Oz Büyücüsü

Amerikan çocuk edebiyatının öncülerinden olan L. Frank Baum, bu kitabında, çocuklar için yazılan peri masallarına tam anlamıyla modern bir kimlik kazandırıyor. Kansas’ta, köpeği Toto ve ailesiyle yaşayan Dorothy bir gün kendini bir kasırganın kollarında bulur. Kasırga onu köpeği ile birlikte Oz ülkesine indirince orada tuhaf yaratıklarla karşılaşır: Aslanların yüz karası bir aslan, ahı gitmiş vahı kalmış bir korkuluk, demirden bir adam; hep birlikte Oz Büyücüsü’nü aramaya koyulan Dorothy ve arkadaşlarını büyük bir sürpriz beklemektedir.

Oz Büyücüsü: Tuhaf dostlarla fantastik bir yolculuk.

***

ÖNSÖZ

Oz Büyücüsü, Lyman Frank Baum’un “The Wonderful Wizard of Oz” adıyla 1900 yılında yayımlanan romanındaki kişilerden birinin adı. Özgün adı çevirecek olursak, “Harika Oz Büyücüsü” dememiz daha doğru olur. Yayımlandığı yıl içinde peş peşe baskıları yapılan roman, kısa sürede küçük büyük herkesin yüreğinde kendine bir yer edinmiş, yazarı Frank Baum, okuyucu isteklerini karşılayabilmek için, “Oz”un sayısız macerasını kaleme almıştır.

Romanın baş kişisi Dorothy, ailesi ve Toto adlı köpeği ile birlikte Amerika’nın Kansas eyaletindeki bir çiftlik evinde yaşamaktadır. Son yıllarda belgesel filmlerde, hatta sinemada sık sık karşımıza çıkan kasırgaların, tornado denen hortumların yuvasının genellikle hep orta Amerika olduğunu biliyoruz. İşte bunlara benzer bir kasırga ya da şiddetli bir fırtına günün birinde Dorothy ile köpeği Toto’yu uzaklara savurur. Önce büyük korkuya kapılır kahramanımız; ancak rüzgârın kendisini ve köpeğini yumuşak kollarında taşıdığını görünce içi rahatlar; sakinleşir ve uykuya dalar. Ne var ki uyandığında iyice şaşırır; hiç bilmediği, tanımadığı, yemyeşil bir yerde, bambaşka bir dünyadadır.

Sadece masallarda değil, onların yakınlarında dolaşan fantastik öykülerde, romanlarda, bugün her yaşta çocuğun, gencin çok iyi bildiği, tanıdığı bilimkurgu öykülerinde ve elbette filmlerinde ve aklınıza gelebilecek başka birçok türde, içinde yaşadığımız bu dünya garip bir şekilde ikiye bölünmüştür. Bu dünyanın bir yanında, bildik dünya dediğimiz bölümünde, doğa yasaları, fizik yasaları inatçı ve ısrarlı bir egemenlik kurmuşlardır. Dünyanın gerçek denen bu bölümünde, ne durup dururken uçabiliriz ne de iki kere ikinin beş olmasını, 10’un 20’den büyük olmasını umabiliriz. Bu yasalara aykırı işlemler yaptığımızda, okul sıralarından başlayarak başımıza gelmedik iş kalmaz. “Çocuğunuzu bir doktora gösterseniz iyi olacak!” tavsiyeleriyle bile karşılaşabilir anne babamız. Kaçınılmazlık sadece doğa yasaları, matematik ilkeleri için geçerli değildir: Dünyanın bu bölümünde yaşanılan hayat, oldum olası bir sürü yükümlülük getirir. Okul yıllarını, iş, aile hayatı izler. İşin kötüsü, “büyümeyle” olur bütün bunlar. Hep biliyoruz işte, dünyanın bu bölümünde “büyüme” diye bir lanete uğrama durumu vardır. Çocukluk dünyamızdan kovuluruz günün birinde; annemiz, babamız oda kapımızı aralayıp, “haydi bakalım, hayatın içine!” der.

Çocuk edebiyatının bu fantastik türleri, masalın dünyasını hayalin dünyasıyla birleştiren sayısız örnek, bir anlamda bu zorunluluklar dünyasından kaçma hayalimizin ürünleri olarak da anlaşılabilirler. Orada bildik yasalar bir anda görünmez bir el tarafından yok edilmişlerdir. Hayal dünyamızda tasarladığımız yaratıklar, bir sürü dönüşüm yaşayarak karşımıza çıkabilirler; canlı cansız ayırımı geçersizleşir; zaman durur, hatta geriye işler.

Bu fantastik dünyalar sadece doğa, fizik yasalarını geçersiz kılma yönüyle bir karşı dünya oluşturmakla kalmaz, öteki gerçek dediğimiz dünyada geçerli ahlak ilkelerini, davranış ve alışkanlıkları da şöyle bir tartmamıza fırsat verir, hatta bir tür eğitim seçeneği bile sunarlar.

Öyleyse bu ikinci dünyaya giren kişi, bir deneyimler dünyasına girmiş demektir. Onun oradan geri dönüşü hemen hep farklı olur; boyu büyümez, yaşı değişmez, ama bizim dilimizde bazen tecrübe bazen de deneyim dediğimiz birikimleri iyice artmıştır.

Demek ki, “Ozların dünyasında”, tahta, bez kuklaların arasında dolaşıp durmak, hiç de boşuna değildir, “dönüşün” en büyük ödülü, farklı bakış açılarından çok şey öğrenmiş olmaktır; her ne kadar bu bir olgunlaşma, masumiyetini yitirme anlamına gelse de. Çünkü deneyim edinmek demek, biraz da “insanın gözünün açılması” demek değil midir?

Araya bir açıklama daha sıkıştıralım yeri gelmişken: Fantastik türler, en başta sinemada, bu iki dünya arasındaki sınır ihlallerini, yani yasak ya da imkânsız geçişleri saçma olmaktan çıkartmak için maceranın, öykünün sonunda olayları yaşayan kişiyi –bu hemen hep tek kişidir, çünkü iki kişi aynı anda aynı rüyayı göremez– rüyasından uyandırırlar. “Aaa, demek ki rüyaymış”, deyip dünyanın düzenini bozmamış oluruz. Kişi, rüyaya ya olayların girişinde dalar ya da yaşananların rüya olduğunu, sonda anlarız.

Dorothy kasırganın kollarında gevşeyip uykuya dalmıştı. Uyanıp Oz ülkesine indiklerinde Dorothy ve Toto için de oldukça tuhaf maceralar başlar. Bir kere insan olmayan, acayip yaratıklar karşılar onları: Korkuluk, bir demir adam olan oduncu, ormanlar kralının en ödleği, aslanlığın yüzkarası aslan. Yolculuk onları Doğu’nun kötü büyücüsüne mi götürecektir, yoksa harikalar ülkesine mi?

Bu romanın sonuna eklediğimiz iki geniş açıklamada, bir sürü ek bilgi verdik. Orada, Frank Baum’un küçük kahramanının ne kadar sevildiğini, Oz serisi içinde sadece tek bir öyküde Dorothy’ye yer vermediğini; bu öykünün de iki seksen yattığını, hiç ilgi uyandırmadığını söyledik. Yazarın kendisi, öykülerin gördüğü ilgiden cesaret alarak film yapmaya kalkmış, ancak bunu başaramamıştı; 1939 yılında, Judy Garland adlı, bu filmle birlikte daha önce aklına bile getiremeyeceği bir üne kavuşan yıldız oyuncunun baş rolünde, yönetmen Victor Fleming’in yaptığı film, o dönemde, ortalığı kırdı geçirdi. O filmden günümüze kadar uzanan şarkılardan biri “Over the Rainbow” (Gökkuşağının Üzerinde) hâlâ bütün tazeliğini koruduğu gibi, Rainbow adlı grubun konserlerinin de açılış müziğini oluşturmuştur.

Veysel Atayman
Mayıs 2004, İstanbul

OZ BÜYÜCÜSÜ

HORTUM

Dorothy, Kansas’ın geniş çayırlarından birinde, çiftçi Henry Enişte ve onun karısı Em Teyze’yle birlikte yaşamaktaydı. Evleri küçüktü, çünkü onu inşa etmek için çok uzak yerlerden arabayla kereste taşımaları gerekmiş ve getirdikleri keresteler de ancak bu büyüklükte bir ev yapmaya yetmişti. Evin sadece dört duvarı, bir zemini ve bir de çatısı vardı, yani tek odalıydı. O tek odada paslanmaya yüz tutmuş ocaklı bir soba, tabakların konduğu raflı bir dolap, bir masa, üç-dört sandalye, iki de yatak bulunuyordu. Henry Enişte’yle Em Teyze, odanın bir köşesindeki küçük yatakta yatarlardı. Evin, çatı katı da, bodrumu da yoktu. Yalnız yere açılmış küçük bir çukurdan ibaret olan ve ev halkının, önüne çıkan bütün evleri yerle bir edecek kadar şiddetle esen güçlü rüzgârlardan korunmak için girdiği bir sığınak vardı. Bu sığınağa, odanın ortasındaki bir kapak kaldırılarak, merdivenle iniliyordu.

Dorothy, kapıyı açıp etrafına baktığında geniş, boz renkli çayırlardan başka hiçbir şey çarpmazdı gözüne. Ne bir ağaç, ne bir ev, ufuk çizgisine kadar uzanan o geniş çayırlı, düz ovadan başka hiçbir şey yoktu yaşadıkları yerde. Güneş, sürülmüş toprağı kavurarak, onu, yer yer çatlaklarla dolu boz bir araziye dönüştürmüştü. Uç kısımlarını da boz bir renk alıncaya kadar yaktığından, çimenler de yeşil görünmüyordu. Ev bir zamanlar boyalıydı, ama güneş boyayı kurutup kabartmış, yağan yağmurlar da boyaları alıp götürmüştü, bu yüzden şimdi ev de, diğer her şey gibi sönük ve boz renkliydi.

Em Teyze, buraya ilk geldiği günlerde genç ve güzel bir kadındı. Fakat aradan geçen zaman içinde güneş ve rüzgâr onu da değiştirmişti. Gözlerindeki ışıltı zamanla silinmiş, matlaşıp donuklaşmış, yanaklarındaki, dudaklarındaki kırmızılıklar uçup gitmişti. Zayıf, kupkuru bir kadındı Em Teyze. Şimdi artık yüzünde eski neşesinden hiç mi hiç eser yoktu. Dorothy kimsesiz bir kız olarak ona ilk geldiği günlerde, Em Teyze kızın neşeli kahkahalarını ne zaman işitse, boş bulunup ürkerek bir çığlık atar, sonra da heyecandan küt küt atan kalbini yatıştırmaya çalışırdı. Şimdi bile, bu kız bu kadar gülecek şeyi nereden buluyor diye Dorothy’ye bakıp bakıp, hayretle iç geçirdiği oluyordu.

Henry Enişte hiç gülmezdi. Sabahtan akşama kadar çalışır, neşe nedir, zevk nedir bilmezdi. Uzun sakalından kaba çizmelerine kadar tepeden tırnağa o da soluk, boz bir renk almıştı. Çatık kaşlı, ciddi bir adamdı ve çok az konuşurdu.

Dorothy’yi güldüren ve onu etrafındakiler gibi donuklaşmaktan, sevimsizleşmekten kurtaran tek varlık Toto’ydu. Bu küçük sevimli köpek, diğer şeyler gibi boz renkte değildi. Uzun siyah tüyleri olan ve minnacık burnunun iki yanındaki küçük kara gözleriyle etrafına fıldır fıldır bakınan küçük sevimli bir yaratıktı. Bütün gün oynar dururdu. Dorothy de onun oyunlarına katılır ve onu çok severdi.

Fakat o gün oyun oynamaya çıkmamışlardı. Henry Enişte kapı eşiğine oturup, her zamankinden daha karanlık olan gökyüzüne endişeyle baktı. İçeride, kapıya yakın bir yerde kucağında Toto ile birlikte duran Dorothy de endişeyle bakıyordu kararan gökyüzüne. Em Teyze o sırada bulaşık yıkamaktaydı.

Kuzey yönünden gelen rüzgârın boğuk sesini duydular. Henry Enişte de, Dorothy de çayırdaki uzun otların rüzgârın önünde dalga dalga eğilip büküldüğünü gördüler. Kısa bir süre sonra doğudan gelen, keskin, ıslık gibi bir ses duyuldu. Bakışlarını o yöne doğru çevirdiklerinde, oradaki otların da aynı şekilde dalgalandığını gördüler.

Henry Enişte hemen ayağa kalktı.

“Hortum geliyor Em,” diye seslendi karısına. “Gidip hayvanlara bir bakayım.” Sonra ineklerle atların bulunduğu sundurmaya doğru seğirtti.

Em Teyze işini bırakıp kapıya koştu. Dışarıya bir göz atar atmaz, yaklaşmakta olan tehlikenin hemen farkına vardı.

“Çabuk ol Dorothy!” diye bağırdı. “Hemen sığınağa koş!”

Bu sırada Toto, Dorothy’nin elinden kurtulup, yatağın altına saklandı. Kız da peşinden koşup onu yakalamaya çalıştı. Duyduğu dehşetli korkuyla yerdeki kapağı alelacele açan Em Teyze, telaşla karanlık sığınağın merdivenlerinden aşağıya indi hemen. Dorothy nihayet Toto’yu yakalamayı başardı ve Em Teyze’nin peşinden sığınağa doğru koşmaya başladı. Fakat tam odanın ortasına varmak üzereyken, birden rüzgârın öfkeli sesi duyuldu ve ondan sonra ev öyle bir sarsıldı ki, Dorothy’nin ayakları yerden kesildi; küçük kız havalandı ve kendini birden yerde buldu.

Sonra çok tuhaf bir şey oldu.

Ev kendi etrafında iki-üç kere döndükten sonra yavaş yavaş havalanmaya başladı. Dorothy, kendini uçan bir balonun içindeymiş gibi hissetti.

Kuzey ve doğu rüzgârları evin bulunduğu yerde buluşmuş, hortumun merkezi tam da burada oluşmuştu. Hortumların iç kısımları genellikle sakindir. Dört bir yanını sarmış olan rüzgârın yarattığı basınç, evi, havaya kaldırdıkça kaldırdı, kaldırdıkça kaldırdı, sonunda hortumun tepesine çıkardı. Hortum, evi bir tüy gibi millerce uzaklara taşıdıkça taşıdı.

Karanlık çökmüştü ve rüzgâr korkunç uğultusunu sürdürüyordu ama Dorothy, evin rüzgârın içinde yoluna rahat rahat devam ettiğini hissedebiliyordu. Küçük kız, evin kendi etrafında birkaç kez dönüp, korkunç bir şekilde sarsıldığı o ilk anlardan sonra kendisini bir beşiğin içinde hafifçe sallanan bir bebek gibi hissetmeye başlamıştı.

Ancak Toto bütün bu olanlardan hiç hoşlanmamıştı. Odanın içinde oradan oraya koşuyor, havlayıp duruyordu. Dorothy ise yerde sakin sakin oturuyor, bundan sonra olacakları merakla bekliyordu.

Bir ara Toto, yerdeki açık duran kapağa çok yaklaştı ve aşağı düşüverdi. Dorothy, ilk anda onu kaybettiğini sandı, fakat kısa bir süre sonra kapağın kenarında Toto’nun kulaklarından birinin hareket ettiğini gördü. Havanın güçlü basıncı alttan destek yaparak köpekçiği havada tutmuş ve düşmesini engellemişti. Dorothy, sürüne sürüne kapağın olduğu yere gidip Toto’yu kulaklarından kavrayarak içeriye çekti, bir başka kazaya neden olmasın diye de kapağı sıkıca kapadı.

Aradan saatler, saatler geçti ve Dorothy içinde bulunduğu duruma alıştığı için artık korkmamaya başladı. Sadece kendini çok yalnız hissediyordu; evin etrafında uğuldamakta olan rüzgârın sesi o kadar güçlüydü ki, sanki Dorothy’nin kulakları sağır olmuştu. Önceleri, ev yere çarpar da paramparça olur muyum diye kara kara düşündü, ama aradan saatler geçip de kötü bir şey olmadığını görünce böyle düşünmekten vazgeçip, bundan sonra olacakları beklemeye başladı. Sonunda, beşik gibi sallanan zeminde sürünerek yatağına ulaştı ve yatağın üzerine çıkıp uzandı. Toto da onu izleyerek yanıbaşına yattı.

Evin zangır zangır sallanmasına, rüzgârın bütün feryatlarına rağmen, Dorothy kısa bir süre sonra derin bir uykuya daldı.

Benzer İçerikler

Çatalın Neden Tadı Yoktur? | Devis Bellucci

yakutlu

Çocuk, Kurt, Koyun ve Marul | Allan Ahlberg

yakutlu

Bizim Okul Bi’acayip! – Öğretmenler Çıldırdı | Andaç Oral, Dan Gutman

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy