SONSUZLUĞUN SONU-ISAAC ASIMOV

TEKNİSYEN

Andrew Harlan büyük bir tencereyi andıran madeni araca girdi. Araç, yukarıya doğru uzanan, Harlan’ın başı üzerinde yaklaşık iki metre kadar yükseklikteki garip görünüşlü bir sis tabakası içinde kaybolan çubuklardan meydana gelen dikey şafta, serbest bir biçimde yerleştirilmişti ve kenarları yuvarlaktı. Birtakım düğmelere bastı ve hareket manivelasını yavaşça çekti.

Araç hareket etmedi.

Aslında Harlan da bilinen anlamda bir hareket beklemiyordu. Aşağı yukarı, sağa sola ya da ileri geri. Fakat, maddesel olmadıkları halde dokunulduğunda hissedilebilen ve dikey şaftı oluşturan çubuklar arasındaki boşluk gümüşi renkte bir görünüm aldı. Aynı anda başlayan, midesindeki hafif bir rahatsızlık ve psikosomatik baş dönmesi ona araçla Sonsuzluk’ta üst zamanlara doğru yolculuğun başladığını anlatıyordu.

İki yıl önce kendisine verilen görevin üssü olan araca 575. yüzyılda binmişti. O zamanlar 575., o güne dek gittiği en uzak üst zamandı. Şimdi 2456. yüzyıla gidiyordu.

Normal olarak bulunduğu durumda bir kaybolmuşluk hissi içinde olması gerekirdi. Yerlisi olduğu Yüzyıl uzak alt zamanda, 95. yüzyıldı. 95., atom gücünün şiddetle sınırlandırıldığı, köy hayatı yaşanan, genellikle tahtanın yapı malzemesi olarak kullanıldığı, damıtılmış içkiler ihraç edilip yonca tohumlarının ithal edildiği bir yüzyıldı. Her ne kadar Harlan henüz on beş yaşındayken özel eğitime girip çırak olduysa da, kişi “ev”den dış zamana hareket ettiğinde bu kaybolmuşluk hissini yaşardı. 2456.’da o, doğum zamanından yaklaşık iki yüz kırk bin yıl uzakta olacaktı ve bu, katı bir sonsuz için bile oldukça büyük bir uzaklıktır.

Normal olarak durum böyle olacaktı.

Fakat şu anda Harlan cebinde ağırlığını hissettiği belgelerden başka bir şey düşünecek durumda değildi. Biraz ürkek, biraz sinirli, biraz şaşkındı.

2456.’ya geldiğinde, elleri kendiliklerinden hareket ederek gerekeni yapıp aracı durdurdu.

Gariptir ama, bir teknisyen hiçbir konuda sinirli davranamaz. Bir zamanlar Eğitmen Yarrow ne demişti?

“Her şeyden evvel, bir Teknisyen soğukkanlı olmalıdır. Yapacağı Gerçeklik Değişikliği elli milyar insanın hayatım etkileyebilir. Bunun bir milyon, belki de daha fazlasının hayatları ise öylesine etkilenir ki hemen hemen yeni bireyler haline gelirler. Bu şartlar altında, duygusal bir davranış hoşgörülemez.”

Harlan başını sertçe sallayıp öğretmeninin, kupkuru sesiyle canlanan hatırasını bir kenara bıraktı. O günlerde bu rütbe için gerekli yeteneğe sahip olduğu aklının ucundan bile geçmemişti. Fakat duygusal davranıyordu. Elli milyar insan için değil. Elli milyar insan umurunda bile değildi. Yalnızca biri vardı. Bir kişi.

Birden aracın durduğunu fark etti ve düşüncelerini bir araya toplamak için bir an duraklarken Teknisyenlere özgü soğuk, duygusuz haline büründü, araçtan çıktı. Terk ettiği araç, tabii ki biraz önce binmiş olduğuyla aynı değildi, artık aynı atomlardan meydana gelmiyordu. Ancak bu, sonsuz için üzerinde durulacak bir konu değildi. Varolduğu gerçeğinden ziyade, zaman içinde seyahatin sırlarıyla ilgilenmek, bir çırağa ya da sonsuzluğa yeni gelmiş birine yakışırdı.

Bir tarafında sonsuzluk, bir tarafında normal zamanın bulunduğu, son derece ince olan zamansızlık ve mekânsızhk perdesinin önünde tekrar durakladı.

Burası kendisi için sonsuzluğun tamamen yeni bir kısmıydı. Zaman Rehberi’nden gerekli her şeyi öğrenmişti. Yine de içinde yaşamanın yerini tutamazdı ve kendisini uyum sağlamanın ilk şokuna hazırladı.

Gerekli ayarlamaları yaptı. Zamandan sonsuzluğa geçiş çok kolay olmasına rağmen, çok daha seyrek yapılan zamana geçiş karmaşık bir olaydı. Perdeyi geçti ve kendini göz kamaştıran bir ışık cümbüşü içinde buldu. Gözlerini korumak için ellerini yüzüne götürdü.

Karşısında sadece bir kişi vardı. Onu ancak bulanık bir biçimde görebiliyordu.

Adam, “Ben Sosyolog Kantor Voy. Sanırım siz Teknisyen Harlan’sınız.” dedi.

Harlan başım sallayarak onayladı ve, “Zaman Baba! Bu tarz giyinmeyi değiştirmek mümkün değil mi?”

Voy şöyle bir kendisine baktı ve anlayışlı bir tarzda, “Moleküler filmleri mi kastediyorsunuz?”

“Evet”, dedi Harlan. Rehberde bahsi geçiyordu ama bu derece çılgınca ışık yansıttığından söz etmiyordu.

Harlan tedirginliğini normal karşılıyordu. Birçok yüzyıl gibi 2456. yüzyıl da madde kökenliydi, o yüzden uyum sağlayabilmeyi ümit etmeye hakkı vardı. 300’lerin enerji girdapları ya da 600’lerin alan dinamiği madde kökenli bir yüzyıla ait insanları şaşırtabilirdi ama 2456. yüzyılda bu olmamalıydı. Bu yüzyılda basit bir sonsuz için dahi konfor, duvarlardan çivilere kadar düşünülmüş, hazırlanmıştı.

Aslında, her şey maddeseldi. Enerji kökenli bir yüzyıldan olanlar bunu anlayamazdı. Onlara bu görünüş, ağır, kaba ve barbarca gelirdi. Ama madde kökenli Harlan’a göre, her taraf tahta, cins cins metal, plastik, silikat, beton, deri, vb. idi.

Fakat maddenin her türü ayna görevi görüyordu.

2456.’da göze çarpan ilk bu oluyordu. Bütün yüzeyler parlaktı ve ışığı yansıtıyordu. Moleküler filmlerden dolayı, her yer pürüzsüz bir görünüm arz ediyordu. Kendisinin, Sosyolog Voy’un, görebildiği her şeyin, her taraftan bütünler ya da parçalar halinde her açıdan defalarca yansıyan görüntüleri insanı karmaşaya iten bir rahatsızlığa yol açıyordu. Karışıklık göz kamaştırıyor ve mide bulandırıyordu.

“Özür dilerim,” dedi Voy, “Bu yüzyılımızın adetlerindendir ve bu işlere bakan kısım da zamanı

geldiğinde adetleri uygulamak gerektiğine inanıyor. Bir süre sonra alışırsınız.”

Voy hızlı ve görüntüsü birbirine karışan adımlarla yürüdü. Yürürken tepetaklak oluyor, uzun adımlan yerin altına gidiyormuş gibi görünüyordu. Bir yere uzandı ve bir devreyi kapattı.

Yansımalar kesildi, suni ışıklar ölgünleşti. Harlan tekrar kendine geldiğini hissetti.

“Lütfen benimle gelin” dedi Voy.

Harlan birkaç dakika önce ışıklar ve yansımalar içinde olan boş koridorlarda adamı takip etti. Bir antre boyunca yukarı doğru tırmandıktan sonra bir çalışma odasına girdiler.

Kısa yürüyüşleri sırasında hiç kimseye rastlamamışlardı. Aslında Harlan bu duruma o kadar alışıktı ki, eğer bir insana rastlasalar çok şaşıracaktı. Hiç şüphesiz, bir teknisyenin geldiği haberi yayılmış olmalıydı. Hatta Voy bile sürekli aralarında mesafe bırakmaya çalışıyor ve eğer kazara Harlan’ın eli elbisesine bile değecek olsa gözle görülür bir biçimde uzağa çekiliyordu.

Harlan, bu durumun içinde bir burukluk hissi uyandırdığını fark edince şaşırdı. Eğer içinde büyüdüğü kabuk yeterince kalınsa duygusal davranmaması gerekirdi. Eğer öyle değilse, kabuğu daha ince kalmışsa bunun bir tek sebebi olabilirdi. Noys!

Sosyolog Kantor Voy arkadaşça gözüken bir tavırla teknisyene doğru eğildi ama Harlan oldukça büyük bir masanın iki uzak ucunda oturduklarını fark etti.

Voy, “Sizin gibi ünlü bir teknisyenin bizim küçük sorunumuzla ilgilenmiş olmasına çok sevindim.”

Harlan, çevresindekilerin her zaman kendisinden bekledik leri soğuk tavırla, “Evet,” dedi. “İlgi çekici yönleri var.” (Yeterince soğuk ve duygusuz davranıyor muydu acaba? Suçunu ortaya koyan ter damlaları alnında görünüyor olmalıydı.)

İç cebinden, rulo halindeki gerçeklik değiştirmesi özetini çıkardı. Bu, bir ay önce Bütünzamanlar Meclisi’ne gönderilen kopyaydı. Kıdemli Bilgisayar Twissell’le olan yakınlığı dolayısıyla bunu ele geçirmekte güçlük çekmemişti.

Harlan ruloyu açıp, masanın üzerindeki yumuşak paramanyetik alana yaymadan bir an bekledi.

Masayı kaplayan ince moleküler tabaka yumuşamış, fakat henüz tamamen kaybolmamıştı. Masadan yansıyan kolunun hareketi birden dikkatini çekti ve bir an için masada kendi yüzünün aksini gördü. Otuz iki yaşındaydı ama daha yaşlı gösteriyordu. Bu ona kimsenin söylemesini gerektirmeyecek kadar açıktı. Ona, sonsuzların kafasındaki teknisyen imajıyla bütünleşmiş olan aşağılayıcı tavırları ve keskin, soğuk nazarları kazandıran, uzun yüzü ve koyu renk gözlerinin üzerindeki siyah kaşları olmalıydı. Zaten kendisi de bir teknisyen olduğunu bu özelliklerinden anlıyordu.

Ruloyu masanın üzerine açtı ve konuya girdi. “Ben bir sosyolog değilim, bayım.”

Voy gülümsedi. “İşte bu fena. Ne zaman birisi belirli bir alanda tam bilgi sahibi olmadığını belirterek konuya girse, arkasından o konuda çok açık bir biçimde fikrini belirtecek demektir.”

“Hayır,” dedi Harlan, “Fikir değil. Yalnızca bir rica. Acaba bu notları tekrar gözden geçirip, küçük de olsa bir hata yapıp yapmadığınızı kontrol etmek ister miydiniz, diye soracaktım.” Voy birden vakur bir tavır takındı. “Umarım, hayır,” dedi. Harlan’ın bir kolu oturduğu sandalyenin arkasına sarkmış, diğeri ise kucağındaydı. Boşta kalan parmaklarının sinirli hareketler yapmasını istemiyordu. Dudaklarını ısırmamalıydı. Duygularını açığa vurmamalıydı.

Şimdiye dek, şimdiye kadar hayatının yönü, Bütünzamanlar Meclisi’nin öğütücü idari mekanizmalarından geçen Gerçeklik Değiştirmesi projelerini inceleye inceleye öylesine değişmişti ki. Kıdemli Bilgisayar Twissell’in kişisel olarak atadığı teknisyeni olarak, profesyonelce, olayları basit değiştirmelerle ayarlayabilirdi. Özellikle kendisi büyük projesi, Twissell’in dikkatini üzerine çekmişken. (Harlan’ın burun kanatları açıldı, kapandı. Şimdi, bu projenin yapısı hakkında bir şeyler biliyorduk)

Harlan mantıklı bir süre zarfında neyi aradığını bulacağından emin değildi. V5 seri nolu 24562781 Gerçeklik Değiştirmesi projesine ilk baktığında mantık gücünün hisler ve arzularla saptırıldığını hissetmişti. Bütün bir gün tekrar tekrar bazı eşitlik ve denklemleri karmaşık bir belirsizlik içinde kontrol etmiş, artan bir heyecan içinde kendisine hiç olmazsa temel psikomatematik öğretildiğine şükretmişti.

Voy aynı konulan yarı şaşkın, yarı endişeli gözlerle tekrar gözden geçirdi.

“Bana öyle geliyor ki; yani, bana öyle geliyor ki bütün her şey mükemmel bir biçimde, gerektiği gibi yapılmış,” Harlan, “Bu yüzyılın halihazırdaki gerçekliğindeki kişilerin kur yapma şekilleri konusu için size başvurdum. Bu sosyolojiye girer ve sizin sorumluluğunuzdadrr, sanırım. İşte bu yüzden, geldiğimde sizinle, başkasıyla değil de sizinle görüşmek istedim.”

Voy’un kaşları çatıldı. Hâlâ nazikti, fakat artık soğuk davranıyordu. “Bölümümüzdeki gözlemciler oldukça ehil kişilerdir. Bu konuya atananların da doğru veriler topladığına itimadım sonsuzdur. Aksi yönde bir deliliniz mi var?”

“Hayır yok, Sosyolog Voy. Verilerini kabul ediyorum. Benim sormak istediğim verilerin değerlendirilişi. Eğer kur yapmalarla ilgili veriler doğru bir biçimde değerlendirilseydi, bu noktada farklı bir yol bulunamaz mıydı?”

Voy baktı ve soma bakışlarına belirgin bir rahatlık ifadesi yerleşti. “Tabii, teknisyen, tabii, fakat bu kendini bir benzerlik içinde çözer. Her iki taraftan da ödün vereni olmayan küçük boyutlu bir daire söz konusu. Sanırım katı matematiksel ifadeler yerine manzaralı bir dil kullanmamı hoş görürsünüz.”

“Anlarım,” dedi Harlan kuru bir ses tonuyla. “Ben de bir sosyologdan daha fazla bilgisayar değilim.”

“Çok güzel, o halde. Bahsettiğiniz farklı yol, ya da buna çatallaşma da diyebiliriz, önemli değil. Çatallaşmalar sonuçta aynı noktada birleşir ve tek bir yol halini alır. Tekliflerimiz arasında değinmeye değer bulmamıştık.”

“Öyle diyorsanız, bayım, bende sizin kararınıza uyacağım. Bununla birlikte yine de G.A.D. meselesi var.”

Sosyolog, Harlan’ın da beklediği gibi birden irkildi. G.A.D. Gerekli Asgari Değişiklik. O konuda teknisyen patrondu. Bir sosyolog, zaman içindeki sınırsız muhtemel gerçekler konusunda tartışma kabul etmeyebilirdi ama, G.A.D. konusunun üstadı teknisyendi.

Mekanik hesaplamalar bunu yapamaz. En yetenekli ve tecrübeli kıdemli bilgisayar tarafından yönetilen, gelmiş geçmiş en büyük hesap kompleksi ancak G.A.D. yapılacak alanın sınırlarını saptayabilir. Verileri inceleyip, karar veren ve saptanan sınırlar arasında tam noktayı tespit eden teknisyendir. İyi bir teknisyen çok ender yanılır. Birinci sınıf bir teknisyen hiçbir zaman yanılmaz.

Harlan da hiçbir zaman yanılmazdı.

“Şimdi, önerilen G.A.D.,” dedi Harlan (Sakin, tek tek ve tam Standart Zamanlararası Lisan hecelerini kullanarak konuşuyordu), “yani sizin önerdiğiniz, uzayda bir kazanın başlangıcını ve bir düzine belki de daha fazla insanın derhal ölümünü içeriyor.”

“Kaçınılmaz,” dedi Voy, omuz silkerek.

“Yalnız,” dedi Harlan, “Ben G.A.D.’nin sadece bir kutunun bir raftan diğerine aktarılmasıyla yapılabileceği kanısındayım. İşte! “Parmağıyla gösterdi. İşaret parmağmın beyaz, bakımlı tırnağı birtakım delikli işaretlere yöneldi.

Voy duruma içini acıyla dolduran fakat sessiz bir yoğunlukla baktı. Harlan, “Bu, sizin şu dikkate değer bulmadığınız çatallaşmaya bağlı olarak durumu değiştirmez mi? Tam emniyet sağlanıp, sonuçta da ” derken Harlan, “Yani, İstenen Azami Sonuç.”

Voy başını kaldırdı, Harlan’a baktı. Koyu renk gözleri öfke ve kırgınlık doluydu. Harlan, sözlerinin ezici gücü altındaki adamın ön dişlerinin ayrık olduğunu ve ona tavşana benzeyen bir görünüm verdiğini fark etti.

Voy, “Sanırım Bütünzamanlar Meclisi’nden biraz laf işiteceğim,” dedi.

“Sanmıyorum. Bildiğim kadarıyla, Bütünzamanlar Meclisi’nin bu durumdan haberi yok. En azından, Gerçeklik Değiştirme projeleri elime geçtiğinde üzerinde herhangi bir görüş belirtilmemişti.” Harlan, “elime geçti” kelimelerini izah etmedi, Voy da sormadı.

“Hatayı siz buldunuz o halde, öyle mi?”

“Evet.”

“Ve Bütünzamanlar Meclisi’ne bildirmediniz mi?”

“Hayır, bildirmedim.”

Voy rahatladı, fakat meraklanmıştı.

“Neden bildirmediniz?”

“Çok az insan bu tür hatalardan kaçınabilir. Durumu gerçekleşmeden düzeltebileceğimi düşündüm ve öyle de oldu. Artık meseleyi uzatmanın bir anlamı yok, değil mi?”

“Şey… teşekkür ederim, Teknisyen Harlan. Arkadaşça davrandınız. Dediğiniz gibi, bölümümüz, kapasitesi itibarıyla bu hatadan kaçınamazdı. Haksız yere sicilimize geçecekti.”

Bir an için durakladı ve devam etti. “Tabii ki, bu değişiklikle, artık, önce bazı kişilerin ölmesi gerekli olmaktan çıktı.”

Harlan kendi kendine düşündü: Gerçekten minnettar kalmışa benzemiyor. Belki de fena halde gücendi. Şu andaki düşüncelerinden sıyrılınca tepesine yemek üzere olduğu darbeden bir teknisyen tarafından kurtarılmış olmak onu daha da yıkacak. Eğer ben bir sosyolog olsaydım şimdi elimi sıkardı, ama teknisyene hiçbir zaman böyle davranmaz. Bir düzine insanı öldürmekten sanık olmayı tercih ederdi belki de.

Ve kırgınlığın artmasını beklemek tehlikeli olacağından, Harlan söze girdi, “Umarım şükran duygularınız, bölümünüzün benim için küçük bir şey yapmasını sağlar.”

“Küçük bir şey mi?”

“Bir YaşamŞeması meselesi. Gerekli veriler yanımda. Aynı zamanda 482. için teklif edilmiş bir Gerçeklik Değiştirmesi’nin verileri de var. Değişikliğin belirli bir kişi üzerindeki muhtemel etkisini bilmek istiyorum.”

“Sizi anladığımdan pek emin değilim” dedi sosyolog, “Bunu yapmak için gerekli her şey kendi bölümünüzde vardır mutlaka?”

“Gayet tabii. Yine de, bu benim kişisel olarak ilgilendiğim bir konu olduğundan, henüz kayıtlarda görünmesini istemiyorum. Kendi kaynaklarımdan bu konuyu kayıtlara geçmeden öğrenmek…” Yarım kalan cümlesi için, ne demek istediği anlatan bir hareket yaptı.

“Yani bu işin resmi kanallardan geçerek yapılmasını istemiyorsunuz.”

“Güvenilir olmasını istiyorum. Güvenilir bir cevap istiyorum.”

“Eee, şimdi, bu kurallara aykırı. Kabul edemem.”

Harlan kaşlarmı çattı. “Hatanızı Bütünzamanlar Meclisi’ne rapor etmememden daha aykırı değil. Ona hiç itiraz etmemiştiniz. Eğer bir konuda kurallara katı bir biçimde bağlı kalacaksak, diğerinde de aynı şekilde katı ve kuralcı olmamız gerekir. Anlıyorsunuz beni, sanırım.”

Voy’un yüzündeki ifade, açıkça anladığını belli ediyordu. Elini uzattı. “Belgeleri görebilir miyim?”

Harlan biraz rahatladı. En önemli engel geçilmişti. Sosyolog getirdiği dosyayı incelerken heyecanla onu izledi.

Sosyolog, “Zaman İçin, bu küçük bir Gerçeklik Değiştirmesi,” dedi.

Harlan fırsatı kaçırmadı ve söze girdi. Öyle. Çok küçük, sanırım. Zaten bu yüzden gizli kalmasını istiyorum. Bir kişiyi denek olarak aldım ve haklı olduğuma emin olana kadar bizim bölümün gereçlerinden yararlanmak uygun düşmeyecek.”

Voy’un yüzünden ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi, Harlan da sustu. İşi tehlikeye atacak noktaya kadar üstelemeye gerek yoktu.

Voy ayağa kalktı. “Bunu YaşamŞemacılarımdan birine vereceğim. Gizli kalacak. Gerçi anlarsınız ama, bunun daha sonraları emsal teşkil etmesini istemiyorum.”

“Gayet tabii.”

“Ve sizce bir sakıncası yoksa, Gerçeklik Değiştirmesi’ni seyretmek istiyorum. Sanırım G.A.D.’yi bizzat kendiniz yönetme şerefini bizden esirgemezsiniz.”

Harlan başıyla onayladı. “Bütün sorumluluğu alacağım.”

İçeri girdiklerinde gözlem odasının iki ekranı da çalışıyordu. Mühendisler, ekranları Zamanda ve Mekânda gerekli koordinatlara bağlamış, çıkmışlardı. Harlan ve Voy parlak ışıklar içindeki odada yalnızdılar.

Harlan ekranlara baktı. Her iki görüntü de hareketsizdi. Ölüm sahneleri gibiydi.

Sahnelerden birinde keskin, tabii renkleri içinde bir makine dairesi vardı. Harlan bunun bir deneme uzay gemisi olduğunu biliyordu. Görüntüde, bir kapı kapanmaktaydı, henüz aralık olan kısımdan da yarı şeffaf, kırmızı bir maddeden yapılmış bir ayakkabı görünüyordu. Hiçbir hareket yoktu. Eğer havadaki toz zerrecikleri görülebilseydi onların bile kımıldamadığına şahit olmak mümkün olacaktı.

Voy, “Görüntüdeki durumdan iki saat ve otuz altı dakika sonra bu makine odasında kimse bulunmayacak. Halihazırdaki Gerçeklikte durum bu.”

“Biliyorum,” diye mırıldandı Harlan. Bir yandan eldivenlerini giyiyor, bir yandan da görüntüdeki rafta duran bahis konusu kutunun pozisyonunu kafasına yerleştiriyor, ona varmak için gerekli adımları ölçüyor ve planına göre yerinin değiştirilebileceği en iyi pozisyonu hesap ediyordu. Öbür ekrana bir göz attı.

Sonsuzluğun şu anda bulundukları bölümünün zamanıyla karşılaştırıldığında “şimdiki zaman” diye adlandırılan ekrandaki makine dairesi, ne kadar saf ve doğal renkler içindeyse, “gelecek” için olması gerektiği gibi, yirmi beş yüzyıl kadar “gelecek” zamanı gösteren öbür ekranda da o kadar mavi rengin hakim olduğu görülüyordu.

Bir uzay limanı görüntüdeydi. Koyu mavi bir gökyüzü, yeşilimsi mavi zemin üzerinde çıplak metalden mavi binalar. Ön planda şişkin tabanlı, tuhaf bir biçimi olan, mavi bir silindir duruyordu. Aynısından iki tane de arka planda duruyordu. Üçünün de yarık burunları yukarıya bakıyor ve uzay gemileri de bu yarıklara oturtulmuş vaziyette duruyorlardı.

Harlan kaşlarını çattı. “Ne garip şeyler.”

“Elektroçekim” dedi Voy. “Elektroçekimle uzay seyahati yapılan tek yüzyıl 2481.’dir. Pervaneler, nükleonlar yoktur. Estetik olarak hoş bir araçtır. Ne yazık ki bir Değiştirme ile bundan yoksun kalmak zorundayız. Çok yazık.” Çok bariz bir hoşnutsuzlukla gözleri Harlan’a dikilmişti.

Harlan dudaklarını birbirine bastırdı. Hoşnutsuzluk tabii! Neden olmasın? O bir Teknisyendi.

Doğrusu, uyuşturucu madde alışkanlığıyla ilgili verileri getiren bir Gözlemci’ydi. Son değişikliklerin, insanlık zamanının halihazırdaki gerçeklikteki en yüksek oranda uyuşturucu madde kullanma alışkanlığının gerçekleşmesine sebep olduğunu istatistikçiler çıkartmış, bazı sosyologlar da, belki Voy bile, bunun toplumun psikiyatrik yapısı üzerindeki olumsuz etkilerini izah etmişti. Böylece bazı Bilgisayarlar bu alışkanlığın en aza indirilebilmesi için gerçeklik değiştirmeleri üzerinde çalışmış ve elektro çekimle yapılan uzay seyahatlerinden vazgeçilebileceğini bulmuşlardı. Bu kararda, Sonsuzluk’taki her kademeden bir düzine, belki de yüz kişinin katkısı vardı.

Ancak, en sonunda, biraraya getirilmiş veri ve talimatları takip ederek gerçeklik değiştirmesini yapacak olan kişinin, kendisi gibi bir teknisyenin, sahneye çıkması gerekiyordu. Ve sonra, herkes lanetleyen bakışlarla onu suçlayacaktı. Bakışlarıyla “sen, biz değil, sen mahvettin bu güzelim şeyi” diyeceklerdi.

Bu yüzden onu kafalarında mahkûm edecek ve yanına yaklaşmayacakladı. Herkes suçunu onun omuzlanna yükleyecek ve alay edecekti.

Harlan, sert bir sesle, “Önemli olan gemiler değil, bu şeylere bakalım biz” dedi.

Görüntüdeki “şeyler” insanlardı. Uzay gemisinin yanında cüce gibi duruyorlardı. Uzay seyahatlerinin fiziki boyuttan karşısında yeryüzü ve yeryüzü toplumu her zaman cüce gibi kalmıştı.

Bu insanlar kümelenmiş küçük kuklalar gibiydi. Zamanın bu donmuş anında incecik kollan ve bacakları suni bir görüntü yaratıyordu.

Voy omuz silkti.

Harlan sol bileğindeki küçük alan jeneratörünü ayarlıyordu.

“Haydi, bitirelim şu işi.”

“Bir dakika. Bu işin ne kadar süreceğini öğrenmek için yaşamşemacısıyla irtibat kuracağım. Ben de bu işin bitirilmesini istiyorum.”

Küçük bir düğmeye bastı ve kurnaz bir ifadeyle gelecek çıtırtıları bekledi. (Harlan bu sonsuzluk bölümünün diğer bir özelliğinin de kodlanmış sesler olduğunu düşündü. Akıllı, fakat sahtekâr, aynı moleküler filmler gibi)

“Üç saatten fazla sürmeyecek diyor. Bir de, konuyla ilgili şahsın adına duyduğu hayranlığı belirtiyor. Noys Lambent. Bir dişi, değil mi?”

Harlan’ın boğazı kurumuştu. “Evet.”

Voy’un hafif bir gülümsemeyle dudakları kıvrıldı. “Çok ilginç. Kendisini görmek isterdim. Aylardır bu bölümde bir kadınla karşılaşmadık.”

Harlan cevap vermeye cesaret edemedi. Bir an için sosyologa baktı ve hızla döndü.

Eğer sonsuzlukta bir aksaklık varsa, o da kadınlardı. Bu aksaklığı sonsuzluğa ilk girdiğinde biliyordu ama kişisel olarak ilk defa Noys’la karşılaştığı gün hissetmişti. O andan itibaren inandığı her şeye ve bir sonsuz olarak ettiği yemine bile yabancı hale gelmişti. Ne için?

Noys için.

Ve utanmıyordu. Gerçekte onu şaşırtan da buydu. Utanmıyordu. Yaptıklarından hiç suçluluk duymuyordu. Hatta yaşamşemacısının usulsüz kullanımının suç olduğunu bildiği halde bu bile onu rahatsız

etmiyordu.

Mecbur kalırsa daha kötüsünü de yapacaktı.

İlk defa açıkça ve kesinlikle karar vermişti. Korkuyla kafasından atmaya çalıştıysa da, biliyordu ki, artık kafasının içine yerleştiğine göre zamanı geldiğinde bu kararını gerçekleştirecekti.

Karar şuydu: Mecbur kalır, başka çare bulamazsa sonsuzluğu yıkacaktı.

En kötüsü de, bunu yapabilecek güce sahip olduğunu biliyordu.

GÖZLEMCİ

Harlan zamana geçiş kapısının önünde durdu ve kendisini düşündü. Bir zamanlar her şey çok basitti. Uğrunda yaşanacak sözler, ülküler vardı. Bir sonsuzun yaşamının her evresinin bir amacı vardı. “Temel İlkeler” nasıl başlıyordu?

“Bir sonsuzun yaşamının dört evresi vardır…”

Her şey temiz ve masumdu, ancak kendisi için hepsi değişmişti ve parçalar haline gelmiş şeyleri tekrar biraraya getirebilmek mümkün değildi.

Bir sonsuzun yaşamındaki dört evreyi sadakatle geçirmişti. Önce, henüz bir sonsuz değilken, zamanda bir ölümlü olarak on beş yıl yaşamıştı. Sonsuzlar, zamanda yaşayanlardan seçilir, yoksa, sonsuz olarak doğmak diye bir şey yoktur.

On beş yaşındayken dikkatli bir eleme ve inceleme süreci sonunda seçilmişti ki o zamanlar böyle bir şeyin varlığından bile haberi yoktu. Son bir acıklı ayrılma sahnesinden sonra ailesinden ayrılmış ve sonsuzluğun sisli perdesinin ötesine götürülmüştü. (Ta o zamanlarda kendisine, artık ne olursa olsun geri dönemeyeceği anlatılmıştı. Bunun gerçek nedenini ise ancak çok sonraları öğrenebilmişti.)

Sonsuzluğa geldiği andan itibaren on yıl süreyle bir çırak olarak günleri okulda geçti ve sonra yaşamının bir gözlemci olarak geçecek üçüncü evresine başlamak üzere mezun oldu. Ancak ondan sonra bir uzman ve gerçek bir sonsuz oldu. Zaten bir sonsuzun dördüncü ve son evresi budur: Ölümlü, Çırak, Gözlemci ve Uzman.

Harlan bu evreleri son derece normal geçirmişti. Hatta başarılı bir biçimde geçirdiğini bile söyleyebilirdi.

Çıraklığını tamamladığı anı çok iyi hatırlıyordu. O an, çırakların sonsuzluğun bağımsız birer üyesi haline gelişleri demekti. Kendilerine, henüz bir konuda uzmanlaşmış olmamalarına rağmen yasal “Sonsuz” unvanı veriliyordu.

Hatırlıyordu. Okul bitmiş, çıraklık sona ermiş, kendisiyle birlikte eğitimlerini tamamlamış olan beş kişi, eller arkada birleşik, bacaklar iki yanda dimdik, gözler ilerde, dinliyordu.

Eğitmen Yarrow bir masanın arkasından onlara hitap ediyordu. Harlan Yarrow’u çok iyi hatırlıyordu: Hiç taranmayan kızıl saçları, çillerle dolu elleri ve kolları ve insana boşluk hissi veren bakışlarıyla tanınan ufak tefek, öfkeli bir adamdı. (Aslında bu boşluk, kaybolmuştuk hissi veren bakışlara her Sonsuz’da rastlamak mümkündür evini ve köklerini kaybetmiş olmak, bir daha hiç göremeyeceği obir tek yüzyıla duyulan ve itiraf edilemeyen özlem.)

Doğal ki Yarrow’un konuşmasını kelime kelime hatırlamıyordu ama ana fikir çok açık bir biçimde belleğine kazınmıştı.

Yarrow, özetle, şöyle demişti: “Şu andan itibaren birer gözlemci olacaksınız. Genellikle bu çok önemli bir mevki olarak kabul edilmez. Bilhassa uzmanlar çocuklara göre bir iş olarak değerlendirirler. Belki siz sonsuzlar da (bu kelimeden sonra bir an için durup karşısındaki genç adamlara göğüslerini kabartmak ve gururlanmak fırsatı tanıdı) böyle düşünüyorsunuzdur. Eğer öyleyse, sizler gözlemci olma hakkı kazanmaya layık olmayan aptallarsınız demektir.”

“Gözlemciler olmasa, bilgisayarlar hesaplayacak, yaşamşemacıları şemasını hazırlayacak, sosyologlar inceleyecek hiçbir şey bulamazlardı. Hiçbir uzmanın uzmanlığı işe yaramazdı. Bunları daha önce de duyduğunuzu biliyorum ama gerçekliğine inanmanızı ve emin olmanızı istiyorum.

“Gayretli çalışmalarla gerçekleri getirmek için, zamana gidecek olan, siz gençlersiniz. Soğuk, tarafsız, fikir ve hisleriniz bulandırılmamış gerçekleri, anlıyor musunuz? Hesap makinelerine verilebilecek doğrulukta gerçekler. Sosyal eşitlikleri kurabilecek açıklıkta gerçekler. Gerçeklik değiştirmeleri için temel teşkil edebilecek dürüstlükte gerçekler.”

“Ve şunu da hiç unutmayın. Gözlemci olarak geçecek günleriniz mümkün olduğunca çabuk ve suya sabuna dokunmadan harcanamaz. Bu süre zarfında yapacağınız çalışmalar sizin sonraki hayatınızı etkileyecektir. Uzmanlık dalınızın ne olacağını ve branşınızda ne kadar yüksek kademelere çıkabileceğinizi, bugüne dek okulda ne yaptığınız değil, gözlemci olarak ortaya koyduklarınız belirleyecek. Sonsuzlar, bu sizin mezuniyet sonrası eğitiminizdir ve şu anda ne kadar mükemmel bir potansiyele sahipmiş gibi görünseniz de, bir hatanız, çok küçük de olsa geri hizmetlerde görevlendirilmenize sebep olacaktır. Hepsi bu kadar.”

Hepsiyle tek tek el sıkıştı ve Harlan ağırbaşlı, mağrur bir ta vır takınmış, geçmiş ve gelecek tüm insanlara yardım edebilmek için gerekli ayrıcalıklara sahip olmanın ürpertili hayalini yaşıyordu.

Harlan’ın ilk görevleri basit, küçük ve çok dikkatle izlenen konulardı. Fakat o, yetenekleri sayesinde bir düzine kadar gerçellik değiştirmesi işleminde gösterdiği başarıyla kısa zamanda parladı.

Gözlemciliğinin beşinci yılında bir kıdemlinin emriyle 482.’ye gönderildi. İlk defa denetlenmeden çalışacaktı ve bu gerçeğin bilincinde olarak ilgili kısım amiri bilgisayara ilk raporu verdiğinde cesareti kırılıverdi.

Onunki gibi bir yüzde, buruşuk, şüpheci ağzı ve çatık kaşlar tuhaf, komik görünen bu adam, Asistan Bilgisayar Hobbe Finge’di. Yuvarlak, düğme gibi bir burnu daha büyük iki düğmeye benzeyen yanakları vardı. Portreyi İlkel Zamanların efsanevi St. Nicholas’ına çevirmek için, yalnızca biraz kırmızı renk ve beyaz saçlara ihtiyaç vardı. Ya da Noel Baba, veya Kriss Kringle. Harlan bu üç ismi de biliyordu. Sonsuzların yüz binde biri bile bu isimlerin herhangi birini bilmezdi. Böyle esrarengiz şeyleri bildiği için Harlan gizli bir gurur duyuyordu. Okuldaki ilk günlerinden beri İlkel Zamanlar Tarihi onun hobi olarak ilgilendiği bir konu olmuş, Eğitmen Yarrow da bu konuda onu desteklemişti. Yalnızca sonsuzluğun başladığı 27.’den değil, Zaman Alanı’nın keşfedildiği 24.’den de önceki zamanda uzanan az sayıda ve haklarında doğru dürüst bilgi edinilemeyen yüzyıllara büyük ilgi duymuştu. Çalışmalarında eski kitap ve dergileri incelemişti. Hatta uzak altzamandaki sonsuzluğun ilk yüzyıllarına seyahatler yapmıştı. İzin

alabildiği kadar, daha iyi kaynaklar bulmak için uğraşmıştı. On beş yılı aşkın bir zaman sonunda, hemen hepsi kâğıt üzerine yazılı, harika bir kütüphane meydana getirmişti. H.G. Wells diye birine ait bir cilt, W. Shakespeare adlı adama ait bir diğer cilt, kopuk kopuk tarih parçaları. İçlerinde en mükemmeli, İlkel Zaman’a ait bir haftalık haber dergisinin ciltli sayılarından oluşan kısımdı ve çok yer tutmasına rağmen kıyamamış, bunları mikro filme çekmemişti.

Fırsat buldukça yaşamın yalnızca hayat ve ölümden ibaret olduğu, insanoğlunun kararlarına müdahalenin mümkün olmadığı, kötülüğün önlenemediği, iyiliğin yüceltilemediği, galibin de mağlubun da kaybettiği Waterloo Savaşı’nın bulunduğu bir dünyaya dalar ve adeta kendinden geçerdi. Hatta hazinesinde, hareket eden bir parmak bir defa yazdı mı, geri dönüp bu defa onu yazmamaya ikna etmenin mümkün olmadığını gösteren şiirler bile vardı.

Ve sonra, Sonsuzlukla ilgili düşüncelerine, Gerçekliğin şekilendirilebilip ortadan kaldırılabildiği, insanın elleriyle tutup daha iyi bir şekle sokmak için sallayabildiği, bir olgu muamelesi gördüğü bir aleme dönmek çok zor oluyor, adeta şok geçiriyordu.

Hobbe Finge’in neşeli, kararlı sesiyle St. Nicholas’ın hayali kayboldu. “Yarın, halihazırdaki gerçekliği inceleyerek işe başlayabilirsin. Kesin, tam ve gerekli noktaya yönelik olmasını istiyorum. En ufak bir ihmale tahammülümüz yok. İlk zamanmekân cetveli yarın sabaha hazırlanmış olacak. Anlaşıldı mı?”

“Evet, bilgisayar,” dedi Harlan, Daha o anda Asistan Bilgisayar Hobbe Finge’le geçinemeyeceklerini anladı ve canı sıkıldı.

Ertesi sabah hesap kompleksinden çıkmış ve üzeri birtakım karışık deliklerle dolu cetvelini aldı. Bu deliklerin ne anlama geldiğini bulmak için Standart Zamanlararası Dil’e çevirirken ufak da olsa bir hata yapabileceği endişesiyle cepte taşınabilen bir şifre çözücüsü kullandı. Aslında bu işaretleri şifre çözücüsü kullanmadan da anlayabilecek seviyeye erişmişti ama yine de tedbirli davranmakta yarar vardı.

Cetvel, 482. yüzyılın dünyasında nerelere gitmesi ya da gitmemesi gerektiğini, neler yapıp neler yapamayacağını, nelerden kaçınması gerektiğini anlatıyordu. Yalnızca, varlığıyla Gerçekliği istenmeyen biçimde etkilemeyeceği yer ve zamanlar da bulunabilirdi.

482. kendisi için rahat bir yüzyıl değildi. Kendisinin sert ve tutucu doğum zamanına benzemiyordu. Alışkın olduğu ahlak değerleri ve ilkelerden yoksun bir çağdı. Eğlence düşkünüydüler, maddeciydiler ve anaerkil bir aile yapıları vardı. Ektojenik doğum olaylarının arttığı ve en yüksek orana eriştiği bir çağdı. Kadınların yüzde 40’ında cenin rahim yerine yumurtalıkta oluşuyordu. Yalnızca karşılıklı anlaşmak suretiyle evleniliyor ya da boşanılabiliyor ve evlilik, sınırlayıcı kanun hükümlerine tabi olmayan basit bir karar olarak görülüyordu. Çocuk doğurma olayı, evliliğin sosyal işlevlerinden ayrı ele almıyor ve yalnızca, insan ırkının mükemmelleştirilmesi için cinsel yakınlaşmaların kontrol edildiği ilkelere göre ayarlanıyordu. Harlan’a göre yüzlerce açıdan hasta bir toplumdu ve bir Gerçeklik Değiştirmesi’ne ihtiyacı vardı. O zamana ait olmayan biri olarak, yalnızca bu Yüzyıl’da bulunuşu bile tarihi karıştırabilirdi. Eğer kendisinin varlığı, kilit bir noktada yeterince rahatsız edici olabilse, belki de farklı bir ihtimal gerçekleşebilir ve arzu, ihtiras, aşk arayan milyonlarca kadın, gerçek, saf yürekli anneler haline gelebilirlerdi. Zihinleri ve anıları başka bir Gerçeklik’le dolar, daha önceleri ne olduklarını düşünemez, hayal bile edemezlerdi.

Ne yazık ki böyle bir durum için kendisine verilen zamanmekân cetvelinin sınırları dışına çıkması gerekirdi, buysa düşünülemezdi. Eğer yasaları çiğneyip kendi düşündüğünü uygulasa Gerçeklik çok değişik şekillerde değişebilirdi. Belki de durum şu andakinden de daha kötü bir hal alabilirdi. Yalnızca dikkatli analiz ve hesaplamalar bir Gerçeklik Değiştirme hareketini başarıya ulaştırabilirdi.

Sonuç olarak kendi fikirleri ne olursa olsun, Harlan bir gözlemci’ydi ve ideal bir Gözlemci, duygulan algılayan sinir yolları, raporlan veren mekanizmasına bağlı bir yapı demekti. Raporla, algılanan gerçekler arasına hisler girmemeliydi.

Bu açıdan, Harlan’ın raporlan, mükemmelliğe erişmişti.

İkinci haftalık raporundan sonra Asistan Bilgisayar Finge onu çağırdı.

“Tebrik ederim, Gözlemci” dedi. Sıcaklık duygusundan yoksun bir sesle konuşuyordu, “Raporların açık seçik ve güzel organize edilmiş. Fakat bu konuda senin fikrin nedir?”

Harlan, 95. yüzyıl ağaçlarından özenle yontulmuşa benzeyen boş bir ifadenin arkasına sığındı. “Bu konuda kendim hiçbir şey düşünmedim.”

“Hadi canım. Sen 95. yüzyıldansın ve bunun ne demek olduğunu her ikimiz de gayet iyi biliyoruz. Eminim bu yüzyıl seni fazlasıyla rahatsız, hatta alt üst etti.”

Harlan omuz silkti. “Raporlarımdaki bir şey yüzünden mi alt üst olduğuma hükmettiniz?”

Bu düpedüz küstahlıktı ve masasının üzerinde trampet çalan parmaklan, Finge’in de aynı şeyi düşündüğünü gösteriyordu. “Soruma cevap ver.”

Harlan, “Sosyolojik olarak, yüzyıl birçok konuda aşırı özelliklere sahip. Son üç Gerçeklik Değiştirmesi de olumsuz sonuçlar yaratmış. Ve sanıyorum, bir ıslahat şart. Aşın uçlar hiçbir zaman sağlıklı olamaz.”

“Öyleyse, sen konuyu yüzyılın geçmiş Gerçekliklerini incelemek için aldın.”

“Bir Gözlemci olarak ben, bütün Gerçeklikleri incelemek zorundayım.”

Artık aralan açılmıştı. Elbetteki bütün bu bahis konusu Gerçeklikleri incelemek Harlan’ın hakkıydı, hatta daha. ileri giderek göreviydi. Bunu Finge de biliyordu. Bütün yüzyıllar Gerçeklik Değiştirmeleriyle sarsılıyordu. Ne kadar iyi yapılmış olsa da, hemen her Gözlem çok geçmeden yeniden inceleniyordu. Ve doğru bir Gözlem yapılabilmesi için, halihazırdaki Gerçekliğin incelenmesi yetmiyor, aynı zamanda geçmiş Gerçekliklerle olan ilişkilerinin de araştırılması gerekiyordu.

Finge’i, fikirlerini kılı kırk yararak eleştiren biri olarak değerlendirmek Harlan’a yetmedi. Finge düpedüz düşmanca davranıyordu.

Başka bir gün Finge Harlan’ın küçük bürosuna geldi, “Raporların Bütünzamanlar Meclisi’nde çok olumlu etkiler yapıyor.”

Harlan bir an için durakladı, kararsızlıkla mırıldandı. “Teşekkür ederim.”

“Hepsi senin konuya uyum sağlamakta alışılmamış bir düzeye ulaştığında birleşiyor.”

“Yapabileceğimin en iyisini yapıyorum.”

Finge birden sordu, “Kıdemli Bilgisayar Twissell’i tanıyor musun?”

“Bilgisayar Twissell?” Harlan’ın gözleri büyüdü. “Hayır, efendim. Neden sordunuz?”

“Özellikle o, raporlarınla yakından ilgileniyor. Finge somurttu ve konuyu değiştirdi. “Bana öyle geliyor ki tarihle ilgili olarak kendine özgü bir bakış açısı, bir felsefe geliştirmişsin.”

Harlan fena halde tahrik olmuştu. Gurur ve tedbir çarptı ve ilki kazandı. “İlkel tarihle ilgili çalışmalarım var, efendim.”

“İlkel tarih mi? Okulda mı?”

“Pek değil, Bilgisayar. Kendi kendime. Benim hobim. Bu sabit duran tarihi seyretmek gibi bir şeydir, dondurulmuş olarak! Sonsuzluktaki yüzyıllar durmaksızın değişirken, onları sabit hallerinde detaylarıyla incelemek mümkündür.” Düşüncesiyle hararetlendi biraz. “Bu film şeritlerini dikkatle izlemeye de benzer. Eğer filmi yalnızca gözden geçirirsek birçok ayrıntıyı kaçırdığımızı rahatça görebiliriz. Sanıyorum, bu felsefe çalışmalarımda bana çok yardımcı oldu.”

Finge hayret içinde ona baktı. Gözleri büyümüştü ve hiçbir şey söylemeden çıktı gitti.

Daha sonraları, fırsat buldukça, İlkel tarih konusunu tekrar gündeme getirdi ve Harlan’nın isteksiz yorumlarını, tombul yüzünde karara vardığını gösteren herhangi bir ifade olmaksızın dinledi.

Harlan bu konuyu tamamen bir kenara bırakmakla, yükselmesi için kullanmak arasında bocalıyordu.

Bir gün A koridorunda karşılaştıklarında Finge etraftakilerin de duyabileceği bir sesle, “Büyük Zaman, Harlan, sen hiç gülümsemez misin?” diye seslenince, birinci seçeneğin daha doğru olacağına karar verdi.

Harlan’a göre Finge ondan nefret ediyordu. Daha sonraları kendisi de Finge’den tiksinmeye başladı.”

482.’de geçen üç ay sonunda yapacak fazla bir şey kalmamıştı ve Harlan, Finge’in onu ofisine çağırdığını öğrendiğinde şaşırmadı. Görevde bir değişiklik bekliyordu. Son raporunu günler önce bitirmişti. 482.’dekiler, ağaçları olmayan 1174. gibi yüzyıllara, selüloz kökenli tekstil ürünlerini daha çok ihraç etme konusunda arzuluydu, ancak bunun karşılığında tütsülenmiş balık almak istemiyorlardı. Buna benzer şeyler hakkındaki gerekli incelemeler de rapora eklenmişti.

Taslak çalışmalarını da yanına aldı.

Fakat 482.’den bahsedilmedi bile. Finge onu, soluk, kuru, buruşuk yüzlü bir adamla tanıştırdı. Dağınık beyaz saçlı, zebani suratlı adam ilk tanışmaları esnasında devamlı olarak sırıtıyordu. Bu sırıtkan ifade, kimi zaman heyecan, kimi zaman neşeyi simgeliyor, fakat hiç kaybolmuyordu. Sapsarı kesilmiş iki parmağının arasında yanan bir sigara duruyordu.

Harlan’ın hayatında gördüğü ilk sigaraydı bu, yoksa adama daha çok dikkat edip Finge’in tanıştırmasına daha iyi kendini hazırlayabilirdi.

Finge, “Kıdemli Bilgisayar Twissell, işte bu genç, Gözlemci Andrew Harlan,” dedi.

Harlan’ın gözleri dehşetten açılmış bir halde, ufak tefek adamın sigarasından yüzüne kaydı.

Kıdemli Bilgisayar Twissell yüksek perdeden bir sesle, “Nasılsın? O mükemmel raporları yazan genç adam değil mi?” dedi.

Harlan konuşmak istiyordu ama sesi çıkmadı. Laban Twissell bir masal kahramanı, yaşayan bir efsaneydi. Sonsuzluğun bir numaralı Bilgisayar’ı, bir başka deyişle, hayatta olan en yüksek mertebedeki Sonsuz’du. Bütünzamanlar Meclisi’nin başkanıydı. Sonsuzluğun tarihinde en çok Gerçeklik Değiştirmesi yönetmiş kişiydi. O öyle…

Harlan’ın aklı karıştı. Yüzünde ahmakça bir gülümsemeyle, evet anlamında başını salladı ve tek bir kelime bile söyleyemedi.

Twissell sigarasını dudaklarına götürdü, çabukça bir nefes çekti ve tekrar dudaklarından uzaklaştırdı. “Bizi yalnız bırak, Finge. Çocukla konuşmak istiyorum.”

Finge ayağa kalktı, bir şeyler mırıldandı ve çıktı.

Twissell, “Sinirli görünüyorsun, oğlum. Heyecanlanacak bir şey yok.”

Fakat Twissell’le böyle karşılaşmak Harlan’ı şoka sokmuştu. Bir dev olarak düşündüğünüz kişinin, gerçekte bir metre altmış santimden daha ufak bir adam olduğunu görmek her zaman şaşırtıcı bir olaydır. Bir dâhinin beyni gerçekten, inzivaya çekilmişe benzeyen bu adamın saçsız ve düzgün alnının arkasında olabilir mi? Binlerce kırışıklığın içine oyulmuş gibi duran şu küçük gözlerden fışkıran, korkunç zekâ mı yoksa yalnızca tatlı huylu bakışlar mıydı?

Harlan ne düşüneceğini bilemiyordu. Şu sigara düşünebilme yeteneğini engelliyor gibiydi. Bir duman bulutu üzerine doğru gelince irkildi.

Twissell duman bulutundan öteyi görmeye çalışıyormuşçasına gözlerini kıstı ve berbat bir 100. yüzyıl aksanıyla, “Senin zaman diliyle konuşsam iyi olur mu?” dedi.

Önce kriz geçirir gibi bir kahkaha atan Harlan, kendine geldi ve sözlerini dikkatle seçerek, “Standard Zamanlararası Dil’i iyi konuşurum, efendim.” dedi. Sonsuzluğa ilk geldiğinden beri kendisinin ve çevresindekilerin kullandığı dille konuşmuştu.

“Anlamsız,” dedi Twissell, azamedi bir sesle. “Zamanlararası’nı konuşacağım diye kendimi zorlamam. On bininci yıl lisanım çok iyidir.”

Harlan, Twissell’in kırk yılı aşkın bir süredir yerel dilleri konuşabildiğini tahmin etti.

Twissell biraz önceki gösteriyle yeterince tatmin olmuş olacaktı ki tekrar Zamanlararası dille konuşmaya başladı. “Sana bir sigara ikram ederdim ama, eminim içmiyorsundur. Tarihin hiçbir bölümünde sigara içmek tasvip edilmemiştir. Gerçekte iyi sigaralar yalnızca 72. de yapılır ve benim sigaralarım da özel olarak o zamandan gelir. Eğer bir gün içmeye başlarsan bilgin olsun diye bir ipucunu veriyorum. Çok kötü oluyor. Geçen hafta iki gün için 123. de kalmışım. Sigara içilmiyor, yani, Sonsuzluk’taki bölümde de içilmiyor. Oradaki Sonsuzlar bu alışkanlığı tamamen kaldırmışlar. Bir sigara yaksam herhalde gök tepelerine düştü sanacaklardı. Bazen, diyorum, büyük bir Gerçeklik Değiştirmesi

hazırlayayım ve savaşa sebep olan 58.’yle 1000.’deki esir toplum dışındaki bütün yüzyıllarda sigara içme tabularını yok edeyim.”

Harlan önce şaşırdı, sonra meraklanmaya başladı. Muhakkak ki, bu garip ve ilgisiz konuşmanın ardında bir şeyler gizliydi.

Boğazının kuruduğunu hissetti. “Beni neden görmek istediğinizi sorabilir miyim, efendim?”

“Raporlarını beğendim, oğlum.”

Harlan’ın gözleri sevinç pırıltılarıyla doldu, fakat gülümsemedi. “Teşekkür ederim, efendim.”

“Bir sanatçının elinden çıkmış havası taşıyor. Güçlü sezgilerin var. Hissedebiliyorsun. Senin Sonsuzluk’taki gerçek yerini bildiğimi sanıyorum ve sana onu teklif etmeye geldim.”

Harlan düşündü: İnanamıyorum.

Sesindeki zafer ifadesini gizlemeye çalışarak, “Benim için büyük şeref, efendim,” dedi.

Bu arada, Kıdemli Bilgisayar Twissell, biten sigarasının yerine el çabukluğu numarası yaparcasına bir hareketle sol elinde beliren bir diğerini yaktı. Dumanı üflerken tekrar konuştu. “Zaman aşkına, oğlum, ezberlenmiş satırları tekrarlar gibi konuşuyorsun. Büyük şeref, pöh. İçinden geldiği gibi söyle. Memnun oldun mu, ha?

Harlan, tedbiri yine de elden bırakmadan, “Evet, efendim,” dedi.

‘Tamam. Memnun olman lazım. Bir teknisyen olmaya ne dersin?”

“Bir teknisyen!” diye bağırdı Harlan. Oturduğu yerden fırlamıştı.

“Otur, otur. Beklemiyordun galiba.”

“Bir Teknisyen olabileceğimi ummuyordum Bilgisayar Twissell.”

“Hayır.” dedi Twissell, kuru bir ses tonuyla, “Hiç kimse umamaz. Bu mertebeden başka her yer ümit edilebilir, ama teknisyenliği kimse bekleyemez. Teknisyen olabilecek çok az sayıda adam bulabiliyoruz ve çok da ihtiyacımız var.”

“Buna uygun olduğumu sanmıyorum.”

“Dertli bir meslek için uygun olmadığını söylemek istiyorsun. Zaman için, eğer kendini Sonsuzluğa vakfetmişsen, ki ben öyle olduğuna inanıyorum, senin için fark etmeyecektir. Artık aptallar seni dışlayacak ve sürgündeymişsin gibi gelecek. Alışacaksın. Sana ihtiyaç duyulduğunu bilmenin hazzını tadacaksın. Hem de çok ihtiyaç duyulduğunu. Benim tarafımdan.”

“Sizin tarafınızdan mı, efendim? Özellikle sizin tarafınızdan mı?”

“Evet.” Yaşlı adam kurnazca gülümsedi. “Yalnızca basit bir Teknisyen değil, benim özel Teknisyen’im olacaksın. Özel bir mevkin olacak. Şimdi ne diyorsun?”

“Bilmiyorum, efendim. Uygun olmayabilirim.” Twissell sertçe başını salladı. “Sana ihtiyacım var. Yalnızca sana ihtiyacım var. Raporların, gerekli her şeyin sende var olduğuna beni ikna etti. “Parmağıyla alnına dokundu. “Bir Çırak olarak sicilin iyi; gözlemler yaptığın Bölümler de olumlu raporlar verdiler. Son olarak, Finge’in raporu da uygun olduğunu ortaya koydu.”

Harlan şaşkına dönmüştü. “Bilgisayar Finge’in raporu lehimde miydi?”

“Öyle olmasını beklemiyor muydun?”

“Bilmem.”

“Eee, oğlum, lehinde olduğunu söylemedim. Uygun olduğunu ortaya koydu dedim. Aslına bakarsan, Finge senin hakkında olumlu rapor vermedi. Senin Gerçeklik Değiştirme işlemleri ile ilgili tüm görevlerden uzak tutulmanı önerdi. Sana Geri Hizmetler’den başka bir yerde görev vermenin tehlikeli olacağını savundu.”

Harlan kıpkırmızı kesildi. “Hangi sebeplerden ötürü böyle söylüyor, efendim.”

“Bir hobin varmış galiba, oğlum. İlkel tarihle ilgileniyormuşsun, ha?” Sigarasından derin bir nefes çekip üfledi ve Harlan, sinirinden nefesini kontrol etmeyi unutunca kalın bir duman bulutu ciğerlerine doldu, çırpınarak öksürmeye başladı.

Twissell şefkatli bir sesle tekrar sordu, “Öyle değil mi?”

Harlan, “Bilgisayar Finge’in hiç hakkı yok…” diye söze girdi.

“Bir dakika, bir dakika. Sana raporda yazılı olanları anlattım, çünkü seni ısrarla isteyişimin sebebi bu. Gerçekte rapordakiler takdire değer şeylerdi ve bunları sana anlattığımı unutmalısın. Hem de bir daha hiç hatırlamamak üzere, oğlum.”

“Fakat, ilkel tarihle ilgilenmenin kötü tarafı ne?”

“Finge, senin bu merakının altında güçlü bir Zaman Özlemi yattığını sanıyor. Anlatabildim mi, oğlum?”

Doğal ki anlamıştı Harlan. Ruhsal bir bozukluk anlamına gelen bu deyimi anlamamak mümkün değildi. Sonsuzluğun her üyesinde, resmen yasaklanmış olduğundan, daha da güçlenen, kendi zamanına olmasa bile hiç değilse belirli bir zamana dönmek; aralarında dolaşıp durmak yerine yüzyıllardan birinin bir parçası olmak şeklinde özlemler bulunduğuna inanılıyordu. Tabii, hemen hepsinde bu özlemler özenle bilinçaltında saklanıyordu.

“Meselenin bu olduğunu sanmıyorum,” dedi Harlan.

“Ben de aynı fikirdeyim. Aslına bakarsan, bence senin hobin ilginç ve değerli. Dediğim gibi, seni isteyişimin sebebi de o. Sana getireceğim bir Çırağa İlkel tarihle ilgili bütün bildiklerini ve öğrenebildiklerini öğretmeni istiyorum. Bu arada, aynı zamanda özel Teknisyenim olacaksın. Birkaç gün içinde başlayacaksın. Anlaştık mı?”

Anlaştık mı? Sonsuzluktan önceki günlerle ilgili her şeyi öğrenmek için resmi izin sahibi olmak. Gelmiş geçmiş en büyük Sonsuz’la kişisel temaslar yapabilmek. Bu şartlar altında teknisyenliğin en berbat yanları bile çekilebilir hale gelir.

Yine de tedbiri tamamen elden bırakmad

“Eğer Sonsuzluğun yararına olacaksa efendim…”

“Sonsuzluğun yararına mı?” diye bağırdı büyük Bilgisayar, heyecanlanmıştı. Sigarasını kuvvetli bir fiskeyle uzak duvara fırlattı ve sigara bir kıvılcım yağmuru arasında yere düştü. “Benim sana Sonsuzluğun varoluşu, yaşaması için ihtiyacım var.”

3

ÇIRAK

Brinsley Sheridan Cooper’la karşılaşmadan önce, Harlan 575.’de birkaç hafta geçirmişti. Çevresine ve cam ve porselen temizliğine alışma fırsatı bulmuştu. Teknisyen üniforma ve işaretini fazla kasılmadan taşımayı öğrenmişti. Taşıdığı rütbenin arkasına sığınıp insanları rahatsız etmemeye çalışıyordu. Çünkü, rütbe arkasına saklananlara karşı, insanlar olduklarından farklı, sahte bahanelerle soğuk davranıyorlardı.

Kıdemli Bilgisayar Twissell problemleri günlük olarak getiriyordu. Harlan bunları inceliyor, görüşlerini, daha önceleri en az dört defa daha yazılmış şeyleri müsveddelere geçiriyor ve son şeklini teslim ediyordu.

Twissell onları inceleyecek, başını sallayarak onaylayıp, “İyi, iyi” diyecekti. Sonra, yaşlı mavi gözlerini Harlan’a çevirecek ve gülümseyerek, “Bu tahmini hesap kompleksinde değerlendireceğim,” diyecekti.

Analizlere “tahmin” diyordu. Hiçbir zaman hesap kompleksinden çıkan sonuçları Harlan’a söylemezdi, Harlan da sormamayı tercih ediyordu. Kendi analizlerini gerçekleştirme fırsatı verileceğinden ümidini kesmek üzereydi. Acaba hesap kompleksi görüşlerini doğrulamıyor muydu, aracılığıyla Gerçeklik Değiştirmesi yapılacak şeyi yanlış mı seçiyordu, Gerekli Asgari Değişikliğin yapılması gerektiği öngörülen zaman aralığının dışına mı çıkıyordu?

Bir gün Twissell, yanında, başını kaldırıp Harlan’ın yüzüne bile bakamayan utangaç biriyle çıkageldi.

Twissell, “Teknisyen Harlan, bu çırak B.S. Cooper,” dedi. Harlan, “Merhaba,” dedi. Adamı şöyle bir tarttı, hiç de etkileyici bulamadı. Kısa boylu, açık kahverengi gözlü, biraz büyükçe kulaklıydı ve tırnakları kemirilmişti.

Twissell, “İlkel tarihi öğreteceğin genç bu işte,” dedi. “Büyük Zaman,” dedi Harlan. Birden ilgisi artmıştı. Bu işi hemen hemen unutmuştu.

Twissell, “Kendine uygun bir program yap. Harlan. Haftada iki gün öğleden sonralarını ayırabilirsen, bence yeter. Öğretirken kendi yöntemlerini kullan. Sana bırakıyorum. Filmkitaplar, eski dokümanlar ve benzeri isteklerini bana bildir. Eğer Sonsuzluk’ta ya da Zaman’ın ulaşılabilen herhangi bir yerinde bulunursa sana getirilecektir, tamam mı oğlum?”

Nereden çıktığı belli olmayan bir sigara elinde belirdi (her zamanki gibi) ve hava dumanla doldu. Harlan öksürdü, ağzının aldığı şekle bakılırsa, cesaret edebilse öbürü de aynı şeyi yapacaktı.

Twissell gittikten sonra, Harlan, “Evet, otur.” bir an için durakladı, sonra kararlı bir tavırla “Otur, oğlum. Çalışma odam pek büyük değil ama beraber olduğumuz zamanlar seninmiş gibi rahat edebilirsin.”

Harlan arzulu bir coşkunluk duyuyordu. Bu proje bütünüyle kendisinindi. İlkel tarih bütünüyle kendisine ait olan bir şeydi.

Çırak başını kaldırıp Harlan’a (gerçek anlamda ilk defa baktı ve damdan düşercesine, “Siz bir Teknisyen’siniz.” dedi.

Harlan’ın heyecan ve sıcaklığının büyük bir kısmı birden öl dü. “Ne olmuş?”

“Hiç,” dedi Çırak. “Ben sadece…”

“Bilgisayar Twissell’in bana Teknisyen diye hitap ettiğini duymadın mı?”

“Evet, efendim.”

“Ağzından kaçtığını mı düşündün? Doğru olması çok kötü bir şeymiş gibi?”

“Hayır, efendim.”

“Senin konuşmanda bir bozukluk mu var?” Harlan bunu öyle acımasız bir tavırla sormuştu ki, kendisi utandı.

Cooper kıpkırmızı kesildi. “Standart Zamanlararası’nı iyi konuşamıyorum.”

“Neden? Ne kadar zamandır Çırak’sın?”

“Bir yıldan daha az bir zamandır, efendim.”

“Bir yıl mı? Kaç yaşındasın sen, Zaman aşkına?”

“Yirmi dört yaşındayım, efendim.”

“Yani, seni Sonsuzluğa yirmi üç yaşındayken mi aldılar?”

“Evet, efendim.”

Harlan koltuğuna oturdu ve ellerini ovuşturdu, Böyle bir şey daha önce hiç yapılmamıştı. Sonsuzluğa girme yaşı on beş, on altıdır. Bu ne demek oluyordu? Yoksa Twissell onu denemek için yeni bir metod mu kullanıyordu?

“Otur ve başlayalım. Tam adın ve doğum zamanın.”

Çırak kekelemeye başladı. “Brinsley Sheridan Cooper, 78.’denim, efendim.”

Harlan birden yumuşadı. Çok yakındı. Kendi doğum zamanından yalnızca 17 yüzyıl geçmişten geliyordu. Bir zaman komşusu da denebilirdi.

“İlkel tarihle ilgileniyor musun?”

“Bilgisayar Twissell öğrenmemi istedi. Pek fazla bir şey bilmiyorum.”

“Başka neler öğreniyorsun?”

“Matematik. Zaman Mühendisliği. Henüz temel bilgileri öğreniyorum. 78.’de bir Speedyvac

tamircisiydim.”

Speedyvac’ın ne olduğunu sormanın bir anlamı yoktu. Emerek temizleyen bir makine, bir hesaplayıcı alet, bir çeşit boya püskürtücüsü ya da herhangi bir başka bir şey olabilirdi. Harlan’ın pek ilgisini çekmedi.

“Tarihle ilgili bir şey biliyor musun? Ne çeşit tarih olursa olsun.”

“Avrupa tarihi okumuştum.”

“Senin politik bilimler dalındaki konun, herhalde.”

“Ben Avrupa’da doğdum. Evet. Tabii, daha çok modern tarihi öğretirlerdi. 54 devrimlerinden sonrasını; 7554 yılı yani.”

“Peki. İlk iş bunları unutacaksın. Hiçbir anlamı yoktur. Zaman’da Ölümlülere öğretmeye çalıştıkları tarih her Gerçeklik Değiştirmesi’yle değişir. Bunu fark edemezler. Her Gerçeklikte onlara göre tek tarih kendi tarihleridir. İlkel tarihte farklı olan bu işte. Güzelliği de orada. Ona müdahale edemeyiz, nasılsa öyledir, Kolomb, Washington, Mussolini ve Hereford hep aynıdır.” Cooper hafifçe gülümsedi. Küçük parmağını üst dudağında gezdirdi ve Harlan Çırak’ın bıyık bırakmakta olduğunu fark etti. Cooper, “Bir türlü… alışamadım, burada olduğum süre zarfında.” dedi.

“Neye alışamadın?”

“Doğum zamanımdan beş yüzyıl uzakta oluşuma.” “Ben de hemen hemen o kadar uzaktayım. 95.’denim.” “Bir de o var. Siz benden büyüksünüz ama ben sizden 17 yüzyıl daha yaşlıyım. Belki de sizin büyük… büyük… büyük… büyük babanız olabilirim.”

“Ne fark eder ki? Tut ki öylesin?”

“Şey, alışmak gerekiyor.” Çırağın sesinde bir isyan havası seziliyordu.

“Hepimiz için aynı şey geçerli,” dedi Harlan ve İlkel zamanlarla ilgili şeyler hakkında konuşmaya başladı. Üç saat geçtikten sonra, 1. yüzyıldan önce de yüzyılların olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

(Cooper insanı deli eden bir saflıkla, “Fakat, l’inci yüzyıl ilk yüzyıl olmuyor mu?” diye sormuştu.)

Harlan sonunda pek iyi olmasa da, başlangıç için yeterli sayılabilecek bir kitap vererek konuyu bağladı.

“İlerledikçe sana daha iyi şeyler bulup vereceğim.” dedi. Bir haftanın sonunda Cooper’ın bıyığı gürleşmiş ve on yaş daha büyük göstermeye başlamıştı, çenesi de daha dar bir görünüme sahipti şimdi. Harlan’a kalırsa bu bıyığın pek büyük bir gelişme sağladığı söylenemezdi.

Cooper, “Kitabınızı bitirdim,” dedi.

“Nasıl buldun?”

“Bir bakıma…” Uzunca bir süre durakladı ve tekrar baştan başladı. “İlkel zamanların sonları bazı yönlerden 78.’ye benziyordu. Bana evimi hatırlattı. Bir de karım aklıma geldi.”

Harlan dehşet içerisinde haykırdı. “Karın mı?”

“Buraya gelmeden önce evliydim ben.”

“Büyük Zaman! Karını da buraya getirdiler mi?”

Cooper hayır anlamında başını salladı. “Son bir yıldır değişip değişmediğini bile bilmiyorum. Eğer değiştiyse benim karım bile değil artık.”

Harlan kendine geldi. Elbette, bu Çırak Sonsuzluğa getirildiğinde yirmi üç yaşındaydıysa, evlenmiş olması son derece normal. Her yeni öğrendiği şey bir diğerini ortaya çıkarıyordu.

Neler oluyordu? Kurallarda bir defa değişiklik yapıldı mı, her şeyde büyük bir karmaşanın meydana gelmesi kaçınılmaz olur. Sonsuzluk değişikliklere tahammül göstermeyecek dengeler üzerine kurulmuştu.

Elinde olmadan sinirli bir havayla söyledikleri artık belki de Sonsuzluğun selameti için sinirlenmiş olmasındandı, “Umarım, 78.’ye gidip onu şöyle bir yoklamayı düşünmüyorsundur.”

Çırak başını kaldırdı, donuk ve kıpırdamayan gözlerle baktı, “Hayır.”

Harlan huzursuzlanarak konuyu değiştirdi. “İyi. Senin bir ailen yok. Hiçbir şeyin yok. Sen bir Sonsuz’sun ve Zaman’dayken tanıdığın kişileri düşünmeyi bırak.”

Cooper’ın dudakları gerildi ve kendi aksanıyla, çekinmeyi bir tarafa bırakarak, “Bir Teknisyen gibi konuşuyorsun.” dedi.

Birden Harlan’ın sıkılmış yumrukları masanın üstüne indi. Boğuk bir sesle, “Ne demek istiyorsun sen? Bir Teknisyen’im ve Değişiklikleri ben yapıyorum, değil mi? Sonra onları savunup senin de kabullenmeni istiyorum? Bak, çocuk, daha burada bir yıl bile geçirmedin; Zamanlararası’nı konuşamıyorsun; Zaman ve Gerçeğin bütün çarkları senin yüzünden altüst olabilir, fakat sen Teknisyenler hakkında her şeyi ve hatta ağızlarının ortasına nasıl edileceğini bile bildiğini sanıyorsun.”

“Özür dilerim,” dedi Cooper aceleyle; “Sizi kırmak istememiştim.”

“Hayır, hayır, kim kırar ki bir Teknisyen’i zaten? Herkesin söylediğini duydun, değil mi? “Bir Teknisyen’in kalbi kadar soğuk” derler, değil mi? ‘Bir trilyon insan kişiliği, bir Teknisyen’in esnemesine bakar derler. Belki bunun gibi başka şeyler de söylenir. Cevabınız nedir, Bay Cooper? Katılmak sizi yüceltiyor mu? Sizi çok büyük bir adam mı yapıyor? Sonsuzluk’taki patronlardan biri mi?”

“Özür diledim.”

“Tamam. Bir aydan daha az bir zamandır Teknisyen üniformasını taşıdığımı ve henüz kişisel olarak hiç Gerçeklik Değiştirmesi yapmadığımı bilmeni istiyorum. Şimdi işimize devam edelim.”

Ertesi gün Kıdemli Bilgisayar Twissell, Andrew Harlan’ı bürosuna çağırdı.

“Bir G.A.D. yapmaya ne dersin, evlat?” dedi.

İşte bu çok güzeldi. O gün sabahtan beri Harlan, bir korkak gibi Teknisyenlerin yaptığı işlerde henüz yer almadığım söylemiş olmaktan; ben henüz yanlış bir iş yapmadım, onun için beni suçlama anlamına

gelen çocukça sızlanışından pişmanlık duyuyordu.

Söyledikleri, sanki Teknisyenlerin görevlerinde gerçekten bir kötülük varmış, ama kendisi suçlanamazmış, çünkü henüz çok yeniymiş ve bir suç işlemeye bile vakti olmamış, gibi bir itirafa dönüşmüştü.

Bu mazereti ortadan kaldırma fırsatını memnunlukla karşıladı. Hemen hemen bir kefaret olacaktı bu. Artık Cooper’a: Evet, bir şeyler yaptığım için, şu kadar milyon insan artık yeni bi rer kişilik haline geldiler; fakat bu gerekliydi ve ben sebep oldu ğum için gururluyum, diyebilecekti.

Harlan neşeyle, “Ben hazırım, efendim,” dedi.

“İyi. İyi. Bilmek seni sevindirecektir sanırım, oğlum.” (Bir nefes çekti ve sigaranın ucu parladı) “Bütün analizlerinin doğru olduğu saptandı.”

“Teşekkür ederim, efendim.” (Artık ‘tahminler’ değil, diye düşündü Harlan, ‘analizler’ oldu.)

“Çok yeteneklisin. Olağanüstü, oğlum. Senden büyük şeyler bekliyorum. Ve şu 223. ile başlayabiliriz. Raporunda belirttiğin, bir vasıtanın debriyajının bozulmasıyla, istenmeyen hiçbir yan etki oluşmadan, gerekli müdahalenin yapılabileceğine dair görüşün tamamen doğru. Bu işi sen yapar mısın?”

“Tabii, efendim.”

Bu Harlan’ın Teknisyenliğe gerçek başlangıcıydı. Artık yalnızca kırmızı gül rengi rozet taşıyan bir adam değildi. Gerçeklik Değiştirmesi yapmıştı. 223.’de geçen birkaç dakika içinde bir mekanizmayı kurcalamış ve sonuç olarak genç bir adam hazır bulunması gereken bir mekanik dersine yetişememişti. Güneş mühendisliğiyle ilgili sınıfa hiç gidememiş ve bu yüzden çok basit bir aracın geliştirilmesi on yıl gecikerek, 224.’deki büyük bir savaş Gerçeklikten silinmişti.

İyi bir iş yapmamış mıydı? Kişilikler değişmişse ne olmuştu yani? Yeni kişilikler de en az eskiler kadar insandı ve yaşamaya layıktı. Bazı hayatlar kısaltılmışsa da, daha fazlası uzatılmış ve daha mutlu hale getirilmişti. Eski Gerçeklikte yer alan, insanın zekâ ve duygularının bir anıtı olan büyük bir edebi eser, yeni Gerçeklikte yazılmayacaktı ama, bunun birçok kopyası Sonsuzluğun kütüphanelerinde muhafaza edilmiyor muydu?

Yine de Harlan o gece uykuyla uyanıklık arasında ıstıraplı saatler geçirdi ve sonunda halsizlikten bitap düşüp uykuya dalarken yıllardır yapmadığı bir şey yaptı.

Annesini düşündü.

Böylesine zaaflarla dolu bir başlangıca rağmen, Harlan’ın bütün Sonsuzluk’ta ‘Twissell’in teknisyeni” olarak isim yapması için bir yıl yetmişti. Hatta “Harika Çocuk”, “Yanılmaz” gibi isimler takanlar da vardı.

Cooper’la da çok rahat bir ilişkisi vardı. Hiçbir zaman yakın arkadaş olmadılar. (Eğer Cooper iyice ilerlerse, Harlan nasıl davranması gerektiğini bilemiyordu.) Yine de birlikte iyi çalışıyorlardı ve Cooper’ın İlkel tarihe olan ilgisi hemen hemen Harlan’ınkine yaklaşmıştı.

Bir gün Harlan Cooper’a, “Bak, Cooper, yarın gelsen, olmaz mı? Bu hafta içinde 3.000.’lerde bir zamana gidip bir Gözlem’le ilgili verileri kontrol etmem gerekiyor ve bu iş için görüşmek istediğim kişi de yalnızca bugün öğleden sonra serbestmiş.”

Cooper’ın gözleri istekle parladı. “Ben de gelemez miyim?”

“İster miydin?”

“Elbette. Hayatımda yalnızca bir defa, beni 78.’den buraya getirirlerken bir seyahat aracına bindim, fakat o zamanlarda neler olup bittiğini anlayacak durumda değildim.”

Harlan hep C şaftındaki aracı kullanırdı ki bu şaft yazılı talimatlarla değilse bile alışkanlıklar sonucu Teknisyenlere ayrılmıştı ve yüzyıllarda sınırsız seyahate uygundu. Cooper çok rahattı. Duraklamaksızın araca girdi ve oturduktan sonra bedenin şeklini alan koltuklardan birine yerleşti.

Harlan alan ayarlamalarını harekete geçirip aracı üstzamana doğru yönelttikten sonra, Cooper yüzünde büyük bir şaşkınlık ifadesiyle sordu. “Hiçbir şey hissetmiyorum. Bir aksaklık mı var?”

“Hiçbir aksaklık yok. Sen hiçbir şey hissetmiyorsun, çünkü gerçekte hareket etmiyorsun. Aracın zaman uzantılarına fırlatılmış durumdasın. Aslında…” Harlan öğretmen havasına bürünmüştü, “Şu anda, sen ve ben gerçek birer maddesel varlık değil görüntülerden ibaretiz. Aynı anda yüzlerce kişi bu aracı kullanabilir ve değişik hızlarda, Zaman’ın her yönüne, birbirlerinin içinden geçerek seyahat edebilir. Basit doğa kanunları bu aracın şaftları için geçerli değildir.

Cooper’ın dudakları müstehzi bir ifadeyle kıvrıldı ve Harlan huzursuzlandı. Düşünmeye başladı: Bu çocuk zaman mühendisliği eğitimi görüyor ve bu konuda benden çok bildiği muhakkak. Neden susup, kendimi aptal yerine koymaktan vazgeçmiyorum?

Sessizliği tercih ederek sustu ve endişeli bir tavırla Cooper’a baktı. Genç adamın bıyığı aylardır bayağı gürleşmişti. Mallansohn tipi diye anılan şekilde aşağı taranmıştı. Bu tür bıyığın bu isimle tanınmasının sebebi, Zaman Alanı’nın mucidi olan Mallansohn’un ele geçirilebilmiş tek fotoğrafında aynı tip bir bıyığı olmasındandı.

Cooper dikkatle göstergede durmadan artan yüzyılları belirten rakamlara bakıyordu. Birden sordu, “Bu ne kadar üstzamana gidebilir?”

“Bu konuyu sana öğretmediler mi?”

“Seyahat araçlarından pek bahsetmediler.”

Harlan omuz silkti. “Sonsuzlukta bir bitiş noktası yoktur. Bu aracın ulaşabileceği bir son nokta da yoktur.”

“Senin gittiğin en uzak üst zaman nedir?”

“Şu seyahat en uzağı olacak. Dr. Twissell 50.000.’lere kadar gitmiş.”

“Büyük Zaman!” diye fısıldadı. Cooper.

“Bu bir şey değil ki. Bazı Sonsuzlar 150.000.’leri bile geçmişler.”

“Neye benzer bu?”

“Hiçbir şeye. Birçok yaşam biçimi var, fakat hiçbiri insan değil. İnsan yok.”

“Ölmüşler mi? Silinmişler mi?”

“Hiç kimsenin tam bir bilgi sahibi olduğunu sanmıyorum.”

“Bunu değiştirmek için bir şeyler yapılamaz mı?”

“Şey, 70.000.’den sonra…” diye başladı Harlan, sonra birden sustu. “Neyse boşver. Konuyu değiştirelim.”

Bu, Sonsuzların tek batıl itikadryla ilgili bir durumdu. 70.000. ile 150.000. arasındaki zaman “Gizli Yüzyıllar” diye geçiyordu. Kimse bu konuda konuşmazdı. Harlan’ın bildiği basit birkaç şey de Twissell ile olan yakın ilişkisinden kaynaklanıyordu. Her nasılsa bu yüzyıllar arasında sonsuzlar Zaman’a geçemiyordu. Bu kısımda Sonsuzlukla Zaman arasındaki kapılar geçilemiyordu. Neden? Kimse bilmiyordu.

Harlan Twissell’den duyduklarına dayanarak, 70.000.’den hemen alttaki bazı Yüzyıllarda Değiştirmeler yapılmaya çalışıldığını tahmin ediyordu ama 70.000.’den sonraki zamanda yeterli gözlem yapılma imkânına sahip olmadan fazla bir şey yapmak mümkün değildi.

Bir gün Twissell gülmüş ve şöyle demişti: “Bir gün oralara da geçeriz. Bu arada üzerinde uğraşılacak 70.000 tane. Yüzyıl zaten az sayılmaz.”

Harlan bunu yeterince inandırıcı bulmamıştı.

“150.000.’den sonra Sonsuzluk ne oluyor?” diye sordu Cooper.

Harlan derin bir nefes aldı. Konuyu değiştirmeyi başaramamıştı. “Hiç.” dedi. “Her yüzyılın bölümleri yerinde duruyor fakat 70.000.’den sonraki bölümlerde Sonsuz görevli bulunmuyor. Bölümler, hayatın her biçimi kaybolana, güneş bir nova haline gelene kadar ve sonrasında da milyonlarca yüzyıl devam edip gidiyor. Sonsuzlukta bir son nokta yoktur. Sonsuzluk diye adlandırılmış oluşunun nedeni de bu zaten.”

“Yani güneş bir nova haline geliyor, öyle mi?”

“Elbette. Zaten öyle olmasa Sonsuzluk da mevcut olmazdı. Patlayan güneş bizim güç kaynağımızdır. Dinle, bir Zaman Alanı oluşturabilmek için gerekli güç miktarı hakkında bir fikrin var mı? Mallansohn’un ilk Alan’ı üstzaman ucuyla altzaman ucu arasındaki yalnızca iki saniyelik mesafede ancak bir kibrit çöpünün başı büyüklüğünde bir cismi taşıyabiliyordu ve bu işi yapabilmek için koskoca bir nükleer güç santralinin bütün bir gün çalışması gerekiyordu. Bir saç kılı kalınlığında bir Zaman Alanı yapıp bunu novanın ışınlama gücüne eriştirdikten sonradır ki Alan insan taşıyabilecek kadar büyütülebilmiştir. Bu iş de yaklaşık yüz sene sürmüştür.”

Cooper derin bir nefes aldı. “Artık bana eşitlikleri ve alan mekaniğini öğretmeyi bitirip bazı ilginç konulara geçmelerini isterdim. Eğer şimdi Mallansohn’un zamanında yaşıyor olsaydım…”

“Hiçbir şey öğrenemeyecektin. O 24.’de yaşadı, fakat 27.’nin sonlarına kadar Sonsuzluk diye bir şey yoktu. Zaman Alanı’nı keşfetmekle Sonsuzluğu kurmak aynı şey değil biliyorsun. Hatta 24.’de yaşayan insanlar Mallansohn’un buluşunun sonuçta nereye varacağını bile kestirememişti.”

“Çağının ötesinde bir adamdı demek ki, değil mi?”

“Hem de çok. Yalnızca Zaman Alanı’nı bulmakla kalmadı, Sonsuzluğun kurulmasını mümkün kılan bazı temel ilişki ve ilkeleri de açıkladı. Gerçeklik değişiklikleri dışında her şeyi en ufak ayrıntısına kadar öngörmüştü. Hatta… neyse Cooper, geldik artık, çık bakalım.”

Araçtan çıktılar.

Harlan, Kıdemli Bilgisayar Laban Twissell’i daha önce hiç kızgın haliyle görmemişti. Her türlü duygudan arınmış, doğum zamanını bile unutmuş, Sonsuzluğun bir demirbaşı olduğu söylenirdi. Hatta küçük yaşlarda kalbinin rahatsızlandığını ve yerine tıpkı her zaman cebinde taşıdığı gibi ufak bir hesap makinesi takıldığını söyleyenler bile vardı.

Twissell bu sözleri yalanlamak için kılını bile kıpırdatmazdı. Aslında bahis konusu şeylere kendisinin bile inandığı sanılıyordu.

Bu yüzden kendisine yöneltilen şiddete maruz kaldığında, hayretler içinde Twissell’in de kızabileceğine tanık oluyordu.

Twissell, adeta gıcırdayan bir sesle, “Sen Bütünzamanlar Meclisi’nin üyesi misin be adam? Burada emirleri sen mi veriyorsun? Ne yapılacağını sen mi bana söyleyeceksin, yoksa ben mi sana söyleyeceğim? Bu bölümün araç seyahatlerini sen mi düzenliyorsun? Seyahatler için senin iznine mi tabi olacağız şimdi?”

Bir yandan birkaç cümlede bir durup, “Cevap ver!” diye bağırıyor, sonra soru yağmuruna devam ediyordu.

En sonunda, “Bir daha böyle boyundan büyük işler yaparsan, seni mahvederim. Anladın mı?” dedi.

Harlan utanç ve şaşkınlıktan sapsarı kesilmişti. “Çırak Cooper’ın araçlara bindirilmemesi hususunda bana kimse bir şey söylememişti.”

Açıklama yumuşatıcı bir rol oynamamıştı. “Bu ne biçim bahane be. Sana onun sarhoş edilmemesi gerektiği de söylenmedi. Kafasını sıfır numaraya traş ettirmemen gerektiği de söylenmedi. Şişe geçirip kızartmaman gerektiği söylenmedi. Zaman aşkına, oğlum, sana onunla ne yapman gerektiği söylendi?”

“İlkel tarihi öğretecektim.”

“Öyle yap o halde. Başka da hiçbir şey yapma. “Twissell sigarasını yere attı ve can düşmanıymış gibi ayağının altında hırsla ezdi.

“Bilmenizi isterim ki, Bilgisayar,” dedi Harlan, “Halihazırdaki Gerçeklik’te bazı yüzyıllar İlkel tarihe benzer durumlara sahipler. Bir alan gezisi şeklinde, dikkatli zaman ve mekân programı yapılarak, planlı bir gezi yaptırdım.”

“Ne? Dinle, sırıtık suratlı, hiçbir şey için izin almak aklına gelmedi mi? Yeter. Sen yalnızca İlkel tarihi

öğret ona. Alan gezileri değil. Laboratuvar deneyleri de. Bir dahaki sefere, sadece görsün diye, bir Gerçeklik Değiştirmesi yapacaksın.”

Harlan küskün bir kabullenmeyle bir şeyler mırıldanarak çıktı.

Zedelenen duygularının toparlanması haftalar sürdü.

Benzer İçerikler

Hayalet Uçak – Bear Grylls – Online Kitap Oku

yakutlu

Avucumda Rüzgâr Var | İsmail Güzelsoy

yakutlu

Yalnız Gözlerin İçin

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy