Sokak Kuşu – Uçurtmanın Gözleri | Olivier de Solminihac


Yaşama sevincini arttıran öyküler…

Ödüllü yazar Ferda İzbudak Akıncı’nın özgürlüğün değerini duyumsatan incelikli öyküleri Sokak Kuşu – Uçurtmanın Gözleri, yenilenen kapak resmi ve sayfa tasarımıyla tekrar okurla buluşuyor.

Hayal gücünün sınırsızlığı üzerine şiir tadında iki öykünün yer aldığı bu naif kitap, çocuklara kendini tanıma ve empati kurma yetilerini geliştirmeleri için yeni keşifler sunarken, koşulsuz sevginin mutlak fedakârlıktan geçtiğini hatırlatıyor.

Farklı yerlerde bambaşka hayatlar süren iki meraklı çocuğun kendi küçük, yüreği büyük dünyalarını özgürlük kavramı etrafında birleştiren yazar; doğayı koruma, hayvan haklarına saygı gibi konulara değinerek yeni bakış açıları kazandırıyor.

Bir yanda, tekdüze yaşamından sıyrılıp özgürce koşup oynayabileceği günlerin hayalini kuran Canı Sıkılan Kız ile kelebeklere özenip rüzgârı kanatlarına taktığı gibi özgürlüğüne kanat çırpan, biçare Sokak Kuşu… Öteki yanda, gökyüzünde gördüğü altın sarısı uçurtmayı düşlerinde uçuran bir oğlan çocuğu ile dağları, tepeleri, gökyüzünü çok seven, dünyaya gülen gözlerle bakmayı yeğleyen, “oyuncu” bir uçurtma…

Apayrı hedeflerin peşinden koşturan bu özgür ruhları umut yolunda buluşturan yegâne şeyse hiç vazgeçmedikleri hayalleri…

Hayal gücünü harekete geçiren kurgusuyla çocukları yeni tatlar, duygular, heyecanlar yaşamaya heveslendiren bu içtenlikli öyküler; gerçekte okurların, yani bizlerin hayatlarına dokunarak yaşadığımız dünyaya bambaşka bir pencereden bakmamıza önayak oluyor.

Sokak Kuşu

Hanidir sokaklardaydı. Saçak altlarında, pencere pervazlarında, ağaçların, yaprakları dökülmeye başlamış dallarında… Yaz nasıl da çabuk geçmişti. Gökyüzü alabildiğine maviydi. Beyaz, pamuk gibi bulut kümeleri altında kanat çırpıyor, özgürlüğün tadını çıkarıyordu. Adını bile unutmuştu çoktan. O, bir sokak kuşuydu. Kırmızı çatıların, kararmış yüksek bacaların üstünden geçiyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu. Kafesinden çıkıp gökyüzünün maviliğine dalalı çok zaman olmuştu. Binalar yine yüksekti, sokaklar yine kalabalık. Caddelerden gürültüler çıkaran araçlar akıyordu.

Parkların dışında ağaçlar pek azdı. Ama yine de başka bir şehir olmalıydı burası. Bunca zaman hep aynı yerlerde dönüp durmuş olamazdı. Ne çok şey akıp gitmişti, kanatlarının altından. İçinde kendisi için gerekli her şeyin bulundurulduğu minik kafesinden kaçtığında, ağaçlar tomurcuğa durmuştu. Önce evin pencerelerini açmışlardı. İçeri dolan hava mis gibi kokuyordu. Ne olduğunu şaşırmıştı küçük kuş. O tünekten bu tüneğe atlıyor, kanat çırpıyor, ötüyordu. Kendisine öğretilen sözcükleri hiç nazlanmadan, yorulmadan yineliyordu. Sonra dantellerle süslü kafesini balkona çıkarmışlardı. Bütün kışı içinde geçirdiği odaya hiç benzemiyordu balkon. Kafesi astıkları yerden bütün sokak görünüyordu.

Evin önündeki bahçede kocaman bir ıhlamur ağacı vardı. O güne değin hiç görmediği küçük kuşlar gelmeye başlamıştı balkona. Gagasını yemliğe vurdukça sıçrayıp balkona dağılan yemleri, minik gagalarıyla topluyorlardı. Kanatları kestane renkli, karınları griydi. Ötücü kuşlardı bunlar. Hep kafeste yaşayan kuş, onların serçe olduğunu bilmiyordu elbette. Yere düşen yemler bitince, serçeler toplu olarak kanat çırpıp ıhlamura uçuyordu. Civil cıvıldılar. Oyunlar oynayarak oradan oraya sıçrıyor, sonra uçup gidiyorlardı. Onlara bakıp hayretler içinde kalıyordu, kafesteki minik kuş. Bir de iri iri kuşlar vardı balkona gelen. Kafesine yem koyan küçük çocuğun ufaladığı ekmek kırıntılarını yiyorlardı. Guguk kuşlarıydı bunlar. Hiç aceleleri yok gibiydi. Öteki küçük kuşlar gibi seslerden ürktükleri filan da yoktu.

Çocuktan ve annesinden kaçmıyor, balkon kapısı açılıp kapandıkça rahatsız olmuyorlardı. Ekmek kırıntılarını yedikten sonra karşı evlerin saçaklarına, bacalarına doğru uçuyorlardı. Sonra başka kuşlar da gelir oldu balkona. Karşı balkonlardaki saksılarda renkli çiçekler açtı. Kokuları bütün sokağı sardı. Gerdanı kırmızı, yeşil parlak tüylerle kaplı kuşlar, uçup konmaya başladı kafesin çevresine. Bir çekirge ve en sonunda sarı bir kelebek… Bardağı taşıran damla, işte o kelebek oldu. Narin, ipeksi kanatlı ve küçük… O bile, istediği yere uçabiliyordu. Küçük kuş kanatlarının tutulduğunu duyumsayıp onları iyice açtı. Başını sırtına gömüp uykuya daldı. Uykusunda, renkli çiçeklerle dolu bahçelerde gezindi. Kendisi gibi yeşil ve mavi renkli kuşlarla dolu bir ormana girdi. Cıvıltılarla doluydu orman. Kafesin sarsıntısıyla uyandığında, kapının açık olduğunu gördü. Yemini tazeliyordu çocuğun annesi. Küçük çocuğun boyu, kafesin yeni yerine yetişmiyordu. Kadın, yemliği kafesin dışına çıkarmıştı ki içeriden bir çığlık geldi. Ne olduysa olmuş, kadın kafesin kapağını açık bırakıp içeri koşmuştu. Küçük kuş da kafesten dışarı süzülüvermişti. Gökyüzünde yolculuğu böyle başlamıştı küçük kuşun.

Mevsim için, ilkbahar diyorlardı. Güneş, altın sarısıydı. Ağaçlar pembe, beyaz çiçeklerle donanmıştı. Bahçeler, parklar, su kıyıları yemyeşil otlarla kaplanmıştı. Artık yemi ve suyu kendisini hazır beklemiyordu. Onları kendi başına bulması zordu. Bazen evlerin açık pencerelerinden içeri dalıyordu. Böyle iki kez yakalanmış; ama sonra yeniden kaçmıştı. Eski evindeki o çocuğu, kendisini yorulmadan izleyen iki iri kara gözü, özlediği oluyordu elbette. Sırtında, gagasında gezinen azıcık kirli; ama hep sıcacık eli ise, yemlerden daha çok özlediği de bir gerçekti. Gel gelelim kanatlarına rüzgârı takıp şehirlerin üstünde uçmak da bambaşka bir güzellikti. Böyle gönlünce, ipsiz bir uçurtma gibi uçalı ne kadar zaman olmuştu?.. Ne var ki birkaç gündür havalarda bir değişiklik başlamıştı.

Güneş bütün yaz parladığı gibi parlamıyordu. Azıcık solmuştu sanki. Çiçekler kurumaya, yeşil yapraklar hafifçe sararmaya başlamıştı. Akşam çabuk oluyordu. Serin bir rüzgâr esmeye başlıyordu, güneş batınca. Üşür gibi oluyordu küçük kuş. Bir kuytu bulup sokuluyordu oraya. Sabah olunca da havanın eskisi gibi ısınmadığını görüp şaşırıyordu. Kuş cıvıltıları da azalmıştı sanki. Serçeler için pencere kıyılarına bırakılmış yemleri, ekmek kırıntılarını rüzgâr, alıp götürmeye başlamıştı. Günler giderek kısalıyor, hava her gün biraz daha soğuyordu. Yapraklar, ağaç dallarından birer birer kopup düşüyordu.

Benzer İçerikler

Bozuk Saat | Irmak Zileli

yakutlu

Annemin Öğretmediği Şarkılar | Selçuk Altun

yakutlu

Ihya-u Ulumiddin (4 Cilt-2. hm)

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy