiyordu, ancak bir kadın bir kere sekreter olarak damga yedimi bunun artık hep öyle devam edeceğini de bilirdi. Bir seçme olanağı gelmekteydi ve iyi bir seçim yapmak istiyordu.

Crawford bir şey bekliyordu, bir şey sormuş olmalıydı. Starling kendini hatırlamaya zorladı.

“Hangi testleri uyguladın? Minnesota Kişilik Envanterini uyguladın mı? Ya Rorschach’?”

“Minnesota evet, Rorschach hayır. Çocuklara Bender-Gestalt uyguladım ama.”

“Kolay korkar mısın, Starling?”

“Şimdilik hayır. ”

“Gözaltında bulunan otuz iki bilinen dizi cinayet katilini sorguya çekip inceleyerek çözülmemiş vakalar için bir temel oluşturmak istedik. Çoğu bunu kabul etti, sanırım hepsi de gösteriş meraklısıydı. Yirmi yedisi işbirliğine yanaştı. Ölüme mahkum olup da temyize başvurmuş olan dört tanesi de tahmin edilebileceği gibi konuşmadılar. Ama en çok görüşmek istediğimizle konuşamadık. Yarın akıl hastanesinde onunla konuşmanı istiyorum.”

Clarice Starling hem sevinç, hem de korku hissetti.

“Kimmiş bu?”

“Psikiyatr Dr. Hannibal Lecter,” dedi Crawford.

Herhangi uygar bir toplantıda bu adın ardından hemen kısa bir sessizlik olurdu.

Starling, Crawford’a dikkatle baktı. “Yamyam Hannibal,” dedi.

“Evet.”

“Eh, peki tamam. Bu fırsatı elde ettiğime memnunum, ama neden benim seçildiğimi de merak ettiğimi bilmenizi isterim.”

“Birinci neden hazırda olman,” dedi Crawford. “Adamın işbirliğine yanaşacağını sanmıyorum. Bir kere reddetti, ama teklifimizi hastane müdürü aracılığıyla yapmıştık: Bizim yetkili soruşturmacımızın kendisi ne gidip bu teklifi doğrudan doğruya yaptığını söyleyebilmek isterim. Bunun seni ilgilendirmeyen bazı nedenleri var. Bu bölümde de bunu yapacak başka kimse kalmadı.”

“Buffalo Bill ve Nevada olayları yüzünden işiniz başınızdan aşkın olmalı.”

“Öyle. Eski hikaye, asla yeteri kadar adamın yoktur.”

“Yarın dediniz, aceleniz var. Bunun eldeki vakayla bir ilgisi var mı?”

“Hayır. Keşke olsaydı”

“Beni de reddettiği takdirde yine de psikolojik bir değerlendirme istiyor musunuz?”

“Hayır. Boğazıma kadar Doktor Lecter’in erişilemeyen-hasta değerlendirme raporlarına batmış durumdayım ve bunların hiçbiri de birbirine benzemiyor.”

Crawford bir tüpten avucuna boşalttığı iki C vitamini tabletini musluktan doldurduğu bir bardak suya Alka Seltzer katarak yuttu. “Komik bir şey aslında Lecter ruh doktorudur ve psikiyatri dergilerine gerçekten olağanüstü şeyler yazar, ama kendi anormalliklerinden hiç söz etmez. Bir kere hastane müdürü Chilton’ın isteğiyle bazı testlere razı olmuştu, ama müdürden önce davranıp Chilton hakkında öğrendiklerini yazarak adamı rezil etti. Psikiyatri öğrencilerinin kendi yakasıyla ilgili olmayan konularda yazdıklarına ciddi yanıtlar da veriyor: Seninle konuşmazsa bile kesin bir rapor istiyorum. Nasıl davranıyor, hücresi nasıl, neler yapıyor, falan filan. Havasını iletmek yani. Oraya girip çıkarken gazetecilere dikkat et. Gerçek basın değil, süpermarket basını yani. Lecter’i Prens Andrew’den bile çok sever onlar.”

“Boyalı basından kendisine bazı yemek tarifleri karşılığında elli bin dolar teklif etmemişler miydi? Böyle bir şey hatırlıyor gibiyim,” dedi Starling.

Crawford başını salladı. “National Tattler’ın hastaneden birini satın aldığından eminim, o yüzden ben randevuyu aldıktan sonra senin oraya gideceğini öğrenebilirler

Crawford başını kızın yüzünün bir karış ötesine kadar yaklaştırdı.

“Şimdi dikkatle dinle beni, Starling. Dinliyor musun?”

“Evet, efendim.”

“Hannibal Lecter’in karşısında çok dikkatli ol. Hastane müdürü Dr. Chilton sana nasıl davranacağını anlatacaktır. Sakın onun dedikleri dışında bir şey yapmaya kalkışma. Her ne nedenle olursa olsun kesinlikle onun dedikleri dışına çıkma Lecter seninle konuşmayı kabul ederse, bu sadece senin hakkında bir şeyler öğrenmek istediği için olacaktır. Yılanı kuş yuvasına baktıran bir meraktır bu. Bu tür

görüşmelerde kendinden söz etmenin normal olduğunu bilirim, ama sen kesinlikle kendin hakkında ona bir bilgi vermeyeceksin. İnan bana Hannibal Lecter’ın kafana girmesini istemezsin. Will Graham’a yaptıklarını biliyorsun.”

“Gazetelerde okumuştum.”

“Will kendisini bulduğunda bir muşamba bıçağıyla canına okudu. Will’in ölmemiş olması gerçek bir mucizedir.. Kızıl Ejder’i hatırlıyor musun? Lecter, Francis Dolarhyde’ı Will ile ailesine saldırttı. Will’in suratı Picasso tablosuna döndü Lecter’in sayesinde. Hastanede de bir hemşireyi parçaladı. Görevini yap ama asla onun ne olduğunu unutma.”

“Peki nedir o? Siz biliyor musunuz?”

“Onun bir canavar olduğunu biliyorum. Onun ötesinde kimse kesin bir şey söyleyemez. Bunu belki de sen öğrenebilirsin; seni bir sihirbaz gibi şapkadan çıkarmadım, Starling. Virginia’da ders verdiğimde bana birkaç ilginç soru sormuştun. Raporun açık ve düzgün olursa Başkan bunu görecektir. Buna da ben karar veririm. Ve Pazar sabahı dokuzdan önce masamın üstünde olmalı. Haydi bakalım, Starling. gerekeni yap şimdi.”

Crawford gülümsediyse de, gözleri ölüydü.

2. BÖLÜM

Baltimore Akıl Hastanesi müdürü elli sekiz yaşındaki Dr. Frederick Chilton’un üzerinde hiçbir sert ya da keskin bir şey olmayan geniş bir masası vardı. Clarice Starling odaya girdiğinde ayağa kalkmadı.

“Buraya pek çok dedektif geldi ama sizin kadar güzelini hatırlamıyorum,” dedi.

Starling adamın elindeki parlaklığın saçını düzeltirken bulaşan yağ olduğunu gördüğü anda fark etti. Chilton’un elini önce o bıraktı.

“Adınız Bayan Starling, değil mi?”

“Starling, doktor. Bana vakit ayırdığınız. için çok teşekkür ederim.”

“Demek FBI da herkes gibi kızları kabul etmeye başladı, hah ha ha.”

“Büro da gelişiyor, Dr. Chilton.”

“Baltimore’da kalacak mısınız? Kenti tanırsanız burada da Washington ya da New York’ta olduğu kadar iyi vakit geçirebilirsiniz.”

Clarice adamın münasebetsiz gülümsemesini görmemek için bakışlarını kaçırdığı anda onun bu hoşnutsuzluğunu fark ettiğini anladı.

“Burasının esaslı bir kent olduğundan eminim, ama aldığım emre göre Dr. Lecter’la görüşüp bu öğleden sonra raporumu vermem gerekiyor.”

“Gerekirse sizi Washington’da arayabileceğim bir numaranız var mı?”

“Elbette. Bu projenin başında özel Ajan Jack Crawford bulunuyor, onun aracılığıyla beni istediğiniz zaman bulabilirsiniz.”

“Anlıyorum,” dedi Chilton. Pembe yanakları saçlarının doğal olamayacak kızıllığıyla çelişiyordu. “Kimliğiniz, lütfen.” Kadının kimliğini incelerken oturmasını söylemedi. Sonra kartı verip ayağa kalktı. “Bu iş pek uzun sürmeyecektir. Gelin bakalım.”

“Anladığım kadarıyla bana ön bilgi verecekmişsiniz, Dr. Chilton.”

“Bunu yolda da yapabilirim.” Masasının ardından çıkarken saatine baktı. “Yarım saat sonra bir yemekte bulunmam gerekiyor. ”

Lanet olsun. Adamın nasıl biri olduğunu önceden öğrenmesi gerekirdi. Göründüğü gibi aptal olmayabilirdi. İşe yarayan bir şey biliyordu belki de. Pek beceremezse de, arada sırada sırıtmanın bir zararı yoktu.

“Dr. Chilton, benim şu anda sizinle randevum var. Bu randevu saatini de siz kendiniz saptadınız. Görüşmem sırasında bazı şeyler ortaya çıkabilir, adamın yanıtlarını sizinle birlikte gözden geçirmem gerekebilir.”

“Hiç sanmam. Gitmeden bir telefon etmem gerek. Siz çıkın, dış büroda ben size yetişirim.”

“Pardösümle şemsiyemi burada bıraksam.”

“Dışarıda,” dedi Chilton. “Dış büroda Alan’a verin. O bir yere kaldırır.”

Alan’in üstünde hastalara verilen pijama gibi tulumlardan biri vardı. Gömleğinin eteğiyle kül tablalarını siliyordu.

Starling’in pardösüsünü alırken dilini yanağında dolaştırdı.

“Teşekkür ederim,” dedi Clarice.

“Ben teşekkür ederim. Ne kadar sık sıçarsın?” diye sordu Alan.

“Ne dediniz?”

“Uzun, upuzun mu çıkar?”

“Pardösümü ben asarım.”

“Görmeni engelleyecek bir şeyin yok önünde, eğilip bakabilirsin çıkarken havada rengi değişiyor mu diye. Bunu yapar mısın, ha? Kocaman kahverengi bir kuyruğun varmış gibi olur mu?” Pardösüyü bırakmıyordu.

“Dr. Chilton seni içeride bekliyor,” dedi Starling.

“Hayır beklemiyorum, ” dedi Dr. Chilton. “Alan, pardösüyü dolaba as ve biz yokken çıkarma. Ne diyorsam onu yap. Bir ara bütün gün çalışan bir sekreterim vardı ama parasal nedenler yüzünden göndermek zorunda kaldım. Şimdi sizi içeri alan kız günde üç saat çalışıyor, sonra da Alan geliyor. Silahlı mısınız?”

“Hayır.”

“Çantanızı görebilir miyim?”

“Kimliğimi gördünüz ya.”

“Kimliğinizde öğrenci olduğunuz yazılı. Çantanızı açın lütfen.”

Kalın çelik kapıların ilki ardından gürültüyle kapanıp sürgü sürülünce Clarice Starling’in tüyleri ürperdi. Yeşile boyalı ve lizol kokan koridor da Chilton iki adım önünden yürüyordu. Starling, Chilton’un çantasına elini sokmasına izin verdiği için kendi kendine kızıyordu, ama kafasını toplayabilmek için öfkesini tutmaya karar verdi.

“Lecter tam bir baş belasıdır,” dedi Chilton omzu üzerinden. “Bir hademenin kendisine her gün gelen yayınların tellerini açması bile on dakika sürer. Abone olduğu yayınların sayısını azaltmaya çalıştık ama mahkemeye başvurup davayı kazandı. Kendisine gelen mektupların sayısı akıl almayacak kadardı, ama neyse haberlerde başka olayların manşet olması üzerine şimdi epey azaldı. Bir ara sanki psikolojide yüksek lisans tezi hazırlayan her öğrenci tezinde Lecter’den bir şey bulunmasını istiyor gibiydi. Tıbbi dergiler hâlâ yazılarını yayınlıyorlar ama.”

“Klinik Psikiyatri Dergisi’ndeki ameliyat-hastası hastalar üzerindeki yazısı pek başarılıydı bence.”

“Öyle mi? Biz Lecter’i incelemeye çalıştık. İşte bir dönüm noktası olacak bir inceleme fırsatı, diye düşündük. Bunlardan birini sağ olarak ele geçirmek o kadar güçtür ki.”

“Nelerden birini?”

“Katıksız bir toplumdışı tip olduğu kesin. Ancak standart testlere sığmayacak kadar da zeki. Ve bizden nefret ediyor. Crawford sizi Lecter üzerinde kullanmakla çok akıllılık etmiş.”

“Ne demek istiyorsunuz, Dr. Chilton?”

“Onu ‘canlandıracak’ bir kadın. Lecter’in yıllardır bir kadın gördüğünü sanıyorum. Belki çok ender olarak temizleyici kadınlarından birini bir an görebilmiştir. Biz genellikle kadınları buradan uzak tutarız. Baş belası olurlar çünkü.”

Canın cehenneme, Chilton.

“Ben Virginia Üniversitesinden birincilikle mezun oldum, doktor. Ve orası sosyete hanımı yetiştiren bir yer değildir.”

“Öyleyse kuralları hatırlamakta güçlük çekmeyeceksiniz demektir: Parmaklıklardan içeri uzanmak yok. Parmaklıklara dokunmak yok. Ona kağıttan başka bir şey veremezsiniz. Kalem verilmeyecek. Onun kendi keçe uçlu kalemi vardır. Vereceğiniz zımba teli, iğne ya da kıstırgaç olamaz. Verilen şeyler sadece yemek tepsisinin sokulduğu aralık tan verilebilir. Size parmaklıklar arasından uzattığı herhangi bir şeyi almanız yasaktır. Beni anlıyor musunuz?”

“Anlıyorum.”

İki kapı daha geçtikten sonra doğal ışık geride kalmıştı. Şimdi hastaların birarada oldukları koğuşları geride bırakmışlar, pencereleri olmayan tek tek hücrelerin bulunduğu bölüme gelmişlerdi. Koridor lambaları gemilerin makine dairesindekiler gibi kalın demir ızgaralarla kaplıydı. Dr. Chilton ışıklardan birinin altında durdu. Ayak sesleri kesilince duvarların birinin ötesinden bağırmaktan çatallaşmış bir ses duyulabiliyordu.

“Lecter hücresinden sımsıkı bağlı ve ağzında ağızlığı olmadan asla çıkarılmaz,” dedi Chilton. “Bunun nedenini göstereceğim sana. Buraya geldikten sonraki bir yıl bir işbirliği örneğiydi. Çevresindeki güvenlik gevşetildi… Bu, benden önceki yönetim sırasındaydı. 8 Temmuz 1976 öğleden sonrası göğsünde bir sancıdan şikayet edince dispansere götürüldü. Elektro kardiyogram yapılabilmesi için bağları çıkarılmıştı Hemşire üzerine eğilince kadına bunu yaptı işte.” Chilton, Clarice Starling’e yıpranmış bir fotoğraf uzattı. “Doktorlar kadının bir gözünü kurtarmayı başarabildiler. Lecter bunu yaptığı sırada monitörlere bağlıydı. Kadının diline erişmek için çenesini kırmıştı. Dili yuttuğu zaman bile nabzı seksen beşin üstüne Çıkmadı.”

Starling fotoğrafın mı, yoksa kendisine parıltılı gözlerle bakan Chilton’un dikkatinin mi daha kötü olduğunu bilemiyordu.

“Onu burada tutuyorum,” dedi Chilton kalın camlı çifte kapının yanındaki zile basarken. İriyarı bir hademe kendilerini içeri aldı.

Starling güç bir karar vererek kapının hemen içinde durdu. “Dr. Chilton, bu testlere gerçekten ihtiyacımız var. Dr. Lecter sizi düşmanı olarak görüyorsa o zaman ona tek başıma yaklaşırsam konuşabilme şansım daha fazla olur. Ne dersiniz, ha?”

Chilton’ un yanağı seğirdi. “Bence hiçbir sakıncası yok. Bunu benim odamda da söyleyebilirdiniz. O zaman sizi bir hademeyle gönderir, zahmetten kurtulurdum…”

“Eğer beni orada aydınlatsaydınız hiç kuşkusuz öyle yapardım.”

“Sizi bir daha göreceğimi sanmıyorum, Bayan Starling. Barney, Lecter’le işi bitince zile bas da biri gelip dışarı çıkarsın.”

Chilton kadına bir daha bakmadan yürüdü gitti.

Şimdi sadece iriyarı hademe, arkasındaki sessiz çalışan saat ve Mace kutusu, bağlar, kayışlar, ağızlık ve sakinleştirici tabancanın bulunduğu tel dolap vardı.

Hademe kendisine bakıyordu. “Doktor Chilton parmaklıklara dokunmamanızı söyledi, değil mi?” dedi. Sesi kısıktı.

“Evet, söyledi.”

“Tamam öyleyse. Sağdaki son hücre. Yürürken koridorun ortasın da kalın ve olup bitenlere aldırmayın. Sizi iyi karşılaması için mektuplarını götürebilirsiniz.” Hademe için için eğleniyor gibiydi. “Mektupları tepsiye koyun ve itin. Tepsi içerideyse iple çekebilirsiniz, ya da o size gönderir. Tepsinin dışarıda durduğu yerde size dokunamaz.” Hademe iki dergi, üç gazete ve birkaç açılmış mektup verdi. ”

Her iki yanında hücreler olan koridor otuz metre kadar vardı. Hücrelerin bir kısmı kapının ortasında uzun ve dar gözleme penceresi olan ve her yanı yumuşak maddeyle kaplı odalardı. Diğerleri parmaklıklı duvarı koridora açılan standart cezaevi hücreleri. Clarice Starling hücredekilere bakmamaya çalışarak yürüdü. Yolu yarılamamıştı ki bir ses, “Karı kokusu alıyorum,” dedi. Starling duyduğunu belli etmeden yoluna devam etti.

Son hücrenin ışıkları yanıyordu. Starling ayakkabısının topuklarının gelişini haber verdiğini bilerek koridorun sol tarafına doğru yaklaşıp öyle yürüdü.

3. BÖLÜM

Dr. Lecter’in hücresinin karşısında başka bir hücre değil, bir dolap vardı. Hücrenin ön yüzü. parmaklıkla kaplıydı, ancak iç tarafta insanın parmaklıklara erişemeyeceği kadar uzakta, yerden tavana ve duvardan duvara uzanan sağlam naylondan bir ağ ikinci bir engel gibi gerilmişti. Starling ağın öte yanında yere tutturulmuş bir masayla iskemle masanın üstü karton kapaklı kitaplar ve kağıtlarla doluydu.

Dr. Hannibal Lecter ranzasına uzanmış Vogue’un İtalyancısını okuyordu. Sağ elinde tuttuğu sayfaları okudukça birer birer sol yanına bırakmaktaydı. Sol elinde altı parmağı vardı.

Clarice Starling parmaklıklardan biraz bende durdu.

“Dr. Lecter.”

Adam başını kaldırdı.

“Adım Clarice Starling. Sizinle konuşabilir miyim?” Durduğu uzaklıkta ve ses tonunda belirli bir saygı vardı.

Dr. Lecter parmağını büzdüğü dudağına dayayıp düşündü. Sonra kalktı, yürüdü, naylon ağın berisinde, sanki bu uzak kendi seçimiymiş gibi durdu.

Starling onun ufak tefek olduğunu gördü; el ve kollarında kendisininki gibi sırım gibi bir güçlülük fark etti.

Adam sanki çalınan kapıyı açmış gibi, “Günaydın,” dedi. Kültürlü sesinin ardında herhalde kullanılmamaktan olmuş paslı bir hırıltı vardı.

Dr. Lecter’in gözleri kestane rengiydi ve ışığı kızıl noktalar halinde yansıtıyordu. Işık noktacıkları kimi zaman gözünün ortasına doğru kıvılcımlanıyordu. Starling’i süzdü.

Starling parmaklığa biraz daha yaklaştı. Kollarının tüyleri diken diken olmuş, elbisesinin kumaşına sürtünüyordu.

“Doktor, bizim psikolojik profil konusunda bir sorunumuz var. Sizin yardımınızı rica ediyorum.”

” ‘Biz’ Ouantico’daki Davranış Bilimleridir sanırım. Siz de. Jack Crawford’ un elemanlarından biri olmalısınız.”

“Evet, öyle.”

“Kimliğinizi görebilir miyim?”

Starling bunu beklemiyordu.”Şey… kimliğimi yukarıda göstermiştim.”

“Yani Frederick Chilton’a gösterdiniz demek istiyorsunuz.”

“Evet.”

“Peki, siz onun kimliğini gördünüz mü?”

“Hayır. ”

“Ya Alan’la tanıştınız mı? Pek sevimli, değil mi? Hangisiyle konuşmayı yeğlerdiniz?”

“Sanırım Alan’ la. ”

“Chilton’un para karşılığı içeri aldığı bir gazeteci de olabilirsiniz. Sanırım kimliğinizi görmeye hakkım var.”

“Pekala. ” Starling kimliğini kaldırıp gösterdi.

“Bu kadar uzaktan okuyamam, gönderin lütfen.”

“Olmaz.”

“Sert olduğu için mi?”

“Evet.”

“Barney’e sorun.”

Hademe gelip baktı. “Dr. Lecter bunu gönderiyorum. Ama istediğim zaman geri vermezsen, eğer herkesi rahatsız edip seni bağlamak zorunda kalırsak, o zaman gerçekten çok kızacağım. Beni kızdırırsan da keyfim gelene kadar sarıp sarmalanmış kalırsın. Yiyeceğin boruyla verilir, altın günde iki kere değişir, ne gerekirse yapılır yani. Bir hafta da mektup falan alamazsın. Anladın mı?”

“Elbette, Barney.”

Dr. Lecter tepsiyle gelen kartı alıp ışığa tuttu.

“Öğrenci mi? ‘Öğrenci’ yazıyor burada. Jack Crawford benimle konuşmak için bir öğrenci mi yolladı yani?” Kartı küçük beyaz dişlerine değdirip kokladı.

“Dr. Lecter,” dedi Barney.

“Ah, elbette.” Lecter kartı tepsiye bıraktı, Barney tepsiyi çekti.

“Evet, hâlâ Akademide eğitimdeyim,” dedi Starling. “Ama biz FBI’dan değil psikolojiden söz ediyoruz. Konuşacağımız konuda yeterli olup olmadığıma siz karar vermez misiniz?”

“Hımmm. Doğrusu pek kaypaksınız. Barney, Memur Starling’e bir iskemle verebilir miydin acaba?”

“Dr. Chilton bana iskemleden söz etmedi.”

“Barney, ne oldu senin terbiyene böyle?”

“Bir iskemle ister miydiniz?” diye Barney kadına sordu. “Genellikle kimse burada oturacak kadar çok kalmaz da.”

“Teşekkür ederim, memnun olurum,” dedi Starling.

Barney karşıdaki kilitli dolaptan açılır kapanır bir iskemle getirip yanlarından ayrıldı.

Lecter masasının başına oturdu. “Eh, söyle bakalım Miggs sana ne dedi?”

“Kim?”

“Yan hücredeki Miggs. Sana bir şeyler söyledi. Duydum. Ne dedi?”

“Karı kokusu alıyorum dedi.”

“Ah, ben alamadım doğrusu… Evyan cilt kremi ve bazen de L’air du temps parfümü ama bugün değil. Bugün kesinlikle kokusuzsun. Miggs’in dedikleri seni nasıl etkiledi?”

“Bilemediğim nedenlerle bir düşmanlığı var. Kötü bir şey. O insanlara düşman, insanlar ona düşman. Bir döngü.”

“Siz ona düşman mısınız?”

“Hasta olduğu için üzgünüm. Ondan ötesi kuru gürültü. Parfümü nasıl bildiniz?”

“Kartı çıkarırken çantanızdan gelen kokudan. Çantanız çok güzel.”

“Teşekkür ederim.”

“En iyi çantanızı getirdiniz, değil mi?”

“Evet.” Doğruydu. Bu klasik çanta için para biriktirmişti. Sahip olduğu en iyi eşyaydı.

Benzer İçerikler

Ateşte Açan Çiçekler

yakutlu

Ölüm Oyunları Serisi – Lena Diaz – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy