Sıcak Kafa | Afşin Kum


Dünyayı pençesine almış bir delilik salgını…
Konuşma yoluyla, zihinden zihne bulaşarak yayılan bir hastalık…
Yıkılmanın eşiğine gelmiş uygarlık…

Vaktiyle bu amansız hastalık üzerine çalışmış eski dilbilimci Murat Siyavuş, umutsuzluk içinde annesinin evine sığınmıştır.
Acımasız bir devlet kurumunun peşine düştüğünü öğrenince, evden çıkıp hayata karışmak ve salgının dönüştürdüğü dünyayla yüzleşmek zorunda kalır.

Afşin Kum’un ilk romanı; akıl, dil, uygarlık, hayatın doğası ve boşlukta anlam arayışımız üzerine çarpıcı bir düşünce deneyi.

“Meraklandıran, sürükleyen, çokça güldüren ve nihayet elinizden tutup uçuran bir hikâye.
Türkiye’nin dünya bilimkurgu literatürüne armağanı.”
Alper Canıgüz

Televizyonun Karşısındaki Köşe

1

Onu ilk kez, yeni yılın ilk günlerinde, bir akşamüstü gördüm. Günlerce süren kar yağışının ardından güneş açmıştı. Yerdeki beyaz birikintiler güneş ışığını yansıtıyordu, etraf bir film seti gibi ışıl ışıldı ama dondurucu soğuk devam ediyordu. O ise, havaya aldırış etmeden, otobüs durağındaki bankta oturmuş kitap okuyordu. Kıvırcık saçları omuzlarına dökülüyordu. Yüzünde sakin bir hüzün vardı, sarhoş gibiydi biraz. Onu öyle gören, hasta olduğunu düşünebilirdi rahatlıkla. Kulaklıkları yoktu, korkmadan kitap okuyabiliyordu ve haftalardır otobüs geçmeyen durakta otobüs bekliyordu. Oysa ben görür görmez anladım, hiçbiri umurunda değildi. Korkmuyordu. Doğal bir cesareti vardı. Bir yerlerden tanıdık geliyordu. Bana eski bir zamanı hatırlatıyordu, benim eski bir zamanımı. Kopuk kopuk konuşan ve hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünen kızlara âşık olduğum zamanları… Aklımdan yapmayı geçirdiğim her şeyi günün birinde mutlaka ve nasıl olsa yapacağıma inandığım zamanları… Şiirin ve müziğin her şeyden önemli olduğunu düşündüğüm zamanları… Ağlayacak gibi oldum.

O sırada, eve gitmek için, havanın kararmasını beklemekteydim ve nasıl vakit geçireceğimi bilmiyordum. Ortalıkta avare gezinir görüntüsü vermek tehlikeliydi. Bu muhitte ve bu havada sokaklarda boş boş dolaşmak hoş görülen bir davranış değildir. Dışarıdaysanız, bir motorlu taşıtın içinde olmalısınız. Dışarıdaysanız ve yürüyorsanız, hedefinize doğru hızlı adımlarla ilerlemelisiniz. Buralarda yürüyüşe çıkılmaz. Artık çıkılmaz.

Bu gibi durumlar için belirlediğim bir rota vardır. Fareyi labirentin ortasındaki peynire ulaştırmaya çalıştığınız bulmacalardaki çözüme benziyor. Tek farkı, orada karmaşık bir yoldan belli bir hedefe doğru gidiyorsunuz, benimkinde ise hedef yok, sadece yol var. Bir kez geçtiğim sokaktan tekrar geçmeyeceğim, sakıncalı yerlere, mesela karantina bölgelerine yaklaşmayacağım, evden çok fazla uzaklaşmayacağım ve her an hızlı adımlarla bir yere doğru yürüyor izlenimi verebileceğim bir yol.

Beni büyüleyen bu muydu acaba? Ben, Murat Siyavuş (38), çaresizlikten yanına sığındığım annemin evine gitmek için, böyle fare gibi kuytulardan bir yol bulmaya çalışırken, onun hiçbir şeyi umursamadan otobüs durağında oturup kitap okuması. Bana, bir zamanlar başka türlü bir dünyada başka türlü bir insan olduğumu hatırlatması.

Bir süre sonra kafasını kaldırdı ve göz göze geldik. Ben göz göze geldiğimizi biraz geç fark etmiş olabilirim, galiba fark et tiğimde en az bir dakikadır birbirimize bakıyorduk. Bir şeyler söylemek istedim ama korkutmaktan çekindim. Korkusuzluğuna toz kondurmaktan çekindim daha doğrusu. Onun gözüne bir abuk gibi görünüyor olmalıydım. Ağzımı açıp onu uğursuz sözcüklerime maruz bırakmak istemiyordum. Ama bakışlarından korkunun veya endişenin esamesi okunmuyordu, hatta biraz şefkatle bakıyordu neredeyse. Gözlerim dolu dolu olduğu için belki.

“Oradan otobüs geçmiyor,” dedim.

“Biliyorum,” dedi. “O yüzden bekliyorum zaten.”

Güldü. Ben de güldüm. Sonra onu orada bıraktım ve kindl yoluma gittim. Bekleyişini gelecek otobüsün bile kesintiye uğ ratmasını istemeyen birine başka ne denebilir ki!

Bir zamanlar, kendimi bir kadının cazibesine bırakıp o beni nereye savurursa oraya savrulabilirdim. Başka hiçbir şey düşünmeden, çekeceğim ve çektireceğim acıyı umursamadan, belki de öyle bir şeyin hiç farkında olmadan. Şimdi ise arkamı dönüp gidiyorum.

Güzel bir kadının aşkıyla mutlu olunabilir mi? Hayatta böyle bir şey var mı?

Bir karım vardı bir zamanlar, Derya. Yoksa karım değil miydi? Evlenmeye karar vermiştik ama evlenmiş miydik, şimdi hatırlayamıyorum. Ne kadar tuhaf! Sanki benim hayatım değil de gece yarısı televizyonda izlerken uyuyakaldığım bir film.

Mutlu muydum o zaman? Bilmiyorum, hatırlamıyorum. Ama şimdi, böyle bir güzellik beni kendine çekmesi gerekirken, kaçıp uzaklaşma isteği uyandırıyor. Büyük bir hatayı önlemek için. O güzelliği alıp kendime göre yeniden şekillendirmeme, hayalimdeki kalıplara tıkıştırmama, her yerinden bağlayıp boğmama, her açıdan kendime benzetmeme ve onu kendinden nefret eder hale getirmeme; sonuçta o güzelliğin de kaybolup gitmesine, bütün bu korkunç geleceğe engel olmak için. Bunları, sadece acı bir tecrübenin etkisiyle söylediğimi sanmayın. Her bencil erkek, her güzel kadına bunu yapar. O güzelliği ezer ve tüketit, kendisi ve diğerleri için, bir mizah unsuru olmaktan başka bir anlamı kalmayıncaya kadar.

Neden böyle bir suçu işlemeyi göze alayım? Güzel ve gürbüz çocuklarım olsun ve benim olmak dışında hiçbir özelliği olmayan DNA’mı bu sefil gezegene daha fazla yaysınlar diye mi? Bunu yapmaktansa oradan kaçıp gidiyorum işte.

İşin doğrusu, bütün bunların bilincinde olmak şu kahredici gerçeği değiştirmiyor: Çok yalnızım ve acı çekiyorum.

Ne diyeceğinizi biliyorum. İnsanların birbiriyle konuşmaya korktuğu şu zamanlarda hangimiz yalnız değiliz ki! Bilmiyorum, belki öyledir. Belki herkesin yalnızlığı aynı derecede şiddetlidir ve yalnızlıklar karşılaştırılamaz. Ama benim bildiğim bazı şeyler var. Benim yalnızlığımı herkesinkinden daha çözümsüz ve karanlık yapan, başka hiç kimsenin bilmediği şeyler…

Ama bunları anlatmayacağım. Çünkü birine bunları anlatmaktan daha büyük bir kötülük olamaz. Kafamın içindeki bu zehirle yaşamak ve onu herkesten gizli tutmak zorundayım. İşte bu beni herkesten daha yalnız kılıyor.

Annesiyle yaşayan birinin böyle Kont Drakula havalarına girmesine gülüyorsanız, haklısınız. Evet, yalnız olmam, yalnız yaşadığım anlamına gelmiyor. Annemle ev arkadaşlığı düzeyinde bir ilişkimiz var. Az da olsa emekli maaşından faydalandığımı da eklemeliyim, şu sıralar kendime ait bir gelirim olmadığı için. Ama annem mecbur kalmadıkça benimle konuşmaz. Ona hak veriyorum, zaman içinde benimle ilişkisini minimumda tutmak istemesine yetecek de artacak şeyler yaşandı. Evde bana ayırdığı bir köşe vardır, küçük bir televizyon ve karşısında ayaklıklı koltuğum. Ben orada oturur, bıkmadan, usanmadan televizyon izlerim, o da evin kalanında kendi hayatını yaşar.

Geçici diye başlayıp kalıcı hale gelmeye yüz tutmuş böyle bir düzen kurmuşluğumuz var annemle. Vardı daha doğrusu. Ama birkaç gün önce, ben yokken evi basan ve anladığım kadarıyla annemi de bir parça itip kakan iri kıyım devlet görevlilerinin tatsız ziyaretinden beri, açıkça söylemese de, bu uzayan birlikteliğin bir nihayete ermesini ve başımdaki bela her neyse onunla birlikte oradan uzaklaşmamı gönülden arzuluyor gibi görünüyor.

Sitenin güvenlik görevlileriyle anlaşmam sayesinde, onlar eve ulaşmadan site kapısından girdiklerinin haberini alıp evden uzaklaşabiliyorum. Zamanında güvenlik şefinin kızının bir rehabilitasyon merkezine yerleştirilmesini sağlamıştım, oradan gelen bir itibar söz konusu. Ama bu anlaşma da fazla uzun sürmeyecek sanırım. Bu olay birkaç kez daha tekrarlanırsa, onların haber uçurduğu anlaşılabilir ve bu ihtimalden duydukları rahatsızlığı bana açıkça belirttiler. Ayrıca, şefin kızının o tesiste tutulmaya devam edeceğinin de hiçbir garantisi yok. Yerleştirildiği sırada bunu sağlayacak bir gücüm vardı ama şimdi yok. Şimdiye kadar karantina bölgelerinden birine postalanmadıysa, kimse nereden geldiğini hatırlamadığı içindir.

Tabii güvenlik görevlileri, gelenlerin Sağlık Bakanlığı’ndan, daha doğrusu SMK’dan olduğunu bilseler, böyle bir maceraya kalkışmayacaklarına eminim. SMK’cılar da kim olduklarını söylemezler; protokol gereği, panik yaratmamak için.

Siteye girip çıkarken bunu mümkün olduğunca karanlıkta yapmaya çalışıyorum o zamandan beri, sitenin civarını bir yerlerden gözlüyor olmaları ihtimaline karşı. Zayıf bir önlem ama hiç önlem almamaktan iyidir. Burada kalmaya devam ettiğim sürece daha etkili bir önlem de aklıma gelmiyor.

Velhasıl, Ataşehir’in bu güvenlikli sitesindeki ayaklıklı koltuğumda geçen sükûnet ve televizyon dolu günlerimin sonuna geldim gibi görünüyor.

2

Akşam, eve dönmeden önce, annemin sabah verdiği siparişleri almak için markete uğradım. Her zaman gittiğim, sitenin karşısındakine değil, biraz daha uzaktaki başka bir markete. Ödeme kuyruğunda, önümde yaşlıca bir hanım vardı, bir elinde cüzdan, öbür elinde tek bir soğan. Tam sıra ona geldiğinde bana döndü. Para isteyecek sandım. Hep olur.

“Af edersin evladım, sen mühendis misin?” “Hayır, değilim.” dedim.

Benzer İçerikler

Bir Hayalin Peşinde – Jill Shalvis – Online Kitap Oku

yakutlu

Papatya Kokulu Hikayeler | Ender Haluk Derince

yakutlu

DOKUZUNCU HARICIYE KOĞUŞU-PEYAMI SAFA

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy