Sibop | Başar Başarır | Birazoku


Aslı, galiba ben kendimi evliliğe hazır hissetmiyodum. Geçen hafta evlendik mi gerçekten biz? Nikâh memuru inandı mı gerçekten, sözüme güvendi mi? Kara kaplı deftere atılmış öcü imzadan söz etmiyorum ben Aslı. Kimse ciddiye almaz ki beni… Seninle yaşlanmak istiyorum ama yaslanmak istemiyorum. Hem ne suçum var ki benim? Öyle köşemde saksı gibi duruyodum ben. Günün birini bekliyordum. Sen istedin. Geldin sen bulaştın bana.

Sibop, kendi deyimiyle “acemi kolpacı” Orhan’ın romanı. Doğma büyüme Cihangirli Orhan, hukuk tahsili yapmış. Girdiği işlerde pek tutunamamış, ailesinin gözünden bile düşmüş. Kimse tarafından yüzüne bakılmayan biri. Öyle ki, adı “sibop”a çıkmış. Ama bir gün Orhan’ın yüzüne bakan bir kız çıkıyor ve roman başlıyor. Başar Başarır’ın bu sürükleyici, inandırıcı, azmettirici romanının öne çıkan yanı dili olabilir; bir solukta, Türkçenin tadına vara vara okuyacağınız Orhan’ın hikâyesini çok seveceksiniz.

Dostluğa dair:

Bir kuru ricaya binaen bu pöstekiyi benimle birlikte sayan, hiç yerinmeden bana “sonuna kadar” destek olan değerli dostlarım Akın Kurt, Altay Yüceyaltırık, Aybek Korugan, Cumhur Erkut, Eda Günay, Gülden Öztunç, Hikmet Hükümenoğlu, Işıl Özgüner, Oktay Demir, Omca Korugan ve Levent Yılmaz’a teşekkürü borç bilirim. En büyük eziyetimi (yine) sevgili karım Deniz Y. Başarır’a sakladım. Yazdığım üç yıl boyunca benden çok çekti. Uykusuz gecelerime eşlik etti, sayıklamalarıma katlandı. Yazının büyüsüne kapılıp kaybolduğumda elimden tutup karayı o gösterdi. Tıkandığımda destek oldu. Bu süre zarfında bütün aksiliklerimi, inadımı, çokbilmişliklerimi, kabalıklarımı hep ona ayırdım; hayatından çaldım. Şimdi ne yapsam, ne desem hakkını ödeyemem.

İçindekiler

Kaktüs …………………………………………………………………….17
Kerim Uluğ ……………………………………………………………..22
Orhannn …………………………………………………………………29
Aslı Ülkeye Muğlak Döner …………………………………………44
Tehdidinizle İlgilenmiyorum ………………………………………48
Musandıralı Ev …………………………………………………………55
Kimselere Görünmeyen Hayalet …………………………………60
Bazen Çekeceksin Bazen Sallayacaksın …………………………68
Lale ………………………………………………………………………..72
Bal Vermeyen Arıdan ………………………………………………..78
Evli Radikaller …………………………………………………………86
Ve Kerim Uluğ Çıkar …………………………………………………94
Vietnam Gibi Hatun …………………………………………………99
Yosunlar İnşaat ……………………………………………………….103
Vegan Vegan …………………………………………………………..110
Oyuncu Karısı Sevtap ……………………………………………..119
Aslı: Yarasa …………………………………………………………….122
Sami Abi ……………………………………………………………….124
Necip Tekbulut Yazıyor ……………………………………………132
Kampanya ……………………………………………………………..134
Ayrıkotu ………………………………………………………………..139
Vicdansız Nebahat’in Vicdan Muhasebesi …………………..146
Böyle Organizasyonun Te… ………………………………………154
Olaylı Tümleç ………………………………………………………..162
Ritim Sazda Atilla Mayda …………………………………………169
Uzunya …………………………………………………………………179
Fransız Polinezyası …………………………………………………..183
Teğmen Uhura Mr. Spock’ı Arıyor ……………………………..189
Kayınbabamın Vaziyeti …………………………………………….195
Erkek Gözü ……………………………………………………………202
Bütün İhtimalleri Değerlendiriyoruz ………………………….206
Hamamböceğiyle Leşkargası …………………………………….210
Baki Acılar Caddesi …………………………………………………220
Ceyar’ı Kim Vurdu? ………………………………………………..227
Nankör Yahu ………………………………………………………….236
Avukat Dişlek Burak ……………………………………………….239
Duyulmaz Adam …………………………………………………….249
Yalanlı Yalı ……………………………………………………………..254
Kazanırsak Yarısı, Kaybedersek Tamamı ……………………..262
Ahududu Şerbeti ……………………………………………………267
Sıkıntı Yok ……………………………………………………………..269
Dört Haftanın İlkincisi …………………………………………….272
Dört Haftanın İkincisi ……………………………………………..274
Dört Haftanın Yedincisi ……………………………………………278
Mirasçı Avcısı …………………………………………………………282
Elimin Üstünde Kimin Eli Var? …………………………………286
Seymen FM ……………………………………………………………293
I Kiss Better Than I Cook ………………………………………….303
Katiller ………………………………………………………………….308
Anahtar Paspasın Üstünde ………………………………………..310
Bu Son Mektup ………………………………………………………313
Ferdinand ………………………………………………………………319

Kaktüs

Aslı, daha feysteki ilk yazışmamızda bana gülücük yaptı. Ama gülüp geçmedi. Ben cesaret edemezdim, gerçek hayatta buluşup tanışmayı da o teklif etti. Önce kafa buluyo sandım ama kalktı Kaktüs’e kadar geldi bizzat. Harbi kızmış diyerekten ilk notunu olumlu verdiydim. Oflayn olarak orada tanıştık. Öpüşmedik, el sıkıştık. Karşılıklı oturduk. Havadan sudan konuştuk. Normaldik. Daha doğrusu bana her şey normal geliyodu. Sanki her gün internet üzerinden yeni yeni arkadaşlıklar kuruyo, kızlarla tanışıyodum da, bu da işte yoğun sosyal hayatımın rutin görüşmelerinden biriydi. Çok popüler olduğum için ajandam hep doluydu, randevu defterim istiap haddini çoktan aşmıştı… Sanki. Yumuşaktı Aslı. Hiç havalı bi hatun değildi. Nazikti. Saçı topluydu, bi kuyruktu, sağa sola savrulmuyodu. Yine de gayet kadın kadındı. Cinsiyetini inkâr etmiyo, sadece incelikle gösteriyodu. Olayların tam farkında değilmiş de, ne yapıyosa çocukluğundan, saflığından yapıyomuş gibiydi. Şimdi düşünüyorum da, mı acaba? Bunlar tartışılır şeyler. Beni yemiş olabilir. Medeni halim ve psikolojim müsaitti, yutmuş olabilirim. Bu arada ben de onu yemeye çalışıyodum elbette. İcap ettiği gibi bi güzel yıkanmış, saçlarımı bile taramıştım.

Görmüş geçirmiş, hayatta hiçbi şeye şaşmayan ağır bi abiyi oynamaya çalışıyodum. Sözde kasmıyodum ama galiba fazla kasıyodum. Gayretli bi sevimlilik içindeydim. Garson Ertuğrul Bey’e adıyla hitap etmelerim vardı, biz buranın yerlisiyiz havası… Cihangir piçiyiz ya. Sanki her gün takılıyorum âlemlere. Billur tuz gibi akıyorum gecelere. Yok tabii ki öyle bi şey. Boş boş gülmeler, gizemli suskunluklar felan. Acemi kolpacı Orhan iş peşinde… Tahminen kendimi, yetersizliğimi, yalnızlığımı fazlaca ele veriyodum. Ama ne var ki bunda? Bi kötülük çıkmaz ki, dokuz kusurlu hareketten biri sayılmaz ki. Her ilk buluşmada yok mudur ufak bi kandırmaca çabası, çoğu kez becerilemeyen…

Ama şu iki bilgi kesindi: Ben birayı biraz fazla hızlı içiyodum ve Aslı dilimizi, eski dostum Türkçeyi, biraz tuhaf konuşuyodu. Sözgelimi, “ışık kırmızısı” diyodu, kırmızı ışık yerine. Örneğin “hayata gelmek” diye bi şey icat etmişti, muhtemelen yabancı dildeki bi fiilin kötü çevirisi olarak, eksik uyarlama. Ya da “alışverişten çıkmak”… Onunla muhabbet ederken insan bi çeşit anlam zehirlenmesi yaşıyodu. Çünkü kızın kullandığı hiçbir deyim yerinde değildi. Ne demek istediğini genellikle anlayamıyodum. Zaten anlayamadığım kadarıyla da söyledikleri beni hiç ilgilendirmiyodu. Yurtdışındaymış da, yeni dönmüş de. Normalde Viyana’da yaşıyomuş da. Yıllar yıllar önce üniversite için gitmişmiş, bi daha geri gelememiş. Oranın vatandaşlığını almış, onlar da bunu kabul etmişler… E n’apalım yani.

Biz de doğma büyüme İstanbulluyuk. Yıllar önce yaşamak için bu kente doğduk ve bi daha hiç ayrılamadık. Halamın iddiasına göre, büyük dedemiz ömrü boyunca İstanbul Surları’nın dışına hiç çıkmamakla övünürmüş. O derece eskiyiz yani. Aslı’nın bi işi “çağırmış”, aileyle ilgili, o yüzden “gitmek” zorunda kalmış. Sanırım burada kastedilen gelme eylemi oluyodu, yani yurda dönmek. Bu arada ortada aile felan kalmamış. Baba trafik kazası, anne kanser. Aslı birisinde lisedeymiş, ötekinde Viyana’da üniversitede. O da benim gibi çöpsüz üzüm yani. (Gerçi benim büyükçe bi çöpüm var: Nebahat Ablam.) Anlatılanlarla etkileşime girmedim, hep yüzeysel takıldım. İdeal stilimdir. Bilmem daha fazla tarif etmeme gerek var mı, Aslı aslında tam bana göreydi. Karmaşık aile ilişkileri yok.

Şehirle ve ülkeyle bağları zayıf. Üstelik galiba sınırlı bi süre için aramıza katılmış. Maraton koşacak değildik hani. Her şey çok yolunda giderse, bonus olarak süresiz Schengen vizesi, hatta Avrupa Birliği pasaportu bile gelebilirdi. Küçük hesap yapmaya bayılan beynim bütün bu tatlı tesadüfleri şampanya patlatarak kutladı. Aramızda bi tek engel vardı, o da dil. Kızın ne söylediklerini anlıyodum ne de pozisyonu objektif bi gözle okumayı başarabiliyodum. Mirasla ilgili bi şeyler söylemiş olabilir. Üstünde durmadım. Zaten ne dediği anlaşılmıyodu. Telaffuz derseniz ayrı bi facia. Özellikle üç hecelilerde vurgu sorunu vardı. Vurguyu hep ikinci heceye basıyodu: Yumurrta, bisikkklet ya da Kâ-milll-Koç… Türkçemizin “vurgu son hecede durur” kuralına uymayı pek tercih etmiyo, edemiyodu Aslı. Ve beni bitiriyodu. İnsan bi dili nasıl bu kadar erotik konuşamayabilirdi? Bütün mesele yanlışı güzel yapmaktaymış meğer, herkes konuşurken Aslı gibi güzel yanlış yapamazmış. Sonraki günlerde anlayacaktım ki, Aslı genel olarak temel bilgilerle arasına mesafe koymuştu.

Örneğin sağla solu karıştırmayı dert etmiyo, hatta seviyodu. Çarpım tablosunu, Türkçe alfabedeki harf sırasını da öyle. Mevsimleri, ayları, hatta gün isimlerini birbirinin yerine kullanmaktan zevk alıyodu. Ya da yenisini uydurmaktan: çarşamlak, perşembok vb…

Bi sürü acayip laf, tamlama, deyim karışıyodu cümlelerine, aslında hepsi Türkçeye benzeyen ama asla o şekilde kullanılmayan, söylenmeyen sözler. Mesoj, şozleng, ıbır zıbır… Yanlış söyledikleri genelde neşeli şeylerdi. Ama bazen Aslı’nın konuştuklarının arasına huylandırıcı şeyler de karışmıyo değildi: “Çayın içine gece düşmüş.” Hipnotize olmuştum. Far görmüş tavşan gibi durmadan kıza bakıyodum. Doğaüstü yeteneklerini kullanarak, örneğin beyin dalgalarının gücüyle felan beni kendisine bağlıyodu belki de. Ya da, sadece, çok güzeldi. Bi de çok güzel gülüyo, olağanüstü güzel saçmalıyodu. O konuşurken bende lüzumsuz bi ereksiyon hali hasıl oldu. Uzun sürmüş tekilliğimin tatsız bi neticesi olarak, korkarım, birlikte geçirdiğimiz her dakika daha fazla beğendim, benimsedim Aslı’yı. Böyle bi şeyler. Her neyse.

İtiraf ettim ya, duyduklarımı beğenesim vardı, hepsi kulağıma hoş geldi. Herhangi bi anlam veremediğim bi sürü şeye manyak gibi güldüm, eğlendim. Dinledikçe aklım şişti, beynim taştı, dikkatim dağıldıkça dağıldı. Gözümü Aslı’dan alamadım. Kaktüs’teki o loş masada tadını çıkara çıkara seyrettim onu. Berrak, çocukça temiz bi zihni vardı, dünyamıza ait boktan şeyleri öğrenerek kirlenmekten çekiniyodu. Ben de kendimi sessize aldım. Neredeyse hiç konuşmadım. En fazla biraz mırıldandım, sesimi yüz hatlarımın altına gizledim. Aslı’nın bana ihtiyacı yoktu. Her türlü kötücül bilgiden azade, sapına kadar, köküne kadar dengedeydi. Çok temiz bi yüreği, yalansız bi dili, yalpasız bi ahlakı vardı. (Şimdi düşünüyorum da, mı acaba? Bunlar tartışılır şeyler.) Kuyruklanmış siyah, düz saçı.

Zayıf, nayıf uzun bacakları. Neredeyse sırf bacaktı Aslı. Ya da bana öyle geldi. O akşam geç saatte, geceye ve muhabbete hiç yakışmayan bazı şeyler sordu bana. “Ne okurdun, hangi fakülteyi gördün” falan. Çekinmeden söyledim, İstanbul Hukuk mezunu olduğumu beyan ve tebliğ ettim kendisine. “Günün sonunda avukat mısın?” Tam değildim. Sayılmazdım yani. Hukuk okumuştum, okulu da bitirmiştim ama… “Ne şeyi var ki?” Pek yok; ama aslında çok şeyi var. Zorunlu staj, baro kaydı ve diğer formaliteler. Ben soruyu yanıtlamaya çalışırken uzandı, bi eliyle ağzımı örttü, susturdu beni. Sonra yumuşacık, belli belirsiz öptü. Eliyle mi öptü, ağzıyla mı dokundu anlayamadım.

Öyle mal gibi durdum. Dilim heyecandan kıçıma kaçmıştı. Bundan sonra olacakları düşünmek bile… istiyodum. Hem de çok istiyodum. Düşünmesi dahi yeterdi bana, şakası bile güzeldi. “Çok acayip bir yer var, görsen aklın uçar,” dedi Aslı kalkarken. Peşine düştüm ve beni o çok acayip yere götürdü. Orhan kardeşiniz için uzun bacakların gecesi işte böyle başladı.

Benzer İçerikler

İstanbul’da Kedi

yakutlu

AGATHA CHRISTIE 16.50 Treni

gul

Çocuk Gelişimi ve Eğitimi – eKitap Arşivi – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy