Aklı Başında olan hiçbir insan, ömrünün üçte birini yastığa bağışlamaz.
Uyanış
Güneşin doğmasına tam bir saat vardı, Kendyn’in suratında ‘O’ akla zarar tokat patladığında. Cin çarpmış gibi fırladı yatağından. Yatağın ucunda iri yan garip bir adam gülümsüyordu Kendyn’e. Saçları çok tuhaftı. Her teli yaydan fırlamak üzere olan bir oka benziyordu. Elbisesi, kaplumbağanın bağasını andırıyordu. Ayakları ‘Yok’ denecek kadar küçük, elleri ise ‘Vaaar’ denecek kadar büyüktü. Şöyle ki, az önce Kendyn’in suratında patlayan tokat bu tuhaf adamın serçe parmağının marifetiydi. Tokadın etkisiyle neye uğradığını şaşıran Kendyn, kendine geldiğinde korkuyla karışık sordu:
Bana ne oldu?
Korkma, önemli bir şey yok! Sana On çarptı sadece!…
dedi koca elli, yok ayaklı adam. Bu cevap ürkütücü olduğu kadarda kışkırtıcıydı.
Cin mi? Ne Çin’i?
dedi Kendyn sinirli, şaşkın ve korkak bakışlarla… Sert kabuklu garip adam, küçük ayaklarını bir balerin kadar usta kullanıyor, havada adeta bir bıçağın ucunda döner gibi dönüyor, sonra birden duruyor ve tekrar konuşuyordu:
Ben Çin’im. Hani var ya, şu ‘Dile benden ne dilersen cini’ hah, işte o benim!
Şaşkındı Kendyn. Cin olduğunu söyleyen o acayip şey, konuşmaya devam etti:
Şimdi dile benden, ne dilersen. Tek hakkın var; ama öyle bir şey isteyeceksin ki bu, senin asla yapamayacağın bir şey olacak!
Kendyn rahatlamıştı. Çünkü bu birçok İnsanın zaman zaman olmasını beklediği o muhteşem teklifti; ama bir anda bütün iyi duyguları yerini, haklı olduğu iddiasını da barındıran, hırs kokan garip bir tavra bıraktı ve Kendyn, Cin’e şunları söyledi:
Cin mi? Ne Cin’i?
dedi Kendyn sinirli, şaşkın ve korkak bakışlarla… Sert kabuklu garip adam, küçük ayaklarını bir balerin kadar usta kullanıyor, havada adeta bir bıçağın ucunda döner gibi dönüyor, sonra birden duruyor ve tekrar konuşuyordu:
Ben Çin’im. Hani var ya, şu ‘Dile benden ne dilersen cini’ hah, İşte o benim!
Şaşkındı Kendyn. Cin olduğunu söyleyen o acayip
şey, konuşmaya devam etti:
Şimdi dile benden, ne dilersen. Tek hakkın var; ama öyle bir şey isteyeceksin ki bu. senin asla yapamayacağın bir şey olacak!
Kendyn rahatlamıştı. Çünkü bu birçok insanın zaman zaman olmasını beklediği o muhteşem teklifti; ama bir anda bütün iyi duygulan yerini, haklı olduğu iddiasını da barındıran, hırs kokan garip bir tavra bıraktı ve Kendyn, Cine şunları söyledi:
Benim bildiğim kadarıyla böyle durumlarda genelde üç hak verilir. Şimdi bu haksızlık olmuyor mu?
Cin’in bakışı değişti.
Az önce yoktum, şimdi varım. Şu anda hayatının fırsatı karşında duruyor ve sen benimle pazarlık ediyorsun. Ne acayip bir yaratıksın sen? Seninle tartışacak değilim. Tek hakkın var. Tekrar ediyorum: Eğer isteyeceğin şey senin yapabileceğin türdense hiç oyalama beni, yapmam, öyle ev, araba, para falan istemek yok bilesin.
Kendyn utandı, Çin’in bu sözleri karşısında mahcup bir alacaklı gibi kendini savundu:
Ama bana da hak ver! Sen geldin, beni uykumun en derin yerinde uyandırdın, sonra da onu İsteme, bunu isteme… diye bir yığın sınır koydun!
Cin ‘Bana ne’ der gibi bir tavırla:
Sen bilirsin. Gidiyorum o zaman!
Kendyn son anda oltadan kurtulmak üzere olan balığa bakan balıkçı kadar tedirgindi. Yerinden fırladı:
Dur dur dur… Bu benim için çok büyük bir fırsat. Kafam karıştı. Biraz düşünmeme izin ver lütfen!
diyerek usta bir insan manevrası yaptı. Bunun üzerine Cin geri döndü…
Kendyn düşünürken Cin de insanın doymazlığını ve hep daha fazlasını isterken ki utanmazlığını düşünüyordu… Kendyn sesli düşünmeyi tercih etti. Amacı Çin’in ağzından laf almak ve hata yapmamaktı.
Ev olmaz, araba olmaz, para olmaz… ‘Güç’ desem, eminim, o da olmaz. Ne istesem acaba?…
Cin ipucu verme taraftarı değildi; ama sanki yüzyıllardır içinde biriktirdiği bir sıkıntısı vardı da bu sıkıntısını önüne çıkan ilk insanla paylaşmayı bekliyordu.
Sizinle her karşılaştığımda aynı şeyleri İstiyorsunuz. Mep çok paranız olsun istiyorsunuz. ‘Bu kadar parayı ne yapacaksın?’ dediğimde de cevap veremiyorsunuz. Hiçbirinizin ideali yok! Şimdi ‘100 milyon doların olsa ne yapardın?’ diye sorsam, eminim, cevap veremezsin. Buna rağmen ‘para’ aklınıza gelen ilk şey oluyor her seferinde…
Kendyn maddi bir şey istememesi gerektiğini anlamıştı… Baba yadigarı kurmalı saatinin yıllar önce kaybolmuş anahtarını bulmuş gibi bir sevinçle sesini yükseltti:
Buldum… ömrümü uzat!
Cin hiç vakit kaybetmeden sordu Kendyn’e:
Sana bir ömür daha versem yeter mi?
Mavi çizgili pijamasıyla yerinden fırlayan Kendyn’ın sevinci görülmeye değerdi doğrusu:
Tabi ki yeter! Fazla bile gelir!
dedi. Cin yer değiştirdi odanın içinde ve sordu:
Emin misin? Kendyn fazlasıyla emindi.
Evet, elbette…
Cin koca elinin işaret parmağını kaşımak için sırtına uzatırken, ‘Üzgünüm’ demeye hazırlanıyor gibiydi.
Üzgünüm! Hakkını kaybettin. Yanlış hatırlamıyorsam, ‘Senin yapamayacağın bir şey iste!’ demiştim.
dedi. Neye uğradığını şaşırmıştı Kendyn.
Bir dakika yahu! Bu benim kesinlikle yapamayacağım bir şey. Anlamadın galiba, ömrümü uzatmandan bahsediyorum!
dedi. Cin, akşam yemeğinden sonra kahvesini yudumlamak üzere koltuğa kurulmuş, zevk yapmaya hazırlanan bir adam kadar rahattı. Sordu:
Kaç yaşındasın?
30
dedi Kendyn.
Yani 5
diye düzeltti Cin. ‘Bakalım İkinci sonunda nasıl zırvalayacaksın?’ diye düşünür gibi kafasını salladı ve ikinci soruya geçti:
İnsanlar ortalama kaç yıl yaşıyor?
Ğ0
dedi Kendyn.
Yani 10
diye düzeltti Cin. Kendyn bir matematik Öğretmeninin öğrencisine çıkıştığı gibi çıkıştı Çin’e.
Sen nasıl Cin’sin. Sağır mısın yoksa? 30 diyorum 5 diyorsun, 60 diyorum 10 diyorsun…
Cin, öğretmeninden yediği azara aldırış etmeyen asi bir öğrencinin ‘Benim sana ihtiyacım yok!’ İfadesini yüzünde toplayarak, kelimeleri eze eze Kendyn’e bir teklifte bulundu:
Cık cık ak Sağır falan değilim, sen hesap bilmiyorsun. İstersen gel beraber hesaplayalım.
Kendyn haklı olduğuna dair hiçbir şüphe taşımadan sessizce dinliyordu. Cin devam etti:
15 seneni çocukluğunda geçiriyorsun. Şimdi sorsam, bir şey hatırlamazsın. Yalan mı?
Doğru.
dedi Kendyn, bu hesabın nereye gittiğini kestiremeden.
15 seneni de gıvır zıvır İşlerle geçiriyorsun,
diye devam etti Cin. Kendyn ‘Nasıl yani, gıvır zıvır İşlerden neyi kasdediyorsun?’u soruyordu, kafasını 30 derecelik bir açıyla sağa doğru bükerek. Cin kaldığı yerden, hem de hızını hiç kesmeden konuşmasını sürdürdü:
Yani saçma sapan televizyon programları, sanal alemlerde garip arayışlar, işe yaramaz oyunlar, aptal saptal diyaloglar, sonuçsuz tartışmaları kasdediyorum. Etti 30.
Eee? dedi Kendyn.
Her gün 8 saatini de uykuda geçiriyorsun, günün üçte biri yani… Bu da yaşadığın 60 yılın 20 yılını uykuda geçirdiğin anlamına gelir. Az önce yalamadığın ya da yaşadığını zannettiğin 30 yılına bu 20 yılı da eklersek, eder 50. Toplam Ömrün 60 yıldı. Düş şimdi 60’tan 50’yi, bakalım ne kalıyor?
Cevap vermedi Kendyn. Çin’in bir an önce sonuca
gelmesini bekliyordu. Cin de sonuca geldi zaten,
10… Yani demek istiyorum ki sen topu topu 10 yıl yaşıyorsun, 60 yıllık ömründe. 30’a 5, 60’a 10 demem bundandı işte. Demek ki ben sağır değilim, sen hesap bilmiyorsun.
Çin’in söylediklerinin istediği şeyle bağlantısını anlayamamıştı Kendyn.
İyi de, bunun benim ömrümün uzamasıyla ne ilgisi var?
diye saf bir köylü çocuğu gibi sordu. Cin sanki bu soruyu bekliyormuş gibi anlatmaya başladı:
Hemen izah edeyim: Şimdi sen bütün sıradan insanlar gibi yapmayıp, 8 saat yerine günde 4 saat uyursan, her gün için 4 saat ek zaman kazanmış olursun. Bu da 60 yıllık ömründen tam 10 yıl toplar. O halde 60 yıl yaşadığını zannederken, yaşadığın 10 yıla, bu 10 yılı da eklersen toplamda 20 sene yaşamış olursun. Yani iki insan ömrü kadar…