En büyük hayali iyi bir ressam ve kendi adını taşıyan bir sanat galerisi açabilmek olan Eylül, katılacağı bir resim yarışmasıyla hayatının değişeceğini bilmiyordu. Yarım bırakılmış bir resim çalışmasıyla bu yarışmayı kazanmasının imkânsız olduğunu düşündüğü sırada, birden bire yüzünde ürkütücü bir yara izi olan o adamla yolları tekrar kesişmişti. Üstelik sevindirici haberi bu adamın ağzından duymuştu. Onu iki farklı günde, iki farklı yerde görmüştü ve içerisinde bulunduğu kötü gidişattan onun sayesinde kurtulabileceğini aklına dahi gelmemişti. Tesadüfen de olsa karşılaştığı o dev, iri adamdan önce korkmuştu. O tanımadığı yakışıklı bir yabancıydı ve aynı zamanda tehlikeli bir kahraman… Hayatları, bu yabancı adamın araladığı kapıdan içeriye girdikleri anda değişmişti.
Geride bırakılan sırlar ve dinlediği o garip hikâye, çözülmeyi bekleyen sayısız soruyu beraberinde getirecekti. Parmağında duran ağaç figürlü ve ihtişamlı safir taşlı yüzük ise bulmacanın en önemli parçasıydı.
Hikayeyi okurken zaman zaman dünyayla ilişkimi kestiğimi fark ettim. Kitap sizi içine alıyor ve sanki oraya kilitliyormuş gibi hissediyorsunuz. Özellikle duygusal kısımlar çok derin ve etkileyici.
***
YAZARDAN
Bazen kendimizi çok büyük çıkmazlar içinde bulduğumuzu düşünürüz ya da her şeyin aleyhimize olduğunu… Ama hiçbir zaman şunu düşünmek aklımıza gelmez; hayat yıkılmaz bir bütünlük ve mükemmel bir düzen içinde devam eder.
Asla vazgeçmemek gerektiğini öğrendim bende. Kendiliğinden birden bire oluştu her biri zihnimde. Başta acımasızlığın koynunda yer edinen sıradan bir kız canlandı gözlerimin önünde. Onun hemen ardında ise hayalleri. Kendimi onun yerine koydum kimi zaman. Derinlerden gelen çaresizliği hissettim ama en önemlisi neydi biliyor musunuz?
Asla vazgeçmeyişi…
Sıradanlığın ötesine geçebilmek için çabalayan, üç kuruşluk harçlığıyla yaşama kardeşleriyle tutunmaya çalışan Eylül’dü bana sabrın ve beraberinde gelecek her karanlığın içinde aydınlığında saklı olduğunu öğreten. Kapalı kapıların ardında bambaşka hayatlarda yer edinebileceğimizi anlatan bir hikâye canlandı birden bire. Hayat buldu kalemimin yürek burkan satırlarında fakat herkes gibi onun da mutluluğu hak ettiğini biliyordum elbet.
Çocukluğumuzda dinlediğimiz masallar süslerdi hep rüyalarımızı. Büyüyüp insanlığa iyi bir şeyler bırakacağımızın inancını taşırdık ama her birinin aslında hedeflerimizden geldiğini çoğu zaman düşünmüyorduk. Hayallere ulaşmanın zorluğunu çekerken imkânsızlıklarla yüzleşirdik kimi zaman. Acıyı, çaresizliği, kaybedişi tadardık belki ama asla vazgeçmezdik. Çünkü bir şekilde hayat devam ediyor derdik.
Karakterlerimi bir araya buluşturan bu kitabımda da hayallerinden vazgeçmeyen bir kızın tüm imkânsızlıklara rağmen direnişini, acılara rağmen vazgeçmeyişini okuyacaksınız. Kimi zaman belki lanet edeceksiniz bu alışılagelmiş düzene. Kimi zamansa tesadüflerin aslında bu kadarda sıradan olmadığına şahit olacaksınız ama sonunda hep birlikte göreceğiz her gecenin sonunda bizi bekleyen yeni umut dolu günlerin saklı olduğunu. Beraberinde ise akla hayale sığmayan mucizeleri getirdiğini. Belki bir gün bir mucize de bizim kapımızı çalacak. Bunun içinse tek ihtiyacımız olan biraz inanç ve bir tutam sevgi.
Unutmayın ki vazgeçmek sadece zayıfların işidir. Daima güçlü kalmanız ve sizi diri tutan hayallerinizden vazgeçmemeniz dileğiyle…
Sevgilerimle.
***
Teşekkür Yazısı
Aileme, yazmaktan asla vazgeçmememi söyleyen ve desteklerini her daim hissettiğim Özlem Kaş’a Hatice Güneş’e, Nilay Karamus ve Buse Sare Gülbil’e…
En yakın arkadaşım ve dostum olan Kader Şahintürk’e…
Benimle beraber bu kitabı heyecanla bekleyen tüm okuyucularıma ve herkese!
Sonsuz destekleriniz, sabrınız ve en önemlisi de sevginiz için çok teşekkür ediyorum.
***
GERÇEK AŞK’IN PORTRESİ
Nisan ayının ortalarıydı. Güneş tüm berraklığıyla ışıldarken temas ettiği her varlığa can veriyordu. Toprak kokusu ıslak yüzeyinden koparak ruhlara dokunurken yeni açmaya başlayan çiçek tomurcukları baharı müjdelemekteydi. Suratları okşayarak esen meltem esintisi kalabalık caddelerde izler bırakmaktaydı inceden inceye. Hâlâ birçok kişinin üzerinde kıştan kalan esintiler hâkimdi. Montlar ve kalın kazaklar baharı müjdeleyen güneşe rağmen soğukluğun etkini taşımaktaydı.
Islanmış caddeler, su birikintileriyle kaplanmışken toprak kokusu havaya aromatik bir huzur sunuyordu. Bahar’ı müjdeleyen uçan kuşların dillerindeki şarkı ötüşlerine dahi yansımaktaydı. Sanki açmakta olan çiçekler için oluşturdukları bir enstrümanın en naif müziğiydi.
Gerçek seslerin çok dışında yalancı baharların bir silsilesi olduğunu düşünüyordu genç kız. İçine derin bir nefes çekerken bile kaburgalarıyla çevrelenmiş ciğerlerinde bir yanma hissi oluşmuştu. Oldukça uzun bir zaman olmuştu bu havayı solumayalı.
Özlemiş miydi? Ona ait her şey gibi bunu da özlediğini biliyordu. Gecelerine bulanan karanlık gölgeler, gökyüzünde ki güneş gibi parıldıyordu farkına vardığı hisleriyle…
Ardından çekerek getirdiği orta boylarda siyah valizle birlikte yürümekteydi özlem duyduğu patika yolun üzerinde. Tekerleğin çıkardığı sesler büyük bahçenin geniş avlusunda yankılanırken önüne dönük bal renkli gözleri, kırmızı kaldırım taşlarıyla kaplanmış yolun üzerindeydi. Islanmış taşlar yeni yağmış yağmurun izlerini üzerinde tutmaktaydı daha. Üzerine bastıkça küçük su birikintileri sıçramaktaydı. Toprak kokusu daha belirgin bir keskinlikle burun deliklerinden içine sızarken hemen önünde koşan küçük bedenin atkuyruğu şeklinde toplanmış saçları sağa sola sallanmaktaydı.Koşar adımlarına rağmen kapı önündeki kişiye gitmesi zaman almıştı. Bu sahneyi bulanık gözlerle izlemişti. Attığı şen kahkahalar kendisini de güldürürken küçük bedenin kucaklanarak büyük bir sevinçle öpülüşünü buruk bir mutlulukla seyretmekteydi. Bu sahneyi göremeyeceğinden öyle çok korkmuştu ki bir dönem…
İki katlı evin lüks cephesi tam karşısındaydı. Heybetli duruşu geçen zamana rağmen hâlâ çok diriydi. Bir zamanlar sonuna kadar açılan beyaz renkli şekillerle kaplanmış kapının tam önünde, onu bekleyen kızı süzmüştü. Keskin çatık kaşları bir ok misali dikkatlice orada dikilen kızı yakalarken, küçük dudaklarında ki gülümseme yerli yerindeydi. Kucağında tuttuğu küçük bedene kaydırmıştı gözlerini daha sonra. Aynı şekilde gülerek kendisine bakıyordu yakıcı lacivertler…
Derin bir nefes almıştı içine. Ne zaman küçük kızının mavi denizlerine dalıp gitse kendisini bekleyen büyük bir girdap karşılıyordu sanki onu. Asla geçmişini unutturmayan büyük bir hayal denizi…
Onu bekleyen kişilere yaklaştıkça sol tarafını şiddetle saran bir çarpıntı kaplamıştı. Nefes almasını sıklaştırmakla kalmamış göğsünde bir yanma hissi oluşturmuştu adeta. Tenine dokunan esintinin arasında ulaşan kokuyu hatırlamıştı elbette. Nasıl unutabilirdi ki? Daha kapı eşiğinde onun sarsıcı gizli kıvılcımlarına yakalanmıştı. Bir kez daha….
“Hoş geldin abla,” diyen ılık sesin sıcaklığına bürünmüştü. Bedenini saran özlem hissini en derinlerini kaplamıştı. Özlem duygusunun bu kadar ağır olduğunu kavuşma anında fark edeceğini bilemezdi asla. Ona sarılan bedeni aynı şekilde sımsıkı bağrına basarken hüzünlü iniltilerle sarsılmıştı buruk yüreği. Böyle bir tepki beklemiyordu kesinlikle.
“Neden ağlıyorsun kuzum? Bak döndüm artık.”
“Bu son değil mi abla? Bir daha bizi bırakıp gitmeyeceksin?”
Siyah gözlerin arasına saklanan ışıldayan parlaklıklara bakmıştı. Pürüzsüz cildi kaplayan soluk çehresi altın sarısı saçların arasından kaçamıyordu. Üzgün bakışların, hemen altında sivrileşen çenedeki yuvarlak yüz üzerindeki kasları dahi etkilemekteydi. Ara ara dudaklarında bir kıvrılma olsa da orada bir burukluk hâkimdi.
“Bu son canım. Artık sizinle birlikte olacağım.”Sözlerini bitirmemişti ki hemen arkasından onu sıkıca saran bir başka bedeni hissetmişti. Kalbinin iki yarısıydılar onlar hayatında. Acımasız yaşamında tek değerlisiydi her biri. Renksiz hayatının can damarlarıydı. Ne küçük kızını onlardan ayırabilirdi ne de kalbine sahip olan adamı. Hepsi boş dünyasının hareketli yaşamlarıydı. Ve bu yaşamları bırakıp gitmek zorunda kalmıştı yıllar önce. Sahip olduğu en özel hatıralarını bırakmıştı. Peki ama neden?
“Hoş geldin abla tekrardan. Çok özledik seni gerçekten. Özellikle bu ufaklığı nasıl özledik anlatamam, değil mi Seda abla?” Seda’yı bulan bal gözleri en küçük kardeşine de dönmüştü. Diğer yanında duran küçük kardeşine nazaran daha bronz bir tene sahipti Seda. Uzun ve düz fiziği Yağmur’a göre daha dikkat çekiciydi. Tıpkı kızı gibi keskin gözlere sahipti. Ama göz rengi onlarınkinden daha farklıydı. Parlak griliklere sahipti. Bakan gözleri içine hapseden derin kuyulardı birer. Kendi gözlerine sahip neredeyse birebir olan en küçük kardeşi Yağmur’a aitti. Küçük kardeşleri kendilerinden daha kısaydı fakat balık etli olması onu tıpatıp rahmetli annelerini anımsatıyordu. Küçük kızı da tıpkı ona benziyordu. Büyük çoğunluğunu ne kadar o adamdan almış olsa da yine de bir parça hem kendisine hem de ailesinindi.
Hepsinin tek ortak noktası işte buydu. Yıllar önce ailelerini bir trafik kazasında kaybederek bir başlarına kalmalarıydı acı tarafı. Hayat bir şekilde devam ediyordu tıpkı yıllar öncesinde o dört köşeli soğuk duvarlar arasında geçtiği gibi…
5 yıl önce
Gecenin sisli perdeleri aralanırken açmıştı gözlerini. Üşüyen ince bedeni yüzünü saran dondurucu hisle daha da sarılmıştı kalın yorgana. Üzerinde ki pijama her ne kadar yazdan kalan bir giysi olsa da bu havada ondan başka giyebileceği daha kalın bir pijama takımı yoktu. Üşüyen bedeni esen sert rüzgârların, tahta pencerelerin arasından sızarak küçük odayı buz etkisiyle kaplarken; aldığı her nefesin yorganın dışında buharlaştığını görmekteydi. Kalkmak istiyor fakat boşta kalan her noktayla dondurucu soğuğun kırıcı etkisiyle yeniden gömülüyordu vücut sıcaklığına. Tahta çerçevelerle kaplanmış pencerelere vuran tipi kışın en şiddetli baskısını sunuyordu. Camlar arasındaki boşluklardan sızan esintiler kendince sesler çıkarıyordu. Bir ürperti hissetmişti o anlarda. İçini saran korkuyla başını az da olsa perdeyle örtülü pencereye çevirmişti. Ağaç dallarının esen şiddetli rüzgârın ardında oluşturdukları şekiller yansımaktaydı. Bakışlarını aniden kaçırmıştı oradan. Kalkması gerektiğini biliyordu. Herkesin yattığından emindi. En son duyduğu seslerden hiçbir eser yoktu. Gecenin bir saatinde sadece kendisi uyanıktı. Onlar için buna mecburdu elbette. Soğuk havayı iliklerine kadar hissederek derin bir nefes almıştı. Üzerindeki yorganı kaldırarak yataktan doğrulmuştu.
Sıcak yatağını bıraktığında yatağın ucundaki boyaları dökülmüş eski gece lambasını takmıştı prize. Odayı kaplayan loş ışık bir anda karanlığı delip geçmişti. Ardına döndüğünde canından daha değerli iki varlığının soğuk duvarların etkisiyle birbirlerine sarıldıklarını görmüştü. Yerde yatan yardıma muhtaç kardeşlerinin çaresiz çığlıklarını şuanda bile hissedebiliyordu. Onlar için dik durmaya, her gece gözlerini kapattığında ulaşmak istediği hayallerine onları da ulaştırmak istiyordu. Bunun için çok çalışması, hatta imkânsızı başarması gerektiğinin farkındaydı. Onları bu muhtaçlıktan, mahzunluktan kurtarmak istiyordu. Sığıntı gibi yaşadıkları bu soğuk duvarlara daha ne kadar dayanabileceklerinden emin değildi. Onların hasta olmasından öyle çok korkuyordu ki her gece uyandığında şimdiki gibi kendi üzerine örttüğü yorganı onların üzerine örtüyordu.
İnce zayıf vücudunu kaplayan soğuğa rağmen direniyordu. Soğuk kış gecelerine henüz yeni başlamışlardı. Asıl kar yağışının önlerindeki birkaç günde olacağını duymuştu meteorolojinin son dakika haberlerinde. Asıl o zaman ne yapacaklarını hiç bilmiyordu. Yorganı iki değerlisinin üzerine bıraktığında her birine ayrı ayrı bakmıştı uzaktan da olsa. Birinin parıldayan altın sarısı dalgalı saçları dışında bir şey görememişti. En küçük kardeşleri bu soğuk gecelerin acımasızlığına nasıl direnecekti kim bilir? Onun çok hassas olduğunu, çabuk hastalandığını biliyordu. Hasta olmamaları için dua ediyordu her gün. Gözlerini daha sonra diğer yana çevrilmişti. Diğer kardeşine. Ortanca olan ve ona birçok konuda benzeyen kardeşine. 14 yaşında olmasına rağmen dikkat çekici bir fiziğe sahipti. İleride çok güzel bir kız olacağını biliyordu. O gri bakışları öyle derin etkiler yaratıyordu ki orada takılı kalmamak imkânsız oluyordu bazen. O bağlayıcı etkiye kimi zaman kendisi de kapılmaktaydı. Siyah uzun düz saçları tıpkı 10 yaşındaki kardeşi Yağmur gibi yayılmıştı beyaz uzun bir yastığa. Aldıkları sakin nefesler her ikisinin de oldukça derin bir uykuda olduklarını gösteriyordu ona. Soğuktan canlılığını kaybetmiş soluk dudaklarına bir gülümseme yerleşirken üzerlerini iyice örtmüştü.
Doğrularak eski ahşap kaplamalı iki kapaklı gardırobunu açmıştı. Bundan önce olduğu gibi bu gecede kendisini bekleyen bir maraton vardı. Üzerine önce kalın bir hırka giymişti. Yatağın yanına eğilerek altındaki eski bir bavulu çıkarmıştı. İnce yüzeyi her ne kadar yıpranmış olsa da içinde sakladığı o şey çok değerliydi onun için. Orada gizlediği şey belki geleceğinin garantisi belki de kurtuluşlarının biletiydi…
Loş ışığın izin verdiği aydınlığın içinde sessizce açmaya başlamıştı kapalı fermuarı. Kendisini kimsenin görmesini istemezdi. Elbet kardeşleri biliyordu ama evin diğer fertlerinin duyması hem kendisi hem de kardeşleri için bir felaket olabilirdi. Aradığı şeyi sakladığı yerden dikkatlice çıkarmıştı. Gözlerine sinen ışıklar odayı aydınlatan gece lambasından daha parlaktı. Elinde tuttuğu çiziminin en nadide parçasına bakmaktaydı uzaktan doğru. Gecelerine anlam katan tek şey parmakları arasında tuttuğu bu şeydi. Çiziminin son çerçevesi…
Şövaleyi de sakladığı yerden çıkarırken çizimini onun üzerine dikkatlice yerleştirmişti. Yağlı boya üzerine yaptığı çalışmasını büyük bir beğeniyle izlerken dudaklarında umut dolu bir gülümseme hâkimdi. Tüm kalbiyle inanıyordu o yarışmayı kendisi kazanacaktı. Ve belki de hayalini kurduğu gibi çok ünlü bir ressam olarak adını her yere duyuracaktı. Bu onun ilk adımı olsa da başlangıcı çok uzakta durmuyordu artık. İnancı gibi kalbi de hazırdı bu mutluluğa. Bir eline paletini diğer eline ise fırçasını aldığında attığı her darbe gibi gölgeler arasına sokuluyordu bilinçsizce. Ona bu anı bahşeden güne…
“Evet arkadaşlar. Size çok önemli bir haber vereceğim. Belki de bir fırsat olacak bu söyleyeceklerim. Beni dikkatlice dinleyin lütfen,” diyen orta boylarda genç hocasının sözleriyle bakışlarını önündeki deftere yaptığı çizimden kaldırmıştı. Sanat onun hayatı olmuştu şu iki yılda. Üçüncü sınıf öğrencisiydi ama hâlâ istediği başarıyı yakalayamamıştı. Belki de gerçekten de sanatın kalbi sabırdan geçiyordu. Karşısında bir duyuru yapacağını söyleyen hocası daima bu şekilde öğütler veriyordu onlara. Oturduğu sırada bedenini dikleştirirken öne doğru hafif eğilmişti. Dikkatini ona verdiğinde söyleyeceklerinin istediği başlangıçların ilk adımı olduğunu bilemezdi asla. Bir umut bile olsa buna ihtiyacı vardı.
“Size hatırlıyorsanız daha önceden bir haber vermiştim. Bir yarışma hakkında.” Üzerinde takım elbisesi içindeki adamın sözleriyle heyecanlandığını hissetmişti. Adeta içinde kelebekler uçmaya başlamıştı. Nedenini nasıl unutabilirdi ki? Sürprizinin olduğunu söylediğinde bile bu kadar heyecanlanmamıştı.
“Size bahsettiğim sanat galerisini hatırlıyorsunuzdur sanırım. Oranın sahibi daha önce de söylediğim gibi benim bir arkadaşım. Ve ondan sizin için bir ricada bulundum. Belki adını duymuşsunuzdur ‘Güneş Işığı’ adlı bir sanat galerisi açtırdı. Her ne kadar kendisi benden daha iyi bir sanatçı olsa da başka işler yaptığı için resim sanatıyla pek ilgilenemiyor. Ama yakın zamanda kaybettiği kız kardeşi anısına bir galeri açtırdı. Kız kardeşinin adı galerinin adından da anlayacağınız üzere Güneş’ti. Hem onun adını yaşatmak hem de yeni yetenekli ressamlar, çeşitli dallarda sanatçılar bulmak ve yetiştirmek üzere açılmış özel bir yer. Ben de sizin için arkadaşım olan Melih Şahiner’le görüştüm ve ikna etmeyi başardım. İçinizden biri onun yanında bizzat eğitim alacak ve stajyerlik yapma hakkı kazanacak. Ayrıca bu kazanan arkadaşımızın bir çalışması o galeride sergilenecek.”
Duyduklarıyla heyecanı tavan yapmıştı. Kalbinin gümbürtüsü tüm bedeninde şahlanarak dolaşımına hücum ederken kan akışının etkisiyle kızarmıştı. Beyaz tenini kaplayan heyecani kızıllıkla sıra arkadaşına dönmüştü.
“Duydun mu Sibel? Bu muhteşem.”
“Nesi muhteşem Eylül acaba? Bir kişi gidebilecek sadece. Sence bunun neresi güzel?”
“Niye öyle diyorsun ki? Kazanan sen de olabilirsin. En başta umudunu kaybetme.”
“Bence sen umutlanma derim ben. 30 kişiden sadece bir kişi gidecek,” diyen arkadaşının omuzların bakışlarını sıyırarak sınıf üzerinde gezdirmişti. Belki de haklıydı…
“Bence mümkün. Ben hâlâ umudunu kaybetmemelisin diyorum. Bu hepimiz için büyük bir fırsat,” dediğinde arkadaşının düşünceli siyahlarını süzmüştü.
Güzel yuvarlak yüzü, dolgun kırmızı dudakları ve pürüzsüz bir tene sahipti. Umursamaz bir tavırla önüne dönen sıra arkadaşının tersine kendisi konuşmaya tekrar başlayan hocasına dönmüştü.
“Ama tabii ki bunun için bir yarışma düzenlemek zorundayım. Katılmak isteyenler bana isimlerini yazdırsınlar. Değerlendirmeyi haksızlık olmasın diye ben yapmayacağım. O yüzden içiniz rahat olabilir. Bunu bizzat stajyeri olacağınız Melih Şahiner yapacak. Onun seçeceği bir arkadaşımız hem eğitim hem de staj hakkına sahip olacak. Konunuza gelecek olursak geçmişten geleceğe kendinizsiniz. Çizimlerinizi nasıl yapacağınız size kalmış. Serbest bir çalışma olacak o yüzden kullanacağınız malzemeler konusunda bir sınırlandırmanız yok. Bir ayınız var. Bir ay sonra çalışmalarınızı bana getirin. Değerlendirmeyi söylediğim gibi Melih Şahiner yapacak.”
O günden sonra zaman sanki kum torbalarının arasına gizlenmiş gibiydi. Heyecanla bu çizime başlarken şimdi aynı heyecanla bitirmek üzereydi. Çok az kalmıştı belki ama korkusu hep tazeydi. Yakalanacak olursa gizlediği okul kimliği ortaya çıkacaktı. İki yıldır büyük bir hassasiyetle gizleniyordu ama yakalanacaksa bile bu zamanlarda olmamalıydı kesinlikle. Yüzdüğü denizde boğulamazdı şuanda. Tam da güvenilir bir limana demirlemek üzereyken…
Elindeki fırça temas ettiği her noktada kalbinden dökülen izleri yansıtıyordu. Geçmişinden geleceğine dökülen umut dolu yolculuğun aynası tam olarak karşısındaydı. Kalp kırıklıklarını, umutsuzluğunu, yitirmişliğinin yanında bir gölge olarak oluşturduğu sis perdelerine gömüyordu. Gece gibi karanlıktı hayatı ama ışık çizdiği gibi o ürkütücü karanlığın karnındaydı. Ve ona ulaşmak artık o kadar zor değildi. Belki de inancıydı ona bu temenniyi sonuna kadar sunan. Sınıfta yapılan sınavla önce belirlenmişti kişiler. İlk elemeden başarıyla geçmiş ve ilk beş arasına adını yazdırmıştı. Bu sınavı yapmalarının nedeni olarak sınıf mevcudunun tamamıyla katılmış olması olarak belirtmişti genç öğretmeni. Ama her şekilde yer edinmişti işte. Şimdi son düellodaydı artık. Birinci seçilirse rüyalarını süsleyen o muhteşem yerde olabilecekti. Üstelik sürekli gezdiği o sergilerden birinde kendi çalışması da olacaktı. Belki de bu eserini sergilerdi. Geçmişin acılarına rağmen yaşama sevinci taşıyan tüm kalplere hediye ederdi. Bu düşünceyle çok mutlu olmuştu artık. Hayallerine ulaşmasına sadece son fırça darbeleri kalmıştı. Kalbindeki gümbürtüyü duyabiliyordu. Tıpkı dörtnala heyecanla koşan atlar gibiydi yalnız kalbi…
Dakikalar boyunca sürdürdüğü emeğinin meyvesini almasına belki de sayılı saatler kalmıştı. Soğuktan sarıya dönen ellerinin üzerindeki beyazlıkları düşünemeyecek kadar yoğundu düşünceleri. O hayatın acımasızlığında savruldukça fırça izleri de parmaklarının altındaki çizimlerini savuruyordu karanlık gölgelerine. Koca bir karanlığın eşiğinde duruyordu resminde. Yanında küçük kardeşleri de vardı. Birbirine tutuşan parmaklar öylece bakıyordu o küçük aydınlık ışığa. Önlerinde hayalini kurduğu geleceği dururken hemen arkalarında anne ve babalarını bıraktıkları ürkütücü sessizlik vardı. Arkalarında koca bir karanlığın içinde onların mezarları dururken baktıkları tarafta ise geleceğini süsleyen sanatı bulunmaktaydı. Hangi yönü seçeceklerini belki de sadece hayat belirleyecekti. Ama asla savaşmaktan vazgeçmeyecekti genç yüreği. Bu acımasız sığıntı yaşamlarına bir nefeslik ara vereceklerdi elbet bir gün.
Boyaya batırdığı fırçayı aklındaki köşeyle buluştururken saatin birbirini kovaladığını görememişti. Saatler öncesindeki karanlık gölgeler sabahın ilk ışıklarıyla kayıplara karışmaktaydı. Yeni güne merhaba diyen sessizlik yerini bilinmez seslere bırakmaya başlamıştı. Kaçma sırası artık kendisindeydi. Gün doğmuş ve ardına saklandığı karanlık yok olmuştu. Birazdan herkesin uyanacağından emindi. Son bir günlük işi kalmıştı çalışmasının. Zaten ertesi gün vermesi gerekiyordu eserini. Son gün yarındı. Sol elinde tuttuğu paleti kenara bıraktığında üzerinde kullandığı çeşitli renkler nedeniyle asıl beyazlığını kaybetmişti. Ama artık sona çok yakındı. Gözbebeklerinden hızlıca gelip geçen ışıltılar gün geçtikçe daha da büyüyordu. Sessiz yanı kendisini tebrik ediyordu adeta. Neredeyse artık kazanacağından emindi.
Duyduğu sesle irkilmişti. Bir korkuyla tuvalin üzerinde bulunduğu çerçevesiyle alarak saklamıştı aynı yere hızlıca. Korkusu kalbindeki ritmi hareketlendirirken aynı zamanda da sessiz olmaya çalışıyordu. Yanlışlıkla bir şeye çarpması bile yakalanmasına neden olabilirdi. Şövaleyi sakladığı yere aynı biçimde koymuştu. Yatağın altına önce onu koymuş ve hemen onun önüne de üç adet büyük bavulu dizmişti. Bir nevi malzemelerini bu şekilde kamufle edebiliyordu. Nereye kadar bu saklambaç oyununun devam edeceğini bilemese de bir çözüm yolu aramaya başlaması gerektiğinin de farkındaydı.
Kapının aralanmasıyla başını çevirmişti pencere boşluğundan. Yüzündeki sahte görüntü, gecenin hiçbir izini taşımıyordu. Sanki yeni kalkmış gibi bir görüntü sunmaktaydı karşı tarafa. İri gözler, onu görmesiyle kısa bir şaşkınlık yaşamış olsa da önemsememişti. Ya da dışarıdan bakınca öyle bir izlenim yaratıyordu. Hafif kilolu bedeniyle odaya girmişti orta yaşlardaki olgun kadın. Yüzündeki şaşkın ifade yerini bir sorgulamaya bırakmıştı o dakika. Başında ki başörtüsü geriden örtülüydü bu kez. Üzerindeki uzun eski model bir beyaz geceliğiyle yanına kadar gelmişti.
“Günaydın yenge. Amcamlar uyandılar mı?”
“Günaydın Eylül. Son günlerde seni nedense hep böyle erkenden kalkmış buluyorum.”