Limoni Ölüm

 Bir cinayet… Bir cinayet daha… Acılı iki aile… Başarılı bir haberci… Özgür Kardeşler Cemaati hocası bir kadın… Sevimli ve karısına âşık bir adam… Medya sektöründe kariyer basamaklarını hırsla çıkarken dibe vuran genç bir kadın… Kim, neden işliyor bu cinayetleri? İlk romanı Çok Şekerli Ölümle büyük beğeni toplayan Ayşe Erbulak, serinin ikinci kitabı Limonî Ölümle bir kez daha polisiye seven okurlarıyla buluşuyor. Limonî Ölümün sayfalarında yol alırken; bir yandan zekice işlenmiş cinayetleri çözmek için serinin ilginç ve renkli hafiyeleri Zeynep ve Merali merakla takip edecek, bir yandan çoğumuzun yabancısı olduğu dini cemaatler ve misyonerler dünyasının kapısını aralayacak, bir yandan da aşk ve ihanet üstüne aklınıza takılan sorulara cevap arayacaksınız. Su gibi akan anlatımı, heyecanlı kurgusu ve satır aralarına sinmiş duygusallığıyla bir polisiye klasiği olmaya aday Limonî Ölümün tadı damağınızda kalacak.

***

Hayatıma iyi ve kötü dokunan herkese minnetle…

HAFİYE KARILAR

Hafiye Karılar “polisiye roman” dizisinin genel adıdır.

“Medcezir Dedektiflik Bürosunun” iki sahibesi Meral ve Zey­nep her kitapta bir olay çözerler.

MERAL

* 40- 45 yaşlarında.
* 10 yıl önce doktor kocasıyla geçirdiği bir trafik kazası so­nucunda kocası ölür, o ise tekerlekli iskemleye mahkum olur.
* Yetişkin bir oğlu var.
* Bebek’te babasına ait giriş katı bir evde oturuyor ama babasıyla dargın.
* Sokağa çıkamıyor.
* Kocasından kalan emekli maaşı ile son derece kıt kanaat yaşıyor. Daha doğrusu Medcezir Dedektiflik Bürosunun ilk işinden para kazanana kadar kıt kanaat geçiniyordu.
* Çok sigara içiyor.
* Bilgisayar mühendisi
* En büyük hobisi bilgisayar ve internet. Çok sıkı bir araş­tırmacı, internetten bulamayacağı hiçbirşey yok. Aynı za­manda çok iyi bir hacker, her türlü sisteme girebiliyor. Bütün gününü tekerlekli iskemlesinde bilgisayar başında geçiriyor.
* Olaylar karşında yaptığı yorumlar çok komik. Herkes çok gülüyor ama o çok ciddi hatta suratsız, millet gülsün diye yorum yapmıyor.
* Evde TV sürekli açık, bilgisayardayken aynı zamanda dizi film seyrediyor.
* Kazada ölen kocası doktor olduğundan tıpla da ilgileniyor.
* 1 yıldır yasal olarak Zeynep ile ortak oldukları dedektif­lik bürosu için çalışıyor.

ZEYNEP

* Meral ile aynı yaşlarda.
* Hiç evlenmemiş, arada sırada sevgilileri oluyor.
* Gözlük takıntısı var, sürekli çok şık gözlükler takıyor.
* Nişantaşı’nda kiralık bir evde oturuyor. Kirayı bazen kendisi, bazen de ailesi ödüyor.
* Kırmızı bir jipi var.
* Çok meraklı, sürekli insanlara soru sorup bunaltıyor.
* Sigarayı bir bırakıyor, bir başlıyor.
* Her pazartesi diyete başlıyor.
* Ailesi tekstilci, yurt dışındaki tekstil firmalarına fason iş yapıyorlar. İşi kız kardeşi yönetiyor. Babaları ölmüş. Kızkardeşi ve annesi Kemerburgaz’da bir sitede oturuyor. Güneşlide orta büyüklükte atölyeleri var. Arada sırada o eve gidip kalıyor.
* Liseden sonra üniversiteyi kazanamayınca babası Londra’ya tekstil eğitimi için yollamış. Orada desen üzerine eğitim veren bir okula 2 yıl gitmiş. Dönünce aile şirketinde biraz çalıştıktan sonra sıkılıp bırakmış, birçok işe girip çıkmış.
* 1 yıldır yasal olarak Meral ile dedektiflik bürosu için çalışıyor.

ARDA: Meral’in üst kat komşusu
ALİCAN: Meral’in oğlu
ELÇİN: Medcezir Dedektiflik bürosunun sekreteri
AYŞE: Zeynep’in ablası
SİBEL: Metinin ikinci karısı
ŞAFAK: Sibel’in en iyi arkadaşı
METİN :Maktul, Sibel’in kocası
BİLGİN: Sibel’in ilk nişanlısı
DENİZ: Cinayet Masası Komiseri
SERTAÇ: Metinin ilk karısı
ALP: Sertaç’ın erkek kardeşi
ESMA: Sertaç’ın kız kardeşi
BARIŞ: Metinin abisi
ECE: Barışın karısı
CEMİL: Özgür Kardeşlerin bir üyesi
ZEREN: Cemil’in karısı
JAMES: Sertaç’ın en yakın arkadaşı
NURİ: Sertaç’ın avukatı

1.BÖLÜM

ERKEN BİTEN RÜYA

İstanbul’un Anadolu yakasındaki iki oda bir salon daire­nin bulunduğu apartmanın hem içi hem dışı çok kalabalıktı. Ağlayan kadınlar, gözyaşlarını saklamaya çalışan bir iki erkek “OLAY YERİ İNCELEME” yazılı sarı bantların dışında, mer­divenlerin oturulabilecek her yerine dağılmış aralarında ko­nuşuyor, iç çekiyor, dövünüyor ve ağlıyorlardı. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu:

*Nasıl olur bu gencecik yaşta?
*Yahu daha yeni evli sayılırlardı…
*Vah gidene…
*Peki nasıl olmuş biliyor musun?
* O kadın gelmiş eve galiba, artık kim bilir ne yaptıysa…
*Yok, o kadın eve gelmemiş, galiba mahallede görülmüş, ama diğer adam eve girmiş diye duydum.
*Evet evet gelmiş, bağırmış çağırmış, tehditler savurup gitmiş.
*Yahu ne istiyorlar, artık olan olmuş, biten bitmiş, ne var işte, her şey geçmişte kalmadı mı, neyin kini bu böyle?
*Peki polisler ne arıyor, yani cinayet olasılığı mı var acaba?
*Vallaha şekerim otopsiden sonra çıkacakmış.
*Aaaa, bir de adamcağızı kesip biçecekler mi? Eee, cenaze ne zaman olur, çok mu bekletirler acaba? Yoktur yahu Müslü­manlıkta cenaze bekletmek.

Dört katlı apartmanın ikinci katındaki dairede meydana gelen olayı duyan mahalle sakinleri apartmanın merdivenle­rine doluşmuştu.

Salondaki üçlü koltuğun kenarına ilişmiş, uzun süredir durmaksızın ağladığı belli olan genç kadının arkadaşı olan biri kolonyayla bileklerini ovuyordu. Önüne gelen çay tepsisini ba­şıyla reddettikten sonra içini çekip, yüzünde gözyaşlarıyla ka­rışmış uzun kıvırcık saçlarını arkadaşlarından kurtardığı elle­riyle arkaya attı. Hafif çekik gözleri ağlamaktan yumru yumru olmuştu. Hemen yanındaki en yakın dostu Şafak:

*Arkadaşım, bir şeyler yemen lazım, hadi yemiyorsun bari sıvı alman lazım, hadi kırma beni iç şu çaydan, dedi.

Genç kadın boş gözlerle arkadaşına bakıp:

*İçim yanıyor Şafak, çok acıyor içim, ölüyorum sanıyo­rum, düşünsene bu sabah yanımdaydı, oysa şimdi yok, diye karşılık verdikten sonra, elleriyle yüzünü kapatıp dizlerine doğru eğilip yeniden hıçkırmaya başladığında kıvır kıvır uzun saçları neredeyse yere değecekti.

İki polis memuruyla eve geleli iki saati geçtiği halde kadın ağlamaya hiç ara vermediğinden daha konuşamamışlardı. Cinayet masasından telefon gelip de hâlâ maktulün eşinin ağzından bir şey alamadığını öğrenen şefleri azarlayınca ka­dının yanına gittiler, bıyıklı ve toplu olanı:

Hanımefendi, acınızı anlamaya çalışıyoruz, ama ortada şüpheli bir durum olduğundan bir an evvel sizinle konuşma­mız lazım, bize yardımcı olabi… diyecek oldu, kadının hemen yanında oturan renkli gözlü arkadaşı Şafak:

*Ne biçim insanlarsınız siz? Kadın eşini, canını kaybetti. Ne konuşacaksınız?… Belli kimin yaptığı… Burada dolanaca­ğınıza gidin de asıl katili yakalayın. Tabii bulup getirebilir­seniz o şerefsiz kadını. İntikam intikam diye yandı tutuştu, en sonunda da öldürdü, dedi. Ardından ağlayan arkadaşına döndü:
*Konuşma sen bunlarla, sen ne konuşacaksın ki, kocası ölen sensin, acın var kızım senin.

Bileğine taktığı saç lastiğiyle saçını topladıktan sonra göz­yaşlarını eliyle silip:

*Tamam Şafak, konuşalım, böyle olmaz, yardımcı olalım ki onlar da görevlerini yapsınlar, hem biliyorsun benim di­nimde kimseye bağırıp çağırmak yoktur, buyrun memur bey sorun ne isterseniz, dedi.

Diğerinden daha uzun ve zayıf olan polis memuru rahat bir nefes alıp:

*Burada olay yeri inceleme araştırma yaparken, evde daha müsait bir yer varsa orada konuşalım hanımefendi, dedikten sonra hangi odaya gidebileceklerine dair bir fikir edinmek amacıyla etrafına bakındı, salondan evin arka tarafına doğru açılan bir koridor vardı.

Arkaya, küçük odaya geçelim, canımın çalışma odasıydı orası, orada konuşalım, dedi acılı kadın. Gözyaşları dinmişti artık, önden yol göstermek üzere koridora doğru yürürken Şafak:

*Hayatım hiçbir şey yemedin, sana bir tas çorba yapıyorum, vallahi dinlemem içeceksin, dedi sigarasından bir duman alırken.

Koridora açılan dört kapı vardı. Mutfak kapısı zaten sarı bantla kapatılmıştı. Hemen yanındaki kapıyı açtı kadın ve içeri girer girmez ağlamaya başladı. Odada ressamların kul­landığı yarı eğimli masaların birinin üstünde dağınık bir şe­kilde duran kâğıtlar, kalemler, mürekkepler ve akrobat lam­ba vardı. Duvarlarda çerçeve içinde bazı çizimler, maktul ve eşinin sarmaş dolaş fotoğrafları duruyordu. Fotoğraflarda zamanaşımı yoktu, hemen hepsi aynı yıl çekilmiş gibiydi. “Demek yeni evlilermiş…” diye geçirdi içinden uzun polis memuru. Kısa olanı elindeki iş çantasından ufak bir dizüstü bilgisayarı çıkardı, kadının daha fazla ağlamasına meydan vermemek ve işlerini hemen bitirip gitmek istediğinden masanın önünde duran koltuğa oturup laptopun açılmasını bekledi.

Kadın burnunu çeke çeke, arada ağlayarak, bazen de sa­kinliğini koruyarak önce adını soyadını ve yaşını söyledikten sonra o sabah olanları anlattı.

Sabah karıkoca uyanmışlar, kahvaltı hazırlamışlar, çay­larından bir iki yudum alıp bir şeyler yemeye başladıktan sonra da kocası aniden fenalaşmış, önce bir titreme gelmiş, sonra nefes almakta sıkıntı çekmiş ve yere düşmüştü. Kadın önce kocasının üstüne eğilip kalp masajı yapmaya çalışmış, ama işe yaramadığını görünce telefona sarılıp ambulansı çağırmıştı. Ambulansın gelmesi çok fazla vakit almasa da daha görevliler evin içine girmeden kocası ruhunu teslim etmişti.

Kalp masajı yaptım diyorsunuz, nereden öğrendiniz bunu, bilinçli mi yaptınız, yoksa filmlerde gördüklerinizden mi etkilendiniz? Peki ya öldüğünü nasıl anladınız? diye sordu kısa boylu polis memuru.

*Kalp masajı yapmasını aldığım ilkyardım kursunda öğ­renmiştim. Her şey on dakika içinde gelişti, oldu bitti. Öldü­ğünü anladım tabii; çünkü nefes alması durdu, gözleri açıldı, kocaman oldu, sanki nefes almaya zorlanıyor gibiydi. Bir de ağzından köpük gibi bir şey geldi, zaten çaresizlik ve panik halindeydim, dedi ağlayarak. Polislerin sanki o suçluymuş gibi soru sormalarından hoşlanmamıştı.

*Pekâlâ, daha öncesinde neler oldu? Yani her şey sizin için normal bir sabah olarak mı başlamıştı? diye sormaya de­vam etti kısa boylu memur. Kadının bunlara cevap verecek hali yoktu, yeniden düşünmeye çalıştı, onca badire atlatmış­lar, herkes onların birlikteliğine imkânsız gibi bakarken tüm engelleri aşıp evlenmişlerdi. Her şey yolunda giderken gencecik kocasının mutfakta ayaklarının dibinde on dakika can çekişerek ölmesi gerçek olamayacak kadar korkunçtu.

*Her şey normaldi tabii, diye devam etti kadın.
*Anlatın o zaman, nasıl normaldi her şey?
*Genelde çok erken kalkmayız biz, kahvaltıyı hep kocam hazırlar, hazırlardı diyecektim değil mi? dedi soran gözlerle ve devam etti:

Kahvaltı sırasında gayet normaldi her şey, konuştuk, sohbet ettik, güldük. Sonra aniden yüzü değişti, nefes alma çalışır gibi oldu, ayağa kalktı, boğazını tuttu. Ben boğazı n bir şey kaçtı sandım… İşte sonrası biraz evvel anlattığım gibi yere düştü.

Hıçkırmaya, ardından hıçkırıklarına hâkim olamayıp yüksek sesle ağlamaya başladı. Onun bağırtısına içeriye arka­daşı Şafak girdi ve ona sarıldı. Evin dışında merakla bekleşen komşular ve yakın arkadaşlar kapı eşiğine gelip kapıdan acır gözlerle bakmaya başladı. Şafak biraz evvel polis memurla­rına kızdığı ses tonunda kızmaya kalkınca kısa boylu polis memuru birden sakin ve üzgün yüz ifadesini aksi ve emreden amir ifadesine çevirdi ve sesini yükselterek:

*Derhal dışarı çıkın. Yoksa hep birlikte şubeye gideriz, orada alırım ifadeyi. Haddinizi bilin… Sizin karşınızda kü­çük çocuk yok, devletin işini yapmaya çalışan memuru var. Her şeyin bir sınırı var, dışarı dedim, hem de derhal! diye bağırmca Şafak böyle bir çıkışı hiç beklemediğinden sustu ve bir kedi sessizliğinde dışarı süzüldü. Çıkarken arkadaşı­na baktığında onun “Sen merak etme, ben iyiyim…” bakışıyla karşılaşınca içi biraz daha rahat kapıyı kapattı. Ama salona gittiğinde o suskun halinden eser yoktu. Kendi kendine söy­lenmeye başladı, çünkü dairenin dışında onu dinleyebilecek seyircileri mevcuttu.

Odadaki ifade alma biraz kesintiye uğramışsa da memur­lar bir an evvel işlerini bitirmek amacıyla sorularına devam ettiler.

Sabah gelen ambulans yapacak bir şey olmadığını anlamıştı. ölüm kalp krizi gibi gözükse de ağızdan gelen köpük nedeniyle ortada şüpheli bir durum vardı. Bu nedenle durum ambulans personeli tarafından polise bildirilmiş ve cesedi Adli tıbba götürülmüştü. Daha ambulans yola çıkmadan ci­nayet masası polisleri ve olay yeri inceleme ekibi eve gelmişti bile. Çiftin olayı öğrenen yakınları hemen eve koşmuştu. En yakın arkadaşı Şafak bir an bile yalnız bırakmamıştı onu. Zaten ilk flörtlerinden beri hep yanlarındaydı, ilk buluşmaları, ilk sevişmeleri evlenirken nikâh şahitliklerini yapan Şafak’ın evinde gerçekleşmişti.

*Madem olay öncesi her şey normaldi, peki dün anormal bir durum var mıydı? diye ifade almaya devam etti bir yan­dan da on parmak yazarken.
*Her şey bugün ne kadar normalse dün de bir o kadar anormaldi, diye başladı anlatmaya ve devam etti:

*Dün gene kahvaltımızı etmiştik, eşim biraz alışveriş yapmak üzere dışarı çıktı. Genelde ev işlerini, alışverişi hep o yapardı, mükemmel bir kocaydı. O gittikten hemen sonra kapı çaldı. Hatta bir şey unuttuğunu sanıp delikten bakma­dan açınca karşımda eski nişanlımı görüp paniğe kapıldım. Çok olaylı ayrılmıştık, ama yüzü çok üzgün görünüyordu. İçeri almak istemedim ama o kadar bitkindi ki çok kısa ol­mak kaydıyla buyur ettim içeriye. Hatta hemen gitsin diye mutfağa aldım. Elinde narenciye sandığı ve torbalar vardı. Mersinlidir. Memleketinden portakal ve limon gelmiş, sev­diğimi bilir, bana da getirmiş. Onları girişe bırakıp mutfağa geçti. Evi gördünüz, mutfak hemen giriş kapısının yanın…

Her iki polis de birbirlerine baktı, ayakta duran:

*Nasıl yani, siz kocanız evden gidince eski nişanlınızı evinize mi aldınız? diye sordu. İçinden “Durum aydınlanıyor tamamen kıskançlık cinayeti. Allah bilir bu kadın kocasından memnun değildi, eski nişanlıyla bir olup öldürdüler ada mı. O da ne biçim adammış. Ev işleri, alışveriş hepsi ondan sorulurmuş. Allah bilir temizliği de o yapıyordu…” diye dü­şünmeden edemedi. Bilgisayara ifadeyi yazan meslektaşının da sanki akimdan aynı şeyler geçiyormuş gibi:

*Madem kavgalı ayrılmıştınız, neden hemen kapıyı yü­züne kapatmadınız da içeri buyur ettiniz, yoksa aklınız ondamı kalmıştı? diye sordu. Kadın yüzüne alaycı bir tebessüm koyarak:

*Aklınızdan ne geçiyor bilmiyorum ama benim inancım­da kapıya gelen misafir geri çevrilmez, düşmanın bile olsa, diye cevapladı. Polis memurlarından biri mırıldanarak:

*Dinimizde yoktur elbet kapıya geleni çevirmek, ama hu- sumetli olduğumuz eski nişanlıyı da zart diye eve almak biraz tuhaf… Evet, devam edin bakalım, dedi.

*Aslen Mersinledir. Ailesinin narenciye bahçelerinden portakal ve limon yollamışlar. Ben de çok severim diye bana da getirmiş. Ama biraz sohbetten sonra beni unutamadığını, eğer mutsuzsam hâlâ onunla birlikte olma ihtimalim olduğunu ve beni hâlâ çok sevdiğini söyleyince hemen evimi terk etmesini söyledim. Biraz daha yalvardı, sonra bağırıp çağırmaya başla­dı, hatta biraz ileri gidip beni omuzlarımdan tutup sarstı.

Kısa boylu, bıyıklı polis yazmaya ara verip:

Peki siz ne yaptınız, polis çağırdınız mı? diye sorarken, diğeri de kadının cevaplamasına fırsat bırakmadan:

Benzer İçerikler

Beni Yuvada Unuttular

yakutlu

Son Oyun

yakutlu

Gecelerin En Güzeli | Ömer F. Oyal

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy