Joey ve arkadaşları sahada maç yaparken, tanımadıkları bir çocuk kenarda oturmuş, onları izlemektedir. Joey onu maça davet edince çocuğun adının Adil olduğunu, sahanın yakınındaki Sığınmacı Merkezi’nde yaşadığını öğrenirler. Çok geçmeden, Adil’in müthiş yetenekli olduğu ortaya çıkar. Fakat Joey’nin arkadaşlarının çoğu Adil’le ilgili önyargılıdır. Çocuğun onlarla vakit geçirmesine ve kendi futbol kulüplerinin altyapısına katılmasına sıcak bakmazlar. Joey, Adil’le arkadaşlık etmeye başlayınca, o ve ailesinin Suriye’den aylar süren yolculukları hakkında daha çok şey öğrenir ve yeni arkadaşının yaşamak zorunda kaldıklarına çok üzülür. Önyargıları yıkmak hiç de kolay olmayacaktır. Fakat Joey, Adil’i takıma kazandırmaya kararlıdır.
“Nefes Almadan” mülteciler, ırkçılık, daha iyi bir yaşam umudu ve sporun birleştirici gücü hakkında sürükleyici bir hikâye.
1
“Yine orada oturuyor.” Joey topu sahanın sert zemininde bir kez sektirdi. Çimenleri toplasanız avucunuza sığacak kadar azdı ama çocuklar uzun zamandır bundan rahatsız olmuyorlardı. “Bırak otursun,” dedi Leander, bez ayakkabılarını çıkardı ve eski futbol ayakkabılarını giymek için kalede yere oturdu. Deliklerden mavi çorapları görünüyordu. “Bu tip yabancıları yok sayacaksın, yoksa bir bakmışsın cep telefonun ortadan kaybolmuş.” Joey önce Laender’ın yersiz bir şaka yaptığını sandı ama ona baktığında ciddi olduğunu gördü. “Ciddi misin sen?” diye sordu. “Tabii ki, bu yabancılar neyin var neyin yok çalar. Yeter ki birkaç avroya satabilsinler.” Leander ayakkabılarının da içinde bulunduğu Adidas marka küçük deri çantasından kaleci eldivenlerini çıkardı. Kaleci değildi ama küçük sahada oynarlarken kaleci olmayı severdi.
Joey iç çekti ve bir kez daha küçük sahanın köşesinde oturan yabancı çocuğa baktı. Arkasında iki sıra ağaç, onun da arkasında Sığınmacı Merkezi’nin bulunduğu alanla küçük sahayı ayıran bir hendek vardı. Küçük bir geçitse sahayla alanı birbirine bağlıyordu. Futbol fanatikleri burada coştuklarında da bu çocuk orada oturuyordu. Joey onun arkadaş canlısı birine benzediğini düşünüyordu. Bir keresinde, hedefini şaşıran bir şutla top ona doğru gittiğinde, Joey top hendeğe girmesin diye arkasından koşarken çocuk topu tutmuştu. Küçük adam dostça gülmüştü.
Topu ona doğru attığında, Joey çocuğun önceden futbol oynadığını hemen anlamıştı. Arkadaşlarını, çocuk da oynasın diye ikna etmek istediğinde onu ciddiye almamışlardı. Rens “Bir bakmışsın birimize tekme atıp bizi sakatlamış!” demişti. “Bırak orada otursun.” Bu, Joey’nin kendini kötü hissetmesine neden olmuştu. Çocuğun oynamak istediği ama bunu sormaya cesaret edemediği her halinden belliydi. Joey onun da oynamayı hak ettiğini düşünüyordu. Üzgün ve mutsuz görünüyordu. “Tijmen gelmeyecekmiş,” dedi Rens ve bisikletiyle sahaya gelip kalenin gerisinde durdu. Bisikletini yerel radyo binasını çevreleyen çite yasladı. “Önce dişçiye gitmesi gerekiyormuş, sonra da annesiyle bir yere gidecekmiş.” “Diğerleri gelecek mi peki?” Leander eldivenlerini birbirine vurarak ısınmaya başladı. Kollarını havaya kaldırıp “At Jo,” dedi. Rens futbol ayakkabılarını önceden giymişti. Futbol sahasına iki adımlık yerde oturuyordu. “Gelirler herhalde.” Joey, Derbystar marka topu hafifçe önüne yuvarladı ve hedefe doğrulttu. Bunu doğrudan Leander’a giden sert bir şut takip etti.
Leander topu çevik bir hareketle havada kaptı. “O zaman sayımız eşit değil.” Leander topu degajla Joey’ye attı. “O zaman daha iyi oyuncular bir tarafta ve az iyi oyuncular bir tarafta olacak,” dedi. Topu sağ ayağıyla durdurduktan sonra “Ya da şuradaki çocuğu oynatalım,” dedi Joey. “O zaman eşit oluruz.” Topu havaya fırlattı, yere düşürmeden bir sağ bir de sol ayağında sektirdi. Şimdiye kadar buna en çok karşı gelen Leander’ın hemen cevap vermemesi Joey’yi umutlandırdı. Joey top falsolu gitsin diye biraz ayağının iç kısmıyla biraz da üst kısmıyla vurdu ama çok hızlı vurmadığından, Leander için bu kolay bir şuttu. “Herkes gelecek mi bir bakalım.” Bu sefer Leander topu Joey’ye geri attı, o da topu yanındaki Rens’e attı. Rens her zamanki gibi ısınmadan hemen şut attı. Top alçaktan gitti ve filenin köşesinde kayboldu. Leander atlamak için daha erken olduğunu düşünmüş olmalıydı, çünkü topu engellemek için hiç zahmete girmedi. Hiç konuşmadan gitti ve önceden evinden getirip kaleye astığı fileden topu aldı. Diğerleri yayan veya bisikletle teker teker sahaya gelmeye başladı.
On dakika içinde herkes gelmişti ve her zamanki grup tamamlanmıştı. Zevenhoeven Ortaokulu’nun beşinci sınıfında okuyan sekiz oğlandan oluşan grup bugün yedi kişiydi çünkü Tijmen maça gelmemişti. Hepsi de şehirdeki iki kulüpten biri olan Xalandria’nın D1 kümesinde oynuyorlardı. Diğer kulüp ATVB’ydi. Cumartesi ezeli rakipleriyle maçları vardı. “Üçe karşı dört oynayalım mı çocuklar?” diye sordu Rens herkes hazır beklerken. “Yoksa dörde karşı dört mü oynasak? Ama o zaman orada oturan çocuğa bizimle oynamak ister mi diye sormamız gerekir.” Joey, kuru zeminde yere bağdaş kurmuş oturan çocuğu başıyla işaret etti. Bir an sessizlik oldu. Birkaç çocuk birbirlerine baktı.
Rens başını eğip hayali bir tümseğe vurur gibi yaptı. Sadece Leander cevap verdi. “Bence gerek yok,” diye homurdandı. Sesi çok da ikna edici değildi. Wouter “Üçe karşı dört mü? Hiç zevkli olmaz,” dedi. “Üç kişilik takım deli dana gibi koşturur, dört kişilik takım onurlu bir zafer kazanamaz.” Kısa bir sessizlik oldu. “O zaman ona sorayım mı?” dedi Joey, çocuğun yanına gitmeye yeltendiğinde kimse karşı çıkmadı. Joey beş adım attıktan sonra Leander “Bisikletimin kilidini takayım da sonra LETGO’da görmeyeyim,” dedi ve kıkır kıkır güldü. Birkaç çocuk da onunla birlikte güldü. Joey onların kim olduğunu duyamadı.
Joey’nin ona doğru yürüdüğünü gören çocuk ayağa kalktı. Joey onun Hollandaca bilip bilmediğini merak ediyordu. Yoksa İngilizce mi konuşsaydı? Tuhaf, önceden futbol oynadıkları sırada çocuk orada otururken Joey onun oynamak isteyip istemediğini sormayı çok isterdi ama şimdi bundan pek emin değildi. Joey ona iki metre kadar yaklaştığında “Merhaba!” dedi tereddütle. Çocuk selam vermek adına kısaca başını salladı. Joey onun kaç yaşında olduğunu tahmin etmekte zorlanıyordu. Kuzey Afrikalı’ya benziyordu. Faslı ya da Cezayirli olabilirdi.
Türkiye Afrika’da değilse de çocuk Türk de olabilirdi. Birkaç yıl önce sınıflarında Cezayirli bir kız vardı ama ailesiyle Amsterdam’a taşınmışlardı. Çocuk Joey’den biraz küçük olsa gerekti ama yüzüne bakınca daha büyük gibi duruyordu. Dudaklarının üzerinde küçük bir ergenlik bıyığı çıkmıştı sanki, yoksa sadece bir gölge miydi? Joey boğazını temizledi. Hollandaca başlamaya karar verdi, gerekirse İngilizce devam ederdi. “Bizimle oynamak ister misin?” diye sordu. Bağırarak, yavaş ve net konuştu ama çocuk Hollandaca anlamıyorsa bağırmanın pek işe yaramayacağını anladı. Çocuğun gözleri parladı ve başını hevesle salladı. Demek Hollandaca anlıyor, diye düşündü Joey. İçi rahatladı çünkü İngilizce konuşmaya çekiniyordu. Joey elini uzattı. “Ben Joey,” diye kendini tanıttı. Çocuk Joey’nin elini sıktı. “Adil,” dedi. “Benim adım Adil.”
…