Ölü Bir Kentin Morg Alfabesi

olu-bir-kentin-morg-alfabesi-kahraman-tazeoglu-destek-yayinlariyağmurlarla inseydin içime

içim senden yanaydı
yüzümdeki işgaller senden karaydı
seni sevmek en gizli ağlama biçimimdi
sana yazacaklarım sil sil bitmezdi
ve ben
sende hiçbir şeydim
sen bende her şeyken

***

yazdan kalma bir kış ölüsüyüz ikimiz
zaman alnımızda bilenen kör bıçak şimdi
ve bilir misin ayrılmak vazgeçmek gibidir
doğru değildir ama gereklidir

çünkü hayat olduğu gibidir
olması gerektiği gibi değil

***

Uyandığımda ağır ağır ilerleyen bir otobüsün için­de buldum kendimi. Ölü bir kentte, yıkıntılar arasında yol alıyorduk. Başım cama yaslıydı. Uyuyakalmıştım. Bir an o cama başka alınların da yapıştığını düşünüp tiksin­dim. Neden bu otobüsün içindeydim? Hafızamı zorlu­yorum ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Arka koltukların birinde uyuyakalmışım işte. Nereye gittiğimi bilmiyo­rum (ya da nereden geldiğimi). Birden otobüsün içinde benden başka hiç kimsenin olmadığını fark ettim. Şo­för mahalline doğru baktığımda ise dehşete kapıldım. Aracı kullanan kimse yoktu. Otobüs kendi kendine ilerli­yordu… Tanrım bu bir rüya olsa gerek dedim ve oturdu­ğum yerden kalkmaya çalıştım fakat başaramadım. Çünkü vücudumun hiçbir uzvunu oynatamıyordum. Sadece göz­lerimle etrafa bakabiliyordum. Otobüs kirli gri bir kentte ilerlemeye devam ediyordu. Dışarıda kimseler yoktu. Peki şimdi hiçbir sokağını tanımadığım bu şehirde ve bu oto­büste ne işim vardı?

Bedenim hiçbir sarsıntıyı hissetmiyordu. Uyuşulduk hali geçiriyor olsam bunu da hissederdim ama hiçbir ya­nım karıncalanmıyordu. Zihnim bomboştu. Sanki hiç ya­şamamıştım ve bu dünyaya ait biri değildim. Yok yok bu bir düştü ve ben birazdan uyanacaktım. Yine de düşün sonunu merak ediyordum. Eğer düşün sonunda değilsem göreceğim bir şeyler var demekti. Nasıl olsa bir yerde uya­nırdım düştü bu…

Dışarı baktım. Geçtiğimiz duraklar bomboştu. Hiçbir tabela yoktu şehirde. Ortalık pusluydu. Işık ne vardı, ne yoktu. Güneş hiç yüzünü göstermemiş gibiydi şehre… Otobüsün daha da yavaşladığını hissettim ve görebildiğim en uzak noktaya bakmaya çalıştım. Bir durağa yaklaşı­yorduk ve durakta bir karaltı vardı. Daha iyi görebilmem için otobüsün biraz daha yaklaşması gerekiyordu. Tam o sırada dizlerimin üstünde duran dosya kağıtlarına takıldı gözüm.

Üzerine bir şeyler yazdığım kağıtlardı bunlar ve bir ta­nesi dizlerimden kayıp düşmek üzereydi (Sanırım bir şey­ler yazarken uyuyakalmıştım).

Kağıtta ne yazdığını okumaya başladım.

“Ve koridor içime batarak uzamaya başladı. Beni çocuk­luğuma götüren her şey, eski ve yıkık bir duvarın dibinde, kırık dökük anılara sargın duruyordu. Okul duvarları gibi soğuk ve nemli, bir arka bahçe hüznü kadar iticiydi her şey. Teras, rüzgarları besliyor ve içimi ılıyordu.

Seni ilk gördüğümde dünlerinden bozma uçurumları­nı gizliyordun yüzünde. Bir şeyleri saklarcasına gülüyor­dun. Yalnızlığına kalkan yapmıştın geçici kalabalıkları. O çok konuşmaların, içinin susuşlarındandı. Ağlamak özneli gülmelerini biriktiriyordun yüzünün deltasında. Ve hüzün örtülü bakışların, geçtiğin her koridoru imzalıyordu… Be­nimse sırtımdaki kambur biraz daha büyüyor ve bir sırtlan kemiriyordu ince ince. Terastaki o hoş esintiyi istiyordu yü­züm ama sırtlanım buna izin vermiyordu. Her hamlede bir parçam daha eksiliyordu. Beni yiyip bitirdi bu lanet hay­van!

Şehrin bütün otobüs duraklarına numaralı şiirler asıyo­rum.”

(kent şiirleri 2)

HER AŞK KATİLİDİR BİR ÖNCEKİNİN

rüzgarlı bir tepenin yamacındayım şimdi
kent suskun
ve istasyonlar ayrılık için var bu şehirde
imlası bozuk, üşümüş ve kirli bir çocuk olurum seni dü­şünürken
ömrüme iliştirdiğim martı leşleri yamalı bir geçmişi oy­nar
imtihanlar ve intiharlar üzerine kurulu hayatlardan gecenin en serseri yanını alırım günceme

durup durup şiirler yazmak yoluna
yeni bir yaşam biçimim oldu son günlerde
kendimi sende kalabalık buluşum belki de bundan
her gece yorganımın altında sakladığım kırlangıç sürüleriyle geliyorum sana sen uykudayken
babam her gece ölüyor şimdilerde

annem nihavent bir çığlık oluyor
bana en çok sensizlik koyuyor
sonra babilin asma bahçelerine asıyorum kendimi
uyanmak için
eski bir aşkını anlatıyorken bana konuştuklarından yapılma bir sessizlik oluyor ağzım
kaç kez kanıyorum bir bilsen
(ya da hiç bilmesen)
sesinin ardında yüzün sessiz bir tabanca gibi duruyor
kendimi kötü kurulmuş bir cümle sanıyorum
gece yüklü bir kamyon uykularımı soluyor

yastığının altında yalnızlığın var biliyorum
oysa ben senden bir bardak su istedim
akdeniz değil
son yalnızı benimdir bu kentin
İstanbul arkamdan gelir ey hüznü yüzünde gülücük diye taşıyan kız
hep kendine mi saklarsın çocukluğunu

ağzıma bir bulut bulaşsa da yokluğundan yapılmış
kayadan seken kurşun
en serseri yanımız olur kimi zaman
ve ben hep kendimi terk ederim senden
her katilin aşkı
her aşkın katili
bir öncekinin faili

hep ben olurum
hep ben ölürüm

içime uzanan koridorların ortasından
hep gülerdin beni görünce
bense sana hep geç kalırdım
sona kalırdım
sonra kanardım

yağmurlarla inseydin içime
içim senden yanaydı
yüzümdeki işgaller senden karaydı
seni sevmek en gizli ağlama biçimimdi
sana yazacaklarım sil sil bitmezdi
ve ben
sende hiçbir şeydim
sen bende her şeyken

canım
yastığının altında biriktirdiğin yalnızlıkların
kendine varlaşıp bana yoklaşan biri yapar seni
ve ne kadar kaçsan o kadar yakınsındır aslında kendine
geciken sevdalar yıkık kentlere benzer bilirsin
ve sevgisizlik alır bir gün seni benden
işte bu yüzden
sen hep sevil
hep sevil
sevil

Kağıtlar yere düşmüştü ve onları alabilmem imkan­sızdı artık. Bu düş beni sıkmaya başlamıştı. Artık uyan­mam gerektiğini düşünürken, otobüsün durduğunu fark ettim.

Koca cüssesiyle içeri bir adam girdi. Cebinden iskam­bil kağıtları fışkıran bu adamı tanıyordum. Evet! Bu koca adam, Bumin amcaydı. Yıllar önce bir kumar masasında kalp krizi geçirip ölmüştü. Bana okuma yazmayı işte bu koca adam öğretmişti. Darbeler sonrası uzun yıllar yattı­ğı Yassıada, onu tüketememişti ama iki iskambil kağıdı o koca adamı yere sermeye yetmişti.

Yine sorduğu bir harfi bilemeyeceğimden ve enseme bir şaplak yiyeceğimden korktum ama Bumin amca beni fark etmeden bir koltuğa oturdu ve kafasını cama yaslayıp uyumaya başladı.

Ona seslenmeye çalıştım ama sesim çıkmadı. Sonra tekrar önümdeki kağıtlara döndüm. Otobüs ağır ağır iler­lemeye devam ediyordu.

“Ağrılarım artıyor. Gücüm kalmadı anne! Gel kurtar beni bu leş yiyiciden. Bak Annem yine beni dövmekten dö­nüyor. Bağrından kaşar peyniri çıkarıyor çocuklarına sak­ladığı. Annem temizliğe gidiyor, sonra gelip beni dövüyor. Suçlarımı hiç hatırlamıyorum. Kafamda altı tane dikiş dans ediyor. Oysa babamın beni ayaklarımdan tavana astığı gün ne çok istemiştim annemin gelip kurtarmasını. Babam bana dünyayı tersten göstermişti.

Sizin hiç göz yaşlarınız alnımza aktı mı?

Of! Sırtlan kamburumdan bir parça daha kopardı.

Hep kendi düşlerimden vuruluyorum. Kaşlarım dağı­lıyor sensizlikten. Uzak bir coğrafyadasın biliyorum. Bu konuştuğum, yabancılaştığım hangi yanın acaba? Bu olsa gerek diyorum hayatın en düş yanı. Seni düşlerimde çoğal­tıyorum. O kadar çoksun ki bende, şenlerde kayboluyorum çoğu kez. Seni benimle, beni seninle karıştırıyorum. Bir ke­resinde terlerimiz de karışmıştı böyle. Sonra gözlerine bakıp “aslında ne kadar bensin bir bilsen“ demek istemiştim fakat koridor karanlıktı ve ben ışığı yakmadan tuvalete gidemi­yordum. Korkuyordum hayaletlerden. Geceye çiş biriktirip, damarlarımı çatlatıyordum. Uzun, karanlık bir koridor beni yutmak için bekliyordu ve ben annemin yatak odasına korkularımı asıyordum.

Bir keresinde hayaletlerimden biri sırtıma dokunmuş ve “mevsimsiz, pek mevsimsiz korkuyorsun” demişti. O geceden beri sırtımdaki kambur durmadan büyüdü, o kadar koca­man oldu ki sırtlan bile beni kemire kemire bitiremiyor. Ha­yaletlerden korunmak için en iyi kalkan yorgandır. Kafam yorganın içine iyice gömeceksin ki sana dokunamasınlar.

Korkma! Sabah Kafka’nın hamam böceğine dönüşmez­sin.

Terasta seni öptüğüm gün bir ömrün küllerini taşıyordum ceplerimde. Duvarın dibindeydik. Yaşamın dibine geçmiştik ama sırtlan uyuyordu düşümde. Korkularım uçurumlarından dı. Hem geceye, terasa ve mutsuz yıldızlara aldırmıyor­duk, hem de onlardan yapılma bir oyunu oynuyorduk.

-Üşüdün mü?

Yanımdasın, nasıl üşürüm?”

Benzer İçerikler

Aşka Rehin – Sümeyye Akarçay

yakutlu

Şeytanın Kitabı – A. S. Lavey – Online Kitap Oku

yakutlu

KUZULARIN SESSİZLİĞİ -THOMAS HARRIS

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy