Türkiye’nin gerçek efendileri kim, nerede, nasıl toplanıyor, bu kitapta okuyacaksınız…
Ankara-İstanbul yolunun 67. kilometresinde ne var? Hilalin dalgalanmasını engelleyen gizli efendinin adı nerede saklı?..
ŞATO gizli devletin şifrelerini birer birer gözümüzün önüne seriyor ve cesaretle, bir ülkenin kaderinin nasıl çizildiğini deşifre ediyor.
Ergün Diler, Özdemir Sabancı Suikastı’nın perde arkasında gelişen olayları kurgusal bir üslupla anlatıyor ve yorumu size bırakıyor.
Derin devlet üzerine pek çok kitap yazıldı ama ŞATO gerçek derin devleti bulacağınız tek kitap.
İsrail Büyükelçiliği o sabah uzun uzun çalan telefonla uyandı. Duvarlara çarpıp dağılan zil sesi bir türlü dinmek bilmiyordu. Mordecai Ardon’un Kudüs tepelerini çizdiği tablolarla bezenmiş salon, az sonra tarihi bir konuşmaya tanıklık edecekti.
Kararlı adımlarla telefona yaklaşan Sara heyecanını saklamaya çalışan kontrollü bir sesle “Günaydın,” dedi. Genç kadın birkaç saniye sonra telefonun ahizesini kuğu kadar zarif boynuna dayayıp kolları ahşap, pembe gül desenli koltuğa kendini hafifçe bıraktı. Konuşma uzadıkça giderek ifadesiz bir hal alan gri gözleri masanın hemen karşısındaki Ardon’un La Reselle poıır Rikuda’sındaki güneşe kilitlendi. Sadece dinliyordu. Bazen başını ayak uçlarını görecek kadar eğerek, “Evet,” diyordu.
Soluğu sıklaşmaya başlamıştı. Boynundaki futan sol elinin iki parmağıyla çözüp yere bıraktı. İpek fular masanın ayaklarının dibine düşerken Sara’nın içini titreten konuşma da son buldu.
Derin derin nefes aldıktan sonra, “Kendimi toparlamalıyım,” diyerek on iki yıldır yanından ayırmadığı Kalmann’dan bir kahve istedi. Hamburg’dan beri genç kadına eşlik eden sapsarı uzun saçlı, kaşsız, beyaz tenli Alman büyümüş göz bebekleriyle şaşkınlığını gizlemeye gerek duymadan, “Eminmisiniz hanımefendi. Bitki çayınızı istemiyor musunuz?” diye sordu.
Kısa bir sessizlikten sonra Kalmann’ı duymadığı belli olan Sara, “Bir an önce kahvemi getirip aracımın hazırlanmasını sağlar mısım?” diyerek hızla özel eşyalarının bulunduğu odaya girdi.
Dun teslim edilen “Secret” ibareli san zarftaki flash disc’i alarak sadece kendisinin parmak iziyle akıtabilen özel yapım siyah deri çantanın içine koydu. Çantanın kapanıp kapanmadığım kontrol ettikten sonra eteğini kaldırıp anî bir hareketle kül rengi ince çoraptan kurtuldu. Üç kapılı gardırobundan siyah bir etek-ceket takım çıkararak heykel kadar güzel olan vücuduna geçirdi. Son kez aynaya baktıktan sonra kapıyı açtı ve Kalmann’la burun buruna geldi. Kahveyi alıp bir yudum içti. Sanki omzundaki bütün yük yok olup gitmişti.
Kahve kokusu salonu sardığında 06 İS 1948 plakalı özel araç çıkıştaki elektrik yüklü demir kapıya doğru yönelmişti
Sara, yirmi dakika sonra Gaziosmanpaşa yakınlarındaki bir caminin önünde aracı durdurdu. Takip edilip edilmediğini kendisine has bir yöntemle kontrol ettikten sonra hızlı adımlarla tuvalete doğru yürüdü. Bir kat aşağı indikten sonra erkeklerin kullandığı bolüme yöneldi. Tam bu sırada. “Hanım kızım siz bu tarafa.” diye kendisini uyaran ihtiyar görevliyle karşılaştı. Kendisine bu söylenmemişti. Sürpriz birinin varlığından rahatsız oldu. Çok fazla düşünmeye gerek yoktu Çantasından çıkardığı Desert Eagle’ını yaşlı adamın üzerine boşalttı. Tanık istemiyordu. “Ardında tanık bırakan, sonunu hazırlar,” diye düşünürdü. Yaşlı adamın cesedini boş bir kabinin içine çekip çuval gibi fırlattı. Daha sonra hiçbir şey olmamışçasına en yakınındaki kapının önüne geldi. Nabzının normale dönmesini bekledikten sonra sağ elinin orta parmağını bir flamingonun boynu gibi bükerek iki kez tıklattı.
Son bir kez daha kimsenin olmadığından emin olmak istedi. Sessizce durup etrafa kulak kabarttı. Her şey yolundaydı. Silahını çantasına koymaya çalışırken tuvaletteki kişi Sara’yi yakaladığı gibi içeri çekti. Bu kadar hızlı hareket eden adamın karşısında ne yapacağını şaşırmıştı.
“Cinayet yoktu,” diye söze girdi siyah şapkalı adam. Sara, adamın bakışlarını yakalamaya çalışırken, “Adım Sami ama herkes Ağacım der,” diye kendini tanıttı. Çok fazla zamanlarının olmadığını söyledikten sonra elini uzattı.
Genç kadın karşısındakinin parfümünden etkilendiğini belli etmeden flash disc’i çantasından çıkardı. Adam numaralı gözlüklerinin arkasından gri gözlerle son kez buluşup, “Umarım daha uygun şartlarda görüşürüz,” dedi ve hızla tuvalet kabinini terk etti. Birazdan ortalığın polis kaynayacağını bilen Sara da son kez etrafa baktıktan sonra çıkıp kendisini bekleyen araca bindi. Arka kolluktan öne doğru uzanarak CD çaların tuşuna bastı. Başını koltuğa yaslayarak gözlerini kapadı, Hyden’ın Veda Senfonisi ruhunun derinliklerine doğru akıyordu. Çok huzurluydu, ilk adımı başarıyla atmıştı. Hatifçe dudaklarını oynattı: “Büyükelçiliğe geri donuyoruz.”
Birkaç dakika süren rüya, şoförün, “Sanırım takip ediliyoruz,” uyarısıyla bıçak gibi kesildi. Yerinden sıçrayan kadın hemen elini çantasına attı. Bir eliyle silahını alarak yanına koydu. Diğer eliyle de çıkardığı makyaj aynasından arkadaki aracın içine göz attı. Türk istihbaratından üç kişinin mesafeli bir şekilde kendilerini izlediğini anladı. Şoföre Karum istikametine gitmesini söyledi. Ardından elindeki çağrı cihazıyla “t3 numaralı kod” mesajını gönderdi.
Birkaç dakika sonra Ankara’nın en işlek caddelerinden birindeydiler. Mesai başlamış, ortalık adeta insan kaynıyordu, “İlk sola sap,” diye şoförü uyardı Sara. Hastane kavşağına geldiklerinde, “Sarıda sakın geçme, kırmızıyı bekle,” komutuyla araç yavaşladı. Bu arada nereden geldiği belli olmayan motosikletli iki kişi büyükelçilik aracıyla Türklerin bulunduğu beyaz Renault’nun arasına girdi. Yeşil ışığın yanmasına 3,s saniye kala motosikletteki alıcının ikaz ışığı yandı.
Yamaha’yı kullanan erkek başındaki kaskı çıkararak indi. Arkadaki araca adres sorma bahanesiyle yaklaştı. Dik katlerini yeşil deri takım giymiş adama yönelten üç Türk motosikletin arkasında oturan genç sarışın kadının aracın arkasına dolandığını fark etmedi. Kahverengi çizgili takım elbise giyen sürücü ön camı açıp gelmesini beklediği soruya cevap vermeye hazırlanırken arkadan kurşun yağmaya baş ladı. Ceketinin altından Uzi’sini çıkaran sarışın, birkaç saniye içinde aracı kan gölüne çevirdi. Dikiz aynasından infazı izleyen Sara yavaşça gülümsedi ve tekrar gözlerini kapatıp “Artık gidebiliriz,” dedi.
Kırmızı şövalye desenli kapı hızla açıldı. Sara araçtan inip sert adımlarla merdivenleri çıktı. Kimseyle konuşmadan odasına gidip çantasını özel kasasına koydu. Yeni şifre olarak MOSSAD kimlik numarası olan 135790’ı tersinden girdi.
“Her şeyi değiştir,” ilkesiyle hareket eden Sara bazen kendine bile güvenmiyordu. “Kontrol et, İlerle ve yok et.” Hep böyle yapmıştı ve bundan sonra da bu asla değişmeyecekti.
Yüzünü yıkayıp saçlarını toplayan genç kadın ellerini diri vücudunda gezdirdi. Bir an, bir buçuk yıl geçirdiği Mallorca sahillerinde olmak, deniz ve güneşle dans etmek istedi. Ancak bunun imkânsız olduğunu biliyordu.
Kapıyı çekip çıktı. Büyük salona geçti. İki kollu ahşap koltuğun uç kısmına oturdu. Rahat değildi. Arkasında 4 ceset bırakmıştı. Telefona sarılıp 121-121’i çevirdi.
Ahizeyi kalbine götürüp Tanrım benimle ol,” diye dua etti. Sonra kaldırıp sol kulağına dayadı. Karşıdaki ses, “Ulaştı mı?” diye sordu. Derin derin nefes alan Sara, “Evet tam istediğiniz gibi,” diye cevap verdi. Bir sessizlik oldu. Alo. dememek İçin kendini zor tuttu. Nabzı giderek hızlanıyordu. Ama sakin olması gerektiğini biliyordu. Genç bir kızken öğretilmişti, “Kontrol sende değilse, sen kontroldesin.”
Telefonun ucundaki ses, “Bir süre ortalarda görünme. Hiçbir davete katılma,” dedi ve ekledi, “Bir bellek için dört ölü faz1a değil mi?”
Kendini savunmasının faydası yoktu. Bunu biliyordu “Görgü tanığı bırakmak İstemedim.” dedi alçak bir sesle. Tam ikinci cümlesine başlayacakken, Türkler üç ölüyü kaldıramazlar,” sözleri karşısında sessizliğini kurudu Aklından binlerce kelime geçiyordu. Ama hangisinin doğru olduğunu bulmakta zorlanıyordu. Terlemeye başladı.
Yutkundu, Ahizeyle kulağına bastırdığını fark etti. Tam geri çekmek isterken duyduğu, “Sen bizim için çok özelsin,” sözleriyle adeta yeniden doğdu.
Telefonu usulca yerine koydu. Çığlık atmak isledi. Bunun aptalca olduğunu düşündü. Eğildi. Eşinin ölmeden önce kendisine hediye ettiği fuları yerden aldı. Kokladı.
Salonun ortasında diz çökerek, “Senin intikamını alacağım.” diye yemin etti.