Peygamberimizin Mucizeleri | Nurdan Damla


Onlar ışık hızı gezginiydiler. Kitabın sayfasını açtıkları anda başka âlemlere uçuyorlardı. Renkler, sesler, hisler değişiveriyordu bir anda. Araya çağlar bile girse ışık hızı yolculuğuna doyum olmuyordu. Gidip gezmek her şeyi yerinde görüp incelemek eşsiz bir keyifti onlar için. Üstelik bu iş için yaptıkları tek şey, bütünüyle istemek ve çok okumaktı. Bu iki güzellik içinde macera başlıyordu. Heyecan, hız ve coşku dolu renkli iklimlere uçuyorlardı. Zaman, yıldız gibi kayıyordu avuçlarından.  Muhteşemdi varlık, muhteşemdi hayat ve muhteşemdi mucizeler…

Şimdi seni de bu mucizelere okumaya çağırıyorlar. Işık gezginlerinin Hayal Atı’yla çıktıkları bu ışık hızındaki yolculuğa eşlik etmeye hazır mısın?

IŞIK HIZI
YOLCULUĞU

Işık hızıyla yolculuk yapmayı kim istemez ki! Fizikle uğraşan bilim insanları bunun için çalışıyor, insanlar yüzyıllardır bunun hayalini kuruyor. Bu konuda olmadık fikirler ortaya atılıyor. Akla hayale gelmedik deneyler yapılıyor. İnsanlar, anlık zaman dilimlerinde dünyaya, aya, gezegenlere gitme planları kuruyor. Deve ve at sırtından, günümüz uçak ve uzay yolculuklarına bakacak olursak bu rüya elbet bir gün gerçekleşecek. Kim bilir… Bu kitap seneler sonra okunduğunda, belki de ışık hızı insanları ne kadar gerilerde olduğumuzu hatırlayıp şöyle bir gülümseyecek. Ama biliyor musunuz kahramanımız Fatih, bu rüyayı Hayal Atı’yla gerçekleştirmeyi başardı. Hayal Atı’nı ışık hızıyla sürmeye devam ediyor. Fakat bu seferki yolculuğunda ona eşlik etmek isteyen biri daha var: Kız kardeşi Merve. Şimdi onları dinleyelim bakalım… – Biliyor musun Merve, benim görünmez bir atım var. İstediğim her yere anında uçuruyor beni. İki binli yıllarda bile herkeste var olan ama kimsenin gücünü fark etmediği bir yolculuğu keşfettiğim için çok mutluyum.

– Gerçekten de çok mutlu olmalısın. Canın da sıkılmıyordur hiç.
– Bu o kadar zevkli ki! İster ışık hızı yolculuğu de,
istersen zaman yolculuğu. Hepsini bir arada yaşıyorum
ben. Tek yapacağın şey, kitabın sayfalarını açmak.
Merve, ağabeyinin bu macera dolu yolculuklarını
merak etmişti:
– Harika bir duygu olmalı bu. Ama bu zevkli yolculuğa hep yalnız çıkıyorsun. Bu kez ben de seninle
gelmek isterim.
– İyi de bu yolculuğun şartları var. Hızı, macerayı ve
okumayı çok seviyor olman gerek.
– Hız, macera ve okuma… Üçüne de bayılırım.
– Başka şartlarım da var, dedi Fatih. Uyabileceksen
gel benimle.
– Neymiş bakalım bu şartlar, dedi Merve çokbilmiş
bir gülümsemeyle.
– Bir kere bu yolculuktan zevk almak istiyorsan seni
rahatsız eden hiçbir şey olmamalı. Başka konular, başka konuşmalara girip Hayal Atı’nı ürkütmeyeceksin.
Kendini olayların akışına bırakacaksın. Sen, kitabın ve
sessizlik…
– Ondan kolay ne var, dedi Merve. Uyarım ben.
Onun bu kadar hevesli olması Fatih’in hoşuna gitmişti:
– Peki, anlaştık, dedi. Hoşgeldin yol arkadaşım!
Merve sevinçle ağabeyinin boynuna sarıldı:
– Hayal Atı… Işık hızı yolculuğu… Macera!

– Şimdi gitmek istediğin zamanı ve yeri seç.
Merve gözlerini yumdu.
– Hımm, biraz düşünelim. Hah, şimdi buldum. Arap
Yarımadası’nın eski hâlini çok merak ediyorum.
– Haklısın, dedi Fatih. O dönemi ben de çok merak
ediyorum. Daha önce rastladığım bütün seçkin insanlar
o bölgede yaşamış bir öncüden söz ettiler. Onun doğruluğundan, üstün özelliklerinden ve yaşadığı harika
olaylardan.
– Kimdir o?
– Kim olacak? Bizim peygamberimiz Hz. Muhammed.
– Anladım da kafama takılan bir soru var. Neden
Peygamberimizin yanına gidiyorsun?
– Çünkü o, en seçkin insan. Çok zeki ve iyi yürekli.
Çok bilgili. Bilimin en son varacağı noktayı yakalamış
Yardımsever, çok cömert. Dürüst ve güvenilir. Haksızlığa ve zorbalığa baş eğmeyen, cesur bir insan.
Ondan öğreneceğimiz çok şey olmalı.
– Haklısın, dedi Merve. Bu kadar
üstün özellikleri olan bir insanla
tanışmak harika olmalı.
– Düşünsene, dedi Fatih.
Bugüne kadar tam yüz yirmi
dört bin peygamber gönderilmiş. Kur’ân’da sadece yirmi
sekizinin adı geçiyor.

Onların hepsinin öğretmeni ise bizim peygamberimiz. Onun ümmeti olmak çok güzel. Tanıyıp bilmemiz gerekiyor. Fatih anlattıkça Merve’nin yüreğinde coşkulu denizler kabardı. Merak ve heyecan dolu bir duyguyla: – E hadi o zaman, dedi. Hemen açalım sayfaları ve uçalım Arap Yarımadası’na. – Hazır mısın? – Evet, dedi Merve. Haydi gidelim! Hayal Atı çok süratliydi. Ellerindeki kitabın kapağını açar açmaz bambaşka bir âlemde buldular kendilerini. Fatih: – Şu an görünmez olduk, diye fısıldadı kardeşinin kulağına. Yaşadığımız ortamdan çok farklı bir iklimdeyiz.

Mutluydu Merve. Ilık bir duygu iliklerine dek yayılıyordu sanki. Hayal Atı’yla yolculuk tarifsiz bir duyguydu. Hayal Atı, ışık hızı gibi çok süratliydi. Bunu başardıkları için mutlu hissettiler. O da ne! Uçsuz bucaksız bir çölde buldular kendilerini. Geldikleri yer Sahra Çölü’ydü. Yolculuk yapan bir kervanla karşılaşmışlardı. Yanık tenli insanlar, yüklü develerin ardı sıra gidiyorlardı. Her birinin bakışı keskin, davranışı haşindi. Büyük bir merakla onların arasına karıştılar. Yolcular yorgun ve uykusuz görünüyorlardı. – Kim bunlar, dedi Merve. – Bu bir kafile. O zamanlarda yolculuklar deve ya da at sırtında yapılırmış. E kolay değil deve sırtında günlerce yolculuk yapmak. O yüzden aç, susuz ve de yorgun görünüyorlar.

Kervan ıssız bir vahada mola verdi. İnsanlar gölgeliklere çekildiler. Kimi uyuyor, kimi ihtiyaçlarını karşılıyordu. Yolculardan bazıları yanlarında taşıdıkları putların karşısına geçip, garip ses ve davranışlar içinde dua ediyorlardı. – Ağabey baksana! Ellerindeki şu oyuncağa benzer şeyler put olmalı. Ona tapıyorlar, dedi Merve. Fatih ilgiyle takip etti. Yolculardan birisi elindeki putun karşısında bir hayli yalvarıp dua etti. Sonra elindeki putu burnuna yaklaştırdı ve kokladı. Mis gibi helva kokuyordu. Fatih seslendi: – Merve şuna bak, dedi. O, böyle söylerken adam helvadan yaptığı putu iştahla yemeye başladı. Merve ile Fatih önce şaşırdılar. Sonra da adamın komik hâline güldüler:

– Nasıl şey bu böyle ağabey! – O ellerindeki nesneleri ilah olarak görüyorlar, acıkınca da bir güzel yiyorlar. – O kadar nefis koktu ki, yemeden duramadı zavallı. Kafile vahada yayılmış dinlenirken aniden bir gürültü duyuldu. Saçı sakalı birbirine karışmış, hırpani kılıklı, kırk eşkiya kafilenin arasına daldılar. Toz, toprak, hayvan kişnemeleriyle insan çığlıkları içinde herkes sağa sola koşuyordu. Merve hayretler içindeydi: – Nereden çıktı bunlar? – Eşkıya saldırısı çöl yolcularının en korktuğu şeydir, dedi Fatih.

Hırpani kılıklı adamlar, kafileyi yağmaladılar. Yolcuların üstünde bulunan altın, para ne varsa hepsini aldılar. İçlerinden yaşlı, hasta bir adam kuşağına bağladığı birkaç kuruş parayı vermemek için direniyordu. Çetenin reisi tekme tokat adamı dövdü ve parasını aldı. Zavallı ihtiyar, ağzı burnu kan içinde bağırıyordu: – Yapmayın ne olur! Eşim hasta, yavrularım aç. Perişan bir hâlde beni bekliyorlar. O parayla un alacağım. Çete, işini çoktan halletmişti. Aldıkları kıymetli eşyalar ve cani kahkahâlârla oradan ayrıldıklarında kafile darmadağın olmuştu. Geride; ağlayan, inleyen, üzüntü içinde çırpınan insanlar ve önlerinde uzun bir çöl yolculuğu vardı. Merve onların bu hâline üzüldü. – Bu düpedüz vahşet, dedi. O çaresiz insanların ne suçu var? – O dönem Arap Yarımadası’nın hâli bu, dedi Fatih. Hırsızlar, zorbalar, haksızlar her yerde kol geziyor. Fakirler horlanıyor. Düşkünler eziliyor. Yolsuzluk diz boyu. Masumlar çaresiz. Yoksullar mutsuz. Nasıl insanların içinde düştük böyle! Bu insanlar gülmeyi unutmuşlar.

KÜÇÜK KIZIN
ÇIĞLIĞI 

Merve, ağabeyine takılmadan duramadı: – Her tarafta zorbalar dolaşıyor ağabey. Kendine dikkat et, yoksa yalnız kalırım. – Hey! Görünmez olduğumuzu unuttun herhâlde. – Susss, dedi usulca. Uzaklardan bir çığlık sesi duyuyorum. Gel bakalım, neler oluyor…

 

Benzer İçerikler

Don Kişot (Ünlü Çocuk Romanları – 1) | Cervantes

yakutlu

Bir Sorum Var – Neden?

yakutlu

Şu Acayip Kuşlar | Tarık Uslu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy