“Uç uç böceğim, yarın düğün olacak, annem sana terlik pabuç alacak…”
İnsanın kendini keşfetmesi bazen zaman alabilir. Herkesin özel bir yeteneği olduğunu düşünen Mete de yıllardır çabalamasına rağmen bir türlü kendi süper gücünü bulabilmiş değil. Öyle ki, acaba ileride bir bakışıyla koca masayı yerinden oynatabilen süper bir çocuğa ya da duvarın arkasını görebilen harika bir çocuğa dönüşebilir mi diye hayaller kurup duruyor. Hatta teselliyi dilekleri gerçekleştirdiğine inanılan uç uç böceklerinde aradığı bile oluyor. Oysa sınıflarına birkaç hafta önce katılan Asya’ya göre onun zaten bir yeteneği var: Mete cümle kurduğunda sözcükleri âdeta renklerle dans ediyor.
Hayret bir şey! Sözcüklerin rengi olur mu hiç!? Sınıfın yenisi Asya tuhaf kız doğrusu. Hayatı renklerle ifade eden tam bir Renk Delisi! Kısa sürede arkadaş olduğu Mete ve Tuna ne kadar çabalasalar da ondan hiçbir şey saklayamıyor. Yeni bir kitap mı okudular, Asya şıp diye anlıyor. Kendisinden bir bilgi mi sakladılar, Asya hop diye sırlarını açığa çıkarıyor. Günler birbirini kovalarken, Tuna bütün sınıfı ilgilendiren önemli bir defterin de içinde bulunduğu sırt çantasını hırsızlara kaptırıyor. Bu duruma kayıtsız kalamayan kahramanlarımız Mete, Asya ve Tuna kolları sıvıyor ve çantayı bulabilmek için maceraya balıklama dalıyor. Karşılarına çıkan gizemli kulübedeki esrarengiz adamlar çalınan çantaya doğru onları yaklaştırmış olsa da işleri hiç kolay görünmüyor. Üstesinden gelmeleri gereken bir sürü engel ve “süper” güçlerini kullanacakları bir dolu macera üç kafadarımızı bekliyor…
Renk Delisi, yüz binlerce çocuğa ulaşmayı başaran “Süper Gazeteciler” serisinin sevilen yazarı Aytül Akal’dan duyular ve farklılıklar üzerine heyecan dolu bir serüven. Yusuf Tansu Özel’in desenleriyle kitapseverlerin gözünde canlanan bu keyifli macera, Akal’ın 8-10 yaş grubundaki okurlar için kaleme aldığı yepyeni roman dizisi “Süper Çocuklar”ın da ilk kitabı.
Sınıfta Deli Var
“Senin sözcüklerin çok renkli…” Bakışlarımı parmağımın ucunda duran uç uç böceğinden ayırıp sınıfımıza birkaç hafta önce katılan kıza hayretle baktım. İki gözü, iki kulağı, ağzı, burnu… Her şeyiyle normal görünüyordu ama bence bu kızda kesin bir tuhaflık vardı. Benim bildiğim, okula yeni gelenler, uzun süre uyum sorunuyla boğuşurlardı. Köşelerinde sessizce oturur, iyi kalpli bir 8 öğrenci onları fark etsin de arkadaşlık kursun diye umutla beklerlerdi.
Oysa bu kız, sınıfa adım attığı andan beri herkesle bıcır bıcır konuşuyor, kiminle arkadaş olacağını sanki kendi seçecekmiş gibi olur olmaz sorular soruyordu. O da yetmiyor, konuşulanlar hakkında fikir yürütüyordu. Okula yeni gelen öğrenci nasıl davranır, haberi yoktu anlaşılan. Yüzüme takılı kalan şaşkın ifademin uzun süre değişmeyeceğini anlayınca tekrar konuşma gereği duydu: “Sen cümle kurduğunda, diyorum… Sözcüklerin renklerle dans ediyor sanki. Diğerlerinde bu kadar ton yok.” ‘Deli midir nedir?’ diye geçirdim içimden. Yok renkmiş, yok dansmış!
Okula yeni bir öğrenci alırken onu zekâ testinden falan geçirseler ya… Böyle hooooop diye aramıza katıvermek de ne oluyordu? Müdür, “Bu öğrenciyi okulumuza kaydedelim mi?” diye sorsa öğretmen de,“Senin yanındaki sıraya otursun mu?” diye iznimi almayı akıl etse, ikisine de bütün içtenliğimle, “HAYIIIR!” derdim. Hem de kendimden oldukça emin bir edayla. Kız, tepemde dikilip renklerle ilgili saçma sapan konuşmaya başlayınca tekerlemem1 yarım kaldı. Uç uç böceği kanatlarını iki yana açıp ben dileğimi dileyemeden hooooop uçuverdi! Şimdi yeni bir tane bulmam gerekecekti. Haydi bakalım, işin yoksa yeşil otların arasında minik bir kırmızı benek ara dur… Uç uç böceğinden ne dileyeceğim şimdilik çok gizliydi. Gerçekleştiğinde herkes duyacaktı tabii. O zaman televizyondaki haberlere bile çıkardım. “İşte karşınızda, bir bakışıyla koca masayı yerinden oynatan süper çocuk!” Öyle değilse de belki şöyle derlerdi: “On beş rakamlı sayıları bir çırpıda çarpıp bölebilen dahi çocuk!” Ya da yeteneğime hayran kalan sunucu, ağzını yaya yaya, ekranda beni şöyle tanıtırdı: “Veee, karşınızdaaa, duvarın arkasını görebilen harika çocuk!”
Biraz sabır… Keşfedecektim. Bende mutlaka özel bir şeyler vardı, ama ne? Ahhh, bir bulsam… “Uç uç böceği mi arıyorsun?” Hoppala! Yoksa bu kızın zihin okuma yeteneği mi vardı? Hıh, öyle olsa, yanıma geldiğinden beri onunla ilgili aklımdan geçirdiğim sevimsiz düşünceleri bilir ve çoktan küsüp giderdi. Ama yok, ille tepemde dikilip duracak, sorularıyla beni deli edecek. “Seni ilgilendirmez!” diye tersledim kızgın bir sesle. Bir yandan da ona sezdirmeden, kırmızı bir nokta görür müyüm diye bakışlarımla otları tarıyordum.
Birden, “Uç uç böceklerinin dilekleri gerçekleştirdiğine inanıyor musun?” diye sordu. Dudaklarının kenarına gizlenen gülümsemeyi fark ettim. Sinir şey… O da mı biliyordu şu dilek meselesini? Bana üçüncü sınıfta değil de sanki anaokulundaymışım gibi davranması hiç hoş değildi. “Sen inanmıyor musun?” diyerek sorusunu ona çevirip karşı atış yaptım. Kendi yanıtlasın, bana ne… Şaşkınlıkla yüzüne baktım. “Şaka mı bu?” “Yooo, ciddiyim… Bitkilere zarar veren yaprak bitlerini yedikleri için çiftçiler açısından çok uğurlu bir böcektir.” “Haaa, ben de sanmıştım ki…” Düş kırıklığına uğradığımı fark etmiş olmalıydı ama üzerinde durmadı. Aklınca bilgisini bana kanıtlamaya girişti. “Uğurludur gerçekten,” dedi. Kendimi kötü hissettim.
“Mavi ve yeşil olanları da var.” Altta kalmadım. Hemen yapıştırdım. “Geçen bahar sarı renkli bir tane bulmuştum.” Beni duymamış gibi, “Mavi ve yeşilleri tropik bölgelerde bulunuyor zaten,” diye devam etti kendi cümlesine. “Ülkemizde pek olmaz.” “Nereden biliyorsun?” “Ben de senin gibi çok okuyorum. Öykü, roman, şiir okuyup bolca araştırma yapıyorum.” Kaşlarım çatılıverdi birden. “Senin gibi” derken neyi kastetmişti? Okula hiç kitap getirmezdim ki. Yoksa?.. Evimizin yakınında bir yerlere taşınmıştı da pencereden Okulda sinir ettiği yetmezmiş gibi bir de mahallede mi karşılaşacaktım bu gevezeyle? beni mi gözetliyordu?
…