Siret- i Meryem

Meryem’in açık alnı kandildir.
Meryem’in açık alnı ufuktur. Her seher güneş oradan yükselir ve her gecenin içine güneş o çizgiden batarak yürür.
Meryem’in açık alnı haritadır. O, yol gösterir, işaret eder, el sallar, uğurlar, dua eder hepimize.
Kadim günlerden bilinmez yarınlara ilerleyen zaman gemisinin, yolunu rotasını çizdiği ışıklı fener, onun alnında yanar…
Meryem, deniz feneridir…
Meryem’in açık alnı kapısızdır.
Secdeler o pak alnı öpmek için birbiriyle yarışır.
Meryem, annedir. Allah’ın Kelimesi’ne annelik etmek üzere seçilendir.
Meryem’in, oğlunu tutan elleri toprağın üzerinde durur.
Meryem kuldur! Rabbine yakın olandır.
O, Meryem’dir.

Cennet Kadınlarının sultanı Hz.Meryem’i anlatmak zorlu bir macera. Kadim masallar, hikmetli anlatılar, Eski ve Yeni Ahid’ler, Mezmurlar, Furkan-ı Şerif Kur’an-ı Kerim, Davud Peygamber’den kalma ilahiler, İdris Peygamber’in kayıp Suhufu, rüya defterleri, burçlar, yıldız haritaları, sabırlı deve hörgüçlerinden çıkan iniltiler, buruşuk yüzlü zeytin tanelerinin anlattığı kıssalar, ikonalar, madalyonlar, ebrular, hat levhalar… Sibel Eraslan hepsinin masasına tek tek oturdu, hiç sözlerini kesmeden her birini dinledi ve aralarından çekip getirdi Meryem Annemizi bugünün okuruna…

***

GİRİZGÂH…

“Seni seven neylesin?” (Cariye) “Hiç korkmasın, söylesin!” (Şah)
Söylemek ne kadar da zordur oysa. İçtekini derin bir kuyudan su çeker gibi sabırla çıkarmak dışarı ve çıkardığına da razı olmak sonrasında.. Oysa hiçbir kuyu yeterince an dutu çıkaramayacaktır Sevgili’nin hak ettiği kelimeleri. Çünkü kuyu, utangaç ve saklayıcıdır. Çıkarmaktan çok sarıp bürûmeyi bilir, âdeti budur kuyunun.
Su, bulutların içindeki ilk haliyle durmaz kuyunun kalbinde. Her su, onu içinde saklayan kuyunun tadını alır… Tıpkı senin kalbin gibi. Sevgili’yi hak ettiği haliyle asla anlatamayacağını en başından beri bildiğin harflerin gibi. O güzel kadını, ismi Meryem olanı, Sevgili’yi nasıl anlatacağını elbette bilmiyorsun.
Bu, senin Meryem’indir. Göklerden inen değil… Ama üzerinden gözyaşı ile geçilmiş asırlık yollara ve o yolları tek tek ören irili ufaklı taşlara, sonra o yolun tozlarına mahcubiyetle ellerini sürüp kendini ve içinde izi kalan Meryem’ini yoklayabilirsin. O güzel kadın hakkındaki tüm hatıraların üzerinden binbir tövbe ile geçip… Hayır, geçemeyip…
Buna gücün yetmez.
“Sevgili’nin hakikati” gibi bir ufuk senin için ancak kıymetli, ulaşılmaz bir gök olabilir; göz kamaştırıcı tutkular gibi sınırları hiç denenmemiş ve bilinmeyen..
Heyecan verici bir meraksa onun hakkındaki her şey ve ismi anıldığında bile ellerini birbirine dolandıran… Değil hakikati gibi bir ülkü; yalan dolan rivayetler ve hakkındaki en olmadık dedikodular bile, seni peşinden koşturacak güçtedir. Koştum.
Topladım. Baktım. Vazgeçtim.
Döndüm, bir daha biriktirdim. Biriktirdim. Biriktirdim. Hazırlandım.
Ama onunla ilgili hemen her hatıra çerçevesi, sonra büyük bir haksızlık, büyük bir hürmetsizlik, büyük bir ayıp gibi geldi bana.
Ardından çatladım sabırsızlıkla Bir kınaçiçeği gibi dokunulmasını bile bekleyemeden fırlattım içimi o Güzel Kadın’a doğru. Parçalandım. Paramparça oldum. Küçüldüm.
Ask’ın yok olurcasına küçülmek olduğunu bir kere daha öğrendim. Ve saygı duymayı öğrettiler bana, imkânsız sevdanın havanında dövülen diğer bahtsızlar. Benden öncekiler yani, Şah’a “Seni seven neylesin?” diye soran, benden evvelki cariye ve köleleri Meryem’in yani… Kimi, ismini dağa taşa yazmış her baktığı isimde onu görmek için; kimi, resmini çizmiş hiç unutmamak ve hiç bırakmamak için; kimiyse tutulduğu kara sevdayı unutabilmek adına şiirler yazmış, içtikçe biraz daha sarhoş olup kendinden geçmek isteyen çaresizler gibi…
■Meryem” deyince tüm sevdalıları, hâşâ. divaneleri diyelim biz yine de, kendince bir yol tutturmuştu işte.
Bense yeniydim.
Bu yüzden hepsinin yollarından bir bir geçtim hiç üşenmeden; eski kitaplar, kadim masallar, hikmetli anlatılar. Eski ve Yeni Ahid’ler, Mezmurlar, Furkan-ı Şerif Kur’an-ı Kerim, Davud Peygamber’den kalma ilahiler, tdris Peygamber’in kayıp Suhufu, rüya defterleri, burçlar, yıldız haritaları, sabırlı deve hörgüçlerinden çıkan iniltiler, buruşuk yüzlü zeytin tanelerinin anlattığı kıssalar, ikonalar, madalyonlar, ebrular, hat levhaları… Hepsinin masasına tek tek oturdum, hiç sözlerini kesmeden hepsini dinledim.
Hepsi de aynı kata sevdanın kara gözlü yolcularındandı.
Sonrasında, masalcı kocakarılar gibi ocakbaşında mesel söylerken
buldum kendimi.
Bir dedikoducudan başka neydim ki?
Ailemin aynalı çarşısında yüzümü yitirmişim Meryem’i ararken…
Yüzsüz kılmıştı bu sevda beni.
Nice sonra alemlerin Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa’ya salâvat gelirirken buldum kendimi. Hem kundak hem de kefen oldu bu bana. Doğum ve ölüm birbirine bitişti maceramda. Toplayıcı bir işti Sevgili Efendimizin(S.a.v) adını anmak.
Başka çarem yoktu. Sımsıkı sarındım ona:
Allâhümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala âli Muhammed…
HZ.MERYEMİN AÇIK ALNI…
O Sevgili’nin alnı, hakkında yazılı tüm şiirlerde ve yine hakkında çizilmiş her surette, rölyefte, madalyonda, hatırada…

Yükseltilmiştir.
Gerçi Doğulular ularak, resimden çekiniriz bizler. SevgiliYi incitmekten, onun hatırasını hapsetmekten korkarız çoğumuz. “Dokunmadan sevmek” derler ya adına, surettense, yazıyla çizmeyi öğretmişler bize. Sevgilinin resmi çizgi değil; rivayettir bizde, hilye-i şeriftir. Bu yüzden sevda bahsinde ancak “rivayet ehli” derler ismimize…
Rivayet, onun alnından bahsederken harflerin üzerine med işareti çekerek yapar okumasını. Uzun okuma
Alnı Meryem’in, uzatmalıdır. Uzatmalı bir ışık yaylası gibi parlak, el değmemiş ve denenmemiş…
Üstünden hiçbir kusun uçmaya Uin çıkaramadığı Beytullah gibi tertemiz bir evdir o alın. Tüm yetimlere kapısı açıktır bu evin. Uhrevi göksel sütunun, yerden semalara yol bulduğu koordinattır onun “açık alnı.”
Allah’ın, Kelimesi için seçtiği mekandır o. İmkandır.
Mümkündür Meryem, seçilmiştir…
Diğer tüm dünyevi bağıtlardan istila etmis, istifa ettirilmiş arıduru, zekiyye haliyle o betüldûr. bakiredir. Hayatın hiçbir iz bırakamayacağı kadar sağlam, hiçbir şüphe titreyişinin denemeyeceği, yaklaşamayacağı kadar korunandır o.
Leke tutmayan, kaygan. Meryem, işaretlenmiştir. Allah’in boyasıyla boyanmış.
Yerle göğün bitiştiği çizgide, melekle insanın burun buruna geçtiği kaviste, en ince ve nazenin bir tül gibi bekler Meryem.

Tülün hir yanı melekti, diğer yanı beşeriyet.
Meryem mihenk’tir
Perdedir
Birbirine mütecaviz olması yasaklanmış biri tatlı, diğeri acı iki denizin arasındaki çizgi gibidir. Berzahtır.
Sırrı tutandır. Söylemeyen, konuşmayan, Kelime’ye hamile, lakırdıya oruçlu. Ağzı pek sıkı, sim ele vermeyendir o. Onun iftarı, evladının konuşmasıdır. İbn-i Meryem konuştuğunda cümle oruçlar açılır, kalpleri hakikate kapalıların perdesi aralanır, odalara ışıklar dolar. İbn-i Meryem konuştukça. annesi Meryem kandil gecelerinde şerefelerinde mumlar yanan minareler gibi ışıldar O susar, evladı konuşur. Evladı konuştukça,
Meryem’in açık alnı kandildir.
Kibrittir.
Kibril-i Meryem’de Cebrail’in taşıdığı nefes asılı durur. O nefes ki değdiği yeri diriltir, gülistan eyler. Ölülerin dirilmesi, hastaların iyileşmesi, kuşların uçması hep Allah’ın izniyle ve kaderiyledir. Meryem’in açık alnı ufuktur. Her seher, güneş oradan yükselir ve her gecenin içine o çizgiden batarak yürür. Meryem’in açık alnı haritadır. O, yol gûsterir, işaret eder, el sallar, uğurlar, dua eder, yolcular hepimizi.
Kadim günlerden bilinmez yarınlara doğru ilerleyen zaman gemisinin, bakarak yolunu rotasını çizdiği ışıklı fener, onun alnında yanar.

Meryem, deniz feneridir…
Meryem’in açık alnı, içinde nur yanan bir misbah gibi parıldar. Kimse ve hiçbir güç el degdiremez, berkitemez, sûndüremez o parıltıyı… O nur, Allah’ın inayetidir.
Meryem’in açık alnı dertli bir annenin yazgısını anlatır. “Ya leyte-niy” diye inler. “Bu yaşadıklarımı göreceğime, ölüp gidenlerden, adı sam unutulanlardan olaydım keşke…”
Meryem’in açık alnı dünyanın en ağır yüküdür. O alında Ağrı Dağı oturur, Himalayalar oturur. Beli bûkülüdûr Meryem’in…
En ağır suçların tartıldıgı bir terazi isler Meryem’in açık alnında, “Harun’un kız kardeşi olarak, nasıl böyle bir suçu islersin!” diye soran azgın denizin ortasında tek basına çalkalanan bir saman çöpüdür o.   Okyanusta iğne. Derin olanın en derininde ve dibinde. Çok ve güçlü olanın içinde, deryada bir karre… Meryem, matematiğin ve sayıların çıktığı yerde. Her sayı Meryem’den fazla. Matematiğin göremeyeceği kadar hiçliğe itilmiş bir kadın.
Suçlanmış.
Sıfır kuyusunun içinde.
Bir kadına atılabilecek en ağır suçun zannı alanda… Ama Rabbidir. onun beraat dilekçesini yazan tûm kainata! Meryem tek tabanca.
Kendisi zaten hem yetim hem de öksüz Ayrıca… Babasız bir çocuğun hem anası hem de babası olma yolunda. Yazgısı demirden bile ağır olan kadın.

İnsan.
Kadın insan.
Meryem hırkasız. Meryem taraksız.
Ne sırtını sıvazlayan oldu. ne saçını ören. hem yetim hem öksüz… Ah! Üzülme yine de. Rızkı Allah’tan gelir her yetim gibi Meryem’inde Allah varsa ne gam! Trajedi yok. Trajik olan Allahsızlığımız. Kalabalıklar, güçler, tutku, arzu ve mülkler içindeki ıssızlığımız… Meryem mukarrebdir. Yakınıdır Rabbinin. Elinde Allah’ın Kelimesi’ni tutar. Onun harfleriyle açılmayacak kapı elbette yok. Tüm kapılar cümle kilitlerini çözer o mukarrebin karsısında.
Meryem’in açık alnı kapısızdır.
Meryem kuldur!
Onun açık alnı “Uknut ya Meryem!” emrine amadedir. Secdeler o pak alnı öpmek için birbiriyle yansır. Rabbinin rızasından başka hiçbir taca yüz vermeyen o pak alnı, hidayet nuruyla nişanlıdır.
Meryem nişan’lıdır. Alnı, kınayla nişanlanmış kurbanlık koçlar gibi Rabbi için süslenmiştir.
Meryem süslüdür. Razı olmuş merziyye kul olarak alnı secde, elleri su ile nişanlıdır.
İşaretlidir güllü ağzı. Dualarla mühürlü, zikirlerle rabıtalıdır.
Meryem’in açık alnı utangaçtır. Hicabından titreyen, kendi kendinden utanan, kendi olmaktan çekinen, kendi adına istemektense dilsiz toprak olmaya can atan mahcubedir Meryem. Bürünendir, örtünen, sakınan.
Ehl-i rida’dır Meryem. Sakınır görünmekten. Riste-i Meryem İle örmüştür kızıl bekaret örtüsünü. Masumdur. ip egirenler dokumamıştır örtüsünü. Merdivenle çıkılan Mihraptır tesetıürü. Settar olan Rab’dır onun örtüsünü Mihrap eyleyen.
Meryem’in açık alnı ana sütü kadar ak, ana sûtû kadar helaldir. Meryem’in açık alnı hamdedenlere mahsus hikmetle yükseltilmiştir… Meryem’in açık alnı kelime-i tevhid İle mühürlüdür…

***

HZ. MERYEM’İN “AÇIK ELLERİ’

Meryem’in tutan elleri, evladını kaldıran, bağrına basan, koruyan, savunan ve yükselten elleri… Tarih içinde onu düşleyen hiçbir ressam tarafından içe kapalı ve yumuk olarak tahayyül edilmemiştir. Herkesin nazarında ve niyetindeki Meryem; “açık ellidir”… Bu “açık el” yazgıya nza kadar gayrettir. Merhameti ve sabn da Şiirleştirir sanki, dua gibidir. Duayla güç kazanmış, zahmetlerle sınandığı halde Allah vergisi bir gayretle geleceğe hediye edilmiş bir vasiyeti tutmanın bilincindedir bu “açık eller”… Meryem, küskün ve içe kapalı, yorgun ve yumuk değildir. Bir “aktaran” olarak Allah’ın “Kelimesi”ni; bir tezahür, bir yansıma, bir ışıma olarak dünyada tutabilen elleri, aslında tam da bir eşik anlamını ifade etmiyor mu? Kelimenin dışa taştığı eşik.
Kelime’nin kab’ı.
Kelime’nin tas’ı.
Kelime’nin kadelı’i. Kelime’nin yatak’ı. Kelime’nin kılıfı…
Çocuğu Kelime olan bir annedir o.
Evladıysa, tüm insanlığa hibe edilmiş bir iyilik gibidir…

Benzer İçerikler

Işığın Elleri – Barbara Ann Brennan – Online Kitap Oku

yakutlu

Sur – Beyaz Uyku

yakutlu

Sessiz Çığlık

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy