Tipi Dindi | Mahmut Yesari


Çulluk, Pervin Abla, Ak Saçlı Genç Kız adlı romanlarını yayımladığımız Mahmut Yesari’nin bu kez de Tipi Dindi adlı kitabını sunuyoruz okurlarımıza… Her zamanki derin bakışıyla Yesari bu kez de çöken bir Osmanlı ailesinin öyküsüne taşıyor bizi.

Devrinin varlıklı ailelerinden biriyken değişen zamana uzak düştükçe yoksulluğa yuvarlanmaları kaçınılmaz olan, değer yargılarının vurduğu ketler ve yoksulluğun bilgisinden tümüyle uzak oluşlarıyla bu düşüşün önüne geçebilmeleri de mümkün olmayan insanların öyküsü Tipi Dindi. Olasılıkla Mahmut Yesari’nin kendi hayatından tanıklıklarıyla bezeli olan bu kitap, değişen çağın bireyler ve aileler üstündeki etkisini bize en iyi anlatan romanlardan biridir.

İmparatorluktan cumhuriyete geçişin kesişme noktasında yer alan edebiyatçılarımızdan olan Mahmut Yesari, çöküşün acılığını ardında yatan nedenlerle dile getirirken yeni doğmakta olanın olanaklarının da altını çizmekten geri durmaz.

“Anna, benim kadehim boş duruyor!” Uzun boylu, ince geyik belli, siyah zülüfleri yanaklarına yapışık kesik saçlı, uzun etekli daracık siyah kadife kostümü içinde süzüle süzüle dolaşan Macar kızına yalvarıyorum. “Anna, bir yudum şarap ver!” Bar’ın arka tarafındaki hususi odasında, Anna, Marusa, Anna’nın kardeşi Jülyetta, Ferit Hikmet, Süheyl Münir, saatlerden beri oturmuş, içiyoruz. Odanın ortasındaki masanın üstünde, buzlu yemiş kâseleri, viski, şarap likör kadehleri, dolup taşmış sigara tablaları, ağız tarafı havluya sarılı şarap binliği yatan kova, sigara paketleri, kibrit kutuları, buruşuk havlular, elbezleri, çöp atılmış, sigaralar bastırılmış tabakalar, hepsi birbirine karışmış…

Kimse kadehini tanımıyor, kimse çatalına, bıçağına sahip değil… İçkinin beyni saran, gözleri buğulandıran dumanı içinde, eller rast geldiğini kavrıyor… Yerde, masanın, koltukların altında kibrit çöpleri, meyva kabukları, çekirdikler, sigara ezikleri arasında boş soda, rakı, bira şişeleri yatıyor… “Anna! Hani şarap verecektin?” “Çok olmayacak mı Macit Bey?” “Boğazım kurudu, bir yudum istiyorum.” Anna, şarapla doldurduğu kadehi veriyor. Elimi uzatıyorum. Fakat birden dirseğim kırılıverdi; kadeh yere düştü, parçalandı.

“Başka doldur!”
Macar kızı, ürkek geri çekildi. “İçecek hâlin yok…”
“Doldur… Bu, son…”
Anna, garip garip baktı, nedense ısrar etmedi. Yarısına
kadar doldurduğu bir kadehi eliyle ağzıma götürüp içirtti.
“Bu, son ama…”
“Son…”
“Mersi yok mu?”
Başım göğsüme düştü. “Mersi, Anna!
”Genç kadın masaya doğru gitti, kardeşine Macarca bir şöyler söyledi, dışarı çıktı. Jülyetta, hemen yanıma geldi. O, kardeşine hiç benzemiyor; orta boylu, açık sarışın… Koyu mavi gözleri, uyanık uyanık bakıyor. “Neniz var bu gece, Macit Bey?” “Bir şeyim yok, kızım!” Ferit Hikmet, Marusa ile başladığı yarı Almanca, yarı Rusça bahsi bıraktı.
“Sahi… Seni bu akşam iyi görmüyorum!”
“Bir şeyim yok…”
Ferit Hikmet, ellerimi yakaladı.
“Sabahleyin kavlimiz, ne idi? Her şeyi unutacak değil
miydik? Gülecek, eğlenecektik!”
“Daha nasıl eğlenilir? Eğer biz de gülmüyorsak…” Marusa, bir topçu onbaşısı kadar vücutlü… O kadar geniş omuzlu, o kadar dik, o kadar sağlam yapılı, o kadar gösterişli… Kolumdan tutup kaldırmak istedi. “Haydi, danset, açılırsın…” Koltuğun kenarlarına dayanarak kalktım, dizlerim tutmuyordu, yere yuvarlanıverdim. Hep bir ağızdan çığlık kopardılar. “Ne oluyorsun?.. Kendini salıverme…”

Kollarıma girdiler, beni, salonun sol köşesindeki kanepeye yatırdılar. Başım dönüyor, gözlerim kararıyor; kollarım, bacaklarım tutmuyor… Bütün ek yerlerimde bir inmeli duygusuzluğu var. Kadehi, elimle tutup ağzıma götüremiyorum, ayağa kalkacak olsam, yere yığılıveriyorum… Fakat asıl uyuşturmak istediğim kafam, vücudumun uykuda bile işliyen makinesi, beynim durmuyor; hiç içmemiş gibi bütün sesleri duyorum, bütün hareketleri görüyorum… Onlar, daldığımdan emin, yavaş sesle konuşuyorlar. “Bu gece, hakikaten fenalaştı!..”

“Birdenbire bozuldu!..” “Az mı içti?” Jülyetta, meraklı meraklı soruyor. “Anna’ya mı kızdı? Acaba, bana mı darıldı? Sen, anla, dedi, çıktı.” Ferit Hikmet, alay ederek homurdanıyor. “Dargınlığı da nereden çıkarıyorsunuz. Çocuk olmayın!” Anna’ya kırgınım… Hem çok kırgınım… Fakat bunu anlatmak neye yarar? Bununla elime ne geçer? Anna’nın, bana hatırlattığı bir acı var. Ben, bu acıyı tatmak istiyorum. Kızsam da, gücensem de belli edemem ki, gene dost görünmeye, konuşmaya, yüzüne gülmeye mecburum! Dış salondaki cazbant durdu: Odadaki sesler daha tane tane duyuluyor. Süheyl Münir, içini çekiyor. “Şirketten açığa çıkardılar. Tabii canı sıkıldı!” Budalalar! Çıkarılmadım, istifa ettim!.. Ferit, her şeyin bir teselli tarafını bulur. “Tazminat almıştır. İş buluncaya kadar onu idare eder.” Şirkete, üste beş lira borçluyum! Jülyetta, iyi kalpli kız; beni koruyor ama, kardeşinden de korkuyor. “Her gece böyle sarfederse, olmaz. Sizin arkadaşınız, siz söyleyin. Ama Anna’nın yanında değil…” Daha bir iki gecelik ömrüm var! Harcettiğim parayı da bir bilseler! Annemden yadigâr kalan iri tek taşlı zümrüt yüzüğü sattım. Fildişi tuvalet takımını sattım, paltomu, pardesümü, neyim varsa, hepsini, eve götürüyorum, diye pansiyondan aldım, çarşıya götürüp sattım… Cebimde yetmiş seksen lira kadar bir para ya var, ya yok… Marusa, muhacırlıkla başlayarak birkaç sene içinde, uzun bir hayata yetecek binbir acıyı, zehiri tatmış, bu beyaz Rus, ilerisini düşünüyor. “Bu, çok fena! Sonra ne olacak?” Ne mi olacak? Kapağının iç tarafında birçok arkadaşların, tanıdık kadınların imzaları kazılı, altın sigara tabakasını Anna’ya vereceğim! Bilek saatimi Harikliya’ya, o, siyah parlak gözlü, tatlı esmer Rum kızına hediye edeceğim.

Başka kıymetli bir şeyim yok… Tabancamı, zabıta alır. Süheyl Münir, kadehini masaya vuruyor. “Uzatmayın, o, açıkta kalmaz… Babasının evi var… Pansiyonu bırakır, oraya postu serer.” Babamı görmeyeli aylar oluyor… Belki bir seneye yakındır, gidip arayıp sormadım… Kızkardeşim Müzehher, küçük üveykardeşim Niyazi, ne hâldeler? Bilmiyorum ki! Onlara, “Çatınızın altında barınmaya geldim” diyecek olsam acaba nasıl hayretle bakarlar? “Aranızda, bana da bir yer açın; sofranızda bana da bir yer verin” demeye yüzüm olacak mı? Dilim varacak mı? Marusa, çetrefil Türkçesiyle Süheyl Münir’e soruyor. “Macit Bey’in çok parası var, biliyorum! Değil mi öyle?” “Fena kazanmazdı!” “Yalnız çalışmak, kazanmak ile bu kadar para harcedilmez. Babası var, ondan alıyor.”

Göz kapaklarımı yarı açtım. Süheyl Münir, kolunu savuruyor. “Babası zengin… Hem çok zengin… Macit, annesinden miras yedi… Üveyannesi de epey mal mülk bırakmış, zannediyorum. Kızkardeşi daha evlenmedi, onun parası duruyordur.” Babam, hiç zengin değil… Annem on para bırakmadı… Müzehher’in doğduğunu görmeden ölen büyük annemin bana bıraktığı iki dükkân hissesi vardı; işte satıp yediğim bu…

Annem bu mirastan, Müzehher’e çeyiz parası ayırmaklığım için, bana ne kadar yalvarmıştı… Üveyannem de, orta hâlli bir ailenin kızıydı… Jülyetta, Süheyl Münir’in, Ferit Hikmet’in ellerine sarılıyor. “Artık isterse de içki vermeyin…” Hâlim olsa, kıpırdana kımıldanabilsem, içeceğim. Beynimi, bu, durmak bilmeyen, işlemekten usanmayan makinenin zembereğini bozmak için içeceğim! Dış salonda, kıvrak bir fokstrota başlamıştı. Süheyl Münir, birden neşelendi, ıslık çalarak sıçrıyordu. “Macit’in, eski huyudur o… Bazen birden çarpılır… Bu geceye mahsus bir hâl değil… Biraz uyusun açılır!” Eğer Süheyl Münir, işin içyüzünü bilmiş olsaydı, böyle söyleyemez, ağzı kilitlenirdi. Günlerden beri ayakta sürünüyorum… Birkaç kadeh içince kötürümleşiyorum, kollarıma, bacaklarıma inme iniyor… Beynime inse! O vakit kurtulacağım!.

Benzer İçerikler

Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer – Hüsnü Arkan Online Kitap Oku

yakutlu

Aşkın 7 Hali – Bişnev!

yakutlu

Aşkın Elçisi

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy