Natalia babasının intiharı ile bir Türk’e emanet edildi.
Çünkü babası vasiyetinde, Tamer Karlıbel’i kızına vasi tayin ettiğini yazmıştı. Fakat intiharından bir kaç dakika önce sadece kızına söylediği çok önemli bir şey daha vardı.
“Natalia! Seni seviyorum kızım… Beni asla unutma! Ondan intikamımı al…”
Ve Natalia yaşadığı dehşetten sonra bu yakışıklı ve tehlikeli adamdan artık ölesiye nefret ediyordu. İntikamın tatlı sularında yüzmek için Yunanistan’dan Türkiye’ye gelmesi ve bu isteksiz adamın koruması altına girmesi yeterliydi.
Genç bir kız için intikam amaç olunca, araç olarak güzel yüzünü ve çekici fiziğini kullanmaktan çekinmedi.
Babasının sahip olduğu her şeyi acımasızca alan bu adam, belki Natalia’nin bedenini de alabilirdi ama…
Kalbini asla!
YA DA ÖYLE SANDI…
***
1. BÖLÜM
Kırmızı spor arabadan inen genç adam, başını kaldırıp karşısındaki güzel görünüşlü lüks eve baktı. İki katlı ve duvarları süs gülleriyle kaplanmış, oldukça modern bir evdi. İyi tasarlanmış çevre aydınlatması sayesinde daha da güzel duruyordu. Gece olmasına rağmen, duvarlarındaki rengârenk süs gülleri gerçekten de capcanlı görünüyordu.
Bir erkek için fazlasıyla güzel olan kahverengi gözleri evi incelemeyi bırakıp aşağıya doğru kaydı. Arkalarındaki demir parmaklıklı bahçe kapısında duran iki kişi hariç, evin ana girişinde de iriyarı dört koruma vardı. Hepsi de neredeyse kendi boyundaydı. Özellikle seçildikleri belliydi. Bunların tamamının yeni olduğunu fark etmişti. Daha önce göz aşinası olduğu korumalar yoktu. Ve bu yeni korumaların bakışları hiç de ılık değildi. Dikkatli olmalıydı.
Onların bir sorun çıkarma ihtimaline karşı elini belindeki silahına götürdü. Kaliteli ceketinin altında ustaca gizlenmişti. Farkında olmadan, yerinde duruyor mu diye kontrol etti. Bu gece eski dostu Aleksis’ten her şeyi bekleyebilirdi. Büyük ihtimalle evin içinde de birden fazla koruma vardı. Gerçekten de dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Zorda kalan bir adamın neler yapabileceğini en iyi bilenlerdendi. Neyse ki Yunanistan’ın bu sakin bölgesine yalnız gelmemişti. Yanında en güvendiği arkadaşlarından birisi olan Dodo vardı. Ondan gelmesini özellikle istememesine rağmen, o kendisiyle gelmek için ısrar etmişti.
Elini silahından geri çekti. Artık içgüdüsel olarak hazırlıklıydı. O ağır ölüm metalini her an belindeki kılıfından çekecek şekilde tetikteydi. Arabanın kapısını yavaşça kapattı. Yakışıklı yüzündeki ifade gerçekten de oldukça sakindi. Az sonra bir çatışmaya girebilecek olan bir erkeğin endişeli hali yoktu onda.
Arabanın diğer tarafından da arkadaşı Dodo indi. O da en az Tamer kadar uzun ve yapılı bir adamdı. Fizikleri birbirine çok benziyordu. Tamer’in güzel kahverengi gözleri genellikle sakin ve aklından geçenleri belli etmeyecek bir ciddiyete sahipti. Gülmeyi sevmeyen bir insanın görünümü vardı onda. Dodo ise daha farklı birisiydi. Siyahımsı yeşil gözleri insanın içini delecek gibi bakarken bile kıvrık dudakları ona alaycı bir görünüm verirdi.
Tamer sakin adımlarla eve doğru yürüdü. Basamakları çıkıp önündeki geniş kapıya yöneldi. Sakin bakışları ne düşündüğünü belli etmiyordu. Dodo ise tembel bir kedi gibi yavaşça arkasından geliyordu. Onun gözleri de aynı Tamer’inkiler gibi etrafı çaktırmadan kolaçan ediyor ve çıkabilecek tehlikeleri araştırıyordu. Diğer yandan, iki uzun adamın öylesine sakin bir halleri vardı ki, kapıda duran dört koruma da ister istemez biraz gerildiler. Adamların sakinliğinin abartılı olması, bu meslektekiler için bilinen bir tehlikeydi. Ve ilk kez görseler de, çoğu bu ikilinin methini fazlasıyla duymuşlardı…
Kapıdaki korumalardan birisi Tamer’in önünü kesti. Her ne kadar ondan gerçekten çekiniyor olsa da, görevi gereği silahını almak istedi. Yoksa başının patronu tarafından daha ciddi bir şekilde ağrıtılacağı kesindi.
“Silahlarınızı bize bırakmalısınız Tamer Bey!” dedi Yunanca. Eli hafifçe kalkmış ve genç adamdan silahını istediğini belli etmişti.
Genç adam olumsuzca başını iki yana salladı. “Asla vermem!” dedi duru bir sesle. Yunanca konuşmuştu o da… Bu dile oldukça hâkimdi. Yeterince uzun bir süre Yunanistan’da yaşamıştı.
Korumanın kaşlarını çatması üzerine o da hafifçe gözlerini kıstı. Normalde kızgınlığını veya gerginliğini çok belli etmezdi.
“Israr etmek zorundayım!” dedi iri koruma bu bakışı görmezden gelerek.
Tamer belirsizce gülümsedi. “Kendin almak istemez misin?” diye sorarken, kendi gözlerinin de Dodo’nunkiler kadar ürkütücü baktığının farkında bile değildi.
Bu tavrı etkileyiciydi, iki Türk’ün de bu dört iri korumadan zerre kadar çekinmedikleri belliydi. Elini uzatan koruma bir an için yutkundu. Sonra eli yavaşça aşağıya indi. Aklında bu adamlar hakkında duydukları gezinmişti. İşadamı görüntüsü altında nasıl belalı tipler olduklarını bilmeyen yoktu. Ve her birisinin silaha pek ihtiyaç duymadıkları sır değildi… Ne yapacağını bilemedi. Zor bir durumdaydı.
Ve o soruya cevap vermek herkesin harcı değildi.
Evin ikinci katındaki pencerelerin birinden ise, bir başka koruma onların gelişini izlemişti. Bütün korumaların şefiydi. Perdenin arasından eve doğru yaklaşmalarını bir an seyrettikten sonra, geriye çekilip başını onaylar manasında sallamıştı.
“Geldi!” dedi yavaşça. “Yanında da aynı kendisi gibi birisi var. Çok benziyorlar. Kardeş gibiler…”
Odanın ortasındaki büyük çalışma masasında oturan kır saçlı, orta yaşlı adam başını kaldırdı ve kendisiyle konuşan korumasına baktı.
“Öyle mi?” dedi ifadesiz bir sesle. Evin bahçesine giren araba motorunun sesini o da duymuştu oysa. Sesindeki ufak bir titreme olmasaydı, oldukça sakin olduğu söylenebilirdi, “İki kişiler mi?”
“Başka araba göremiyorum. Yanlarında başka kimse de yok! İyi cesaret doğrusu!”
Masada oturan kır saçlı adam hafif güldü. Gülüşü biraz buruktu. “Onun korumaya ihtiyacı yok zaten!” dedi yavaşça. “Tamer hiç kimseden korkmaz… Hiçbir şey için geri adım attığını görmedim.”
“Yanındaki kim peki?”
“Şakakları kır birisi ise Tahir’dir. Değilse Dodo olabilir. Birbirlerine benzediklerine göre büyük ihtimalle Dodo’dur. Fark etmez. İkisi de birbirinden tehlikeli adamlardır.”
Koruma dudak büktü. ‘Tehlikeli mi? Hiç de öyle birilerine benzemiyorlar,” diye homurdandı açıkça. “Bence zengin züppelere benziyorlar.”
Orta yaşlı adam, iriyarı korumasına baktı. Korumanın geriye doğru taranmış gür saçları, sürdüğü jöle yüzünden yağlı gibi duruyordu. Bu tarzın onu daha korkutucu gösterdiğini düşünüyor olmalıydı. Dudakları kıvrıldı. Gülümsemesi şimdi alaycı olmuştu. “Züppe ha? Güzel tespit… Senin gibi pek çok kişi böyle yanılgıya düştü. Şimdi çoğu kırık burunlarla geziyor.”
“Doğru adamla karşılaşmamışlar o zaman!” diye dudak bükmeye devam etti koruma.
Aleksis içinde bulunduğu sıkıntıya rağmen, “Peki, onların karşılaşacağı doğru adam sen misin Nikolos? dedi yarı sinirli bir gülümseyişle. “Yanımda yeni çalışmaya başladın. Bu arada Tamer’i sadece bir kere gördün ama ondan hoşlanmıyorsun! Kıskanıyor musun yoksa?”
“Niye kıskanayım Aleksis? Sadece beni özel olarak işe alma sebebin o olduğu için adama sinir oluyorum. Geldiğimden beri ondan bahsedilip duruluyor.”
“Sana tavsiyem sinirlerine hâkim olman! O buraya geldiğinde olay çıkartma. Her ne kadar Tamer’e karşı gücünü denemeni görmek istesem de adama güvenmiyorum. Senin yapında dört kişiyi çiğ çiğ yediğini gözlerimle gördüm. O yüzden mümkün olduğunca sakin olup olay çıkartmayacağız. Ne istediğini anlayacağız. Tamam mı?”
İriyarı koruma sustu. Suratı asılmıştı biraz. Gelen kişi gerçekten de tekin birisi değildi. Bunu biliyordu. Zengin işadamı görüntüsü altında, oldukça çılgın bir maceracı, tehlikeli bir rakipti. Ama içinde ona karşı oluşan kıskançlığa ve kıskançlığının etkisiyle daha da güçlenen kinine engel olamıyordu. Onu bir kere ve çok kısa görmüştü. O güzel kahverengi gözlerin içindeki kıvılcımlardan hoşlanmamıştı. Bu bir meydan okuma hissiydi ve kendisi üzerinde büyük bir ağırlık bırakıyordu. Hiçbir erkek böyle bir meydan okumaya dayanamazdı. Hele bu kişi nefret edilecek bir Türk ise!
Telefonu çalınca hemen iç cebinden çıkarıp açma düğmesine bastı. Biraz dinleyip orta yaşlı adama döndü. “Silahını bırakmak istemiyormuş…” dedi kısaca.
“Bırakın gelsin…” diye umursamazca başını salladı orta yaşlı adam. “Olay çıkmasın aşağıda. Onun silaha ihtiyacı yok zaten… Adam çıplak elle dövüş uzmanı!” Yorgun gözleri çekmecesine kaydı. Çekip açtı ve silahının orada olup olmadığını kontrol etti. On dakika önce de kontrol ettiği gibi, yine aynı yerde hazır duruyordu. Bu alet içini çok rahatlatmasa da bu aptal korumadan daha iyiydi.
“Yanındaki adam? O da gelsin mi? İsmi Dodo’ymuş…” diye sordu koruma.
Orta yaşlı adam yine onaylayarak başını salladı. “Eğer Dodo da anlatılanın yarısı kadarsa, onu isteseler de tutamazlar zaten! Bırakın o da gelsin. Bakalım ne olacak? Ben izin vermeden bir aptallık yapmayın sakın!”
Koruma tekrar telefonla konuştu ve sonra telefonunu sinirli bir tavırla gerisingeri, iç cebine attı.
Aşağıda giriş için onay alan iki genç adam, sakin ama kendilerinden emin bakışlarla eve girdiler. Hem Dodo hem de Tamer, bir anda evin içini ezberlemişti. Yılların verdiği bir tecrübeydi bu… Uzun zaman devlet için birlikte çalışmışlar, birlikte çeşitli tehlikelere atılmışlardı. Her ne kadar eskisi kadar sık göreve çıkmıyorlarsa da, eski alışkanlıklardan kolay vazgeçilmiyordu. Arkalarında dört, önlerinde bir koruma olduğu halde merdivenleri çıktılar. Büyük bir salona gelmişlerdi. Salona bakan bir sürü kapı vardı. Bir kısmı evin yaşam alanlarına gidiyor olmalıydı. Kapılardan birisine yönelen öndeki koruma, tedbirli hareketlerle kapıyı açtı.
Tamer yanındaki arkadaşına döndü.
“Sen burada kal Doğan…” dedi Türkçe. “Ben içeriyi hallederim. Bir sorun çıkacağını sanmam. Ama çıkarsa senin burada olman ikimiz için de daha emniyetli…”
Dodo kalın ve güzel sesiyle mırıldandı. “Ben senin kadar iyi Yunanca bilmem. Sorun çıktığını nasıl anlayacağım?”
Tamer keyifle güldü. Güzel bakışlı gözleri yanıyordu. “Mutlaka anlarsın dostum!” dedi ona. “Mutlaka anlarsın!”
Dodo başını sallayıp bir kenara çekildi. Öndeki koruma ile içeriye giren Tamer’in arkasından kayıtsız bakışlarla baktı. Sonra da kapının hemen önünde ve kendi çevresinde dizilen dört korumaya baktı. Öyle bir baktı ki, kendisine en yakın olan koruma farkında olmadan bir adım geriye gitti.
Tamer ise arkasında arkadaşını bırakmanın rahatlığıyla içeriye girdi. Doğan’a en az kendisi kadar güveniyordu. O orada olduğu sürece arkası güvenliydi. Aslında korumalar Doğan’ı değil, Doğan korumaların dışarıda kalmasını garantiliyordu. Aptal korumalar bunun farkında bile değillerdi.
Masanın arkasında oturan Aleksis ise, içeriye giren genç adamı seyrediyordu. Elinde olmadan ona yine hayran kalmışta. Bir insan karşısındakinden hem nefret edip hem de ona hayran kalabilir miydi?
Dikkatle bu uzun boylu genç Türk’ün tavrını inceledi. Ne rahat bir adamdı bu böyle? Pahalı kaşe ceketi geniş omuzlarını daha da belirginleştirmişti. İyi kesimli siyah saçları geriye taranmıştı. Fakat kendi koruması gibi briyantin sürmemişti ve sık saçlarından sağlık fışkırıyordu. Gözünün hemen kıyısında, yanağının üstünde bir çizik vardı. Buna rağmen yara izi, inanılmaz yakışıklılığını engellemek yerine, daha da arttırmıştı. Evet… Bu genci seviyordu. Hayata karşı dik duruşunu, meydan okuyan cesur bakışlarını, amacına erişmek için gösterdiği inadını ve değer verdikleri için hayatını feda etme cesaretini seviyordu.
Ve yine bu sebeplerden dolayı ondan nefret etmek acıydı…
İçeriye giren genç adam önce yan gözle diğer iri korumaya baktı. Onu daha evvel bir kere daha gördüğünü hatırladı. Nikolas kötü bakışlarla kendisini süzüyordu. Bu bakışlar Tamer’i zerre kadar rahatsız etmedi. Sadece rakibini tartıp aklının bir köşesine yazdı. Sonra kendisinden emin bir tavırla ortadaki masaya doğru yürüdü. Öylesine rahattı ki, sanki misafir değil, misafirlerini karşılayan kendisiydi. Sanki tehlikeli bir konuşma yapmaya gelmemişti. Sanki bir dost ziyaretindeydi. Bir elini cebine atarak masanın tam karşısında durdu. Hafif çatılı kaşları ile o da öylece karşısındaki adamı süzdü.
“Evin güzelmiş Aleksis…” dedi sonra sakince. Oldukça akıcı bir İngilizceyle konuşuyordu. Diğer iki korumanın kendilerini dinlemesini istemiyordu. O yüzden başka bir dili tercih etmişti.
“Sağ ol! Evet, fena değildir. Daha evvel gelmemiş miydin?” diye mırıldandı orta yaşlı adam. O da oldukça iyi olan İngilizcesi ile konuşuyordu. Sesini doğal tutmaya çalışıyordu. Tamer ile arasındaki ortamı gerecek sözlerden özellikle sakınmaya çalışıyordu.
Genç adam rahat deri koltuklardan birisine teklif beklemeden oturdu. Bacak bacak üstüne atarken başını iki yana salladı. “Hayır… Yunanistan’ın bu bölgesine daha evvel hiç gelmemiştim. Birkaç defa davet etmiştin ama nasip olmadı. Benden çaldığın paralarla mı aldın, yoksa daha evvel var mıydı?”
Aleksis cevap vermedi. Bir an kısılmış gözlerle kendisini pervasızca süzen esmer Türk’e baktı. “Aileden kalma…” dedi sonra. “Altı kuşaktır bize ait!”
Genç adam alaycı bakışlarını bozmadan etrafını süzdü. Her iki yanında tetikte bekleyen korumaları ise saydam adamlarmış gibi görmezden gelmişti. Koyu kahverengi gözleri yine alaycıydı.
“Aile geçmişin için üzgünüm. Sanırım burası da yakında bana ait olacak…” dedi bastırarak. “Haciz işlemlerini başlattım. Ve zaten artık sana da lazım olmayacak. Daha konforlu bir yere geçeceksin…”
“Ne demek istiyorsun?” Aleksis’in yüzü gerilmişti.
“Tahmin edemiyor musun?”
Orta yaşlı adamın yüzü iyice asıldı. Gözlüklerinin ardından süzdüğü genç adamın meydan okuyan tavrı ise hiç değişmedi. Hiç acımadığı belliydi. Veya vicdanen rahatsız olmadığı…
“Şu anda polisler yola çıkmışlardır ve gelmek üzerelerdir…” diye devam etti genç adam. “İşlediğin suçları savcılığa bildirdim. Yine de eski bir dostun olarak, önce ben gelip sana haber vereyim dedim. Bütün belgelerle birlikte kamera kayıtları da var. Bu senin için iyi değil tabii. En az yirmi yılı garanti ederim. Belki daha fazla! O kadar çok suçun var ki, mahkemenin bitmesi bile yıllarca sürer. Benim de mahkemede biraz etkim olabilir tabii. Çok uzun süre kalman için elimden geleni yapacağım. Ne yazık ki, çıktığında ömrünün sonuna gelmiş olacaksın! Ha, tabii sağ salim çıkarsan…” Alaycı bir şekilde baktı. “Eski dostlarını hatırla!.. Oraya tıkılmasına göz yumduğun sadık ve tehlikeli adamlarını!.. Onları orada unutmayacaktın. Duyduğuma göre sana çok kızgınlarmış!”
Elini cebine atıp şık bir tabakadan uzun bir sigara çıkardı. Sakin bir tavırla yakıp derin bir nefes çekti. Dumanını kısılmış gözlerle üflerken acımasızca gülümsedi.
Aleksis’in yüzü iyice asılmıştı. Ve midesinde korkunç bir burulma vardı. Nefes almak bile zor geliyordu o anda.
“Senin için hayat bitti Aleksis…” dedi Tamer ağır ağır. “Artık yaptıklarının cezasını çekeceksin! Herkes mezarında rahat yatacak. Sen hariç!”
Bir an yutkunan adam, beyaz saçlarına rağmen hâlâ siyah kalan kaşlarını kaldırdı. “Demek ki kaybedecek bir şeyim yok,” dedi son bir çabayla. “Ben de senin buradan çıkamamanı sağlayabilirim?..”
Bu tehdit Tamer üzerinde fazla etkili olmuşa benzemiyordu. Genç adam sigarasından derin bir nefes daha çekti. Korkusuz gözleri dimdik bakışlarla Yunanlı adamın suratındaydı. Sonra uzanıp önündeki kül tablasının içine sigarasını söndürmeden bıraktı. Ayağa kalkıp ağır ama uzun adımlarla masaya yaklaştı. Tehditkâr bir şekilde hareket edince iki koruma da hemen ona yanaşmıştı. Bir elleri bellerindeki silahlarındaydı. Genç adamdan iyice gıcık kapan Nikolas, iri elini onun kaşe ceketi üzerinden geniş omzuna atınca, Tamer bir an durakladı. Yine de sözünü sakınmadı.
“Aç gözünü Aleksis! Bütün yaptıklarına rağmen… sana onurlu bir şans veriyorum! Bunun için buraya geldim. Bu şansı iyi değerlendir!” Sertçe omzundaki iri eli itti. “Seninle geçen