Rota 2 | Leman Veli


İsminin aydınlık anlamlarına rağmen Güniz Işık’ın hayatındaki kara bulutlarla olan mücadelesi bitmek bilmemektedir. Sendeleyip düşmesine rağmen hayatla ve içindeki bulunduğu zor koşullarla savaşmakta, hikâyesinin mutlu sonla bitebilmesi için elinden geleni yapmaktadır. Ama kaderin onun için ördüğü kördüğümleri çözmesi o kadar da kolay değildir.

Peki Güniz, isminin hakkını vererek bu karanlık yolların sonundaki ışığa kavuşabilecek midir?

Çabasıyla, yeteneği ve adanmışlığıyla parlayan Bulut Atay yeşil sahalarda sesini duyurabilecek midir?

Çocukluğu ve gençliği hatalarla dolu Efe tüm yaşananlardan sonra hayatının rotasını bir şekilde bulabilecek midir?

Lisede başlayan Rota serüveni üniversite koridorlarında devam ederken herkesin hayatı baştan aşağı değişmiştir. En coşkulu ama aynı zamanda en tehlikeli yaş olan on sekiz, herkesin dönüm noktası olmuştur.

Rota serisi ikinci ve son kitabıyla, bu kez kararların daha keskin ama daha güç alındığı olay örgüsüyle sizlerle!

“Artık istesem de bir yere gidemem. Ama gitmek isteyen seni nasıl tutarım, bilmem.”

*

BÖLÜM 1

Eskiden sahilde sıcak mısır yerken dilimin acısının geçmesi için dilimi çıkarır ya da soğuk su içerdim. Soğuk su içtiğim an dişlerim sızlardı bu sefer de. O anlarda içimden bu acının geçmesini dilerdim.

En büyük acımı o zaman yaşadığımı sanıyordum.

Sonradan içimde yaşanan, burkulan ve sızlayan şeyler bana çok şey öğretti. Zamanla fiziksel acının belirli bir boyutu ve zamanı olduğunu anladım. Anladığım ve pratikte kanıtladığım başka bir şey ise ruh sızılarının, geçmişin izlerinin hiçbir kalıba sığmaması, zamanla geçmemesiydi.

Martın o günü ne vücudumdan ne de ruhumdan siliniyordu. Saçlarımın dibinde o sızı, burnumun ucunda o koku hâlâ vardı ve bu beni delirtiyordu.

Tıpkı gelen mesaj gibi…

+539 409 ****: Benden kurtulamazsın. Nakit paraya sıkıştım. Bu kadar hayırsız olamazsın, değil mi?

Güniz Işık: Dönem sonuna kadar sabırlı ol. Birincilikle bitirip sana bursumu göndereceğim.

+539 409 ****: Ne yapayım ben senin bursunu? Babandan istesene para!

Güniz Işık: İstemeyeceğim.

+539 409 ****: Pişman olursun.

Güniz Işık: Ben pişman olmam.

+539 409 ****: Göreceğiz.

“Güniz? Bir sorun mu var?” Babamın sesiyle irkilip başımı kaldırdığımda gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Şu an annemin attığı mesajları ona gösterirsem yapacağı ilk şey onu aramak olurdu. Belki de bunu yapmadan direkt istediği miktarı ve hesap numarasını sorardı. Babamın son zamanlarda yaptıkları beni oldukça şaşırtıyordu ve bundan sonra yapacaklarını kestirmek güçtü.

“Yok bir şey.”

Sorgulayıcı tavırla beni süzdü. “Öznur ya da Çağan seni rahatsız etmiyor, değil mi? Okuldan atıldıkları için öfkeli olabilirler.”

Öznur ve Çağan velilerin oy çokluğuyla okuldan atılmış, Alaca’ya transfer olmuşlardı. Bu Öznur’u ve ailesini öfkelendirmişti. Fakat Çağan onun aksine hak ettiği cezayı kabul etmiş, hiçbir şey söylemeden, itiraz etmeden gitmeye razı olmuştu.

“Hayır,” diye yanıtladım sorusunu. “Beni rahatsız etmedi ikisi de.”

“Peki, başka biri var mı sana sataşan?”

Kaşlarımı çatıp “Neden?” dedim. “Bana sataşan herkesi okuldan mı attıracaksın?”

“Kızım, bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorum. Neden bu kadar sert davranıyorsun bana? Çabaladığımı görmüyor musun?” Cidden, beni eskisi gibi kandırabileceğini mi sanıyordu? Yıllar önce beni arar, hazırlanmamı söylerdi. Şakıya şakıya hazırlanır, saçlarıma onlarca renkli toka takardım. Pencerenin önüne geçer, saatlerce beklerdim ama beni arayıp işinin çıktığını, gelemeyeceğini söylerdi. Saçlarımdan ağlayarak çıkarırdım o renkli tokaları. Yere atar ve çıplak ayaklarımla ezerek kırardım.

Güçlü olmayı da böyle öğrenmiştim zaten. Tokaların tabanlarımda bıraktığı acı, saçlarımın dibindeki sızıyla büyümüştüm ben.

“Bir şeyleri düzeltmek mi istiyorsun?” Başını beni hiç bekletmeden salladı. “Madem karını yaptıkları yüzünden boşayacak kadar babalık yapamıyorsun, hiç olmazsa bana bir ev al. Küçük, deniz manzaralı ve yüksek katta olsun.”

Gözleri irileşirken, “Bunu konuşmuştuk,” dedi hayret dolu bir sesle. “Buna hazır değilim.”

“Ben hazırım,” dedim kollarımı göğsümde kavuşturarak. “Tapusu senin üzerine olabilir. Üniversiteye kadar yaşayacağım zaten.”

Ben bir tek seni beklemeyi severdim, baba. Pencerenin önüne geçip seninle geçireceğim günü planlar, hayaller kurardım. Bazen gelirdin, bazen beni kandırırdın. Ben kimseye güvenmemeyi de seninle öğrendim, baba. Benimle değil, Efe’yle uyuduğun geceler yastığıma sarıldığımda anladım ne kadar acımasız bir dünyaya doğduğumu. Bir ihanetin meyvesi, bir günahın bedeliydim ben. Sen ve annem beni bu yükün altında bıraktınız ve geri çekilip bu yükle nasıl başa çıkacağımı izlediniz keyifle.

Pes etmedim.

Ve asla pes etmeyeceğim.

Bunu bekleyenlerin yanıldığını keyifle izleyeceğim. Güniz Işık sözü.

Babamın ağzını açmasına izin vermeden sandalyemi itip yemek masasından kalktığımda askıdaki paltomu alıp giydim ve şapkamla çantamı alarak dışarı çıktım. O sırada kapının önünde beni bekleyen Bulut’u fark etmem kısa bir süremi almıştı.

Yüzümdeki kara bulutlar bir anda beyazlığa büründüğünde ona doğru adımlar atmaya başladım. “Günaydın. Geleceğini bilmiyordum.”

“Günaydın,” dedi. “Şoförün olacağımı söylemiştim.” Göz kırptı. Yardım edin bana!

Arabasına bindiğimde hemen motoru çalıştırıp ısıtıcıyı açtı. “Sınavlara az kaldı. Yine konuşmayacak mıyız?”

“Aynen. Dikkatim dağılmasın.”

“Dikkatini dağıttığımı kabul ediyorsun yani?” Bana bakarak gaza bastığında yüzünde muzip ifadeye karşılık gözlerimi devirdim.

“Her şeyi de abart.”

Gözlerim etrafta gezinirken bir anda arkadaki büyük pakete ilişti. “Bu ne?”

“Sana aldım. Gözüme çarptı vitrinde. Hoşuna gideceğini düşündüm.”

Gözlerim parladı sevinçle. “Bana mı aldın?”

“Evet. Bakmak ister misin?”

Başımı hızlıca sallayıp arkaya doğru uzandım ve paketi alarak kucağıma yerleştirdim. Hevesle paketi açtığımda içinden çıkan çanta gözlerimin irice açılmasına neden olmuştu. Bu, üzerinde harita desenleri olan bir çantaydı! Hem de çok güzel bir sırt çantası…

“Bu…” Dilim tutuldu bir anda. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Babam haricinde kimse bu zamana kadar bana hediye vermemişti. Özel bir gün değildi, ortada hiçbir sebep yoktu ve o sırf hoşuma gideceğini düşündüğü için bana hediye almıştı. Kollarım istemsiz bir şekilde ona uzandığında boynuna sarılıp onu kendime doğru çektim. “Çok teşekkür ederim!”

Araba sarsıldığında, “Şu an ölsem umurumda olmaz,” dedi. Ardından arabayı kenara çekerek durdurdu. Kollarımı boynundan çekmek istediğim sırada buna izin vermedi ve o da bana sarıldı. “Mutlu ol sen hep. Lütfen… Kimse mutsuz edemesin seni.”

“Nasıl bildin?” Alnımı omzunun üzerine yaslayarak kirpiklerimdeki ıslaklığı montuna sildim çaktırmadan.

Nefesi boynuma çarparken “Söylesene, Gün. Sadece kırıldığında mı bana sarılıyorsun?” diye sordu. İlk kez ona sarıldığımda babamla tartışmıştım. Alaca Koleji’nde maçı kazanmıştık ve yanına gidip temas kuralını bir defalığına kaldırmamızı rica etmiştim.

Şimdi de babamla aramda geçen olay yüzünden mi ona sarılıyordum? Ben bu kadar bencil biri olamazdım. Bulut’u kendime yara bandı yapacak insan değildim. “Hayır,” diyerek dediklerini inkâr ettim. “Böyle düşünme.”

Burnumun ucunda kor alevler yandı, gözlerimde okyanuslar birikti. Omzunda hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tuttum o an. Bulut’a kendisini böyle hissettirmek iğrençti…

“Kırıldığında bana sarılman sorun değil.” Montunu sıktım parmaklarımla devam etmemesi adına. Ama beni umursamadı. “Bana sarılmasan da olur ama hiç incinmesin güzel ruhun.”

Omzuna vurdum öfkeyle. “Böyle konuşmayı kes! Sana içimden geldiği için sarıldım.”

“O zaman neden ağlıyorsun omzumda?”

Hıçkırdım bu sefer dayanamayarak. “Çünkü babamdan sonra ilk defa birisi bana hediye aldı. Hem de hiçbir sebep yokken.”

Elini saçlarımda hissettim ama irkilmedim. Bundan cesaret alarak parmaklarını açıkta olan saçlarıma daldırdı, nazik hareketlerle okşadı başımı. “En büyük sebep, varlığın.”

“Oyunumuz bittiğinde üzülmeni istemiyorum, Bulut.” Ani itirafım parmaklarının duraksamasına neden oldu.

“Ben oyun kelimesini her kullandığında üzülüyorum, Gün.”

“Sen başlattın bunu.”

“Sen bitireceksin.”

Dudaklarımdan firar eden hıçkırık eşliğinde, “Ne yapmamı bekliyorsun?” diye sordum. “Benden hoşlanmadığını bile söyledin! Hiçbir duygu beslemeyen birinin elini tutup oyunu gerçeğe dönüştürmemi mi bekliyorsun?”

Parmakları bir anda saçlarımdan çekildiğinde benden uzaklaştı. Boşluğa düştüğümü sandığım sırada her iki eliyle kollarımı tuttu ve ona odaklanmamı sağladı. “Aptal mısın sen? Yoksa saf mı? Masum olduğuna inanmasam beni kandırmaya çalışan sinsinin tekisin diye düşünürdüm.” Gözlerimin içine ezbere bildiği bir kitabı okuyormuş gibi baktı. “Bana öyle gözlerini belerterek bakma, Gün! Şu an sana sinirliyim ve yapacağım şeyden sorumlu değilim.”

Kaşlarım düz bir çizgi hâlini aldı. “Ne yaparsın?”

“Bunu!” dedi ve kafamı alarak kendisine doğru çekti, ısırdı.

“Oha!” Onu ittirmeye çalıştım ama ısırdığı yeri bu sefer öperek beni bozguna uğrattı. Avuçları yanaklarıma gömülüydü ve elleri çok sıkı olduğu için geri çekilemiyordum. “Öküz! Kafamı neden ısırdın?”

Yanaklarımı sıkıştırarak yüzünü yüzümün hizasına getirdi. “Şu tipe bak ya! Yanaklarını da ısırırsam sinirim geçecek gibi.”

“Sakın! Deneme bile! Ay, bıraksana beni! Kusacağım şimdi üzerine!”

Bu sefer onun gözleri irileşti. “Yanakların sıcakladı. Utandın mı sen?”

“Gebertirim seni Bulut! Bırak beni!”

Camı açtığım sırada gülerek arabayı çalıştırdı ve önüne döndü. Başımı dışarıya doğru uzatıp soğuk havanın yanaklarıma çarpmasına izin verdim. Tenimdeki ısının varlığını damarlarımda bile hissedebiliyordum. Onun yakınlığı, onun hareketlerine tüm hücrelerim neden tepki vermek zorundaydı? Ve dahası, neden bunun farkındaydı?

Okula kadar başımı içeriye sokmadım. En sonunda otoparka girdiğimizde arabayı park etmesine izin vermeden hızla araçtan indiğimde koşar adım okula girmiş, onu beklememiştim.

Okulun camdan kapısına vardığımda Nail’i fark etmem zor olmadı. Eğilerek kapıdaki görevlinin masasının altına girip bir şeyler yapıyordu. “Ne yapıyorsun?”

İrkilerek başını kaldırdı. “Haritacı! Gel, seni Cevher’le tanıştırayım.”

“Cevher mi?” Masanın altına doğru eğildiğimde simsiyah yavru bir kediyle karşılaştım. “Bu kedi nereden çıktı?”

“Yumurtadan çıkmadığı kesin.”

Gözlerimi kıstım. “Çok komik.”

Kediyi kucağına alarak ayaklandığında ben de doğruldum. “Sabah okulun bahçesinde buldum. Kafeteryada besledim, sonra okuldan çıkmak istemedi. Bizim kedimiz olsun mu? İsmini de bu yüzden Cevher koydum!”

“Lan! Benim soyadımı kara kediye mi verdin sen?”

“Uğur, senin kulakların da maşallahı var,” dedi Nail kediyi sevmeye devam ederken. “Hem ne var soyadını kediye verdiysem? Sanki başka aday mı vardı soyadını almak isteyen?”

“Hah!”

O sırada kedi Uğur’a bakarak miyavladığında Nail dil çıkardı. “Ebene miyavladı Uğur! Bak benden söylemesi, intikam köpek işidir, kara kediler bedel ödetir!”

Aşina olduğum ses, “Cinsiyetine baktın mı?” diye sorduğunda arkaya dönmemek için kendimi zor tuttum. Bulut ne zaman gelmişti?

“Nur topu gibi bir şehzademiz oldu, hünkarım.” Nail elindeki kediyi yanına varan Bulut’a doğru uzattı. Göz ucuyla bana bakarak “Ben erkek doğuracak. Yine erkek doğuracak. Hep yine erkek doğuracak. Hürrem ben olacak!” dedi ve çenesini dikleştirdi.

Bulut onun kafasına vurdu. “İki dakika ciddi ol!” Nail başını salladığında Bulut elini uzatarak kedinin başını okşadı şefkatle. Uğur da kediyi sevdiğinde istemsizce telefonumu çıkarıp onların fotoğrafını çektim.

“Aşkım, kaç saniyem kaldı?”

Hepsi güldüğünde benim dudaklarım da benden izinsiz bir şekilde kıvrıldı. Nail… Ben seninle ne yapacaktım? İsmini düşünmek bile yüzümü gülümsetmeye yetiyordu. Senin arkadaşlığına nasıl inanacaktım?

Gizem, “O ne be?” diye bağırarak Nail’in yanına geldi.

“Cevher Şehzade onun adı! Doğru konuş yoksa senin kelleni alırım, sinsirella!”

Uğur, “Sinsirella mı? Çok uydu!” diyerek Gizem’in saçını çekti.

“Pezevenkella da sana çok uyuyor, Uğur!” Gizem onun dizine sert bir tekme attığında Bulut aralarından sıyrılarak yanıma geldi.

Koridor bir anda sessizleştiğinde Vedat Bey’i görmemiz uzun sürmedi. Müdür bey ellerini sırtında birleştirmiş şekilde bize doğru adımladığında bakışları Nail’in kucağındaki kedideydi. “Bu ne?”

“Torununuz sayılır,” diyerek kediyi Vedat Bey’e doğru uzattı Nail. “İsmini Cevher koydum.”

Vedat Bey, “Benim soyadımın kedide ne işi var?” dedi tek kaşını kaldırarak. “Hem bu kedi nasıl girdi okula?”

“Kucağımda girdi, kafeteryada bir şeyler ısmarladım. Sonra buradaki kaloriferi sevdi diye…”

Nail, müdürün bakışları altında daha fazla sözlerine devam edemeyince bir adım öne çıktım. “Burada kalmasında ne sakınca var? Sıcak bir yere ihtiyacı var.”

Vedat Bey, “Güniz,” dedi iç geçirerek. Benim ve babamın karşısında olan mahcubiyeti konuşmasına dikkat etmesine neden oluyordu. “Aşılarını yaptırın o zaman. Ortalıkta dolanmasın! Havalar ısındığında gidecek!”

Hepimiz aynı anda, “Tamam!” diye bağırdık. Yüzünü buruşturdu ve kulaklarını ovarak yanımızdan uzaklaştı.

Benzer İçerikler

Alparslan

yakutlu

Güneşsiz Dünya

yakutlu

Düğün Birahanesi | Behçet Çelik

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy