Çeviri eserleri ve ödüllü öyküleriyle tanınan Kerem Işık’ın, hayalleri gerçekleştirmek için mucizeleri beklemeyip, bizzat mucizeleri gerçekleştiren çocukların hikâyesini anlattığı “Özgür Çocuklar”, ikinci kitap Yeni Bir Yüz ile devam ediyor.
Dayanışmaya ve birlikteliğe vurgu yapan “Özgür Çocuklar”ın heyecan dolu ikinci serüveninde, yalnız ve çekingen bir çocuğun en büyük hayali, el birliğiyle gerçeğe dönüştürülüyor.
9 yaş ve üzeri okurlarını, rüyalarda buluşturan bu heyecan dolu serüven, Gökçe Yavaş Önal’ın renkli çizimleriyle eğlenceli bir okuma deneyimi vadediyor.
Geniş bir bahçenin orta yerinde duran eski püskü ev kime ait? İcatlarıyla nam salmış Salvador Deli de kim? Portatif Kahkaha Makinesi de nesi? Yoksa Barış ve Özgür Çocuklar için can sıkıcı “sıradan” günler geride mi kalıyor? Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Kaptan Kobarde ve kırmızı pardösüsüyle kâh kaydırağın tepesinde, kâh sokağın köşesinde beliriveren Rubarba nihayet Barış’la yeniden iletişim kurmayı başardı. Üstelik önemli bir görev çağrısıyla. Barış ve Özgür Çocuklar ilk görevleri ile baş başalar. Barış, lider olarak bir an önce kolları sıvayıp çok özel bir plan yapmalı. Ama nasıl?
Sorun odaklı hikâyesi ile çocukların dünyasına özgü çarpıcı bir dayanışma ve direniş öyküsü anlatan “Özgür Çocuklar”ın ikinci halkası yine çok gizemli ama bir o kadar da eğlenceli bir maceranın kapılarını aralıyor.
Ele avuca sığmaz hayallere değinen fantastik kurgusuyla çocukların düşlerini zenginleştiren Özgür Çocuklar, sıradan gibi görünen hayatları sıra dışına çevirerek umut var oldukça küçük mucizelerin kaçınılmaz olduğunu anımsatıyor.
Sıradanın Dönüşü
“Sosisli harikaymış!” Okul çıkışı, servis araçlarının arasındaki tezgâhtan aldığı sosisli sandviçinden büyükçe bir ısırık alan Ogün’ün keyfi yerine gelmişti. “Bi lokma alsana,” diyerek Burak’a uzattı. “Ya bi dur Allah aşkına!” dedi Burak yüzünü ekşiterek. “Sandviçi sen mi yiyorsun, yoksa o mu seni yiyor, belli değil! Şu haline bak!” Ogün’ün yüzü ve yanakları hardalla ketçaba bulanmıştı. Montunun cebinden çıkardığı peçetesiyle ağzını silip yemeye devam etti. “Isır işte oğlum ya!” Bir yandan sol koluyla Burak’ı dürterken,bir yandan da sandviçi burnunun dibine doğru itekliyordu. Sıradan bir okul günü daha bitmişti ve biz yine her sıradan okul gününün sonunda yaptığımız gibi servislere doğru yürüyorduk.
Son birkaç ayı özetleyen anahtar kelime buydu bence: Sıradan! Geçen dönem yaşadığımız onca şeyden; Rubarba, Kaptan Kobarde ve Özgür Çocuklar çılgınlığından sonra hiçbir şey olmamış gibi eski yaşantımıza dönmüş olmak beni içten içe hayal kırıklığına uğratmıştı. Aklımdan bunlar geçerken farkında olmadan yavaşlamış, grubun gerisinde kalmıştım. “Barış!” Adımı duymamla kendime geldim ve birkaç metre ötedeki kalabalığa baktım. Seslenen, Burak’tı. “Şu, Tanımlanamayan Sosisli Cisim’den kurtar beni lütfen!” “Yiyeceksin oğlum! Çok güzel!”
Burak, en sonunda dayanamayıp, “Eee, yeter!” diye bağırdı ve Ogün’ün elinden sandviçi kaptığı gibi ısırmadan ağzına tıkıştırıverdi. Ogün, elinden en sevdiği oyuncak alınmış küçük çocuklar gibi kalakaldı. Elinde, hardal ve ketçaba bulanmış peçetesi, bir Burak’a, bir bana bakıyordu. O sırada Altuğ kahkahalarla gülmeye başladı. “N’aptın oğlum sen!” Burak, balon gibi şişen yanaklarını güçlükle oynatarak cevap verdi: “E yğe dehdin yğha iştghte!” “Hepsini mi ye dedim ben sana!” Ogün çaresizlik içinde sağa sola baktıktan sonra, öfkeden kızarmış bir yüzle söylene söylene sosisli sandviç tezgâhına doğru koşmaya başladı. Evet.
Her şey yine eskisi gibiyd
Sıradanlık bu kez daha da güçlenerek geri dönmüştü. Ellerimi montumun ceplerine sokup başım önde, yürümeye devam ettim.
Can Sıkıntısı
O gün okul çıkışında, bizim evde toplanıp ödevleri hep birlikte yapmaya karar vermiştik. Eve vardığımızda annem bizi bekliyordu. “Hoş geldiniz çocuklar! Geçin bakalım.” Kapı eşiğinde montlarımızla ayakkabılarımızı çıkardıktan sonra salona geçtik. Mutfaktan hoş kokular geliyordu. ‘Annem bizim için o meşhur tahinli kurabiyelerinden yapmış olmalı,’ diye düşündüm. “Önce biraz oyun mu oynasak?” dedi Burak. “Sosisliyi götürünce enerji patlaması oldu, değil mi?” dedi Ogün. Suratı hâlâ asıktı. Burak’a kötü kötü bakıyordu. “Ne sosisliymiş arkadaş!” dedi Burak, televizyonun karşısındaki koltuğa çantasını atarken.
“Ama sahiden de lezzetliymiş hani!” Gülümsemeye devam ederek pencere önündeki üçlü koltuğa kendini bırakıverdi. “Bence ödevleri bir an önce halledelim de rahat rahat oturalım,” dedi Altuğ. “Sen önce şu gözlük olayını hallet bence!” dedi Burak gülerek. “Ne varmış gözlüklerimde? Hem bence çok da yakıştı,” diye yanıtladı Altuğ. “Ya bırakın çocukla uğraşmayı,” diye çıkıştım. “Doktor, gözlük takmasını uygun görmüş, o da takmış işte.” “Katılıyorum,” dedi Ogün. Sabah Altuğ’un gözlükleriyle alay eden Ogün’ün sırf Burak’a muhalefet etmek adına beni desteklediğine emindim. Konuyu daha fazla uzatmamak için onu duymazdan gelip, “Hadi, odama gidelim,” dedim. Çok geçmeden odamdaki küçük çalışma masama sıkış tepiş de olsa yerleşmiş, matematik ödevini yapmaya başlamıştık bile. Birkaç dakika geçmeden Burak ayaklandı ve yerde öylece duran bir tenis topunu kaptığı gibi havaya atıp tutarak odada dolaşmaya başladı.
“Sende bir tuhaflık var,
dedi bana bakarak. “Ne? Bende mi?” dedi Ogün. “Sende zaten normallik yok ki oğlum!” diyerek kahkahayı bastı Burak. “Anlayan anladı bence.” “Bence de,” dedi Altuğ. “Epeydir çok sessizsin. Canın da sıkkın gibi. N’oldu ki?” Başparmağımla işaret parmağım arasına kıstırdığım kalemimi hızlı hızlı sallarken söylediklerinde bir doğruluk payı olduğunu düşünüyordum. Haklıydılar. Hatta annem de birkaç kez bu konuyu açmış, ısrarla bir şey olmadığını söylediğim için en sonunda pes etmiş ve üzerime gelmekten vazgeçmişti. “Yine şu tuhaf arkadaşları mı düşünüyorsun?”
“Sizce de garip değil mi? Kısa bir süre içinde onca şey yaşadık ama sonra her şey bir anda eskiye döndü. Neydi tüm bunlar? Madem hiçbir işe yaramayacaktı, neden kendimizi paraladık?” “Ben demiştim sana,” dedi Burak. Gözü hâlâ atıp tuttuğu tenis topundaydı. “O tuhaf tayfadan bir şey çıkmaz demiştim.” “Bir şekilde geri geleceklerdir. Ben buna inanıyorum,” dedi Altuğ. “İyi de, aylar geçti ama bilyeden tık yok. Aklımda onlarca soru var hâlâ. Ama karşımda kimse yok. Neden lider seçildim mesela? Ya da tam olarak benden beklenen ne?” “Ne diyorsunuz siz yahu?” diye araya girdi Ogün. “Kafayı mı yediniz?” Neyse ki tam o esnada kapı aralandı ve an- ne-kafa belirdi. “Tahinli kurabiye ister misiniz?”
Ogün’ün yüzünde beliren gülümseme, az önce konuşulan her şeyi anında unuttuğunun işaretiydi.