Son – Ayşe Kulin
Son Özeti
Ayşe Kulin Son adlı romanı ile birbirinden farklı hayatların kötü bir tesadüf ile birleşmesini konu alırken memleket meselelerine de değinmekten geri kalmamış. Polisiye tadında bir roman olmasına rağmen karakterlerini pek güçlü bulmadığım, sonunun basit bir şekilde bağlanması memnuniyetimi pek karşılamadı. Son derece heyecanlı giriş yaptığı hikâye ilerledikçe gücünü kaybetmeye başlasa da Ayşe Kulin’in yine de edebiyat dünyasında ki güçlü yeri tartışılmaz.
Derya ve Hakan evlidir. Ada adında bebekleri vardır. Uzun süredir işsiz kalan mimar kocası Hakan sonunda başvurularından birine yanıt alır. Çin’in en önemli şehirlerinden biri olan Şangay’dan davet gelir. Kayınpederinin yardımlarıyla geçinmeye çalışan bir iş bulmak için uzun süredir bekleyen Hakan gitmek için kararlıdır ancak Derya kesinlikle istemez.
Derya’yı ikna etmek babasına kalır. Hakan önden gitmeye karar verir daha sonra gelmesi üzerine kızı ve Derya’nın vizelerini de önceden halleder. Derya bir süre babasının yanında kalır. Derya’yı ikna etmenin yollarını ararken eğer onu bir süre yalnız bırakırlarsa kendiliğinden gitmek isteyeceğine karar verirler ve babası da karısının eski kocası David ile gezi için yurtdışına çıkar. Babasının yardımcıları Recep ve özellikle karısı Nebahat Derya’yı sıkmaya başlamıştır bile. Hatta Nebahat ile birbirlerinden düşmanmışçasına nefret ederler. O yüzden evden uzaklaşmak için Derya Ada’yı da alıp sık sık deniz kenarına güneşlenmeye gider.
Bir sabah yine çıkmış sahildeyken tesadüf eseri kendisiyle aynı mayoyu giymiş olan Eda ile tanışırlar. Eda Ada’yı çok sever ve kendince adını Aguli koyar. Biraz suya girip serinlemek isteyen Derya Ada’yı Eda’ya teslim eder ve her şey o anda olur. Denizin içindeki bir motor görünüşe göre bilerek Derya’nın üzerine sürer ve kadın orada can verir. Eda Ada’yla kala kalır ve tüm bunların kendi yüzünden olduğunu düşünür çünkü Eda’nın daha önceki sevgilisi ona tuzak kurmuştur. Mardin’den İstanbul’a ulaştırması için devlet için önemli gizli bilgilerin olduğu bir flaş verir. Neden sonra aklanır Eda ama polis Vural bu olayla hala adamların peşinde olduğunu düşünür. Yani asıl öldürülmek istenen kendisi iken benzerlikten dolayı Derya kurban gitmiştir.
Bunun üzerine Eda için Vural’ın nezaretinde bir süreliğine yurt dışına kaçırılmaya ancak orada korunabileceğine dair kararlar alınır. Tüm konsolosluk işlemleri, sahte vize, nereye gideceği, orda nerde kalacağı, kim karşılayacak, ne iş yapacak gibi tüm düzenlemeleri Vural halleder ve Eda da Çin’e doğru yolculuğa çıkar.
Karısının ölüm haberi ile şok geçiren Hakan Ada’yı almak üzere İzmir’e gelmiştir. O gün o da Çin’e dönerken uçakta yan yana yolculuk edeceği kişi Eda’dır. Aguli sanki hemen Eda’yı Eda da Ada’yı tanımıştır. Karısının kendisi yüzünden öldüğü fikrine inandığı için Hakan!!a karşı derin mahcubiyet ve üzüntü içerir tabi bunu ondan saklar. Uzun yolculukları boyunca Eda Ada ile ilgili Hakan’a yardımcı olmuştur. Türkçe dersi vermek üzere okutmanlık yapmak için Çin’e gittiğini söyler Eda. Hakan ayrılma aşamasına geldiklerinde numarasını verir ve eğer Ada ile ilgilenirse memnun kalacağını söyler.
Diğer taraftan bir polis muhabiri olan İbo, Vural’ın da desteği ile bu hikâyenin peşine düşer. Cinayet mi? Kaza mı?
Eda Çin’ deki hayatına alışmaya çalışırken Vural’ın önceden hazırladığı Ahmet diye birinin evinde kalır. Ahmet annesi ile yaşar. Ancak bir gün gelen ani bir haberle kadının Türkiye’ye gitmesi gerekir. Ahmet de baş başa yalnız kalmalarının uygun olmayacağını düşünür. O sırada Eda Hakan’la görüşüp Ada’ya da bakıcılık yapmak için evlerine yerleşmeye karar verir. Bu duruma Hakan çok sevinse de Vural Müdür kendisinden habersiz hareket ettiği ve aşık olduğu için çok kızar Eda’ya.
Eda ve Hakan seviyeli bir süreç geçirse de Hakan da zamanla bir şeyler hissetmeye başlar. Eda ise ondan gerçekleri sakladığı için kendini çok kötü hissediyordur.
Kimse onu dikkate almasa da İbo olayı çözer ve katilin kim olduğu ortaya çıkar. Aslında Eda ile hiç bir ilgisi yoktur. Bunu öğrenen Hakan miras işlemleri için Türkiye’ye uçar ve Eda’ya da duygularını açıklar. Vural Eda’nın dönmesi için işlemleri başlatsa da Eda Hakan dönmeden dönemeyeceğini söyler. Daha sonrada n babasından yardım alır ve biletini ayarlatır. Hakan döndüğünde Eda tüm gerçekleri Hakan’a anlatıp bu vicdan yükünden de kurtulur. Daha önce başvurduğu bir proje için Eda Afrika’ya gidecektir.
ÖNİZLEME
Olduğum yere demir atıp limanımda kalmak istiyorum.
Mesaj bildirimini duyunca Hakan’ın başucunda duran telefonuna yan gözle baktım. Başvuru yaptığı işlerin birinden yine bir ret yanıtı gelmişti herhalde. Duştaydı, seslendim ama duymadı.
Açıp baksam mı?
Telefona uzanıp ekrana dokundum. İngilizce bir şeyler yazıyordu, tam okumaya hazırlanırken, büyük havluyu beline dolamış küçüğüyle de saçlarını kurutan Hakan odaya girdi. “Sana bir mesaj geldi,” dedim.
Hiç oralı olmadı. Tekrar ettim. “Bakarım sonra,” dedi ve odada biraz dolandıktan sonra telefonu alıp dışarı çıktı.
Mesajda her ne yazıyorsa, benim yanımda bakmak istemiyor, diye düşündüm. Yanaklarım yanmaya başladı. Mememi emen bebeğim tedirginliğimi sezmiş olmak, çırpındı, tuhaf bir ses çıkarttı. Onu mememden çekip omzuma dayadım, gazım çıkartsın diye sırtına vurdum. Aslında artık memeden kesilmesi gereken yaşa geldi ama yaşadığımız köyde çocuğunu iki yaşma gelene kadar emzirenler çoğunlukta olduğundan, bana bencil demesinler diye sütü kesmek için yaşım doldurmasını bekliyordum. Bu kasabada komşularımdan başka arkadaşım yok ve onlara muhtacım. Ada gazlandığında, yemek pişirirken ya da bahçeyle uğraşırken her dara düştüğümde danışmanlarım onlar benim. Diğerleri, yani Avrupa kıtasının çeşitli şehirlerine saçılmış olanlar da, internetten ulaşıp, ne işime yarayacaksa artık, sanat dünyasında neler oluyor öğrenmek, günümü doldurmak için öylesine mesajlaştığım geçmişte kalmış arkadaşlarım.
Hakan geri döndü, telefonu eski yerine, belindeki havluyu yatağa bıraktı, oysa aym şeyi ben yapsam hemen itiraz eder, ıslak havluyu yatağa koymasana, der. Ağır hareketlerle giyinmeye başladı.
Çorabının teki konsolun üzerinde duruyorken eğildi, yatağın altına baktı. Gözünün önündekini görmüyor! Kafası karışık bu adamın! “Ben çıkıyorum, marketten bir isteğin var mı?” diye sordu, başucu masasındaki telefonuna uzanırken. Kolunu yakaladım. “Benden bir şey mi saklıyorsun sen?” “Senden ne saklayacağım ki?” Gözlerime bakmıyor. “Mesaj kimdendi?” “Şey… başvurduğum işle ilgili…” “E, neden söylemiyorsun o halde. Kabul mü, yine ret mi?” “Şimdi acelem var Derya, dönüşte konuşuruz.” Yalanını güzelce kurguladıktan sonra mı, diye geçti içimden. “Evet ya da hayır… tek bir sözcük bu kadar zor mu?” “Değil de… bu biraz açıklama gerektiren bir durum. Bak, vakit kaybettiriyorsun bana. Dönünce anlatacağım.” “Benden ne gizliyorsun Hakan? Hani ne olursa olsun, dürüst olacaktık birbirimize.” “Elbette, her zaman! Dönüşte konuşacağız.” Yok, dönüşü bekleyemem ben. Yataktan kalktım, Adayı usulca halıya bıraktım.
“Hayatında biri mi var?” dedim. “Haydaa! Nerden çıktı bu şimdi?” “Niye telefonuna dışarda baktın? İş konuşmasıysa benimle niye paylaşmıyorsun?” “Saçmalama Derya! Madem inanmıyorsun…” Uzattı telefonu bana, “Al bak, gözlerinle gör!” Birden utandım yaptığımdan. Çok utandım. “Bakmayacağım elbette. Senin telefonunu niye kurcalayayım ki… ama bu esrarengiz tavırların… son zamanlarda çok değiştin, biliyor musun?” “Nasıl değiştim?” “Düşüncelisin, endişelisin, asık suratlısın. Bir derdin olduğu kesin de, neden paylaşmak yerine gizliyorsun benden?” “Gizlemiyorum sadece sana söylemek için… olgunlaşmasını bekliyordum.” Yapıştığım kolunu bıraktım. “Ah elbette! Nasıl düşünemedim, hayatının odak noktası doğa olan kişinin olgunlaşma sürecine dikkat etmesi gerekir! Artık bir meyve ağacı dikimi mi, bir sebze mi aklındaki, her neyse, yılların içinde olgunlaşacak, mahsulünü verecek, ben ancak o zaman öğreneceğim. Zeytin meyve grubuna mı giriyordu? Şu yeni budadığın zeytinin bir başka daldan sürgün vermesini mi bekliyoruz, yoksa?” “Derya, beklediğim şey başvurduğum bir mimarlık bürosundan yanıttı! Ne zamandır bekliyordum, sonunda geldi işte!” Hangisinden acaba? O kadar çok başvurusu var ki!
Ada tuhaf sesler çıkardı ve geğirdi, ağzının kenarından süt akıttı halıya. Başka zaman olsa fırlar temizlerdim, oysa şimdi, sesim titreyerek, “İş mi buldun?” dedim, “Nihayet olumlu yanıt mı geldi?” “Anlaşıldı, açıklama dönüşe ertelenemiyor. Aceleci karıma hemen tekmil vermek zorundayım. Bari izin ver de laptopu açayım… telefon ekranındaki yazı çok ufak, iyi göremiyorum.”
Çıktı odadan. O çıkınca, kızımı halının üzerinden alıp yatağına koydum ve onun itiraz seslerine hiç aldırmadan üzerimde geceliğimle, oturma odamıza koştum.
Hakan yazı masası olarak da kullandığımız yemek masamızdaki laptopa eğilmiş, dikkatle ekrana bakıyordu. Ben içeri girince doğruldu, “Evet, sana söyleme vakti gelmiş,” dedi, “sorularımı da yanıtlamışlar, iş pişmiş!” Sağ elimle kalbimin üzerine bastırıyordum, bu muhteşem doğayı ve babamı bırakıp gideceksek bari İstanbul olsun. Hatta Tanrım ne olur illa İstanbul olsun! “Demek iş başvurularından biri kabul edildi! Bu harika bir haber! Hangisi, İstanbul mu, İzmir mi?” diye sordum. “Şansıma inanamıyorum Derya! Yapı şirketine özgeçmişimi gönderdiğimde hiç umudum yoktu, öylesine yollamıştım… O kadar alışmışım ki reddedilmeye, olumsuz yanıta iyice şartlanmışım.” Soluklandı. “Başvurumu kabul etmişler!” Benim elim hâlâ yüreğimin üzerindeydi. “İstanbul’daki Yapı Tasarım mı?” “Yok yahu! Oradan hiç yanıt gelmedi ama artık kim takar! Bu beni kabul eden yerde, tüm aileye sağlık sigortası var, oturacağımız evin kirası da onlardan vee işte en büyük müjde! Maaşım dolarla ödenecek!” “Dolarla mı? Hangi şehirde bu iş?” “Şangay’da.” “Pardon?” dedim ben, “Nerede?” “Şangay’da… Çin’de yani,” dedi. Yanlış duymuş olmalıyım. “Çin’de?” “Evet. Şangay biliyorsun Çin’in en önemli şehri.” Uzak Doğu denince ağzımın içine ekşi bir tat yayıhr benim. “Çin’e gitmeyi düşünmüyorsun herhalde!” “Niye düşünmeyecekmişim?”
“Çok uzak!” “Artık dünyada her yer bir uçuş mesafesinde.” “Her şeyimizi geride bırakıp Çin’e mi gideceğiz?” “Bırakamayacağımız ne var ki? Bir baban var senin, o da canı ne zaman isterse kalkar gelir yanımıza. Tatillerde de biz geliriz.” “Bizim bir bebeğimiz var, Hakan.” “E, onu burada bırakacak halimiz yok elbette. Hatta mutfak kapımıza dadanmış kediyi de alırız çok istersen.” Güldü, “Yok alamayız, Çin’de kedileri köpekleri pişirip yiyorlar, evden kaçacağı tutarsa Allah korusun, mahalledeki lokantada yahnisi önümüze gelebilir… Niye öyle hortlak görmüş gibi bakıyorsun yüzüme, Derya? İki yıldır başvurmadığım mimarlık bürosu kalmadı, bu hükümet iktidarda kaldıkça burada sana iş yok, kısmetini yurt dışında araşan iyi edersin diyen, sen değil miydin?” Yüreğimin üzerindeki elim çoktan yanıma sarkmış, omuzlarım çökmüştü. “Ben İngiltere’yi, Fransa’yı, İtalya’yı kast etmiştim, Çin’i değil!” “O söylediğin ülkelerde kriz var, kızım! Tüm Avrupa’da kriz var Derya. Ben de bu yüzden gelişmekte olan ülkelere yöneldim.
Çin yükselen bir yıldız. Hele Şangay, hayalleri olan bir mimar için bulunmaz nimet! Nitekim, bak işte…” Kestim sözünü, “Doğa âşığı olan sen değil miydin?” “Hâlâ öyleyim. Doğayı koruma sevdam yüzünden kara listeye alınmadım mı ben?” “Günaydın! Sana, o derneğin başına geçersen, ormanlar mahvediliyor, bitkiler kesiliyor, börtü böcek eksiliyor diye protestolar düzenlersen işsiz kalırsın demekten dilimde tüy bitti. Sende jeton yeni düşmüş! Ona da şükür de, çevre kirliliğine duyarsız bir ülkeye gitmek, neyin nesi?” “Bıçak kemiğe dayandı çünkü. Tek başıma olsam bana yine vız gelirdi işsizlik filan. Ama şimdi bir ailem var. Karıma ve çocuğu-
ma kayınpederimin bakması daha nereye kadar…” Konuşturmadım Hakan’ı. “Babam bize yaptığı yardımı yüzüne mi vurdu? Senin bildiğinden bile yemin ederim ki haberi yok! Bu baba-kız, ikimizin arasında bir şey. Ben seninle arama yalan sokmamak için söyledim sana.” “Ailemi kendim geçindirmek istiyorum, anlamıyor musun?” “Hakan, ben onun tek evladıyım. Elbette kollayacak beni. Ne var bunda?” “Mesele sadece bu da değil. Aldığım eğitimin, yeteneğimin hakkını verememek, boş oturup çürümek…” Lafını bitirtm edim. “O zaman o derneğin kurucuları arasında olmayacaktın! Zaten oldun da ne fark etti, sizi dinleyen mi var? Don Kişot gibi yel değirmenleriyle savaşıyorsunuz!”