“O, evden çıkınca, “Açıyorum radyoyu, alıyorum kahvemi,” demek isterdim ama o lüks kimde var çok merak ediyorum. Ben arkasını toplamaya yatak odasından başlıyorum. Her ev kadını gibi yerlerden bir şeyler toplamak isterdim ama yok, benim bey cahil görünümlü bir gerçeküstücü. Gün geliyor çoraplarını şifonyerin üstünden topluyorum, gün geliyor kravatını duşakabinin tepesinden indiriyorum. Anlayacağınız benim işim yere dökülenlerle değil, havaya saçılanlarla…”
Kocalarından bezmiş kadınlar, sevgililerinin gelgitlerinden illallah etmiş âşıklar, geçmişin hayaletleriyle yaşayan karanlık adamlar, ezberleri yıkmak isteyen yazarlar, ıskartaya çıkarılan eski yıldızlar, elinde terliğiyle her daim hazır olda bekleyen anneler, akraba kuşatması altındaki gençler…
Pınar İlkiz, Soğan Doğradığın Çıplak Eller’de, hayatın farklı evrelerindeki insanların biraz tanıdık biraz tuhaf dünyalarına konuk ediyor bizi. Karşılıklı bir sohbet havasında, kimi zaman hüzünle kimi zaman da kahkahalar eşliğinde anlatıyor hikâyelerini.
İÇİNDEKİLER
Kedili kadın 9
Şifa niyetine 17
“Recep adına imzalar mısınız?” 25
Göz göze 31
Eksik eşik 37
Kadar gibi 41
90’dan devam etti 49
İki diz boyu 55
Çifte piştov 65
Soğan doğradığın çıplak eller 73
Hortum 81
Bey bizimse, biz kimiz? 87
Çömelik 95
Yalancı bahar için bir elbise 103
Gün Ahayol 111
Kedili kadın
Dedikleri doğru. Ben kedili bir kadınım, daha doğrusu “kedili kadın” dedikleri kadınlardanım. Bunun yaşla ilgili bir şey olduğunu düşünürdüm ama henüz yirmi sekiz yaşındayım. Yaşımı özellikle belirttim çünkü birçok insanın kafasında canlandırdığı gibi yaşımı başımı almadım. Hem zaten yaşımı alınca başımı da veriyorlarsa onu alıp hemen uzak diyarlara gitmeyi tercih ederdim, bu evde kalmazdım. Hayattan elimi eteğimi çekip umudu kedilerde aramadım, ki bu da fena bir seçenek değil aslında. Hatta inanmazsınız darmadağınık saçlarım da yok, evim deseniz oldukça temiz.
Sadece yok denecek kadar az huzurum, çok denecek kadar kalabalık kedilerim var. Bir saniye, hâlâ kapıdalar sanırım. Evet, polisler hâlâ kapıda, neyse. Ne diyordum, hah, ben tabii kedili kadın olmak için çıkmadım bu yola. Hoş ben bir yola da çıkmadım da işte, şu an buradayız. Normalde kapıyı size de açmazdım ama delikten bakarken elinizdeki keki görünce dayanamadım. Keki çok severim, eskiden ben de yapardım, üç yumurta, üç fincan un, üç fincan şeker. Şekeri üç fincandan az koyardım, bizimki kızardı çünkü, “Bu ne be, şeker komasına mı sokacaksın beni,” derdi. İki fincandan biraz fazla, üç fincandan az. Tıpkı evliliğimizdeki gibi, iki kişiden biraz fazla, üç kişiden azdık. Ben, o ve öfkesi. Sinirliydi bizimki, siniri bir tek kendisine sanırdı da aldanırdı. O sinire kesince ben de kelimelerden kesilir oldum. O bağırdıkça ben sustum anlayacağınız.
Evliliğin ilk zamanları çok güzeldi desem hemen inanırsınız değil mi? İnanmayın. Ne girişi, ne gelişmesi ne de sonucu güzeldi. Bizim bey baştan sona hep sinire kesti. Sinire kesmesi için bazen gökyüzünden bir bulut geçmesi bile yeterliydi; çayın demi koyu oldu, yemeğin tuzu az geldi, kekin şekeri fazla kaçtı, komşular uzun oturdu, ona bir çocuk veremedim, hayatının bütün neşesini aldım… Liste uzar giderdi. Hani bazen düşünüyordum, bu sinirin bir patlama noktası olacak mı diye, gözümde patlayan bir yumruk, sırtıma yediğim bir tekme, aniden kafama inen ve bütün vücudumu sarsan bir darbe. Yok. Ev sürekli bir gerilim hattı. Hani diyordum belki bu gerilimi bir şeye yöneltebilse her şey daha mı güzel olurdu?
Oysa biz evlendiğimiz günden beri ev sahibi için evli bir çift, birbirimiz için fizikselleşmeyen seviyesiz birer ev arkadaşı olup çıkmıştık. Onun siniri akacak mecra bulamıyor, benim kelimelerim gittikçe azalıyordu. Mesela temizlik yapacağım, gücüm yetmiyor bazı eşyaları çekmeye ya da kaldırmaya, “Koltuğu kaldırır mısın?” diyeceğim, yok, çıkmıyor ağzımdan. Daha yeni esmiş, yağmış, gürlemiş, biliyorum içeride bir yerde sinirini bileyliyor hâlâ. Hiç sesimi çıkarmazdım, kiminin içi şişer, kiminin dili, benim boğazım şişerdi. Na böyle yumru gibi, sonra bir öksürük alırdı beni, bu kedilerin ilki işte o zaman doğdu bu eve. O koltuğun altında tozdu, kıldı, tüydü birikti, birikti, birikti, benim genzime kaçtı.
…