Sakız Kızın Günleri | Sevim Ak


Sakız, sekiz yaşında bir kız çocuğu. Annesi, babası, kardeşi Nazlı ve Yusuf adını koyduğu semenderiyle bir ara sokaktaki apartman dairesinde yaşıyor. Üçüncü sınıfa gidiyor; evlerine en yakın okula. Babasının küçük bir şekerci dükkanı var. Sakız’ın bu dükkana gitmesi artık yasak. Çünkü çok şeker yemekten iki dişi sağlam kaldı; ötekilerin hepsi çürük. Utangaç bir kız Sakız. Konuşurken yüzü çelik gibi kızarır. Miniciktir. Ama boyunun kısalığından hiç yakınmaz. Sakız Kızın Günleri -okuyunca siz de göreceksiniz- çok neşeli geçer. Halası, bir gezi dönüşü, ona, aydan kopup dünyamıza düşmüş bir taş parçası getirir. Bu aytaşı ile Sakız Kız’ın neler yaptığını okuyunca gülmekten yerlere yatacaksınız. Hele Rüzgar Adam’la karşılaşması, ona ne renkli günler geçirtecek. Ya televizyonda izlediği ‘Unutulmayan Anılar’ programına yazıp gönderdiği o uyduruk öykü, başına ne işler açacak. Sevim Ak’ın yazdığı en keyifli kitaplardan biri. Behiç Ak da birçok resimle süsledi bu güzel kitabı.

SAKIZ VE AYTAŞI

Sakız’ın adını dedesinin dedesi koymuş. Dede, o zamanlar tam yüz yaşındaymış. Bir sözcüğü diline dolamayagörsûn, bırakmazmış kolay kolay. Torununun torunu doğduğu gün sakız sözünü diline dolamış.

“Sakız da sakız… Sakız da sakız…” demiş

Torunu, ‘sakız’ dedikçe bir sakız tıkmış dedesinin ağzına Ama fayda etmemiş… Dede ‘sakız’ diyor başka bir şey demiyormuş hâlâ.

Dedenin Oflu, parmağını şak diye şaklatmış.

“Buldum!” diye bağırmış. “Bebeğin adım Sakız koymamızı istiyor!”

Ailenin en yaşlısı ne derse o ad konurmuş doğan bebeklere.

Baba,

“Sakızzz,” diye üflemiş çocuğun kulağına.

Dedelerin dedesi susmuş. Bir daha da Sakız lafım ağzına almamış.

Sakız şimdi sekiz yaşında.

Annesi, babası, kardeşi Nazlı ve semenderi Yûsuf’la birlikte kentin ara sokaklarında, bir apartman dairesinde yaşıyor.

Babası dünyanın en tatlı işini yapıyor. Bir şekerci dükkânı işletiyor. Sivilce dökmüş gibi üstü pütürlü şekerlerden nohut şekerine, jelibonlardan vapur tutmasına iyi gelen şekerlere kadar her çeşit şeker var dükkânında.

Sakız, babasıyla dükkâna gitmeye bayılırdı. Ama artık dükkâna adım atması yasak. Şeker yemekten bir tek öndeki iki dişi sağlam şimdi. Ötekilerin hepsi çürük.

Annesi bir şirkette sekreter. Şirket deyince saçları dimdik dikilenlerden. Her sabah sürüne sürüne işe gider, akşam sürüne sürüne eve döner. Sakız, kafa dengi bir kardeşinin olmasını çok isterdi doğrusu. Kardeşiyle bacak bacak üstüne atıp sohbet etmeyi, bebeklere giysi dikmeyi, karşılıklı çiklet patlatmayı, uçurtma uçurmayı kim istemez! Nazlı, Sakız’a hiç yanaşmaz. Utangaçtır. Konuşurken yüzü çilek yemiş gibi kızarır. Perdenin arkasına gizlenir hep.

Semender Yusuf. Nazlı’dan daha enerjiktir. Fırt fırt dolaşır durur ovin içinde. Kitaplık raflarına, bibloların arasına, reçel kavanozlarının

Sakız üçüncü sınıfa gidiyor; evlerine en yakın okula.

Çalışkan değildir, ama okulu eğlenceli bulur. Boyunun kısalığı yüzünden on sırada oturmak birazcık canını sıskada. En önlerde oturanlar foyalarını gizleyemezler.

Boydan söz edilmesin, hemen yanaklarını lahana gibi şişirir. Eğilip minicik ayaklarına bakar

“Herkes adına benzemeye çalışırmış. Ben de benzedim işte.’” der. “Sakız gibi yere yapıştım; bir türlü uzay arıtıyorum. İki yılda iki santim uzamak da bir şey mi?”

Böyle konuştuğuna bakmayın. Aslında boyunun kısalığından o kadar da şikâyet değildir Arkasından borazan çalanlara,  ‘Bodur bücür!” diye bağıranlara bile sinirlenmez. Kulağına gelen sesleri tozmuş gibi üfler geçer.

“Boy da bir şey mi? Bir dizi ansiklopediye bakar boyun uzaması,” der üstüne üstlük.

Uzun boyun sırrının ansiklopedi ciltlerinde saklı olduğunu sandınız değil mi? Hayır… O geçenlerde Tarih Ansiklopedi si’nin yirmi cildini üst üste koymuş da babasının boyuna yetişmiş, onu anlatmak istiyor.

Merdiven, sandalye, büyücek bir saksı, bahasının alet kutusu istediği yere kolayca ulaştırır onu.

Yere yakın olmak hoşuna gider ayrıca.

“Yerde havalar nasıl?” diye soranlara, melodik bir sesle.

“Çok güzel.” diye yanıt verir. “Kaybettiğiniz bir şey olursa bana haber verin. Ne ararsam bulurum yerde… Gözlük camları, para. ayakkabı teki, diş… Geçen gün kardeşimin dişini buldum bahçede.”

Bir gözü yerdedir mutlaka. Yerde bulduğu para, çivi, düğme, tozbezi, çikolata kâğıdı, yaprak gibi şeyleri toplar eve getirir. Odasında her parçayı ince ince inceler. Neden bulduğu yerde olduğunu çözmeye çalışır. Her cismin içinde bir bilmece saklıdır ona göre. O bilmeceyi çözmezse içi rahat etmez. Gizlerini öğrendiği cisimleri arkadaşı gibi görür, atmaya kıyamaz. Annesiyle aralarında en koyu çıngar bu yüzden çıkar.

Evde yalnız olduğu zamanlar yerde emekleyerek gezer. Yere düşmüş şeyleri loplar, halıların altına, dolap aralarına, yatak altlarına bakar. Çekmeceleri, dikiş kutularını karıştırır.

Sakız için bir düğme bile çözülecek bir bilmecedir. Düğmeye bakar, kimin, hangi renk, ne model giysisinden düştüğünü bulmaya çalışır.

Kararını çoktan verdi bile.

Önce yerbilimci, sonra bulmaca şampiyonu,daha sonrada ünlü bir sinema oyuncusu olacak büyüyünce

Sakız okula her gün gider Servis arabasıyla değil, yürüyerek gider.

Ama nedense bu sabah canı okula gitmek istemedi.

Erkenden anne babasıyla birlikte yataktan kalktı Kahvaltısını yaptı, okul giysilerini giydi. Kapıdan çıkıp okula doğru yürüdü de. Ama okula gitmedi.

Yaşlı çınarın gerisine saklandı. Herkes evi terk ettikten sonra aralık bıraktığı pencereden içeri girdi

Bu kez ne çekmecelerle, ne de dikiş kutularıyla ilgilendi. Anne babasının yatak odasındaki gardrobun kapağını açtı. Kendini içeri hapsetti

Sakız, kılıktan kılığa girmeye de bayılır. Ama önce ne kılığına gireceğini tasarlarken kendini gardrobun askılığına asar. Neden mi? Böylelikle bir taşla iki kuş vurabiliyor da ondan. Adına benzeyecek ya…

“Sakızı çeksen uzamaz mı? Askılıktan aşağı çekildikçe benim de uzamayacağımı kim söyleyebilir?” diye düşünür.

Sakız, gardroptan paldır küldür dışarı çıktı; babasının çizgili şortu, deniz mavisi ceketiyle. Saçından bir parça kesti. İki damla uhu ile dudağının üstüne yapıştırdı.

Babasının hakem düdüğünü tam boynuna takmıştı ki, aynada tanıdık bir yüz gördü. Canhıraş bir sesle bağıran bir yüz…

Benzer İçerikler

Hikâyeler

yakutlu

Magistra Üç.. İki.. Bil artık!

yakutlu

Kip Kardeşler (Ünlü Çocuk Romanları – 4) | Jules Verne

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy