STAR WARS -Jedi Akademi Üçlemesi

1

Sun Crusher, gafil avlanmış bir kurbanın kalbini hedef alan hançer misali Carida Sistemi’ne girmişti.

Kara gözleri parlayan Kyp Durron, kontrollerin üzerine eğilmiş halde tüm dikkatini yeni hedefine yöneltmişti. Bu süpersilahın gücüyle – ve akıl hocası Exar Kun’un ona öğretmiş olduğu tekniklerle – Kyp, Yeni Cumhuriyet’e yönelik tüm tehditleri ortadan kaldırabilecekti.

Sadece birkaç gün önce Cauldron Nebulası’nda Amiral Daala ve iki yıldız destroyerini ortadan kaldırmıştı. Patlamanın hemen ardından Sun Crusher’ın tabut büyüklüğündeki haberleşme podlarından birini göndererek, tüm galaksinin bu büyük zaferin sorumlusunun kim olduğunu öğrenmesini sağlamıştı.

Kyp’in şimdiki hedefi ise Carida’daki İmparatorluk Askeri Eğitim Merkezi’ydi.

Askeri gezegen, yetiştirilecek stormtrooperların kaslarının gelişmesini mümkün kılacak güçlü bir yerçekimine sahip büyük bir dünyaydı. Medeniyet görmemiş kıtaları her türlü eğitim için mükemmel imkanlar sunmaktaydı. Kutup çöllerine, keşfedilmemiş yağmur ormanlarına, sarp uçurumlarla çevrili dağ sıralarına ve her türden zehirli sürüngenle kaynayan kavurucu çöllere sahipti.

Carida, Kyp’in sakin anavatanı, onun ve ailesinin bir zamanlar göller üzerinde kurulmuş kolonilerde yaşadığı Deyer’den tümüyle farklı bir yerdi. Fakat bu huzur ortamı da yıllar önce ailesinin, Alderaan gezegeninin yok edilişini protesto etmeye kalkışmasıyla sona ermişti zaten. Stormtrooperlar koloniyi yerle bir edip Kyp ve anne babasını Kessel’deki baharat madenlerine sürgün ederken, kardeşini de zorla stormtrooper eğitim kampına göndermişlerdi.

Şu anda, askeri gezegenin yörüngesinde, Kyp beyninde fırtınalar kopan gergin bir insanın yüz ifadesiyle duruyordu. Gözlerinin içinde gölgeler dans ediyordu. Bunca yıldan sonra artık kardeşini sağ olarak bulma ümidini yitirmişti; ama ona ne olduğunu da öğrenmek istiyordu.

Ve eğer Zeth orada değilse Kyp tüm Carida Sistemi’ni ortadan kaldıracak güce de sahipti.

Bir hafta önce Luke Skywalker’ın cesedini Yavin 4’teki Büyük Tapınak’ın tepesinde bırakmıştı. Sun Crusher’ın inşa planlarını da saf Qwi Xux’un zihninden çalmış ve ardından da Amiral Daala ve iki yıldız destroyerini ortadan kaldırmak için beş yıldızı yok etmişti. Daala, son anda patlayan yıldızlardan kaçmaya çalışsa da bunu başaramamıştı. Alevler Daala’nın sancak gemisi Gorgon’u yutarken ortaya çıkan şok dalgası Sun Crusher’ın tüm ekranlarını çalışmaz hale getirmişti.

Bu muazzam zaferle Kyp’in gözü iyice kararmış ve İmparatorluk’u tümüyle ortadan kaldırmak için yola çıkmıştı.

Carida’nın savunma sistemi, Kyp gezegenin yörüngesine girer girmez Sun Crusher’ı tespit etmişti. İmparatorluk güçleri aptalca bir şey yapmadan Kyp bir ültimatom göndermeye karar verdi. Pek çok farklı frekansta bir mesaj yayınladı.

“Carida Askeri Akademisi,” diye söze girdi sesinin tonuna dikkat ederek, “ben Sun Crusher’ın pilotuyum.” Coruscant’ta Mon Mothma’nın yüzüne içkisini fırlatarak diplomatik bir skandala yol açan kişinin adını hatırlamaya çalıştı. “Ben… Büyükelçi Furgan’la teslim olma koşullarını müzakere etmek istiyorum.”

Gezegenden ses yoktu. Kyp iletişim sistemine bakarak hoparlörden gelecek cevabı bekledi.

Konsolunda beliren alarm, gezegenin çekici ışınının Sun Crusher’a kilitlenmeye çalıştığını gösterince Kyp Jedi yeteneklerinin de yardımıyla sürekli konumunu değiştirerek buna imkan vermedi.

“Buraya oyun oynamaya gelmedim.” Kyp elini yumruk yapıp konsolun üzerine indirdi. “Carida, eğer on beş saniye içerisinde cevap vermezseniz güneşinizin merkezine bir torpido göndereceğim. Bu silahın neler yapabileceğini bildiğinizi zannediyorum. Anlaşıldı mı?”

Yüksek sesle saymaya başladı. “Bir… İki… Üç… Dört…”, on bire vardığında iletişim sisteminin hoparlöründen bir ses duyuldu.

“Yabancı, sana iniş koordinatlarını ileteceğiz. Bunlara uyarsın ya da yok edilirsin. İnişin ardından derhal gemini stormtrooperlara teslim edeceksin.”

“Durumu pek anlamış gibi görünmüyorsunuz.” dedi Kyp, henüz gülmeye son vermeden. “Büyükelçi Furgan’la konuşmama izin vermezseniz sisteminiz galaksinin en parlak yeri haline gelecek. İki yıldız destroyerini ortadan kaldırmak için bir nebulayı yok ettim. Stormtrooperlarla dolu bir gezegenden kurtulmak için küçük bir yıldızı yok etmekten çekinir miyim sizce? Furgan’ı bulun ve görüntülü bağlantı kurun.”

Hologram paneli titredi ve iletişim subayının yanı başında Furgan’ın geniş ve düz suratı belirdi. Kyp, büyükelçinin kalın kaşları ve iri pembe dudaklarını derhal tanımıştı.

“Burada ne işin var, Asi?” dedi Furgan. “Bir şeyler talep edecek konumda değilsin.”

Kyp’in sabrı tamamen tükenmişti. “Dinle beni Furgan. Kardeşim Zeth’in başına neler geldiğini öğrenmeni istiyorum. On yıl önce Deyer gezegeninde askere alınıp buraya getirilmişti. Bir şeyler bulduktan sonra koşulları görüşmeye başlayabiliriz.”

Kaşlarını kaldıran Furgan gözlerini ona dikti. “İmparatorluk teröristlerle müzakere etmez.”

“Fakat başka şansınız yok.”

Huzursuzluğu her halinden belli olan Furgan sonunda pes etti. “Böyle eski bir bilgiyi elde etmek biraz zaman alacaktır. Yörüngedeki konumunuzu koruyun. Araştırmaya başlıyoruz.”

“Bir saatiniz var.” dedi Kyp ve iletişimi kesti.

Carida’da, İmparatorluk Eğitim Merkezi’nin ana binasında, suratı asılmış olan Büyükelçi Furgan iletişim subayına baktı. “Söylediklerini araştırın Teğmen Dauren. Bu silahın kapAsitesini öğrenmek istiyorum.”

Uzaklaşan stormtrooper teğmenin askeri nizamdaki yürüyüşüne hayran kalan Furgan etkilenmişti. “Rapor verin.” dedi yüzbaşıya.

Miğferindeki amplifikatör sesini yükseltti. “Albay Ardax saldırı birliğinin Anoth gezegenine doğru yola çıkmaya hazır olduğunu bildirdi.” dedi. ”Dretnot Vendetta’ya tam teçhizatlı birliklerle birlikte sekiz adet MT-AT aracı da yüklenmiş durumda.”

Furgan ellerini önündeki parlak konsola dayadı. “Bir bebeği kaçırıp, bakıcısı olan kadının da hakkından gelmek boş bir işmiş gibi görünebilir; fakat bu bebek bir Jedi ve Asilerin onu korumak için aldığı tedbirleri de hafife almamak gerekir. Albay Ardax’a birliğini derhal yola çıkmak için hazırlamasını söyleyin. Burada üstesinden gelmem gereken ufak bir sorun var; ardından imparatorun yerini alacak genç ve uysal adayımızla ilgilenmeye başlayabiliriz.”

Stormtrooper, selam verip parlak botlarıyla keskin bir geri dönüş yaparak kapıdan çıkıp gitti.

“Büyükelçi,” dedi verileri inceleyen iletişim subayı, “casus ağımız sayesinde Asilerin, bir yıldızın patlamasını tetikleyebilecek, Sun Crusher adında bir İmparatorluk silahını çaldıklarını biliyoruz. Ayrıca Cauldron Nebulası’nda da kısa süre önce yabancının iddia ettiği gibi birkaç nedeni belirsiz süpernova ortaya çıktı.”

Furgan şüphelerinde hakkı olabileceğini anlayınca heyecanla titredi. Sun Crusher ve bebek Jedi’ı ele geçirebilirse Core Sistem’deki birbirini yemekle meşgul liderlerin tümünden daha fazla güce sahip olacaktı. Carida yeni kurulacak İmparatorluk’un başkenti bile olabilirdi; tabi ki yönetimde imparatorun vekili olarak kendisi olacaktı.

“Sun Crusher’ın pilotu, kardeşiyle ilgili haberleri beklemekle meşgulken,” dedi Furgan, “biz de tüm gücümüzle saldırıp aracını etkisiz hale getireceğiz. Böyle bir fırsatın kaçmasına müsaade edemeyiz.”

Gözlerini Sun Crusher’ın kronometresine dikmiş, beklemekte olan Kyp’in öfkesi her geçen saniye artıyordu. Eğer Zeth’in akıbetiyle ilgili bir bilgi bulabilme ümidi olmasaydı, Kyp, elinde kalan dört rezonans torpidosundan birini çoktan Carida’nın güneşine göndermiş ve şu anda da uzaktan sistemin bir süpernovaya dönüşerek yok oluşunu izlemekle meşgul olurdu.

Duyduğu bir zırıltının ardından Carida’nın iletişim subayının görüntüsü tam karşısında belirdi. “Sun Crusher’ın pilotuna – Siz, bizim Deyer’deki koloniden askere aldığımız Zeth’in kardeşi Kyp Durron musunuz?” Subay son derece yavaş ve her kelimeyi dikkatle vurgulayarak konuşmuştu.

“Bunu daha önce söylemiştim. Bir şey öğrendiniz mi?”

İletişim subayının dikkati biraz dağılmış gibiydi. “Üzüntüyle bildiririz ki kardeşiniz eğitimin ilk aşamasını sağ olarak tamamlayamamıştır. Uyguladığımız eğitim ancak en iyilerin başarabileceği derecede zordur.”

Kyp’in kulaklarını, çağlayan suların sesine benzeyen bir uğultu kapladı. Her ne kadar böyle bir haberi beklese de kesin olarak öğrenmesi onu son derece üzmüştü. “Ne?… Nasıl ölmüş peki?”

“Kontrol ediyorum.” dedi iletişim subayı. Kyp uzunca bir süre bekledi. “Bir dağda hayatta kalma görevi esnasında birliği tipiye yakalanmış. Donarak hayatını kaybetmiş. Birliğinin diğer üyelerinin hayatta kalması için kahramanca çaba sarf ettiği yönünde kimi ibareler var. Elimde konuyla ilgili kapsamlı bir dosya bulunmakta. İsterseniz size gönderebilirim.”

“Evet.” dedi Kyp tok bir sesle. “Her şeyi gönderin.” Kardeşinin yüzü, gözünün önüne geldi: İkisi birlikte kamışlardan küçük gemiler yapar ve o gemilerin yüzmelerini izlerlerdi; ardından da stormtrooperların evlerine girip onu zorla götürdükleri zaman kardeşinin yüzünün halini hatırladı.

“Biraz zaman alacak.” dedi iletişim subayı.

Kyp, ekranında belirmeye başlayan verileri izledi. Exar Kun’u, kendisine Üstat Luke’un öğretmeyi reddettiği pek çok şeyi öğreten kadim Sith Lordu’nu, düşündü. Zeth’in ölüm haberini alması Kyp’i kısıtlayan son bağı da ortadan kaldırmıştı. Artık durması için hiçbir neden yoktu.

Cani Carida’ya merhamet göstermeyecekti. Kyp, önce Yeni Cumhuriyet’e musallat olan bu çıbanbaşını temizleyecek, ardından da sıra galaksinin merkezinde güçlerini toparlama çabasında olan diğer İmparatorluk komutanlarına gelecekti.

Zeth’le ilgili dosyaların Sun Crusher’ın hafızasına yüklenmesini bekledi. Bu kadar yazıyı okuyup anlamak, kardeşinin hayatındaki her detay ve kardeşiyle birlikte olsalar nasıl bir yaşamları olacağı üzerine düşünmek onu fazlasıyla meşgul etmişti.

Kırk tane TIE avcısı, gezegeni saran ince atmosferi yarıp kükreyerek üzerine doğru gelmeye başladı. Diğer taraftan da yirmi tanesi kıskaç formasyonunda yaklaşıyordu. Zeth’le ilgili dosyaların yollanması, onu saldırıya hazırlanırken meşgul etmek için uygulanan bir hileden başka bir şey değildi!

Kyp kızsa mı gülse mi bilemedi. Yüzünde acı bir gülümseme belirdi ve birden kayboldu. TIE avcıları yaklaşmış ve gemiyi etkisiz hale getirecek noktalara ateş etmeye başlamışlardı. Kyp, açılan ateşin gemisi

üzerindeki etkisini hissetse de, Sun Crusher’ın özel quantum kaplı zırhı, bir yıldız destroyerinin turbolazerine bile dayanabilecek güçteydi.

TIE pilotlarından biri Kyp’le temasa geçti. “Etrafın sarıldı. Artık kaçamazsın.”

“Afedersiniz.” dedi Kyp. “Beyaz bayrağım bitmiş.” Sensörlerini kullanarak mesajın geldiği TIE avcısını tespit etti ve savunma taretleriyle avcıya kilitlenip ateş açtı. Güneş panellerinden isabet alan avcı, patlayarak beyaz ve turuncu bir ışıkla ortadan kayboldu.

Diğer avcılar her yönden saldırıya geçti. Kyp savunma lazerleriyle yeni beş hedef seçti ve üçünü vurmayı başardı.

Sun Crusher’ın mükemmel hareket kabiliyetini kullanarak yükselirken, TIE avcıları da vurulan diğer avcıların patlamaları arasından ateş açmaya devam ediyordu. İki avcı kazayla birbirini vurunca, Kyp kahkahayı patlattı.

Artan öfkesine paralel olarak gücü de artıyordu. Caridalıları hak ettiklerinden bile daha fazla ikaz etmişti. Kyp ültimatom vermiş, buna karşılık Furgan karşı saldırıya geçmişti.

“Bu yaptığın son hata olacak.” dedi.

TIE avcıları ateşe devam etselerde çoğunlukla ıskalıyorlardı. Vurdukları zaman da lazer ışınları kalkana çarpıyor ve bir hasara yol açmadan yok olup gidiyordu. Pilotlar nasıl nişan alıp ateş edeceklerini biliyormuş gibi görünmüyorlardı. Anlaşılan çoğu zamanlarını savaş simülatörlerinde geçirmişlerdi ve gerçek bir savaşa belki de ilk kez katılıyorlardı. Kyp’in asıl güvencesi Güç’tü.

Karşılık verip bir avcıyı daha yok etti, sonra da artık anlamı kalmadığını düşünerek çatışmaya son verdi. Daha büyük bir hedefi vardı. Yörüngeyi terk edip sistemin merkezindeki yıldıza doğru yönelirken iki hızlı TIE avcısı peşine takıldı.

Sun Crusher’a verebilecekleri tek hasar, gövde dışındaki küçük lazer taretlerini yok etmek olacaktı. Daala’nın kuvvetleri de Sun Crusher’ın dış silahlarını imha etmeyi başarabilmişti ama Yeni Cumhuriyet mühendisleri bunları tamir etmişti.

Diğer bir TIE avcısı ise atmosferden çıkmaya çalışırken havaya uçmuştu. Kyp enkazın arasından doğruca güneşe yöneldi. Geri kalan tüm avcılar ona saldırmaya devam ettiler ama onun umrunda değildi.

Kardeşinin, zorla alındığı bir askeri kamptaki eğitimde, donarak ölmüş olduğu düşüncesini bir türlü kafasından atamıyordu. Kyp’in bu düşüncelerden kurtulmasının tek yolu Sun Crusher’ı kullanarak tüm gezegeni ortadan kaldırmaktı.

Rezonans torpidolarının ateş sistemini harekete geçirdi. Yüksek enerjili mermi Sun Crusher’ın altındaki çember şeklindeki jenaratörden oval şekilli bir plazmaya yüklenerek atılacaktı.

Son seferinde Kyp torpidolarıyla bir nebuladaki süper dev yıldızları vurmuştu. Carida’nın güneşi sıradan sarı bir güneşti ama yine de Sun Crusher çekirdekte bir zincirleme reaksiyon başlatabilecekti.

Kyp parlak sarı ateş topuna doğru yol alırken, yıldızın kromosferindeki patlamalar da uzaya doğru yayılıyordu. Kaynayan konveksiyon hücreleri patlayarak yüzeye doğru yükseliyor ve orada soğuyup tekrar dibe doğru çöküyordu. Güneş lekeleri güneşin güzelliğine gölge düşürür gibiydi. Kara noktalardan birinin dart tahtasını andırdığını düşündü.

Kyp rezonans torpidosunu hazırladı ve bir an için arkasını kontrol etti. Takipçisi TIE avcıları güneşe bu kadar yaklaşamadıklarından uzaklaşmak zorunda kalmışlardı.

Güvenlik alarmı Kyp’in önünde yanmaya başlasa da dikkate almadı. Kontrol sistemi yeşil renkte yanıp söndüğünde ateş düğmesine bastı ve elips şeklinde yeşil mavi cisim Carida’nın güneşine doğru yola çıktı. Hedef mekanizması çekirdeği bulacak ve geri alınamaz bir düzensizliğe yol açacaktı.

Kyp rahatlamış bir şekilde pilot koltuğunda geriye yaslandı. Artık geri dönüş yoktu.

Askeri akademinin ortadan kalkması artık an meselesi olduğundan sevinçli olması gerekirdi ama kardeşini kaybetmiş olmasının üzüntüsünü hiçbir şey unutturamıyordu.

Askeri eğitim tesisinin ana binası alarm sesleriyle çınlıyordu. Stormtrooperlar uzun koridor boyunca koşturuyor ve daha önce eğitimini yapmış oldukları şekilde görev yerlerine ulaşmaya çalışıyorlardı; ama ne yaptıklarını pek bilmedikleri ortadaydı.

Büyükelçi Furgan’ın yüzü şok nedeniyle garip bir hal almıştı. Çıkık gözleri sanki yuvalarından fırlayacakmış gibi duruyordu. Dudakları kilitlenmiş söyleyeceği sözleri güçlükle toparlayabilmişti. “Tüm TIE avcılarımız nasıl olur da hedefi ıskalar?”

“Iskalamadılar, Efendim.” dedi iletişim subayı Dauren. “Anlaşılan Sun Crusher’ın aşılmaz bir zırhı var. Bu tarihe kadar rastladığımız tüm zırhlardan daha sağlam.”

“Kyp Durron güneşimize ulaştı. Güneş patlamaları nedeniyle tespit etmekte zorlansak da bir tür yüksek enerji taşıyan torpido fırlattığı kesin.” İletişim subayı yutkundu. “Bunun ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz, Efendim.”

“Eğer tehdit gerçekse…” dedi Furgan.

“Efendim,” Dauren kendini zor zaptediyordu, “gerçek olduğunu kabul etmek zorundayız. Yeni Cumhuriyet böyle bir silaha sahip olmaktan dolayı son derece huzursuzdu. Cauldron Nebulası’ndaki yıldızlar da patladı.”

İnterkomdan Kyp

Durron’un sesi yükseldi. “Carida, sizi uyardım ama siz bana numara yapmayı seçtiniz. Şimdi kendi başınıza açtığınız bu belayla yüzleşin. Hesaplarıma göre güneşinizin çekirdeğinin kritik duruma ulaşması iki saat sürecek.” Bir an durakladı. “Gezegeninizi tahliye etmek için elinizde olan süre bu.”

Furgan masaya yumruğunu indirdi.

“Efendim,” dedi Dauren, “ne yapacağız? Tahliyeye başlayalım mı?”

Furgan bir düğmeye basmak için eğildi ve ana binanın altındaki hangarın kapısını açtı. “Albay Ardax, derhal birimlerinizi toplayın ve onları Vendetta dretnotuna bindirin. Anoth’a göndereceğimiz saldırı birliği bir saatten kısa süre içerisinde yola çıkmak zorunda. Biz de onlarla gideceğiz.”

“Emredersiniz Efendim.”

Furgan iletişim subayına döndü. “Bu gencin kardeşinin öldüğünden emin misin? Kullanabileceğimiz bir şey yok mu?”

Dauren düşündü. “Bilmiyorum, Efendim. Bana onu oyalamamı söylediniz. Ben de bir hikaye uydurup sahte belgeler gönderdim. Kontrol etmemi ister misiniz?”

“Tabii ki kontrol etmeni isterim!” diye köpürdü Furgan. “Eğer kardeşini rehine olarak tutabilirsek belki de genci, Sun Crusher’ın silahının etkisini tesirsiz hale getirmeye ikna edebiliriz.”

“Derhal başlıyorum, Efendim.” dedi Dauren ve parmakları veri pedinin üzerinde gezinmeye başladı.

Furgan’ın talim öğretmenlerinden altısı çalan alarmlar nedeniyle kontrol merkezine gelip kendisini selamladılar. Komutanlarından daha kısa boylu olan Furgan kollarını arkasında kavuşturmuş, onlara yönelirken göğsünü de şişirmişti.

“Carida’daki tüm göreve hazır durumdaki gemilerin listesini çıkarın. Her şeyin. Bilgisayarlarımızdaki tüm veriyi aktarmak ve beraberimizde alabildiğimiz kadar personel almak zorundayız. Hepsini almamız mümkün olmayacak o nedenle seçim rütbe sırasına göre yapılacaktır.”

“Carida’yı savaşmadan mı terk edeceğiz?” dedi generallerden biri.

Furgan gürledi: “Güneş patlayacak General. Nasıl karşı koymayı düşünüyorsun?”

“Rütbe sırasına göre tahliye mi?” dedi Dauren alçak bir sesle başını panelden kaldırarak. “Fakat ben sadece teğmenim.”

Furgan kontrol panellerine eğilmiş olan adama baktı. “O zaman bu adamın kardeşini bulup onu torpidoyu etkisiz hale getirmeye ikna edebilmek için elinden geleni yap.”

Kyp yarı polarize olmuş pencerelerden, kalan TIE avcılarının geri çekilip Carida’ya dönüşünü izledi. Keyifle gülümsedi. Caridalıların panik içerisinde gezegende değerli ne varsa alıp kaçmaya çalışmalarını izlemek eğlenceli olacaktı.

Sonraki yirmi dakika boyunca eğitim merkezinden birbiri ardınca havalanan araçları izledi: Küçük avcılar, büyük personel taşıyıcılar, StarWorker uzay mavnaları ve korkutucu görüntüsüyle bir Dretnot savaş gemisi.

Kyp, İmparatorluk’a bu kadar çok askeri malzemeyi kaçırması için gereken zamanı tanıdığından dolayı rahatsız olmuştu. Bunların eninde sonunda Yeni Cumhuriyet’e karşı kullanılacağını biliyordu; fakat şimdilik hiç bir şey onu yok olmakta olan bir güneş sistemini izlemenin keyfinden alıkoyamazdı.

“Kaçamazsınız.” diye fısıldadı. “Birkaçınız belki ama büyük çoğunluğunuz asla.” Kronometresine baktı. Yıldızdaki değişim etkisini göstermeye başlamış ve yıldızın ne zaman patlayacağını az çok hesaplayabilir hale gelmişti. Caridalıların şok dalgasıyla yok olmasına sadece yirmi yedi dakika kalmıştı.

Araç trafiği azalmış, geriye sadece yerçekiminden çıkmaya çalışan birkaç hurda araç kalmıştı; bu araçların ana donanımlarına herhalde Büyük Amiral Thrawn ya da diğer İmparatorluk komutanlarınca el koyulmuştu.

Holopanel titredi ve iletişim subayının görüntüsü belirdi. “Sun Crusher’ın pilotu! Ben Teğmen Dauren, Kyp Durron’a sesleniyorum – bu bir acil durum mesajıdır.”

Kyp, Carida’da hala acil durum mesajı gönderecek birilerinin kalmasına hayret etmişti! Sırf iletişim subayına sıkıntı olsun diye geç cevap verdi. “Evet, ne var?”

“Kyp Durron, kardeşiniz Zeth’i bulduk.”

Kyp’in kalbini sanki bir ışın kılıcı delip geçmişti. “Ne? Bana öldü demiştiniz.”

“Daha dikkatlice araştırdık ve sonunda dosyalarımızda onu bulduk. Kendisi burada eğitim merkezinde ve Carida’dan ayrılmak için bir vasıta bulamamış. Kendisini iletişim istasyonuna çağırdım. Az sonra burada olacak.”

“Bu nasıl olur?” diye sordu Kyp. “Bana eğitimde öldü dediniz. Gönderdiğiniz dosyalarda da öyle yazıyor.”

“Tahrif edilmiş bilgi.” dedi Teğmen Dauren açıkça. Kyp’in kısık gözleri yaşla dolarken Zeth’in hala hayatta olduğunu bilmek onu tarif edilmez derecede mutlu etmişti. Diğer taraftan ise İmparatorluk görevlilerinin kendisine söylediklerine inanmak gibi çok büyük bir hata yaptığı için de kendisine

kızıyordu.

Tekrar kronometreye baktı. Patlamaya yirmi bir dakika kalmıştı. Kyp Sun Crusher’ın kontrollerine asıldı ve yıldırım gibi gezegene doğru gitmeye başladı. Kardeşini kurtaracak kadar zamanı var mı bilmiyordu ama denemekten başka şansı yoktu.

Gözü sürekli ekranda azalan zamanı izliyordu. Gözleri yanıyor, geçen her saniyede sanki vücuduna bir darbe iniyordu.

Carida’ya dönmesi beş dakika sürmüştü. Devasa gezegenin yörüngesinde uçarak gece kuşağından gündüz kuşağına geçti ve rotasını pek çok kale ve binadan oluşan İmparatorluk eğitim tesisine çevirdi.

Teğmen Dauren hologramda tekrar belirdi ve beyaz zırhlı bir stormtrooperı görüntüye çekti. “Kyp Durron! Cevap verin.”

“Burdayım.” dedi Kyp. “Seni almaya geliyorum.”

İletişim subayı stormtroopera döndü. “Yirmi bir on iki miğferini çıkar.”

Sanki çok uzun zamandır hiç yapmamış gibi tereddüt eden stormtrooper sonunda miğferini çıkardı. Dünyayı gerçek gözleriyle nadiren görür bir tavırla ve kamaşan gözleriyle baktı. Kyp aynen aynaya baktığında gördüğü gibi içler acısı bir görüntüyle karşılamıştı.

“Adın nedir?” dedi Dauren.

Stormtrooper şaşkınlıkla gözlerini kırptı. Kyp acaba ilaç mı verildi diye şüphelenmişti. “Yirmi bir on iki.” dedi. “Hizmet numaranı değil adını söyle!”

Genç adam duraksadı, sanki uzun süredir kullanmadığı hafızasının derinliklerinden bulup hatırladığı ismi bir cevaptan ziyade bir soruymuş gibi.

“Zeth? Zeth Dur… Durron.”

Kyp’in onun adını söylemesini duymasına gerek kalmamıştı. Deyer gölünde yüzen ve küçük bir ağla balık tutabilen bu esmer ve zayıf genci tanımıştı.

“Zeth.” diye fısıldadı. “Geliyorum.”

İletişim subayı elini salladı. “Zamanında yetişemezsin.” dedi. “Sun Crusher’ın torpidosunu durdurmalısın. Zincirleme reaksiyonu tersine çevirmelisin. Bu tek umudumuz.”

“Yapamam.” diye cevap verdi Kyp. “Onu hiçbir şey durduramaz.”

Dauren bağırdı. “Eğer yapmazsan hepimiz ölürüz.”

“Öyleyse öleceksiniz,” dedi “hepiniz hak ettiniz. Zeth hariç. Onu almaya geliyorum.”

Carida’nın atmosferini yararak büyük bir hızla gezegene doğru yoluna devam etti. Aracın kenarları yüksek ısıdan kızarırken hızının yarattığı şok önünde bir kalkan gibi şekil almıştı. Peşinden de sonik patlamalar onu takip ediyordu.

Gezegenin yüzeyi korkutucu bir şekilde yaklaşıyordu. Kyp, kanyonlar ve kızıl kayalarla kaplı bu kurak gezegenin üzerinde uçtu ve engebesiz çölün ortasında geometrik şekilleri ve İmparatorluk mühendislerinin yaptığı düzgün yolları görene kadar devam etti.

Sun Crusher, sığınak ve metal barakalar kümesinin üzerinden bir meteor gibi geçti. Uzaklardaki stormtrooper birlikleri güneşlerinin patlayacağından habersiz eğitim yapmaya devam ediyorlardı.

Kronometre yedi dakika kaldığını gösteriyordu.

Kyp hedefleme ekranını açtı ve ana binayı buldu. Gemi şiddetli rüzgarlarla sarsılıyor, tutuşan hava quantum zırhı yalıyordu ama Kyp oralı bile değildi.

“Bana kesin yerinizi bildirin.” dedi Kyp.

İletişim subayı ağlamaya başlamıştı.

“Ana binada olduğunuzu biliyorum!” diye bağırdı Kyp. “Ama tam olarak neredesiniz?”

“Güney taretinin üst katlarındayız.” diye cevap verdi Zeth, çabukça ve aldığı eğitim sonucu olan askeri bir kesinlikle. Kyp platodan yükselen akademinin çıkıntılı kulelerini görmüştü. Kyp’in tarayıcıları binanın büyütülmüş bir görüntüsünü çıkarıp Zeth’in belirttiği tareti işaretledi.

Beş dakika kalmıştı.

“Zeth, hazır ol. Geliyorum.”

“Her ikimizi de kurtarmak için!” dedi Dauren.

Kyp, içinde bir acı hissetti. Kendisine yalan söyleyip onu bu denli üzen ve Carida’yı yok etme kararını almasına neden olan iletişim subayının geride kalmasını ve güneş patlamasıyla birlikte yanıp kavrulmasını istiyordu fakat bu adam ona yardımcı olabilirdi, şimdilik.

“Hemen açık bir alana çıkın. Oraya varmama bir dakikadan az zaman kaldı. Çatıya zamanında çıkamazsınız o yüzden çatıyı vurup uçuracağım.”

Dauren başını salladı. Nihayet şaşkınlığını üzerinden atmış olan Zeth söz aldı, “Kyp? Kardeşim? Kyp sen misin?” Sun Crusher tesisin minare ve kuleleri üzerinde uçmaya devam etti. Tüm kaleyi devasa bir sur kuşatmıştı. Dışarıda bahçede yüzlerce düşük rütbeli mülteci kaçabilmek için küçük araçlara binmeye çalışıyordu. Oysaki bu araçların hiperiticisi olmadığından süpernovanın hışmından kaçmaları mümkün değildi.

Kyp hızını azalttı ve sonunda kalenin üzerinde havada durmuştu ki aniden kendisine ateş açan otomatik savunma sistemlerinin ateşiyle sarsıldı.

“Savunmanızı kapatın.” diye bağırdı iletişim subayına. Lazerlere nişan alıp ateş açmakla biraz daha zaman harcadı. İki tareti havaya uçurmuştu ki üçüncü bir taret Sun Crusher’ı tam isabetle vurmayı başardı.

Süpersilah kontrolden çıkarak döne döne inip yüksek taret surunun üzerine çakıldı. Kyp, aracın kontrolünü ele alıp yeniden yükselmeyi başardı. Ne öfkelenmeye ne de başka bir şey yapmaya zamanı vardı, kuleye ulaşmalıydı.

Kyp, kronometreden sadece üç dakikasının kaldığını gördü.

“Kalkanları indirin.” dedi. “Çatıyı havaya uçuracağım.”

Lazerlerinden biriyle nişan alıp ateş etti; ama “HATA” mesajı aldı. Kuleye çarptığı zaman o lazer hasar görmüştü. Küfrü basan Kyp, hemen gemiyi döndürüp diğer bir lazerle nişan aldı.

Kısa süreli bir ateşin ardından çatı eriyip açılmış, gökten kaya ve metal parçaları yağmaya başlamıştı. Kyp çekici ışınını kullanarak enkazı temizledi ve böylece diğer katların da çökmesini engelledi.

Sun Crusher’ı çatıda oluşmuş hala tütmekteki kraterin üzerine getirdi. Tarayıcılarına baktı ve iki kişinin saklandıkları masanın altından çıkmakta olduklarını gördü.

Son iki dakika.

Kyp tam üzerlerindeydi. Eğer alçalırsa kapının merdivenine tutunabilir ve böylece gemiye binebilirlerdi. Kaçış rotasını çoktan programlamıştı.

Kyp onlara doğru alçalırken Teğmen Dauren ayağa kalktı ve bir plasteel parçasıyla Zeth’in başının arkasına vurdu. Dizlerinin üzerine düşen Zeth refleksle hemen silahını çekti. İletişim subayı geminin merdivenlerine koştu ama aşağıdaki durumu gören Kyp öfkeyle gemiyi havalandırıp adamın ona ulaşmasını önledi.

İletişim subayı zıplayıp merdivene yetişmeye çalıştı ama boşunaydı ve geminin gövdesini süpüren elleriyle aşağı doğru kaydı. Kyp’in atmosferde yaptığı yolculuk nedeniyle quantum zırhı hala ateş gibiydi ve elleri yanan Dauren acıyla bağırdı.

Yere düşen Dauren geri dönüp baktığında Zeth’in silahını kendisine çevirmiş olduğunu gördü. Bu konuda zaten eğitimli olan Zeth nişan alıp tetiği çekti. İletişim subayı göğsünde koca bir delikle geriye doğru uçup enkazın içine karıştı.

Son bir dakika.

Kyp, Sun Crusher’ı tekrar eski konumuna getirdi; fakat Zeth dizlerinin üzerine çökmüştü, kan boynundan aşağı doğru beyaz zırhının üzerine akıyordu. Kımıldayamıyordu. Subay onu ağır yaralamıştı.

Hızla karar veren Kyp, çekici ışını kardeşinin bedenine kilitleyip onu gemiye doğru çekmeye başladı. İşe yarayacak gibiydi. Kyp kontrolleri bırakıp kapıya koştu. Kapıyı açıp merdivenlerden inecek ve sonra da kardeşini içeri çekecekti. Sun Crusher’ı açacak kilit mekanizmasına ulaşmıştı ki…

Carida’nın güneşi patladı.

Şok dalgası bir anda tüm atmosfere yayılıp beraberinde kavurucu bir sıcaklık getirdi. Tüm bina bir anda ateş topuna döndü.

Sun Crusher takla atarken Kyp de kokpitin içerisinde uçmuş ve suratı ekranlardan birine yapışmıştı. Şok dalgası Carida’yı silip süpürürken, toza dönüşen Zeth’in silüetini belli belirsiz gördü.

Kyp güçlükle kendisini pilot koltuğuna çekti. Şokta olsa da Jedi içgüdülerini kullanarak ışıkaltı motorlarını çalıştırdı. Süpernovadan gelen ilk dalgadaki radyasyon, yıldızın patlamasından ortaya çıkan yüksek enerjili parçacıklardı ve nispeten hafif sayılırdı. Bunu daha güçlü ve bir dakikaya kadar gelecek olan ikinci bir dalga takip edecekti.

İkinci ve güçlü dalga gezegene vurup onu parçalarken Sun Crusher, önceden programlanan kaçış rotasına uyarak tehlikeli bölgeden uzaklaşmayı başardı.

Kyp yüzünde hissettiği yerçekiminin yerini acının aldığını hissetti. Gözlerini kapatmıştı ve aracın hızının etkisiyle gözyaşları şakaklarından aşağı akıyordu.

Sun Crusher atmosferden çıkıp hiperuzaya girdi. Aracının çevresinde yıldız şeritleri oluşurken süpernova alevlerden oluşan elleriyle onu yakalamak için son bir hamle yaptı. Kyp neden olduğu şeylerin yol açtığı suçluluk duygusuyla hıçkırarak ağlamaya başladı.

Hıçkırıkları onunla birlikte hiperuzayda kaybolup gitti.

2

Leia Organa Solo, Yavin 4’teki Millenium Falcon’un rampasından inerken kafasını çarpmamaya dikkat ederek dışarı çıktı. Büyük Massassi Tapınağı’nın azametli görüntüsüne baktı.

Ormanlarla kaplı ayda serin bir sabahtı, yerden yükselen nem alçak dalları kucaklayıp ardından da ziguratın taş duvarlarını ince beyaz bir battaniye gibi sarmalıyordu. Bir kefen, diye düşündü. Luke için.

Akademi öğrencilerinin tapınağın üst katında Luke Skywalker’ın hareketsiz bedenini bulmalarının üzerinden bir hafta geçmişti. Onu içeri taşıyıp ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı; fakat gerçekte ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Yeni Cumhuriyet’in en iyi doktorları bile fiziksel bir sorun bulamamışlardı. Luke’un hala hayatta olduğunda hemfikirdiler ama tümüyle bitkisel hayattaydı. Yapılan hiçbir test ya da inceleme sonuç vermiyordu.

Leia da elinden bir şey gelmeyeceğini biliyordu ama hiç değilse kardeşinin yanında olacaktı. İkizler de küçük botlarıyla ellerinden geldiğince gürültü çıkararak Falcon’un rampasından aşağı inmeye başladılar. Han, Jacen’le Jaina’nın arasında, ikisinin de ellerinden tutmuş geliyordu. “Sessiz olun bakalım.” dedi.

“Luke dayıyı görecek miyiz?” diye sordu Jaina.

“Evet.” diye cevapladı Han. “Ama hasta. Sizinle konuşamaz.”

“Öldü mü?” diye sordu Jacen.

“Hayır!” diye cevap verdi Leia aniden. “Haydi. Tapınağa girelim.” İkizler koşturarak rampadan indi.

Açıklıktan yürürken Leia’nın burnuna gelen keskin orman kokusu anılarını tazelemişti. Devrilmiş ağaçlar, çiçekler ve çürüyen yapraklar bu kokunun ana maddeleriydi. Burayı Luke’un akademisinin kurulacağı yer olarak teklif eden kişi Leia’nın kendisiydi ama şimdiye kadar ziyaret etme fırsatı bulamamıştı; ne yazık ki şimdi de kardeşi koma halindeydi.

“Buna hiç hazır değilim.” diye mırıldandı Han. “Hem de hiç.” Leia uzanıp elini tuttu. Han da onun elini kavradı, her geçen an biraz daha sıktı.

Cübbeli silüetler tapınaktan çıkıp sabah güneşinin gölgelerini dağıttılar. Leia çabucak saydı, on iki kişiydiler. En başta sert turuncu yüzlü Calamarili dişi Cilghal vardı. Leia bu balıkvari dişideki Jedi potansiyelini görmüş ve onu Luke’un akademisine katılmaya ikna etmişti. Cilghal sahip olduğu diplomatik yetenekleri kullanarak Jedi Üstadı’nın düşüşünden sonraki sancılı dönemde tüm öğrencileri bir arada tutmayı başarmıştı.

Leia, nemli zeminde yürümeye devam eden diğer öğrencileri de tanımıştı: Streen, Jedi başlığının altında emanet duran garip saçıyla yaşlı bir adam; Bespin’de gaz arayıcıydı, kendi kafasının içindeki seslerden kaçmaya çalışan bir münzevi. Uzun boylu Kirana Ti’yi gördü, Leia ve Han’ın flört dönemlerinde rastladıkları Dathomir cadılarından biri. Kirana Ti ileri çıktı ve parlak gözlerle ikizlere gülümsedi; kendisinin de ikizlerden bir yaş daha büyük, anavatanında diğerlerinin himayesinde olan bir kızı vardı.

Leia, uzun gümüşi saçları cübbesinin arkasından sarkan Tionne’yi de tanımıştı. Tionne, bir Jedi tarihi öğrencisiydi ve Jedi olabilmek için can atıyordu.

Ardından çetin ceviz Kam Solusar geldi, bir zamanlar yoldan çıkmış ve Luke tarafından tekrar doğru yola getirilmiş olan bir Jedi. Son olarak da Dorsk 81 göründü, düzgün yapılı, pürüzsüz derili; geldiği toplum, sonunda en mükemmel halini aldıklarına inandığı için, kuşaklar boyunca klonlanmış olan yabancı.

Leia diğer öğrencileri tanıyamamıştı ama Luke’un öğrenci seçimindeki titizliğini biliyordu. Jedi Şövalyesi olabilecek yetenektekileri davet eden çağrı hala tüm galakside yankılanıyordu.

Öğretmenleri komada olsa bile.

Cilghal perdeli elini uzattı. “Gelmenize memnun olduk, Leia.”

“Büyükelçi Cilghal,” dedi Leia, “Kardeşimin durumunda bir değişiklik var mı?” Ağır ağır bunaltıcı tapınağa doğru yürümeye başladılar. Leia gelecek cevabı zaten biliyordu.

“Hayır.” Cilghal başını iki yana salladı. “Fakat belki de sizin varlığınız bizim başaramadığımız şeyleri başarabilir.”

Ortamdaki rahatsızlığı hisseden ikizler kıkırdamayı bırakıp küflü taş duvarları ve odaları incelemeye başladılar.

Grup hangarın alt katına girdiğinde Cilghal, Leia, Han ve ikizleri asansöre doğru götürdü.

“Jacen, Jaina yürüyün.” dedi Han ve tekrar ellerini tuttu. “Belki siz Luke dayınızın iyileşmesine yardım edebilirsiniz.”

“Biz ne yapabiliriz ki?” diye sordu Jaina, kahverengi gözleri kocaman ve umut doluydu.

“Ben de bilmiyorum güzelim,” dedi Han, “eğer aklınıza bir şey gelirse bana da söyleyin.”

Kapısı kapanan asansör, tapınağın üst katına doğru çıkmaya başladı. Huzursuz olan ikizler birbirlerine iyice yapışmışlardı. İmparatorluk şehrinin perişan haldeki en alt seviyelerinde yaşadıkları kötü asansör deneyiminin ardından henüz asansör korkularını yenememişlerdi. Fakat yolculuk kısa sürdü ve Büyük

Tapınak’ın toplantı salonuna ulaştılar. Diğer ucunda yüksek bir kürsünün yer aldığı geniş ve parlak taşlardan oluşan yol, güneş ışıklarıyla yıkanıyordu.

Leia, Death Star’ın yok edilmesinin ardından, bu kürsüde Han, Chewbacca, Luke ve Yavin Savaşı’nın diğer kahramanlarına madalya taktığı zamanı hatırladı. Şimdiyse yutkunmakta bile zorlanıyordu. Han hemen yanı başında onun şimdiye kadar hiç duymadığı bir ton ve şekilde iç çekiyordu.

Odanın diğer ucundaki bir kaidede Luke’un bedeni uzanıyordu; tıpkı boş ve yankılı bir odada uzanan bir ceset gibi.

Kalbi endişeyle çarpıyordu. Onu bu şekilde görmeyi hiç istemediğinden çıkıp gitmek istiyordu ama ilerlemeye devam etti. Hızlı yürüyüşü yolun sonuna geldiğinde koşuya dönmüştü. Her bir kolunda ikizlerden biri olan Han da onu takip etti. Gözyaşlarını tutmak için mücadele ettiği gözleri kıpkırmızı olmuştu. Leia ise çoktan gözyaşlarına boğulmuştu.

Luke, Jedi cübbesine sarılmış vaziyette hareketsizce yatıyordu. Saçları taranmıştı, elleri göğsünün üzerinde duruyordu. Derisi gri renkte ve plastik gibiydi.

“ Luke.” diye fısıldadı Leia.

“Keşke Jabba’nın Sarayı’ndan beni kurtarıp erittiğin gibi onu da kurtarabilseydin.” dedi Han.

Leia uzanıp Luke’a dokundu. Güç’ü kullanarak daha derinlere erişmeye ve ruhuna dokunmaya çalıştı; fakat sadece soğuk bir boşluk hissetmişti, sanki Luke’un varlığı oradan çekilip alınmıştı. Ölü değildi. Eğer kardeşi ölmüş olsa bunu rahatlıkla hissedebilirdi.

“Uyuyor mu?” diye sordu Jacen.

“Evet… Bir şekilde.” diye cevap verdi ne diyeceğini bilemeden.

“Ne zaman uyanacak?” diye sordu Jaina.

“Bilmiyoruz,” dedi Leia, “nasıl uyandıracağımızı da bilmiyoruz.”

“Belki öpersem uyanır.” Jaina tırmanıp dayısını hareketsiz dudaklarından öptü. Bir an için de olsa çocuğun sihrinin işe yarayacağını düşünen Leia nefesini tuttu. Ama Luke kıpırdamadı.

“O soğuk.” diye mırıldandı Jaina. Dayısının uyanmadığını gören küçük kızın omuzları hayal kırıklığıyla çöktü.

Han, Leia’nın belini canını acıtacak kadar kuvvetle kavradı ama Leia kocasının kendisini bırakmasını istemediğinden ses çıkarmadı.

“Günlerdir bu halde.” dedi Cilghal arkalarından. “Işın kılıcını da beraberinde getirdik. Onu çatıda, yanında bulduk.”

Bir an tereddüt eden Cilghal sonra gelip Luke’a baktı. “Üstat Luke bana Güç’ü kullanarak iyileştirme yeteneğine sahip olduğumu söylemişti. Yeteneklerimi nasıl geliştireceğimi öğretmeye daha yeni başlamıştı; bildiğim her şeyi denedim. Hasta değil. Fiziksel hiçbir sorunu yok. Sanki zamanın içerisinde donmuş gibi. Sanki ruhu ayrılıp gitmiş ve bedeni de onun dönmesini bekliyor.”

“Ya da,” dedi Leia, “dönmesine yardımcı olmamız için bir yol bulmamızı bekliyor.”

“Nasıl olacağını bilmiyorum.” dedi Cilghal kısık bir sesle. “Şimdilik hiçbirimiz bilmiyoruz. Ama birlikte çalışırsak belki de bir yol bulabiliriz.”

“Neler olduğuna dair bir fikrin var mı?” diye sordu Leia. “Bir ipucu bulabildin mi?”

Han’daki ani duygu değişimini hissedebilmişti. Cilghal koca Calamari gözleriyle uzaklara bakarken, Han acı ve kesin bir şekilde konuştu: “Kyp’ti. Bunu Kyp yaptı.”

“Ne?” dedi Leia. Şaşkınlıkla ona döndü.

Han hemen cevap verdi. “Luke’u son gördüğümde bana Kyp’in durumundan endişe ettiğini söylemişti.” Güçlükle yutkunup devam etti. “Kyp’in karanlık tarafa kaymaya başladığından bahsetti. Bu velet, Mara Jade’in gemisini çalıp kim bilir nereye gitmişti. Herhalde sonra gelip Luke’a meydan okudu.”

“Fakat neden?” diye sordu Leia. “Amacı ne?”

Cilghal başını salladı, sanki başı onun için çok ağırmış gibi. “Çalıntı gemiyi tapınağın önünde bulduk. Gemi hala burada o nedenle nasıl geri dönüp gittiğini bilmiyoruz… Eğer ormana kaçmadıysa tabi.”

“Olabilir mi?” diye sordu Leia.

Cilghal başını iki yana salladı. “Biz Jedi öğrencileri tüm yeteneğimizi kullanıp aradık. Onun varlığını Yavin 4’te tespit edemedik. Bir şekilde başka bir gemiyle gitmiş olmalı.”

“İyi de diğer gemiyi nereden bulacak?” diye sordu Leia, fakat aniden Yeni Cumhuriyet astronomlarının bildirdiği haberi hatırladı. Cauldron Nebulası’ndaki yıldızların tümü aynı anda süpernovaya dönüşmüştü.

“Kyp, Sun Crusher’ı Yavin’in çekirdeğinden çıkarmış olabilir mi?” diye fısıldadı Leia.

Han ona baktı. “Bunu nasıl yapabilir ki?”

Cilghal başını öne eğdi. “Eğer Kyp Durron bunu yapmayı başardıysa sahip olduğu güç bizim

korktuğumuzun bile ötesinde demektir. Öyleyse Üstat Skywalker’ı yenmiş olmasına şaşmamak gerekir.”

Han omuz silkti, doğru olduğunu bildiği şeyi kabul etmekten korkuyor gibiydi. Leia onun içinde ne fırtınalar koptuğunu hissedebiliyordu. “Eğer Kyp, Sun Crusher’la birlkte ortalıkta dolaşıyorsa,” dedi, “o zaman gidip onu durdurmam gerekecek.”

Leia ona bakmak için kendi etrafında döndü, Han’ın tehlikeye atılmaya ne kadar meraklı olduğunu biliyordu. “Yine kahramanlık hayallerine mi kapıldın? Her şeye önce sen mi koşmak zorundasın?”

“Ben onun dinleyebileceği tek kişiyim.” dedi Han, aşağıya Luke’un hareketsiz bedenine baktı. Leia dudaklarının titrediğini görebiliyordu.

“Bak, eğer Kyp beni dinlemezse zaten kimseyi dinlemez ve onu ebediyen kaybederiz. Eğer sahip olduğu güç Cilghal’in zannettiği kadar büyükse Yeni Cumhuriyet bu kadar büyük bir düşmanı görmezden gelemez.” Her zamanki haliyle sırıttı. “Üstelik ona uçmanın tüm inceliklerini ben öğrettim. Bana bir şey yapabilmesi pek mümkün değil.”

Jedi öğrencileriyle yenen kasvetli bir akşam yemeğiydi.

Han, Falcon’un yiyecek birleştiricisini kullanarak ağır Corellia yemeklerinden bir öğün hazırlamıştı. Leia, Kirana Ti’nin ormanda avladığı woolamanderin baharatlı ve kızarmış etinden yemeyi tercih etmişti. İkizler meyve yemekle meşguldüler. Dorsk 81 tatsız tuzsuz yiyecek küplerini yemekle meşguldü.

Zorunluluk haricinde hiç kimse konuşmuyordu. Hepsi de gerçekte zihinlerini meşgul eden şey hakkında konuşmaktan çekiniyorlardı; gür sesiyle Kam Solusar’ın konuşmaya başlaması ise her şeyi değiştirdi. “Bizlere haberler getirdiğinizi umut ediyoruz, Bakan Organa Solo. Burada ne yapmamız gerektiğine dair bize yol gösterin. Bizler hocaları olmayan Jedi öğrencileriyiz. Şu ana kadar öğrendiklerimiz kendi başımıza eğitimimize devam edebilmemiz için yeterli değil.”

Tionne de söz aldı. “Anlamadığımız şeyleri öğrenmeye çalışıp çalışmamamız gerektiğinden emin değilim. Gantoris’e olanları unutmayın! Dikkatsizliği yüzünden denk geldiği kötü bir şey tarafından ortadan kaldırıldı. Ya Kyp Durron? Ya bizlere ne olduğunu bilmeden karanlık tarafa geçersek?”

Yaşlı Streen ayağa kalktı ve başını iki yana salladı. “Hayır. Hayır. O burada. Sesleri duymuyor musunuz?”, herkes ona bakmak için döndüğünde Streen yerine oturdu, sanki Jedi cübbesinin altında saklanmak istermiş gibi omuzlarını kaldırdı. Burnunu çekti ve tekrar konuşmaya başlamadan önce boğazını temizledi. “Onu duyabilirim. Şu anda bana bir şeyler fısıldıyor. Benimle her zaman konuşur. Ondan kaçamam.”

Leia’nın içinde bir umut belirdi. “Luke mu? Luke’un seninle konuştuğunu mu duyuyorsun?”

“Hayır!” Streen bir anda ona döndü. “Karanlık adam. Karanlık bir adam, bir gölge. Gantoris’le de konuştu. Kyp Durron’la da. Sen ışığı yakarsın ama gölge asla kaybolmaz, fısıldar, konuşur.” Streen ellerini kulaklarına koyup şakaklarına bastırdı.

“Bu çok tehlikeli,” dedi Kirana Ti kaşlarını kaldırarak, “Dathomir’de büyük bir grup karanlık tarafa geçince neler olduğunu gördüm. Gezegenimdeki kötü cadılar yüzyıllarca korkunç şeyler yaptılar; galaksinin kurtulmuş olmasının tek nedeni uzaya nasıl çıkacaklarını bilmemeleriydi. Eğer cadılar kötülüklerini sistemden sisteme yayabilseydi…”

“Evet, hepimiz Jedi egzersizlerimize son vermeliyiz,” dedi Dorsk 81 iri, sarı gözlerini kırparak “bu kötü bir fikirdi. Aslında hiç denememeliydik.”

Leia iki eliyle masaya vurdu. “Kesin şu saçmalığı!” dedi. “Luke öğrencilerinin dediklerini duysa çok utanırdı. Bu şekilde asla Jedi Şövalyesi olamazsınız.”

Çok öfkelenmişti. “Evet riskli. Her zaman riskli olmuştur. Dikkatli olmayanların başına neler geldiğini gördünüz fakat bu sadece dikkatli olmanızı gerektirir o kadar. Karanlık tarafa geçmeyin. Gantoris’in fedakarlığı size örnek olsun. Kyp Durron’un nasıl yoldan çıktığından ders alın. Sizleri korumak için kendisini feda eden hocanızdan da ders alın.”

Ayağa kalktı ve teker teker herbirine baktı. Kimi ona bakarken kimisi de bakışlarını kaçırmıştı.

“Sizler Jedi Şövalyeleri’nin yeni kuşağısınız,” diye devam etti, “bu büyük bir sorumluluktur ve siz bunu taşımak zorundasınız çünkü Yeni Cumhuriyet’in size ihtiyacı var. Eski Jedi’lar, Cumhuriyet’i bin kuşak boyunca korudular. Sizler daha ilk tehditte nasıl böyle kolay vazgeçersiniz?”

“Bir Jedi Üstadı’yla ya da değil, sizler Güç’ün kahramanlarısınız. Luke’un öğrendiği gibi öğrenin; adım adım. Birlikte çalışın, bilmediklerinizi keşfedin, zorda kaldığınızda savaşın. Yapmamanız gereken tek şey ise pes etmektir.”

“Haklı,” dedi Cilghal rahatsız edici derecede sakin sesiyle, “eğer pes edersek Yeni Cumhuriyet galakside kötülüğe karşı sürdürdüğü mücadelede bir dayanağını daha yitirmiş olacak. Bazılarımız başarısız olsa bile diğerleri sonunda başarmak zorunda.”

“Yap ya da yapma,” dedi Kirana Ti; ve Tionne, Üstat Skywalker’ın kendilerine öğrettiği bu cümleyi tamamladı, “denemek diye bir şey yoktur.”

Kalbi küt küt atan ve midesi yanan Leia yavaşça yerine oturdu. İkizler hayretle annelerine bakıyor ve Han hayranlıkla onun elini sıkıyordu. Derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştı.

Aniden bir ölüm çığlığı onun ruhunu parçaladı. Sanki Güç’ün içerisinde bir çığ gibiydi. Binlerce canlının feryadı bir anda yok olup gitmişti. Masanın etrafındaki Güç’ü hissedebilen tüm öğrenciler göğüslerini ya da kulaklarını tutmuşlardı.

Streen acı acı bağırdı: “Çok fazla, çok fazlla

Leia damarlarındaki kanın yandığını hissetti. Sanki görünmez pençeler omuriliğini ve sinirlerini parçalıyor, tüm vücudu elektrik çarpmış gibi kasılıyordu. İkizler de ağlamaktaydı.

Şaşıran Han, Leia’yı omuzlarından tutup sarstı. “Leia ne oldu?” hiçbir şey hissetmediği belliydi. “Ne?”

Leia güçlükle konuştu. “Güç’te… Çok büyük… Bir düzensizlikti. Korkunç bir şey oldu.”

Tüyleri diken diken olan Leia karanlık tarafa geçen Kyp Durron ve elindeki Sun Crusher’ı düşündü.

“Korkunç bir şey.” dedi tekrar, ama Han’ın sorularına cevap vermedi.

3

Güç her şeyin içerisinde mevcuttur, en küçük varlıktan en büyük yıldız kümesine kadar tüm kainatı görünmez bir halı gibi dokur. Sinerji, bütünü onu oluşturan parçaların toplamından çok daha büyük hale getirir.

Bu ilmeklerden herhangi biri zarar gördüğünde etkisi her yerde hissedilebilir. Etki ve tepki… Büyük şok dalgaları onları duyabilecek herkesi etkiler.

Carida’nın yokoluşu Güç’te bir çığlık gibi yayılmış, diğer hassas zihinleri etkiledikçe de gücünü arttırmıştı, büyük bir uğultu haline dönüşerek…

Ve uyandı.

Luke’un algılama yeteneği bir fırtına gibi geri dönmüş ve onu içine hapsolmuş olduğu hiçlikten çekip çıkarmıştı. Son bağırışı hala kulaklarındaydı ama garip şekilde kendisini uyuşmuş hissediyordu.

Hatırladığı son şey Güç’ün yılan şekilli uzantılarının kendisini sarmaladığıydı. Luke’un yoldan çıkmış öğrencisi Kyp Durron ve Exar Kun’un çağırdığı Sith gücünün yılanları azı dişlerini ona geçirmişti. Luke onların birleşik gücüne karşı koyamamıştı. Işın kılıcını kullanmayı denemiş ama başaramamıştı.

Luke, Maw Cluster’daki kara deliklerden bile daha derin dipsiz bir çukura düşmüştü. Ne kadar süredir güçsüz olduğunu bilmiyordu. Sadece boşluğu ve soğuğu hatırlıyordu… Bir şey onu çekip kurtarana kadar.

Şu anda aniden bir şeyler algılamaya başlamıştı ama bunları anlayabilecek kadar kendine gelmesi biraz zaman alacaktı. Büyük toplantı odasının duvarları, dörtgen şekilli taşlar, hipnotik görüntüde dizilmiş yarı saydam döşemeler, uzun bir yol ve zeminde donmuş dalgalar gibi sıralanmış olan boş sıralar, bir zamanlar Asilerin ilk Death Star’a karşı kazandıkları zaferi kutladıkları yer.

Luke’un kulakları uğulduyor ve başı dönüyordu. Aşağıya bakıp da bedenini orada kıpırdamadan yatıyor halde görünceye kadar da neden böyle hissettiğini anlamamıştı.

Şaşkınlık ve kuşku Luke’un görüşünü bulandırsa da kendi niteliklerine odaklanmak için kendisini zorladı. Hoth gezegeninde wampa buz canavarı kendisine saldırdığında oluşan yaraların izlerini gördü. Bedeni Jedi cübbesiyle örtülüydü ve ellerini göğsü üzerinde kavuşturmuştu. Plasteel, kristal ve elektronik parçalardan oluşan ışın kılıcı da yanında sessiz uzanıyordu.

“Neler oluyor?” dedi Luke yüksek sesle. “Kimse yok mu?”

Beyninde, titreşen transmisyonlar gibi bir şeyler duysa da kayda değer seslere dönüşmüyorlardı.

Sonunda Luke kendisine baktı ve soyut bir görüntü gördü. Sanki bedeninin yansıması olan bir hayalet ya da hologram görüntüsünü andırıyordu.

Soyut kolları uçuşan bir Jedi cübbesiyle kaplıydı ama renkleri soluk ve belirsizdi. Hareket ettiğinde her şey parlak bir mavi ışıkla sanki yeni baştan şekil alıyordu.

Hayret ve şaşkınlık içerisindeki Luke bir anda ne olduğunu anladı. Pek çok kez Obi-Wan Kenobi, Yoda ve babası Anakin Skywalker’ın ruhlarına denk gelmişti.

O zaman ölmüş müydü? Pek mantıklı gelmiyordu çünkü ölmüş gibi hissetmiyordu ama kıyas yapmak anlamsızdı. Obi Wan, Yoda ve Anakin’in öldükleri zaman bedenlerinin yok olduğunu hatırladı: Obi Wan ve Yoda’dan geriye cübbeleri, Darth Vader’dan geriye de boş zırhı kalmıştı.

Öyleyse neden onun bedeni bir kaidenin üzerinde yatıyordu? Acaba tam bir Jedi Üstadı olmadığından mı böyle olmuştu yoksa gerçek anlamda ölü olmadığından mı?

Luke üst kata gelmekte olan asansörün sesini duydu. Duymak için kulaklarını değil de diğer yeteneklerini kullandığından ses ona garip geliyordu.

Asansörün kapısı açıldı. Artoo-Detoo, yavaşça, neredeyse saygıyla, hareket ederek dışarı çıktı ve parlak taşlardan oluşan yolda ilerlemeye başladı. Droid doğruca kaideye doğru gidiyordu.

Luke’un parıldayan görüntüsü, bedeninin hemen önünde duruyordu ve neşeyle droidinin ona doğru gelmesini bekledi.

“Artoo, seni gördüğüme çok sevindim!” dedi. Droidin de heyecanla biplemesini bekliyordu. Fakat Artoo’nun onu gördüğüne ya da tespit ettiğine dair en ufak bir belirti yoktu.

“Artoo?”

Artoo, Luke’un sarmalanmış bedeninin uzandığı kaideye doğru yaklaştı. Droid ne kadar kederli olduğunu belli eden sesler çıkardı – tabi droidler böyle şeyler hissedebiliyorsa. Mekanik arkadaşının kendi cesedine baktığını görmek Luke’u çok üzmüştü; optik reseptörü kırmızıdan maviye dönmüş sonra tekrar eski rengini almıştı.

Luke, droidin onun bedenini kontrol ederek bazı veriler topladığını fark etti. Luke’un ruhu serbest olduğuna göre acaba Artoo farklı şeyler tespit edebilecek mi diye merak etmişti; ama droidde bir belirti yoktu.

Luke, Artoo’nun parlak fıçı şeklindeki gövdesine dokunabilmek için ilerledi. Hayalet “bacaklarını” nasıl hareket ettireceğini öğrenmek çok zamanını almamıştı. Görüntüsü zeminde akan su gibi kayıyordu. Ama Artoo’nun yanına gelip elini uzattığında eli gövdesinin içinden geçip gitmişti.

Ne droidin gövdesini ne de üzerinde yürüdüğü zemini hissedebilmişti. Luke, droidin sensörlerini harekete geçirebileceği umuduyla tüm bedeniyle droidin üzerinden geçip gitti ama faydası olmamıştı.

Droid veda edermişçesine üzgün bir bipleme daha çıkardı ve dönüp asansöre doğru gitmeye başladı.

Luke bağırdı, “Artoo, bekle!” ama droidin duymasını beklemiyordu zaten.

Aklına bir fikir geldi. Hayalet kollarını kullanmak yerine Güç’ü kullanmaya karar verdi. Bespin’deki Tibannopolis Harabeleri’nde Gantoris’le birlikte küçük metal antenlerden gürültü çıkarmak için Güç’ü nasıl kullandıklarını hatırladı.

Luke, ortalıkta garip bir şeyler döndüğünü anlamasını sağlamak umuduyla Güç’ü kullanarak droidin gövdesine dokunmaya karar verdi. Tüm yeteneğini kullandı ama tüm başarabildiği droidin metal gövdesinden belli belirsiz bir ses gelmesini sağlamak oldu.

Artoo durdu ama Luke Güç’le diğer bir hamle yapabilmek için kendisini toplayana kadar tekrar hareket edip asansöre girdi. Asansörde Artoo optik sensörlerini sahibinin bedenine çevirip son bir kez baktı ve ardından kapı kapandı. Luke, Büyük Tapınak’ın zemin katına inen asansörün sesini duyabiliyordu.

Luke, yankılı toplantı salonunda bir başına kalmıştı; uyanmıştı ama saydam ve güçsüzdü. Bu durumu çözmek için başka bir yol bulmalıydı. Tapınağın çatı pencerelerinden ormanın karanlığına baktı ve kendisini nasıl kurtarabileceğini düşünmeye başladı.

Wookieelere özgü sabırsızlığın belirtisi bir homurdanmayla Chewbacca, son personel taşıyıcıya binmekte olan özel kuvvetler timinin kalan üyelerinin biraz daha hızlanmasını sağladı. Diğer taşıyıcılar Coruscant’ın yörüngesinde gün boyunca gidip gelmiş ve uzayda toplanmakta olan saldırı gücü için silah, mühimmat ve personel taşımışlardı.

Tam teçhizatlı muharebe grubu, bir refakat firkateyni ve dört Corellian korvetinden oluşuyordu; bu İmparatorluk’un beyin takımının merkezi Maw Installation’ı işgal edip bilim adamlarının oraya yerleştirdiği silahları etkisiz hale getirmeye yetecek seviyede bir güçtü.

Hafif zırh giymiş ve omuzlarına çantalarını asmış son üç asker de koşarak rampadan yukarı çıktı. Chewbacca önce tüm askerlerin koltuklarına yerleşmesini bekledi ardından da rampayı kaldıracak düğmeye bastı.

“Sabırsızlığının sana bir faydası olmaz, Chewbacca.” dedi See-Threepio. “Ortamdaki gerilim zaten yeterince yüksek ve sen bunu arttırmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Bu görev zaten hiç içime sinmedi.”

Bu önerileri dikkate almayan Chewbacca homurdandı. Droidi alıp büyük bir gürültüyle boşta kalan son koltuğa oturttu – ne yazık ki bu koltuk Chewbacca’nın hemen yanındaydı.

“Öyle mi!” dedi Threepio mağrur bir şekilde yerine yerleşirken. “Elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Bildiğin gibi bu benim uzmanlık alanım değil.”

Chewbacca onun boyutlarındaki bir canlının oturması için yapılmamış bir koltuğa güçlükle yerleşti. Büktüğü dizleri neredeyse göğsüne değiyordu. Han’la birlikte Millenium Falcon’da olsaydı keşke, ama Han ve Leia, Luke Skywalker’ı kurtarmaya gitmişti ve Chewbacca için Maw Installion’a gidip oradaki Wookiee esirleri kurtarmak son derece önemli bir görevdi.

Saldırı timinin geri kalanı koltuklarına yerleşmiş etraflarına bakıyor, teçhizat ve prosedür listelerini tekrar tekrar kontrol ediyorlardı. Page’in Komandoları, birinci sınıf saldırı birimleri, her zaman yanlarında olan Yeni Cumhuriyet’in ateş desteğiyle pek çok tehlikeli görevin üstesinden gelmişlerdi. Özel Harekât Komutanı General Crix Madine planlanan işgalin ayrıntılarını özel kuvvetlere brifingte açıklamıştı. Askerler yeterli eğitim ve donanıma sahipti.

Chewbacca’nın tek istediği pilotun bir an önce havalanmasıydı. Han’ı düşünerek derin bir ah çekti. Diğer taraftansa acı çeken Wookiee esirleri kurtarmak için uzun süredir eline bir fırsat geçmesini bekliyordu.

Amiral Daala, Maw Installation’da Han, Kyp Durron ve onu yakaladığı zaman, Chewbacca diğer Wookiee esirlerle birlikte yıldız destroylerinde ve Installation’da çalışmaya zorlanmıştı. On yıldan uzun süredir esir olan Wookiee’ler en ağır şartlarda çalışmak zorunda kalmış ve mücadeleci ruhlarını tümüyle yitirmişlerdi. Onların perişan hallerini düşünmek bile Chewbacca’nın kanını kaynatmaya yetiyordu.

Yakın zaman önce, Threepio’nun ne denli güvenilir olduğu bilinmez tercüme yeteneği vasıtasıyla Chewbacca, Yeni Cumhuriyet Konseyi’ne başvurmuştu. Onları bir an önce Installation’ı işgal edip Wookiee’leri kurtarmak ve yeni dizayn edilen silahların İmparatorluk’un eline geçmesini engellemek için harekete geçmeye çağırmıştı. Mon Mothma’nın da desteğiyle Konsey ona destek vermişti.

Taşıyıcının iniş takımları gürültülü şekilde gövde içine çekildi. İticiler üzerinde yükselen taşıyıcılar iniş platformundan uzaklaşıp altında ışıltılı İmparatorluk şehri uzanan gökyüzüne doğru yükselmeye başladı.

Threepio kendi kendine konuşmaya başlamıştı. Chewbacca, droidin elektronik beyninin nasıl olup da bu kadar çok şikayet edecek şey bulabildiğine hayret ederek onu izliyordu.

“Leydi Leia’nın nasıl olup da seninle gitmem gerektiğini emrettiğini bir türlü idrak edemiyorum. Yapım gereği her koşulda hizmet etmekten memnuniyet duyarım ama kendisi Yavin 4’e Üstat Luke’u ziyaret etmeye gitmişken, çocukların yanında kalıp onlara göz kulak olmaya devam etsem çok daha faydalı olurdum diye düşünüyorum. İkizlerin bakımında son derece iyi olduğumu düşünüyorum. Değil mi?”

Chewbacca homurdanırken Threepio devam etti. “Soyu Tükenmiş Hayvanlar Bahçesi hologramında onları kaybettiğimiz doğru ama sadece bir sefer oldu ve sonunda da her şey yoluna girdi.”

Hız artarken Chewbacca gözlerini kapatıp susması için ona homurdandı. Threepio dikkate almadı. “Üstat Luke’un akademisinde Artoo-Detoo’yu yeniden görmek ne hoş olurdu. Dostumla uzun süredir konuşma imkanı bulamadım.”

Konudan konuya geçen Threepio, hızından hiçbir şey kaybetmiyordu. “Bu askeri görevde benden ne tür bir hizmet beklendiğine dair hiçbir fikrim yok. Hiçbir savaş deneyimim olmadığı malumdur. Çatışmayı sevmem. Aslında heyecanın hiçbir türünü sevmem ama bir türlü de kendimi heyecanlı durumlardan kurtaramam.”

Taşıyıcı Coruscant’ın yörüngesindeki savaş gemileri topluluğuna doğru hızını arttırırken Chewbacca eylemsizliğin etkisiyle küçük ve rahatsız koltuğuna yapıştı.

Threepio susmak bilmiyordu. “Maw Installation’daki bilgisayarlardan veri indirme konusunda teknik destek vermem için kullanılabileceğimin farkındayım tabii ki. Yabancı bilim adamlarının konuşmalarını da pekala çevirebilirim. Diğer taraftan bu iş için benden çok daha uygun pek çok droid olduğundan da eminim. General Antilles yanına istediği kadar bilgisayar korsanı droid alamaz mıydı? Page’in Komandoları da bu tür konularda uzmandır. Neden gidip her şeyi benim halletmem bekleniyor? Bu bana hiç de adil gelmedi.

Chewbacca sert şekilde bağırdı. Threepio, öfkeyle parlayan sarı optik sensörlerini ona çevirdi. “Susmayacağım, Chewbacca. Sen değil misin Cloud City’de kafamı yerine ters takan?”

“Bu görev timinin hazırlanması esnasında zahmet edip Leydi Leia ile konuşarak benim kalmam gerektiğine onu ikna etmiş olmalıydın. Fakat sen benim bu görev için gerekli olduğumu düşündün ve şimdi de ne dersem dinleyeceksin.”

Derin bir nefes alan Chewbacca uzandı ve droidin ensesindeki güç düğmesini kapattı. Sözleri yarım kalan droid bir anda sustu ve öne doğru düştü.

Personel taşıyıcıdaki profesyonel, eğitimli ve her şeye hazırlıklı Page’in Komandoları bu hareketinden dolayı hep birlikte Chewbacca’yı alkışladılar.

Refakat firkateyni Yavaris’in kaptan köşkünde General Wedge Antilles uzay boşluğuna bakıyordu. Güneş ışığı, filosunun metal gövdelerinden yansımaktaydı. Bu görevin komutasını bizzat istemişti çünkü Qwi Xux’un yaşamının büyük bölümünü geçirdiği yere geri dönmek istemişti; kayıp hafızasındaki sırlar burada gizli olabilirdi.

Gövdesini oluşturan iki ana yapıyı biribirine bağlayan ince omurgası nedeniyle narinmiş gibi görünse de Yavaris son derece güçlü bir savaş gemisiydi. Firkateynin arkasında ışıkaltı ve hiperitici makineler, hem makinelere hem de on iki turbolazer bataryası ve on iki lazer topuna enerji sağlayan güç reaktörleri bulunuyordu. Omurganın diğer ucunda ise kaptan köşkü, mürettebat kamaraları, tarayıcılar ve iki X-kanat avcı filosunu taşıyan hangarların bulunduğu eğimli bir görünüme sahip komuta bölümü bulunuyordu.

Refakat firkateyninin dokuz yüz kişilik deneyimli mürettebatına karşın filodaki dört Corellian korvetinin her biri yüz mürettebat taşımaktaydı.

Wedge alnındaki saçlarını geriye atıp çenesini oynattı. Personel taşıyıcıların sonuncusu da firkateyne inmiş, özenle seçilmiş akıncıların tamamını getirmişti.

Han Solo, Maw Installation’ın artık, kara delik kümesinden çıkıp galakside terör estirmeye karar veren Amiral Daala ve yıldız destroyerlerince korunmadığını bildirmişti. Installation’ın içindeki silah bilgileri ve bilim adamları savunmasızdı, muhtemelen. Wedge bir sürprize karşı hazırlıklıydı, özellikle de İmparatorluk silah tasarımcılarından gelecek bir sürprize karşı.

Yavaris’in kaptan köşkünde Wedge interkomu açtı. “Yola çıkmaya hazır olun.” Dört korvet firkateynin etrafında elmas düzeninde konumlarını aldılar. Güçlü motorların bir bir ateşlenmesiyle Wedge’in manzarası titreşen beyaz mavi ışıklarla kaplanmış oldu.

Korvetlerin motorları, mürettebatın kaldığı bölümlerden ve komuta bölümünden iki kat daha büyüktü. Uzun zaman önce Prenses Leia, kendisinden çalıntı Death Star’ın planlarını isteyen Vader’ın yıldız destroyeri tarafından yakalandığı zaman böyle bir korvete biniyordu.

Filo yörüngeden çıkarken Coruscant’ın gecenin yaşandığı kısmında kalan ufkunu çevreleyen ışığın kayboluşunu, metal uzay istasyonlarını ve yüksek irtifalardaki havayı güneş ışıklarını yansıtarak ısıtan parabolik aynaları izledi.

Keşke Qwi de onunla birlikte olup filonun ayrılışını izleseydi ama o odasında dosyaları inceliyor, çalışıyor ve çalışıyordu. Hafızası geri gelmediği için Qwi hafızasındaki boşluğu daha çok çalışarak kapamaya niyetliydi.

Üstelik bir gezegeni yörüngesinden izlemekten de hiç haz etmiyordu. Wedge bunun nedenini öğrenmek için çok uğraşmış ve sonunda kendisine söyletmeyi başarmıştı. Gençliğinde Moff Tarkin’in katı disiplini altında bir yörünge eğitim merkezinde zorla tutulmuştu. Qwi ne zaman başarısız olsa victory sınıfı yıldız destroyerleri kendi halkının yaşadığı yerlerden birini yok etmiş ve oda izlemeye zorlanmıştı.

Wedge, İmparatorluk’un bu narin ve güzel kadına yaptığı korkunç şeyleri her düşündüğünde öfkeyle dişlerini sıkıyordu. Kaptan köşkü mürettebatına döndü. “Hiperuzaya çıkmaya hazır mıyız?”

“Rota belirlendi, Efendim.” diye cevapladı rota subayı. Wedge, Qwi’nin hayatına biraz neşe katabilmek için elinden geleni yapacağına yemin etmişti… Maw Installation’ı ele geçirdikleri zaman.

“Yola çıkın.” dedi.

Yavaris’in alt güvertelerinden birindeki penceresiz kamarasında Qwi Xux eğitim ekranına baktı ve mavi gözlerini kırptı. Tüm dosyaları gözden geçiriyor ve bilgileri su damlalarını yutan bir Tatooine çöl süngeri gibi iştahla yutuyordu.

Çalışma masasının üzerinde bir kübün içerisinde Wedge’in holo resmi vardı. Sık sık ona bakarak kim olduğunu, neye benzediğini ve onun için ne denli önemli olduğunu unutmamaya çalışıyordu. Kyp Durron’un zihnine yönelik saldırısının ardından artık hafızasındaki hiçbir bilgiden emin değildi.

Başta Wedge’i ve onunla geçirdiği zamanı unutmuştu. Wedge umutsuzca ona her şeyi anlatmış, resimlerini göstermiş, daha önce birlikte gittikleri Ithor gezegenindeki aynı yerlere onu tekrar götürmüştü. Vortex gezegeninde önceden ziyaret ettikleri Rüzgarlar Katedrali’nin yeniden inşa edildiği alanı ona hatırlatmıştı.

Bu girişimlerden bazıları zihninde belli belirsiz çağrışımları tetikleyip bir zamanlar buralarda bulunduğunu ona hatırlatsa da her şeyi olması gerektiği şekilde hatırlaması mümkün olmamıştı. Wedge’in ona anlattığı diğer şeyleri ise gözyaşlarına boğulmasına yetecek derecede hatırlayabilmişti. Bu her olduğunda Wedge onun yanında olmuş ve onu kollarına alıp teselli etmişti.

“Ne kadar sürerse sürsün,” demişti Wedge, “hatırlamana yardım edeceğim. Eğer geçmişini geri getirmeyi başaramazsak seninle birlikte bu boşluğu dolduracak yeni bir gelecek inşa ederiz.” Elini tuttu, o da başını salladı.

Qwi, Yeni Cum

huriyet Konseyi’nde yapmış olduğu konuşmanın kayıtlarını tekrar gözden geçirdi, bu konuşmada Sun Crusher’ı incelemekten vazgeçip derhal ortadan kaldırmaları gerektiğini savunmuştu.

Konsey üyeleri, projeyi bir gaz devinin çekirdeğine gömerek ortadan kaldırma konusunda hemfikir olmuştu. Anlaşılan bu güçlü olduğu kadar öfkeli ve kararlı da olan Kyp Durron’u silahı ele geçirmekten alıkoyamamıştı.

Yapmış olduğu konuşmanın kayıtlarını incelerken kendi sesini duyuyor ama bunları söylediğini hatırlamıyordu. Zihnini toparlamaya çalıştı ama bunlar onun diğerleri tarafından görülen ve kaydedilen dış görüntüsüydü. Derin bir iç çekti ve diğer dosyaya geçti. Zor bir işti ama yapması gerekiyordu.

Sahip olduğu bilimsel bilginin çoğu hala aklındaydı ama belli bazı şeyleri unuttuğu açıktı; kazandığı sezgiler, geliştirdiği yeni fikirler ve silah tasarımları. Anlaşılan Kyp Durron zihninde kol gezmiş ve Sun Crusher’a dair ne varsa toplamış, şüpheli gördüğü her şeyi de ortadan kaldırmıştı.

Şimdi Qwi elinden geldiğince her şeyi eski yerine koymalıydı. Sun Crusher’la ilgili bilginin silinmesi onu rahatsız etmiyordu. Zaten çok önceden silahın nasıl çalıştığını kimseye söylemeyeceğine yemin etmişti; artık istese de böyle bir şeyi yapamazdı. Kimi icatların unutulması daha hayırlıydı…

Maw saldırı filosu yola çıkalı neredeyse bir gün olmuştu, Kessel Sistemi’ne doğru yol alıyordu. Qwi bütün zamanını çalışmaya ayırıyor sadece kaptan köşkündeki işlerinden fırsat bulup gelen Wedge’le konuşacağı zaman biraz ara veriyordu. Wedge kendisine yemek getiriyor, birlikte yiyorlar, biraz konuşup kalan vakitlerini birbirlerinin gözlerine bakarak geçiriyorlardı.

Qwi veri terminalinde otururken Wedge gelir ve gerginliğini atıncaya kadar küçük omuzlarına masaj yapardı. “Çok çalışıyorsun, Qwi.” demişti pek çok kez.

“Mecburum.” diye cevap vermişti.

Gençliğini hatırladı, fizik, mühendislik ve silah bilgilerinin Moff Tarkin tarafından aklına kazındığı, çaresizce çalıştığı zamanları.

Tek başına bu sıkı eğitimden geçip hayatta kalmıştı. Kyp’in zihnini talan etmesi, onu bu hazin çocukluk anılarıyla tekrar baş başa bırakmıştı, henüz unutmaya başlamış olduğu anılarla.

Veri kayıtları ve eğitim programlarından öğrenemeyeceği şeyler de vardı. Maw Installation’a, yıllarını harcadığı laboratuvara dönmek zorundaydı. Ancak ondan sonra hafızasının ne kadarının geri geleceğine ve geçmişinden ne kadarını feda edeceğine karar verebilecekti.

İnterkom açıldı ve Wedge’nin sesi duyuldu. “Qwi, kaptan köşküne gelebilir misin? Görmeni istediğim bir şey var.”

Sesi duyan Qwi gülümseyerek onayladı. Firkateynin kaptan köşküne giden asansöre bindi ve üst kata gelince indi. Wedge onu karşılamak için döndü fakat Qwi’nin mavi gözleri Yavaris’in önünü kaplayan geniş pencerelere dikilmişti.

Maw Cluster’ı daha önce de görmüştü ama yine de hayretten ağzı açık kalmıştı. İonize gazların akıl almaz girdapları ve dipsiz kara deliklerin kenarlarından kaçan yüksek ısılı atıkların renk cümbüşü.

“Kessel Sistemi yakınlarında hiperuzaydan çıktık,” dedi Wedge, “şimdi de giriş vektörlerimizi belirliyoruz. Bunu izlemek istersin diye düşündüm.”

Qwi yutkundu ve yürüyerek elini tuttu. Kara delikler yerçekimi kuyularından labirentler ve sonu olmayan hiperuzay yolları oluşturuyordu; sadece birkaç “az tehlikeli” yol bu labirentten geçme imkanı sağlıyordu.

“Gideceğimiz rotayı Sun Crusher’dan yükledik.” dedi Wedge. “Umarım hiçbir şey değişmemiştir yoksa yol üzerinde hiç beklemediğimiz şeylerle karşılaşabiliriz.”

Qwi başını salladı. “Güvenli olmalı.” dedi. “Rotayı iki kez kontrol ettim.”

Wedge sevgiyle ona baktı, sanki onun onaylaması tüm bilgisayar simülasyonlarının verdiği sonuçtan daha güven vericiydi.

Kara delik kümesi anlaşılmaz bir astronomik oluşumdu; binlerce yıldır astrofizikçiler kaynağını tespit etmeye çalışıyorlardı, ya kimi acayip galaktik bileşimler bu kara deliklerin doğmasına yol açmıştı ya da akıl almaz derecede güçlü kadim ve yabancı bir ırk kendi amacı için bu kümeyi bir araya getirmişti.

Maw ölümcül radyasyonlar yayıyor ve her geçen saniye Kessel Sistemi’ni kaçınılmaz sonuna doğru çekiyordu. Yine de İmparatorluk küme içerisinde güvenli bir yer bulup gizli laboratuvarını burada kurmayı başarmıştı.

“Gidelim öyleyse.” dedi Qwi, son derece yavaş şekilde titreşen parlak gazlara bakarak. Öğrenmesi gereken daha çok şey vardı – ve alması gereken bir intikam. “Hazırım.”

Maw saldırı filosunun gemileri dağılarak birer birer kara delik kümesinin merkezine doğru yol almaya başladılar.

Benzer İçerikler

KONSANTRASYON -Adım Adım Zihinsel veRuhssal Hakimiyet -Mouni Sadhu

yakutlu

Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu

yakutlu

Mevlânâ ve Eflâtun -Şefik Can

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy