Ötanazi Okulu – 1 | Maral Atmaca


Ötanazi Okulu, adını bile ölümden almış karanlık bir girdaptır.

Kimi ruhlar masumiyetin kokusunda çiçek açacak, kimi ruhlar ise günahın tortusunda solmaya yüz tutacaktır. Yeşil, olmaması gereken bir ailenin, hayatın ve okulun içinde yaşam mücadelesi vermektedir. İdam mahkûmlarının içinde yer aldığı Ötanazi Okulu gibi karanlık bir okulda hayata tutunmak Yeşil için hiç kolay değildir. Sırlarla dolu bir kalbin taşıyıcısı olmaya zorlanan Yeşil’in kalbi birçok kişi tarafından istenmektedir.

Bu kişilerden biri de bizzat öz babasıdır.

Babası, Yeşil’in kalbi için okula gizemli bir suikastçı gönderdiğinde işler daha da kızışmaya başlayacak, Yeşil için bu korkutucu savaşta galip gelmek beklediğinden çok daha zor olacaktır.

Fakat unutulmaması gereken bir şey vardır: Önemli olan ölüme gönüllü olmak değil, ölümün bile ötesine geçen bir cesarete sahip olmaktır.

Yaralasar serisi ile okurların büyük ilgisini kazanan Maral Atmaca, Ötanazi Okulu ile okurları aksiyon dolu bir dünyaya ve aydınlatılmayı bekleyen karanlık dehlizlere davet ediyor.

“Bir kalp ne kadar değerli olabilirdi ki? Benim kalbim ölüm kokuyordu.”

*

1• BÖLÜM

 SUİKASTÇI                                          

“Hayat, bize seçimler sunar ancak zor olanı seçmek, bizim kararımızdır.”

Gölge, telesekreterine düşen mesajla koşu bandını durdurdu ve bir havlu alarak yüzündeki teri kabaca sildi. Mesajın Lucas’tan geldiğine emindi çünkü onun numarasını Lucas’tan başka kimse bilmiyordu. Bir yandan mesajı dinlerken diğer yandan göğsüne doğru akan teri siliyordu. Lucas’ın, “Gölge tam senlik bir iş var elimde,” diyen sesini dinledi. “Müşteri bu iş için özellikle seni istedi. Beni ara, dostum.” Lucas onu sadece iş için arardı. Aralarındaki dostluk, telefon konuşmalarından ibaretti.

Lucas’ı arama konusunda acele etmeden kendisine sert bir kahve yaptı. Son yaptığı iş onu bayağı yormuştu. Kurbanının ölmeden önce attığı çığlıkları hatırlayınca farkında olmadan dudakları yavaşça kıvrıldı. Hiçbir acı, görünmeyen bir düşmandan daha korkutucu olamazdı. Telefonu ikinci kez çalınca açmak zorunda kaldı. Eğer telefonu açmazsa Lucas’ın akşama kadar arayacağını iyi biliyordu. Gölge fazlasıyla sıkılmış bir sesle, “Uzatmadan konuya gir,” dedi. Hiçbir zaman uzun uzun sohbet eden biri olmamıştı.

Lucas onu sinirlendirmenin ne denli kötü olduğunu bildiği için, “Bu seferki iş çok büyük dostum,” dedi. “Bakan, bizzat seni istedi.” Sesi fazla heyecanlı geliyordu.

Gölge rahatlamak adına derin bir nefes aldı. Henüz üzerindeki yorgunluğu tam olarak atamamıştı. “Konuya gir, Lucas.” Gölge, boş konuşmaktan nefret ederdi ve Lucas, lafı uzatmadan asıl meseleye gelmeyi bir türlü öğrenememişti. Lucas’ın gevezeliği, onu her defasında deli ediyordu.

Lucas, “Daha önce Ötanazi Okulunu duydun mu?” dediğinde Gölge onun tedirginliğini hissetti. Lucas, şu zamana kadar aldığı tüm işleri ona ayarlayan bir aracıydı. Gölge’nin kırmızıçizgilerini çok iyi bildiği için ayarladığı işlerde seçici olurdu. Lucas’ın sesi şu anda gergin çıkıyorsa bunun tek bir anlamı olabilirdi: Gölge’nin onaylamayacağı bir işi onun adına kabul etmişti.

Herkes gibi Ötanazi Okulunu Gölge de duymuştu. İdam cezasına çarptırılan mahkûmların ölmeleri için kurulmuş bir okuldu. Okul Alaska’daydı ve doğrudan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir hapishaneye bağlıydı. Evet, Ötanazi Okulu Amerika’daki bir hapishaneye bağlıydı ve hapishanedeki sıra dışı mahkûmları satın alıyorlardı. Hepsi idam cezası aldığı için okuldaki ölümler yasaldı. O okuldan kaçmak imkânsız, okulda yaşamak ise imkânsızın ötesindeydi. Er ya da geç seçilen mahkûmların hepsi öldürülüyordu. Hapishanenin aksine okulda her şey serbestti. İçki, sigara, uyuşturucu, adam öldürme ve daha birçok suç serbestti. Ötanazi yetkilileri, oradaki mahkûmları ölmeden önce kendilerince mutlu ediyorlardı. Mahkûmları hapishanedekiler değil, okuldaki öğretmenler öldürüyordu. Sıradan bir okul değildi. Öğretmenler aslında bilim insanlarıydı ve öğrencilerin hepsi de deneylerinde kullanacakları mahkûmlardan seçilmişti. Oradaki öğretmenlere göre hepsi kadavra ya da denekti. Ötanazi Okulu seri katillerin, tecavüzcülerin, hırsızların, sadistlerin ve daha birçok ağır ceza almış mahkûmların gittiği bir yerdi. Amerika’da idam cezası yasal olduğu için okulun varlığı sorun teşkil etmiyordu.

Tekrar Lucas’ın sesini duyunca kafasındaki düşüncelerden sıyrıldı. Lucas, “Enerji Bakanı Nicholas Green’in kızı o okulda,” dedi heyecanla. “Babası, kızının kalbini söküp ona götürmeni istiyor. Bu senin için çocuk oyuncağı, Gölge.” Gölge, doğru duyup duymadığına emin olamadı. Bakan öz kızını niye öylesine bir pislik çukuruna göndermiş olabilirdi ki?

“Hangi kızından bahsediyorsun?” diye sordu çünkü bahsi geçen Enerji Bakanı’nın iki kızı vardı.

Lucas cevap vermek yerine bir süre sustu. Fazlasıyla geveze biri olduğu için bu suskunluğu Gölge’nin dikkatinden kaçmamıştı. Daha sonra ise, “Herkesin diline dolanan melez kızı,” deyiverdi. Ne? O kızın varlığı bir söylentiden ibaret değil miydi?

Gölge koltuğuna yaslanıp kahvesinden bir yudum içerken tek kaşını usulca kaldırdı. “Gerçekten öyle bir kız var mı? Ben uydurduklarını düşünmüştüm.” Bakan’ın evlilik dışı bir kızı olduğuyla ilgili kulağına bir şeyler gelmişti. Türk kökenli gayrimeşru bir kızı olduğuyla ilgili söylentileri herkes gibi o da duymuştu. Evli olduğu hâlde Türkiye’de bir Türk kadınla yaptığı kaçamak, büyük bir skandala sebep olmuştu. Bu yasak ilişkinin meyvesi olarak doğan küçük kızın varlığı da hızla yayılmıştı. Ama ne medya ne de dışarıdan biri kızdan haber almış ve onu görmüştü. Bu da haberin doğruluğunu sorgulatıyordu. Bakan’ın diğer kızları gece kulüplerinde her gece poz verirken melez kızın varlığı sadece söylentilerden ibaretti.

Gölge, üzerinde fazla düşünmeden, “İşi kabul etmiyorum,” diye hızlıca kestirip attı. Küçük bir kızın hayatından daha büyük işler yapıyordu. Bu işi fazlasıyla küçümsemişti.

“Gölge, bu işin sonunda çok fazla para var.” Lucas’ın sözleri üzerine kaşlarını çattı. O sıradan bir suikastçı olmadığı için bazı prensipleri vardı. Bir işi yapmam dediyse milyonları verseniz de yapmazdı. Paraya ihtiyacı yoktu çünkü sahip olduğu para, şirketteki hisseler, arsalar ve önemli yatırımlar bir şehri satın alacak kadar çoktu. Bu işi paradan çok kendini rahatlatmak için yapıyordu. Neden mi? Çünkü o, buydu; bir suikastçı. Öldürmek için doğmuştu ve öldürüyordu.

Lucas yaptığı hatanın farkına vardığında korkudan ne diyeceğini kestiremedi. Gölge ile hiç yüz yüze gelmemişlerdi ama Gölge istediği an onun kafasına sıkardı, bunu iyi biliyordu. Birkaç kez yalandan öksürdükten sonra onu ikna etmek için son kozunu oynadı. “Bu kız herkesin peşinde olduğu kalbi taşıyor. O meşhur Taşıyıcı, işte bu küçük melez.” Babası Amerikalı olsa da annesi bir Türk’tü ve bu da onu, onlar için melez yapıyordu.

Son duydukları yüzünden Gölge’nin bedeni kaskatı kesildi. Çok fazla tepki gösteren biri değildi lakin son duyduklarına tepkisiz kalamadı. Herkesin aradığı kalbin sahibi demek Bakan’ın kızıydı, öyle mi? Yerinden yavaşça kalkarak camın yanında durdu. Duvarları camlarla kaplı bir gökdelenin tepesinde oturuyordu. Buradan bakıldığında insanlar karınca kadar küçük görünüyordu ve tüm Amerika ayağının altındaydı. Bu daireyi özel olarak kendisi için tasarlatmıştı. Güvenlik sistemi üst düzeyde olduğu için kimse girmeye cesaret edemezdi. Ona selam veren insanların arasında gezerken kendi korkutucu namını alayla dinliyordu. Acaba onun Gölge olduğunu öğrenseler ona bir daha selam verirler miydi? Dudakları yavaşça kıvrıldı. Kim olduğunu bilmedikleri hâlde onunla konuşan herkes dikkatli ve tereddütlü yaklaşıyordu. Sadece soğuk bakışlarıyla bile onların kalbine korku düşürebiliyordu. Bir de onun kimliğini öğrenseler neler olurdu, tahmin bile edemiyordu. Mini bardan pahalı bir içki çıkardı ve bir kadeh doldurdu. İçkisinden keyifle bir yudum alırken, “Kız hakkında bilgi ver,” dedi. Evet, bu sözleri görevi kabul ettiğini gösteriyordu.

Lucas, dostunun işi kabul ettiğini anlayınca rahat bir nefes aldı. Onu daha fazla bekletip kızdırmak istemediğinden hızlıca bildiklerini anlatmaya başladı. “Adı Yeşil Başar,” diyerek kız hakkında topladığı bilgileri ona aktardı. “Henüz yirmi yaşında genç bir kız. Gayrimeşru olduğu için annesinin soyadını kullanıyor, dokuz yaşındayken annesini bir saldırıda kaybetmiş. Annesinden başka hiç akrabası olmadığı için babası, Enerji Bakanımız Nicholas Green, kızını Amerika’ya getirtmiş. Kız, babasını ve kardeşlerini sadece isim olarak biliyor, onları hiç görmemiş. Büyük bir evde bakıcısıyla büyümüş. Edindiğim bilgilere göre Bakan, kızını görmeye hiç gitmemiş. Evet dostum, baba ve kız henüz tanışmıyorlar. Tuhaf bir kız. Onun hakkında bilgi edinmek çok zordu ve inan, bulduğum her detay beni fazlasıyla şaşırttı.” Lucas sesindeki şaşkınlığı gizleyememişti çünkü bu görevi kabul ederken böylesine sıra dışı bir kurbanla karşılaşmayı beklemiyordu.

Gölge, içkisini bir dikişte içip yatak odasına girdi. Konuşmaya kulaklıkla devam etti. Tişörtünü hızla üzerinden çıkarıp banyoya girerken, “Kısa kes, Lucas!” diye yine kendini onu uyarırken buldu. Gereksiz konuşulması canını sıkıyordu.

“Tamam, hemen kızma. Kızın astımı var ve kalp hastası. Doktor raporunda yazan şeylerden sonra hâlâ yaşıyor olması büyük bir mucize. Uzun süre koşamaz çünkü kalbini tetikleyecek her türlü heyecandan uzak durmalı, raporunda âşık olmasının bile yasak olduğu yazıyor.” Lucas güldü. “İnanabiliyor musun, bunu gerçekten dosyasına yazmışlar. Kalbini harekete geçirecek her türlü eylemden özellikle kaçınmalı. İlaçlarla hayatta kalıyor çünkü değerli kalbi tükenmiş durumda. Doğuştan mı yoksa sonradan mı olduğunu bulamadım. Ayrıca kız konuşma engelli, yani dilsiz. Çok fazla hobisi yok ancak fobileri insanı şaşkınlığa uğratıyor: Kapalı alan, kan ve ilk kez duyduğum güneş fobisi var.”

Gölge’nin eli musluğun üstünde hareketsizce kaldı. “Güneş fobisi mi?” Daha önce böyle bir şey duymamıştı.

Lucas hızla onu cevapladı: “Evet, dostum. Kızın güneş fobisi var. Anlayacağın, güneşten ölesiye korkuyor. Doğduğundan beri gündüz hiç dışarı çıkmamış, o yüzden kimse onu tanımıyor. Güneş ışıkları ölümcül derecede rahatsız ediyormuş onu. Aldığım bilgiye göre evinde bile perdeler hiç açılmazmış. Bir vampir gibi gündüz saklanıyor ve geceleri perdeleri açıp gökyüzünü izliyormuş. Hiç arkadaşı ve sevgilisi olmamış; bakıcısından başka bir yakını yok diye duydum. Zaten böyle bir kızla kim, neden arkadaş olsun ki?” Gölge bu duyduklarından sonra Melez Kız kesinlikle ölmek için doğmuş, diye içinden geçirdi. Kızın hayattan zevk aldığını gösteren hiçbir şey yoktu, hastalığı ve korkuları kesinlikle kızın yaşamasının bir hata olduğunu gösteriyordu. Bir insan nasıl gündüz dışarıya hiç çıkmazdı ki? İster istemez kurbanını merak etmişti ve bu, Gölge için bir ilkti. O asla avını merak etmezdi. “Hobileri neler bu kızın?” diye sorarken buldu kendini. Bunu neden merak ettiğini bile bilmiyordu.

Lucas, “Çiçekler,” dedi. “Aldığım bilgilere göre çiçekleri kurutarak koleksiyon yapmayı seviyormuş.” Gölge tiksinti içinde yüzünü buruşturdu. Anlaşılan, çoğu kadınla benzer zevkleri vardı. Gölge, kadınların romantik zevklerini saçma buluyordu.

Gölge banyo yapmaktan vazgeçerek musluğu kapattı. Odasına gittiğinde bir dal sigarayı dudaklarına koyup yakarken içine çektiği duman her defasında rahatlamasını sağlıyordu. Tekrar camdan dışarıyı izleyip büyük bir nefes daha çekti içine. “Devam et,” dedi sigara dudaklarının arasındayken.

Lucas aldığı komut üzerine onu fazla bekletmedi. “Okula hiç gitmemiş, evde eğitim almış. On beş yaşına girdiğinde Bakan’ın adamları bir gece ansızın onu Ötanazi Okuluna götürmüşler. Beş yıla yakındır orada ve şimdi Bakan, kızının kalbini istiyor.” Lucas’ın sözleri bittiği an onu daha fazla dinlememek için telefonu Lucas’ın yüzüne kapattı. Öğrenmesi gereken her şeyi öğrenmişti.

Bitirdiği sigarasının izmaritini kül tablasına bastırıp dolabındaki siyah çantasını çıkardı. Dolabın karşısına geçti ve cebinden çıkardığı küçük kumandanın bir tuşuna bastı. On kişinin bile yerinden hareket ettiremeyeceği elbise dolabı yavaşça hareket etti. Özel olarak tasarlanmış dolap ikiye ayrıldı ve duvarın içine monte edilmiş gizli bir kapı açığa çıktı. İki parçaya bölünen dolabın içinden geçerek çelik kapının önünde durdu. Kapının üzerindeki özel bölmeye elini koyunca otomatik güvenlik devreye girdi.

Sistemden gelen, “Merhaba, Bay Marshall. Bugün nasılsınız?” sesini duyunca tebessüm etti. “Teşekkür ederim, biraz daha hızlı olabilir misin?” diyerek parmaklarını tarayan yeşil ışığı izledi. “El taraması başarılı, lütfen göz taraması için yaklaşın.” Bilgisayardan gelen komutla kapıya doğru bir adım daha attı. Göz taraması yapılan bölüme yaklaştığında aynı yeşil ışık gözlerinden ince bir şekilde geçti. İki saniye içinde yine alıştığı sesi duydu. “Göz taraması başarılı. İyi günler, Bay Marshall.”

Açılan kapıdan içeri girdi. Bu daireyi özel teknolojik cihazlarla donatmıştı. İçinde binlerce sır ve gizem vardı. Bu gizli oda, huzur bulduğu tek yerdi. Burası onun özel silah odasıydı. Odanın dört duvarı raflardan oluşuyordu. Silahlar onun için bir tutkuydu. Eski silahlardan tutun, günümüz teknolojisiyle üretilenlere kadar her türlü silaha sahipti. Tüfeklerin bulunduğu rafların yanına gittiğinde, rahatlayarak iç çekti. Uzun namlulu tüfeklerden kısa mesafeli silahlara kadar hepsi odada mevcuttu. AK-47, AR-15, Springfield 1903, Winchester model 62A, Remington model 700, Winchester pre-64 model 70, Beretta391ve daha birçok ölüm makinesinin üzerinde gezindi bakışları. Bu odanın içinde bulunmak sinirlerini yatıştırıyor, ona tedavi gibi geliyordu.

Sağ taraftaki duvarın yanına geldiğinde eline Colt 911A1. 45 ACP’yi aldı. Sevdiği bir şeye dokunur gibi gezindi parmakları tabancanın üzerinde. Sevdiği ve değer verdiği tek şey silahlarıydı. Onu yerine koyup diğerlerine baktı. Browning Hi-Poker, AR-15 ve daha yüzlercesi. Silahlarına büyük bir ilgiyle baktıktan sonra A4 makineli uzun menzilli silahta durdu bakışları. Otuz saniyede kırk üç mermi atabiliyordu. Kurbanının aksine onun koleksiyonu silahlardan oluşuyordu.

En son F92’de karar kıldı. Yirmi bir metre uzağındaki hedefi alnından vuracak şekilde tasarlanmıştı. İlk on beş metredeki hedefi vurduğunda, hedefin yaşama şansı %2’ydi. Bu odadaki her silah çok tehlikeli ve öldürücüydü.

Gerekli olan bıçağı, mermileri, iki silahı ve susturucuyu çantasına koyduktan sonra odadan çıktı. Dilsiz Kız için bunları kullanmasına gerek yoktu çünkü o, zaten an itibarıyla son nefeslerini alıyordu. Bu silahlar okulda karşısına çıkacak herkes için geçerliydi. Kumandaya bastıktan sonra dolap eski hâline gelmişti. Sanki arkasında, bir orduya yetecek kadar silahı saklamıyor gibiydi. Pantolonunu çıkararak banyoya girdi ve az önce ertelediği soğuk duşu şimdi keyifli bir şekilde aldı. Beline bir havlu sardıktan sonra saçlarını kurutmak için siyah bir havlu daha aldı. Banyo kapısından, saçlarındaki suyu kurutarak çıktı. Küçük kurbanıyla tanışmak için sabırsızlandığını fark edince soğuk bir tebessüm kondu dudaklarına. Büyük ihtimalle saniyeler içinde yaşamı son bulacaktı. Dolaptan siyah bir kot pantolon ve bir tişört çıkartıp hızlıca giydi. Deri montunu giyip, siyah gözlüklerini taktığında işi bitmişti. Çantasını aldı ve daha fazla vakit kaybetmeden evden çıktı. Bir gökdelenin en üst katında kalıyordu. Asansör yüz doksan kat inmeye başladı. Bir süre sonra, gayet sakin adımlarla dışarı çıktı. Otoparkta duran arabasına bindiğinde aklı, görevindeydi. Direksiyonu tutan parmakları karıncalanıyor, büyük yıkımın tutkusunu şimdiden hissediyordu. Arabayı çalıştırıp avına doğru yola çıktığında hız ibresini sona getirmişti.

Dilsiz Melez’in kalbi aklına gelince dudakları tehlikeli bir yavaşlıkla kıvrıldı. “Son nefeslerinin tadını çıkar, Melez Kız,” diye keyifli bir şekilde fısıldadı. “Çünkü kalbini senden almaya geliyorum.”

Benzer İçerikler

Kayıp Zamanın İzinde 1 Swann’ların Tarafı -Marcel Proust

yakutlu

Başka Bir Doğum Hikâyesi | Duygu Çağlar Gizli

yakutlu

Yaban Güller

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy