Hayata, Picasso’nun gözleriyle bakmak…
Asuman Portakal’ın imzasını taşıyan Picasso’nun Gözleri, çok yönlü sanatçı kişiliği ile adını sonsuzluğa yazdıran “dâhi” ressam Pablo Picasso’nun yaşamından ve başyapıtlarından izler taşıyan öykülerden oluşuyor.
Picasso’yu, bir kitap kahramanı olarak kurguya yerleştiren ve ona ait özgün sözlerle edebî anlatımını güçlendiren eser; ünlü sanatçının esin kaynakları ve yaratım süreci hakkında değerli paylaşımlarda bulunuyor.
“O an anladım ki Guernica, hiç susmayan bir resimdi.”
Picasso’nun Gözleri renklerden sözcüklere uzanan bir yolculuğa çıkarıyor okurlarını; sevginin, dostluğun, barışın yüceltildiği resimleri naif öykülerde buluşturuyor… Yazar Asuman Portakal, Picasso’nun değişik sanat dönemlerine ait tablolarından esinlenerek kaleme aldığı öykülerinde, insana dair değerleri satırlara döküyor. Havada devamlı takla atan oyunbaz bir güvercin, modellik yapmaya çalışan genç bir palyaço, el emeği bir Afrika maskesi, tuvale yapışıp kaldığı için resimle âdeta bütünleşen bir fırçanın kılı, küçük bir çocuğun sevinci olan tahta bir at öykülerde dile geliyor. Onlar konuştukça sözcükler renklere bürünüyor; sanatçının resimleri hem gözlerde hem de zihinlerde canlanıyor.
Dünya sanat tarihine yön veren Pablo Picasso’yu günümüz çocuklarına tanıtmak amacıyla hazırlanan bu özel çalışma, gelmiş geçmiş en önemli ressamlardan birinin sanat anlayışı ve sanatsal ifade biçimleri hakkında fikir vermekle kalmıyor, anlattıklarıyla okurların dünya görüşünü renklendiriyor.
Kitabın son bölümünde yer verilen kronolojik biyografi ise Picasso’nun yaşamına ve yapıtlarına daha yakından bakma fırsatı sunuyor, keşiflerle dolu yeni okumalara kapı aralıyor.
“İlham da neymiş… Ben Picasso’yum!”
Sunuş
Picasso’nun Gözleri, Picasso’nun resimlerinden kurguladığım metinlerden oluşan bir öykü kitabıdır. 20. yüzyılın en ünlü sanatçılarından biri olan Picasso, ilk sanat eğitimini Güzel Sanatlar Akademisinde resim öğretmenliği yapan babasından aldı. Henüz dokuz yaşındayken yaptığı Picador (Pikador) isimli yağlı boya resmiyle sanat çevrelerinin dikkatini çekti. “Her çocuk bir sanatçıdır. Sorun, büyüyünce de sanatçı kalabilmesidir.” Sözleriyle çocukluk dehasına ve yaratıcılığına büyük önem veren Picasso, klasik resimdeki ustalığından kurtulmak ve bir çocuk gibi resim yapabilmek için ömür harcadığını belirtmiştir. “Her şeyi söylemem ama her şeyin resmini yaparım.” Toplam yüz elli binden fazla yapıtıyla Guinness Rekorlar Kitabı’na giren sanatçı, resim sanatının en üretken ismi olarak anılmaktadır. “Kübizmi keşfettiğimizde, Kübizmi keşfetme amacımız yoktu. Sadece içimizdekileri ifade etmek istedik.”
Ressam arkadaşı George Braque ile birlikte geliştirdikleri Kübizm akımıyla sanat tarihinde güçlü bir iz bırakan sanatçının en ünlü yapıtı ise Guernica’dır. Yirminci yüzyılın en önemli resmi olan bu tablo, sergilendiği ilk günden itibaren bir efsaneye dönüşmüştür. Savaşın acımasızlığını ve yıkıcılığını sarsıcı bir kompozisyonla anlatan Picasso, bu yapıtıyla barışın önemini de vurgulamıştır. “Ben aramam, bulurum.” Sözleriyle sahip olduğu üstün sanat yeteneğini, sıra dışı yaratıcılığını ve yıllar içinde geliştirdiği sanat bilgeliğini özetleyen Picasso, aslında daima aramıştır. Yeniliğin peşinde koşarken de hep bulmuştur. Kübizm akımını geliştirirken kolaj tekniğini keşfetmiş ve günlük yaşamda kullanılan iki boyutlu nesneleri (kâğıt, fotoğraf, kumaş, cam parçaları vb.) resme sokmuştur. Dehası, üstün yeteneği, çalışkanlığı ve özgün yapıtlar üretme azmi ona çok genç yaşta büyük ün getirmiştir. “Başarı tehlikelidir çünkü kendi kendinizi kopyalamaya başlarsınız.” Henüz kırk yaşına bile gelmeden zengin bir sanatçı olmayı başaran ender ressamlardan biridir Picasso. Resimlerinin çok satmasına rağmen, aynı tarzda resim yapmayı reddetmiştir. Sürekli yeni denemelere girmiş, değişik teknik ve tarzları harmanlayarak ilginç yapıtlar üretmiştir. “Ben kralım!” Sözleriyle modern resim sanatının tartışılmaz imparatoru olduğunu vurgulayan Picasso, dehası ve güçlü kişiliğiyle hakkında efsaneler çıkarılmasından hoşlanmış ve bunu desteklemiştir. İlginç yaşamı ve yapıtlarıyla sanat dünyasının ilgi odağı olmayı başarmıştır.
“Yeni bir resme her başladığımda kendimi boşluğa atıyormuşum gibi bir duyguya kapılırım. Ayaklarımın üstüne düşüp düşmeyeceğimi hiçbir zaman bilemem.” Yaratıcılığına ve üstün yeteneğine teslim olmayı seven sanatçı, yaptığı her yeni resmin bilinmez bir serüven olduğunu söylemiştir. Görünür olmak isteyen biçim ve renkleri âdeta bir büyücü gibi düş dünyasından çekip çıkarmış ve sanat dünyasına armağan etmiştir. Bu metne ve öykülere italik harflerle serpiştirdiğim deyişler Pablo Picasso’ya aittir. Resimlerden öykülere yaptığımız yolculukta nice ressamın düşlerini paylaşmak dileğiyle…
Asuman Portakal
Taklacı Miko
Aşağıdan gelecek pırıltıyı kollayarak uçuruyordum yavru güvercinleri. Sağ yanımda süzülen Nino, gözü pek bir kuştu. Henüz çok genç olmasına rağmen usta bir uçucudan farksızdı. Kanatlarını neşeyle çırpan güvercini biraz daha izledikten sonra Çino’ya bakındım. Yükselmeyi göze alamayan kuş, otuz kırk metre kadar aşağımızda uçuyordu. Onun yanına inmek için başımı geriye attığım gibi makara yapmaya başladım. Yaklaşırken, “Sıkılmadın mı buralarda?” diye seslendim ona. Bana doğru süzülen kuş, “Tam on takla attın!” dedi, hayranlık dolu bir sesle. “Hayret! Ben o hızla düşerken nasıl saydın?” “Bilmem, saydım işte!” Haklıydı Çino, on takla attığımda yaklaşık otuz metrelik bir düşüş yaşıyordum. Anlaşılan, biraz ürkek ama zeki bir kuş vardı karşımda. Tekrar yükselmeden önce pırıltı verilip verilmediğini anlamak için aşağıya baktım. Henüz kimse yoktu avluda. Yanımda uçmaktan hoşnut görünen kuşa, “Hadi!” dedim. “Yüz elli metreye ne dersin?”
“O yüksekliğe çıkamam Miko!”
“Elbette çıkabilirsin, yüksek uçucu güvercinlerden biri olduğunu unutma.”
“Nereden biliyorsun, belki de kümeste pinekleyen o süs
güvercinlerinden biriyimdir.”
“Boşuna gaganı yorma, kim olduğunu gayet iyi biliyorum.”
“Madem öyle, neden daha yükseklere çıkamıyorum?”
“Denemiyorsun da ondan.”
“Neden denemiyorum?”
“Cesaret edemediğinden…”
“Ne yani, sen şimdi bana ödlek mi diyorsun?”
“Öyle bir şey demiyorum, beni doğru anla.”
O sırada “Pıııırr!” diye rengârenk bir kuyruklu geçti yanımızdan. Bizimle alay edercesine yükselen saçaklıya bakakaldık.
“Bu da ne böyle?” dedi Çino, şaşkın bir sesle.
“Uçurtma!” dedim kanatlarımı daha hızlı çırparak. “İnsan
elinden çıkma bir kuş bozuntusu.”
“Nasıl yani, insanların elleri kuş mu yumurtluyor?”
“Yok canım, kâğıt işi bunlar.”
“Kâğıt ne?”
“Ağaçlardan yapılan bir şey…”
“Demek bu kuşlar ağaçlardan yapılıyor ha? Ama ben hiç
kuş ağacı görmedim ki etrafta.”
Meraklı yavrunun sorularına cevap verecek kadar sabrım
yoktu bugün. “Takıl peşime!” diyerek yükselmeye başladım.
Öbür güvercinin yanına çıktığımda kuş hâlâ aşağıdaydı.
“Hasta mı acaba?” diye guğuldadı Nino.
“Ne hastası?” dedim gagamdan soluyarak. “Cesaretsizin teki!” Tekrar makara yapmaya başladım. Yavru kuşun yanına indiğimde kararlı bir sesle uyardım onu. “Bugün de yükselmezsen bir daha benimle uçamazsın!” Sözlerimi duymazdan gelen Çino, o can sıkıcı sorularından bir tane daha sordu: “Ağaçtan yapılan kuşların içinde uçuş pusulası mı var Miko?” “Ne pusulası?” diye terslendim. “Bildiğin kâğıt onlar!” O sırada bize doğru alçalan uçurtma, ikimizi de selamlayarak geçip gitti yanımızdan. “Görüyor musun?” dedim öfkeyle.
“Üç kuruşluk kâğıt, alay ediyor bizimle. Sen yükselmeye korkarken, şu saman kılıklı şey dalgasını geçiyor. Aşağıda onu uçuranın kim olduğunu bir bilsem!” “Nasıl yani? Bunu uçuran biri mi var?” “Var tabii, o bizim gibi canlı değil ki! İpini yönlendiren bir insan olmadan uçamaz.” “İp mi? O da ne Miko? Ben hiç ipli kuş görmedim!” “Off!” diye başımı geriye attım. “Sabır taşı olsa çatlar senin karşında!” Biraz sonra tekrar Çino’ya doğru süzüldüm. Beni görünce kaldığı yerden devam eden kuş, “Sabır taşı ne?” demez mi! Daha gagamı açmamıştım ki kuyruklu geçiverdi yanımızdan. Bu kırpık kâğıdın maskarası olmaya hiç niyetim yoktu. Yükselen uçurtmanın peşinden ben de hızlandım. Yavru kuşun da beni takip ettiğini görünce hayretler içinde kaldım. Benim başaramadığımı şu saman kılıklı kuyruklu başarmıştı. Gözlerini uçurtmadan ayırmayan güvercin, farkında olmadan yükseliyordu. Nino’nun yanına çıktığımızda yüz altmış metredeydik.
Çakma kuş ise on metre kadar altımızda hışırdıyordu. Aşağıya bakan Çino, sevinçle çırptı kanatlarını. “Hiç de korktuğum gibi değilmiş, ipli kuşu bile geçtim!” İki yanıma yerleşen güvercinlerle grup hâlinde uçmaya başladık. İçimizdeki uçuş pusulaları sanki bizi tek bir güvercine dönüştürmüştü. Kanatlarımızı neşeyle çırpıyor, gökyüzüne geniş kavisler çiziyorduk. Etrafımızı karanlık bulutlar kaplamaya başlayınca aşağıya baktım. Beklediğim pırıltı tam zamanında verilmişti. “Hadi,” dedim genç güvercinlere, “dalışa geçiyoruz.” Birer ok gibi uçtuk avluya. Yere konduğumuzda Konçi ile babası bizi bekliyordu. Hemen harekete geçen adam pırıltıyı yani elinde tuttuğu güvercini yere bıraktı. Arkasından hızlı bir şekilde Nino ile Çino’nun kanatlarını bağladı. Önlerine de bir miktar yem koydu.
Yavrular yiyip bitirdikten sonra avlunun başka bir köşesine de yem attı. Onları da silip süpüren güvercinler, çeşmeye doğru ilerlediler. Ben de Konçi’ye yanaştım. Yumuşak bir hareketle beni yerden alan kız, göğsüne bastırdı. “Aferin Miko, iyi uçurdun ufaklıkları!” Ben mutlulukla guğuldarken, o babasına döndü: “Kuşlara pırıltı vermeyi bana da öğretir misin baba?” Yavru güvercinlerden gözünü ayırmayan adam, uzun bir açıklama yaparak cevapladı kızın sorusunu: “Pırıltı vermek için onları hissetmen gerekir Konçi. Havadaki kuşu yere indirmenin püf noktası, ona sadece güvercin göstermek değildir. Yavruyu kazasız belasız yere indirebilmek için güvercinle birlikte kuş gibi uçtuğunu hayal etmen gerekiyor. Bu hissi yaşamadan başaramazsın kızım. Ama dert etme, zamanla sen de öğreneceksin. Yeter ki kuşları sevmekten vazgeçme.” “Neden yem yemeden uçuyor yavrular baba?
Üstelik sen her zaman, aç ayı oynamaz, dersin. Ama kuşları aç acına salıyorsun havaya.” Kümeslerin suluklarını kontrol eden adam, gülümseyerek doğruldu. “Bize geri dönmelerini sağlamak için böyle olması gerekiyor, yoksa alıp başlarını giderler.” O sırada kızın ablası belirdi avluda. “Su hazır,” diyerek ufak bir testiyi getirip babasına verdi. “İyice kaynatıp soğuttuk,” dedikten sonra hızlı adımlarla eve doğru yürüdü. Nedense Lola bizden pek hoşlanmıyordu. Onu bir kere bile güvercin severken görmedim. Babası kuşların sularını tazelerken Konçi bir soru daha sordu: “Ya kanatları? Onları bağlamasan olmaz mı? Yavruları böyle görmek beni üzüyor.” Testiyi yere bırakan adam, yine sabırla yanıtladı kızın sorusunu: “Meraklanma yavrum, canlarını yakmıyorum. Güvercinler bize iyice alışana kadar kanatlarını bağlamak zorundayım. Ne yazık ki, bunu öğrenmelerinin başka bir yolu yok.” “Keşke olsaydı…” diyen Konçi, sımsıkı sarıldı bana. Sonra beni göz hizasına getirip gülümsedi. “Miko bizi bırakıp gitmez.” Başını hafifçe sallayan adam, “O aileden artık,” dedi. “Henüz yavruyken onun kanatlarını da bağladım, yoksa buraya alışamaz, uçar giderdi.”
…