Sebastian Knight – Bir Endülüs Hikâyesi

Tıpkı meçhul yazar Sebastian Knight gibi onlar da, bütün deneyselliklerin tükendiği noktada kopyaların labirentinde bir çıkış yolu arıyordu. Yazının artık tek başına var olmayacağı savıyla, yazılanlara bir de renklerin ve seslerin dünyasından bakılsın istediler. Sayfaların arasından sözlerin kendi müziğini göstermeyi, sonsuz kırmızı dairelerin dönendiği bir pencereye Carlos’un, Frieda’nın, Alicia’nın ve Barış’ın aşklarını sığıştırmayı. Gırnata’nın eski otellerinde cante jondo çalarken size 1500’lerden kalan mektupları okumayı, o kayıp Endülüs kuşağının resmini göstermeyi… derken hepimizi bir karelik filmin, bu oyunun gizli kahramanları yapmayı… Tıpkı matematikte sonsuza uzayan denklemler gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyor böyle bakınca. Belki de, insanın düşünmekten usandığı bir aşkınlık noktası bu. Toprağa dönme anı gibi. Neandertal serüvenin ya da bütün “evren, bir” hikâyelerinin başlangıcına dönme arzusu gibi. Mağaralara yapılan ilk resmin arayışıyla; bir metin bir resim olabilir, bir film bir müzik ve bir kitap bir hiç…

“Şimdi bile gürbüz bir narı avuçluyorum. Bir kenarı çürük bir nar, sizin hikâyeniz benimkinin bittiği yerde başlıyor…”

***

Elçin’e ve anneme…
– Onlar olmasaydı hiçbiri olmazdı.

GİRİŞ, OTEL ya da OKUMA DENEMESİ

“Bir resim duruyor karşımda. Hayatın böyle bir resimle başladığını öne sürebilirim. Hangi otel odasında doğacağınızın, size hangi resimlerin sunulacağının bir garantisi yok. Hayatın başladığı yer olmalı otelin adı. Adı… Masanın garip ışığı resmi tekil bir varoluşa sürüklüyor. Ben yokum burada artık. Müzik… Ve perde…” (S. K. Bir Endülüs Hikâyesi, s. 137)

Bu otelin gedikli müşterilerinin beni sevmesi ilginç. Hatta garip. Çünkü ne eğlencelerine katılıyor, ne coşup konuşmaya başladıklarında onları diğer kuklalar gibi alkışlıyorum. Köhne lobiye mıhlanıp, insanı nefret ettirircesine sigara içiyorlar. Geçen gün merdivenlerde karşılaştığım biri odama girerken beni hiç görmediğini söyledi. Gözetleme huyları da var. Göremezler ama, çünkü onların yaşadığı saatte ben ölüyorum (ha ha ya!). Buna rağmen beni niye severler anlamam. Bir gölge gibi gezdiğimden olsa gerek, onları umursamadığımdan. Koridorum bana yeter. Uzun, hiç bitmeyen bir tünel. Oteli buradan izlemek en iyisi. Beni hep birşeyler karalarken gördüklerinden yanıma ilişmezler. Çok cahiller, çok. Sorsan üç romanın adını sayamazlar. O nedenle roman yazıyorum dedin mi iş biter. Seni bir bok sanırlar. İçer içer sızarlar lobide. Bazen de etraflarında saldıracak birini ararlar. Salaktır çoğu. Bazısı da kurnazdır salak numarası yapar. İşte onlar, hiç ilişemez yanıma. Beni gördüklerinde yollarını değiştirirler.

İlginç bir müdürü var bu otelin. Bazı geceler odana çekilip çekilmediğini kontrol eder. Geceleri bir tek banyosundan korkarım. Büyük, geniş bir hamam. Manastırmış bina eskiden ve başrahip gayrı meşru çocuğunu gömmüş banyoya. Müşterilerin çoğu bebeği ağlarken duyar. Korkarım. Su sesi de bu yüzden sinirime dokunur. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Şıp şıp… Su bir itfaiye hortumundan akıyor. Çok soğuk koridor, üstelik dizimdeki battaniye de yetmiyor.

“Kaderi göçlerle belirlenen topraklarda doğdum. Kıtanın bir ucundan diğerine göç dalgası her çağa damgasını vurdu. Kanımdaki gizli şifrenin emrine uydum bir gün. Gittim.” (S.K. Bir Endülüs Hikâyesi- s. 49)

… Sebastian Knight. Aslen Strasbourglu olduğu sanılan yazar, ilk romanını uzunca yıllar kapalı kaldığı akıl hastanesinde yazmış. Bildiğimiz kadarıyla bir kez bile İspanya’ya gitmemiş. Oysa Endülüs Hikâyesi, İspanya’yı temel alan bir roman. Otel adları, sokaklar ve atmosfer tastamam verilmiş.

Romanın önsözünde S.K., öğrenciliğini İspanya’da geçirdiğinden söz eder. Akciğerleri iltihaplanmış, uzun süre yatmış, kitabı bu sırada yazmıştır. Metin, bir İspanyol arkadaşının anlatımlarına dayanır, ancak “ne kadarı gerçek ne kadarı kurgudur,” S.K. da tam olarak bilemez.

Öte yandan, metin, C.K. adında Santanderli bir yazarın anlatımlarıyla başlar. C.K., okuduğumuz metnin yer yer anlatıcısı, ana kişisi, kurgunun neredeyse merkezidir.

Kitabın yayıncısının da önsözünü unutmamak gerek. İzmir’de reklamcılıkla geçimini sağlayan bu kişinin yayın dünyasında nüfuzlu tanıdıkları vardır. Adresine gönderilen İspanyolca elyazmasını aradan uzun yıllar geçtikten sonra telif hakkı saklı kalmak kaydıyla tercüme ettirip yayınlatmaya karar vermiştir ve yazarı tanımamaktadır.

Sebastian Knight’ın bu kurgusu yeterince ustalıklı değildir. Herkes bu meçhul reklamcının kurgu icabı uydurulan biri olduğunu anlar. Ayrıca yazar, C.K. karakteriyle arasına yeterince mesafe koymadığını okura özellikle hissettirmek ister. Öyle ki kitabın ilerleyen sayfalarında okur kimin S.K. kimin C.K. olduğunu iyiden iyiye karıştırmaya başlar. Asıl yazar ta başta S.K. olarak ilan edilmesine karşın C.K. okura daha sahici gelir.

Bütün bu karışıklık yetmezmiş gibi, romanın son bölümüne doğru “Bir metin yazdım tersten de okunabilir,” diyen Sicilyalı Cuertas karşımıza çıkar.

C.K. “yolcu” kimliğini öne çıkaran bir karakterdir. Yolculuğuna temel olan “arayışı”, arka planda tarihî olaylarla ve gizemli bir hikâyeyle beslenir. C.K.’nın arayışıyla en çok örtüşen mekân, baştan sona otel olacaktır kuşkusuz.

C.K., arayışın ütopya olduğunu bile bile kalkışmıştır bu işe. “Hastalıklı melankoli”sine bir ara vermiştir. Otel, ölümden önce konakladığı araf’tır. C.K. alışıldık çizgiyi tersine çevirir ve otel —> dışarısı —> intihar  hattını izler. Hayatını sürdürdüğü otelden çıkışı bir yeniden doğum gibidir. Bu hat başından sonuna sürekli hissettirilir. Okur roman boyunca C.K.’nın hep hastalıktan öleceğini bekler, ima edilen bu intihar söylemine karşın. Öte yandan C.K.’nın sonu meçhuldür.

Çok düşündüm bütün odalar neden bu kadar birbirine benzemek zorunda diye. Hep beyaz. Hep aynı hijyen kokusu. Şu tabloyu tutup yerinden oynatsam yarın gelir düzeltirler. Hep bir yere bir yerden bir şekilde bakma zorunluluğu. Saptanmış anlar.

Kaçıp gitmek de çözüm değil. Ha bu koridor ha öbürü. Yıllar oldu aynı oteldeyim. Bazıları bir modayı yerine getirir gibi inatla her ay her yıl göçüyor. Alışmışlar bir kere, kanlarında var.

İşte yine o kadın. İki oda ötemde sinir krizi geçiriyor. Patlayacak kulaklarım. Tam kahvenizi yudumlamak üzereyken tepeden tırnağa ürperten bu çığlık. Madem evini özledin git. Delirtiyor bu müşteriler beni. Zorla ben davet etmişim onları sanki. Ya bağırır edepsizlik yaparlar ya da sorun çıkarırlar durmadan. Bir gün yemeği beğenmez aşçıyı döverler. Hiç unutmam aşçısız kaldığımız patatese talim haftalarını. Ertesi gün resepsiyondakini asık suratlı diye aşağılarlar. Bir de oteli evi sananlar var. Merdivenlere bir babalarının fotoğraflarını asmadıkları kalır. Akşamınıza sabahınıza tecavüz ederler. Laf aramızda burası İgnsos’tan beter bir yer.

Yazar C.K. karakteri, İspanya’da engizisyon döneminde yapılan yağlıboya bir tablodaki dört kişinin soyağacını takip ederek, tablonun tıpkıbasımını bu soydan gelen kişilere ulaştırmak istemektedir. Yüzyıllar önce yaşamış bu dört kişiye ilişkin başka bilgiler de vardır elinde. İki önemli motif etrafında dönen olayların ve anlatımın ana mekânı otellerdir. C.K. araştırmasını gerçekleştirirken Sevilla, Kurtuba ve Gırnata’da turistlerin uğramadığı arka sokak otellerde konaklar. Buralar geçmişten günümüze neredeyse oldukları gibi kalmıştır. C.K.’nın tarih duyarlılığı yaşadığı zamanla bağlarını koparmasına neden olacak denli yoğundur. Oteller, onu kentin günlük atmosferinden uzaklaştırır. Peşine düştüğü ‘kayıp ruhlar’a daha çok yaklaştırır. C.K., son derece karanlık Hotel Del Sol’un odasından Gırnata’nın daracık sokağına bakarken, “şimdi bile gürbüz bir narı avuçluyorum,” diye yazar. “Bir kenarı çürük, bir kenarı hâlâ nar. Sizin hikâyeniz benimkinin bittiği yerde başlıyor.” (S.K. Bir Endülüs Hikâyesi, s. 50)

… Neredeyse evimi özledim diyeceğim. O kadar sıkıldım artık. Bir evi olmayan, nerede doğduğunu bilmeyen ben bile. Her gün yeni bir şey çıkartıyorlar. Odamı karıştırmış birileri ben yokken. Yazılarımı paltomun cebinde taşıyorum artık. Yemek dağıtılırken yine kavga çıktı dün. Sigaraya başladım yeniden. Eskiden otelde kalmanın bir adabı vardı. Şimdi burada bile rahat yok. Kardeşim geldi geçen hafta. Bahçeli bir başka otel bulmuş bana. Gidebilirmişim. Bakalım, iyi olur.

Romanın diğer kahramanlarının başından geçen en önemli olayların da mekânı oteldir.

– C.K. aradığı kişilerden birini Rodos’ta bir akıl hastanesinde bulur. Kısa sürede C.K.’ya aşık olan Alicia adlı kadın, romanın ortalarına doğru yıllardır kaldığı akıl hastanesinden çıkarak C.K. ile birlikte İspanya’ya gidecek ve Sevilla’da kaldığı otel odasında alkol komasından ölecektir.

– İspanya iç savaşının yarattığı bir prototip olarak karşımıza çıkan Barcelonalı Carlos, Frieda’yla ilk kez bir otelde sevişir ve geçirdiği bir sinir krizi sonrası, C.K.’nın otel odasında bizi iç savaş yıllarının İspanya’sına götürür. Yazar keskin tanımlar yapmaz burada ancak mekân olarak otel bir kişisel müze gibidir.

– C.K., İzmir Karşıyaka’da kaldığı otelde bir sabah kan ter içinde uyanır. Birkaç yıl önce ölen sevgilisi Marcel’i düşünde görmüştür. Otel yatağının tepesinde asılı duran resim ona Marcel’in karısını anımsatmıştır.

– İspanya’ya gezmek için gelen Murcia, C.K.’yı kaldığı otel odasında turistler için satılan puantiyeli flamenko kostümüyle ziyaret eder. Bu Yunanlı gazeteci, Alicia’nın kardeşi, isterik bir karakter ve mutsuz bir evli kadındır.

– Kitabın her bölümünde araya girerek hastalığından söz eden “italik karakter” otel ortamıyla neredeyse özdeşleşmiş gibidir.

– C.K. otel odasında geçirdiği şiddetli öksürük nöbetlerinden birinin sonunda, cebine rastgele koyduğu mendili çıkarır. Mendil onu aylardır aradığı büyük ipucuna ulaştıracaktır. Araştırmasıyla ilgili tüm belgeler otel odasının zeminine serilmiştir. Engizisyon dönemine ait bazı mektuplaşmaların aktarıldığı bu bölümde yazar, otel odasını bir tarih makinesine dönüştürür. C.K.’nın yerini başkaları alır. Sararmış sayfaların arasından yorgun bir portre belirir. Sahne aynıdır, aynı ceviz masanın üzerine eğilmiş meraklı, melankolik, kayıp bir ruh tasviri…

Biliyordum zaten. Söylememiş miydim. Gitmek anlamsız. Göçmek anlamsız diye. Gelir gelmez baş ağrıtan bir yığın ayrıntı… Her yeni mekân bir yeni kurallar imparatorluğu. Sağlık testleri. Delik deşik olmuş kolumda kan alacak bir yeri buldular yine. Bahçesine diyecek yok ama. Bir de kedilerine. İki ayda bir çuvala doldurup atıyorlar dışarı. Müşteriler tüy kapmasın diye. Ne direngen bir nesil büyümüşse artık burada. Ufaraklar gelemiyor da sayıyorum çoğu dönüyor. Patik, Çori, Marlene, büyük teyzeleri Şiba ve Pesil. Ben de besliyorum inadına. Yavrularına bakıyorum. Kızıyorlar ama laf da edemiyorlar. İşte anlamadığım bir şey daha. Resmen çekiniyor bunlar benden. Yaşlandım ben belli ki, oteller artık yoruyor. Suratlar değişse ayrı, değişmese ayrı dert. Buranın koridoru yok. Tünelimi kaybettim yani. Geleli de yazmaz oldum. Ellerim paslanacak. Cahilin de cahili varmış meğer. Bunlara roman yazıyorum dedin mi, “Ben de,” diye atılıveriyorlar. Birisi sahiden durmadan yazıyor, uzun ojeli tırnaklarıyla sıkıca kavradığı kaleme bakıp tiksiniyorum, çizgili bir defterde iğrenç ayrık ilkokul yazısı. Zaten yemekten midir bilmem başım dönüyor geceleri.

Bir de şu müdür. Israrla bana Cuertas diyor. Sonunda dayanamadım ağzıma geleni saydım. Zor ayırdılar. Efendim insan niye adını inkâr eder. Söylemesi kolay tabii. Sizin Cuertas’ınızı hiç öldürmediler.

Bir de cümle takıldı aklıma. Her gece pirinç karyolanın topuzu gibi kafama inip kalkıyor. “Fakat o bütünün gerçekte ne olduğunu kim kesin olarak bilebilir fakat o bütünün fakat o fakatkatt…”

Benzer İçerikler

Nükleer Darbe

yakutlu

Incarceron – Catherine Fisher – Online Kitap Oku

yakutlu

Yaşanmamış Maceralar Atlası | Aydın Hanif

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy