“Hep aynı hikâye, diye düşünüyor. İnsanlar biner, insanlar iner. Giderim dururum. Kapıları açarım, kapıları kaparım. Tekrar gider, tekrar dururum. Tepem atar, birine kornaya basarım. Birinin tepesi atar, bana kornaya basar. Işık yanar beklerim, ışık yanar giderim. Karşıdan geçen arkadaşa el ederim.”
Bezgin bir belediye otobüsü şoförü sabahın ilk saatlerinde besmelesini çekip aracını çalıştırıyor. Duraklar geride kaldıkça içerisi
balık istifinden hallice oluyor. Binen herkesin derdi, telaşı, meselesi ayrı ama içinde saklı… Bu tuhaf seferin sonunda hayır mı, şer mi olacak, kimse bilmiyor…
Aslı Tohumcu, bir toplu taşıma aracına biniyor, yolcuların yüzlerine yakından bakıp zihinlerini tek tek okuyor. Bir otobüs dolusu
insan üzerinden, ülkede yaşananlara, şiddete, hüzne, çaresizliğe, sevgisizliğe, iletişimsizliğe, duyarsızlığa ve daha nicesine dair çarpıcı bir tablo ortaya koyuyor.
Taş Uykusu, görmezden gelinen, unutulan, unutturulmaya çalışılan gerçeklerle bizi yüzleştirecek ve biraz da paranoyaklaştıracak bir yolculuğun romanı…
Bana görmeyi öğreten babam Adnan Tohumcu’ya
ve onun hikâyelemeyi bilen genlerine…
Pis kokuyor. Her mevsim böyle bu. Değişmiyor. Birçok şey gibi. Koklamayı ne zaman bıraktı, hatırlamıyor. Saymayı bıraktıktan çok sonraları, o kesin. Sadece saymayı mı, yanıt vermeye yetişmeye de çalışmıyor epeydir. Bunun insanları sinirlendirdiğinin farkında ama yapacak şeyi yok. Aksi, bir çene ishali ya da beyin amcıklaması… Tövbe tövbe… Bir şu küfrü bir de sigarayı bırakamadı. Bıraksın da çıldırsın mı?
Akıllara zarar bir durum, hani karısı kızı olsa, her akşam basardı onlara dayağı. Döve döve öldürürdü Allah muhafaza. Tuhaf şey, bazen tepesi attığında karşısındakine tekme tokat giriştiğini görüyor. Yapmıyor, yapmaz, ama yaptığını görüyor da biraz rahatlar gibi oluyor ya, kafası karışıyor bu hep içten içe yapmalarla, içeriden patlamalarla. En çok, insanların sabah sabah kavga edecek onca şey bulmalarına şaşıyor. Değişmeyen birçok şeyden biri de bu. Kavga değil, şaşırması. Her sabah besmeleyle açar kapısını, yine besmeleyle atar adımını ilk basamağa. Yılların bıkkınlığına rağmen kesmemiştir çünkü umudunu Allah’tan. Bazen, ama nadiren, şöyle pencere önüne iki küçük saksıda mor menekşe, uçlarındaki boncuklar sallandıkça şıkırdayan bir maşallah, pilli bir radyo hayal eder. Ancak devlet hizmetinde yoktur böyle cıvıklıklar. Çekiyor besmelesini, atıyor adımını. Bekleyen kimse yok bu sabah. Bu iyiye işaret. Bekleyen olmasa bile uyması gereken bir çizelge var ama. O yüzden oyalanmadan, kahverengi kılıfını dün gece elde yıkayıp kalorifer peteğinin üzerinde döndüre döndüre kuruttuğu yastığını, koltuğun sırtına gelecek şekilde yerleştirip içeriye şöyle bir göz atıyor. Geceden yaptı temizliğini, şöyle bir göz atıp işbaşı yapmasında bir sakınca yok yani. Oturunca hemen solundaki camı açıp bırakıyor soğuk hava girsin içeri, nefes alsın biraz. Dakikalar ilerledikçe nefes almaya yer bulamayacak çünkü, biliyor. İlk nefesini alır gibi coşkuyla ama ilk olmasının ciğerindeki acısıyla hızla geride bırakıyor birinci durağı. Nasılsa, “Hopp,” ya da “Ağır ol,” diyecek kimse yok. Henüz. Uzun sürmüyor siftah yapması.
İkinci Durak: Ağzı Sıkı.
İlk yolcu binerken sağ yanı başlıyor ağrımaya. Bir süredir ağrıyor sağ yanı. Herkes, her şey sağ yanından geliyor, o yüzden olacak; şükür, kafası o kadarcık çalışıyor. Kaşlarını yukarı aşağı oynatırken yüzü tuhaf bir hal alıyor. Ön camdan dışarı, onu bekleyen yola bakıyor göğsünde bir sıkışmayla, bir yandan yılların alışkanlığıyla bakmadan gören gözlerle binenleri kontrol ederken. İlk binen sarı saçlı, tombulcana, halinden belli sinirli bir kız…
(Ayfer) Almadım ağzıma, zorla mı. Allah vere de çok beklemeden kalksa. Gecikmesem işe. Dayım arar şimdi karga bokunu yemeden, annem yumurtlamıştır gece gelmediğimi. Bakla ıslanmaz ağzında. Çenem ağrıdı sinirden, başım tutmasa bari. Başım tutarsa dayım anlar bir şey olduğunu, canımın sıkıldığını. Yeminle anlar, var ya, o ne hindir o. Allah’tan iş var, akşama kadar geçer. Ay, düşündükçe midem bulanıyor, bir şey de yiyemem ben şimdi. Yok ben otuz yaşındayım da, düzenli bir cinsel hayata ihtiyacım var da, sevişmiyorsan da ağzına al bari de… Sen önce benimle bir ilişki kur sonra cinseline girersin öküz. SAPIK! Kanıma dokundu çok ya. Ne o öyle, bak kızım, üç şeyime karışmazsan anlaşırız: içkime, sigarama, çapkınlığıma. Tövbe, tövbe. Ne sanıyorsa artık kendini, bulunmaz Hint kumaşı mı! Bu da okumuşu işte. Fatih’le mi çıksam acaba, çirkin çocuk ama kıymet veriyor bana, bu da bir şeydir yani. Hah, başladı başım işte, soldan soldan. Şimdi birazdan kalabalık da basar beni, havasızlık. Anlar dayım bir şey olduğunu, hiçbir şey olmasa, anlar o yine de. Anlarsa var ya, bir verir ki ağzıma, alamadan giderim. Malum olmasın ona şimdi. Aman be niye olsun! Ama çok kanıma dokundu öyle demesi. Üç şeyime karışma. Hayır, sen kimsin ki? Ne sanıyorsun ki kendini, ne yaparsan yap katlanayım… Ay, bu tip de ne be böyle, yaratık gibi, sabah sabah, sürücünün arkasındaki üçlünün en son koltuğuna oturmuşken, saklamaya gerek görmediği bir tiksintiyle.
– Hayırlı sabahlar olsun abim!
(Arif) Hangi duraktan binersem biniyim, akbilimi ben basarım, diyor, bakanda malzemesi eksik bırakılmış hissi uyandıran oğlan, ancak o kendini pek fiyakalı sanıyor. Boş olsa da, dolu da olabilir, ben basarım akbilimi kendim arkadaş. Vermem kimseye arkadan öne, basmasın. İşş-te bu kadar. Hasan Ustam dediydi, işimi sağlama alırım. Bir kere oldu o çaldırdık, enayi deyilim. Deyilim ha.
…