Bir zamanların dillere destan aşklarına özendiği halde post-modern aşklarda huzursuzluğa, tatminsizliğe ve mutsuzluğa yelken açanların çokluğunu hatırlayarak başlayın okumaya bu romanı. Platonik bir aşktan gerçek bir aşka uzanan bir geçiş sürecini okurken, yaşadıklarınızı da düşünün ve kendinize mutluluk için nedenler üretmeye, huzuru ve yaşama sevincini geri kazanmaya bakın.
Hayranlık duyduğunuz insan en sevdiğiniz kişi haline gelmeye başladıkça, içinizde büyüyen, kabaran o deli duyguları anımsayarak yalnızlıklarınızın da mutsuzluklarınızın da geçiciliğine şöyle bir inanın ve romanı okumayı sürdürün. Hep beklediğiniz o mutluluk çok yakınınızda belki de.
İlker Balkan, güçlü kalemi, kendisine has söyleyiş tarzı ve sarsan paragraflarıyla, sizi saracak ve kalbinize dokunacak bir mutluluk ütopyası anlatıyor…
***
Sevgilim…
Bu sözcüğü hayatımda ilk kez kullanıyormuşçasına heyecanlıyım şimdi yeniden. Zaten hayatımdaki tüm aşklar, benzer bir heyecanın kendisini yenileyen ve evrilen bir süreç, bir duygu olduğunu kanıtlar nitelikte. Şimdinin muhasebesi gelecekte yapılacak, hem de defalarca. Ancak önemli olan, gelecek için bugün yapacaklarımız. İşte, bu sözcüğün bende yeniden anlam kazanması, bu heyecanın evrimi, beni hep bugüne geri döndürdü.
Yalnızlığın, en popüleri için bile sorun olduğu bir türün, insanlığın birer üyesi olarak, asla yadsınamayacak büyüklükteki yalnız kalışlarımızla, bu dünyanın gerçek korkularından nasibimizi ne oranda aldığımızı görüyoruz. Yalnızlık, yanına kattığı her duyguyu içine alan, çökerten, yıpratan kimliğiyle karşımıza çıktığında, ne olursa olsun yeniliyoruz. Kişinin mutluluktan silahları, bu sayfanın en başında zikredilen sözcüğün nesnesi kumandasında ifadesini ve gücünü buluyor. O yüzden, şimdi kumanda ediyor olduğun aşk, sana mutluluk veren bir aşk olmanın ötesine geçmek zorunda. Attığın adımların, kullandığın sözcüklerin, yaptığın alıntıların dahi büyük, hem de ne büyük bir yeri var bu aşkta. Biraz da bu yüzden, senin düşüncelerin ve duyguların, kendilerini ifadede asla ve asla zorluk çekmemeli. Unutma ki, şaşkınlıklar geçicidir ama kalıcı anlamsızlıklar bırakabilir. Kendi kendine, benzer tuzaklar kurup yakalanırsan üzülürüm güzelim.
Ben aşkın en hasını tanıyorum. Çünkü, ne mutlu ki, duyguları anlık telaşlardan ve heyecanlardan damıtabilecek yetkinliğe sahibim. Bu da, senin şu andaki hislerini ne kadar anlayabildiğimi gösteriyor olmalı. Duyduğun heyecan ve beğeninin, bir de üstüne hayranlığın sende adını “aşk” olarak bulması, tesadüf değil sanırım. Benzer koşullarda ben de aynı adlandırmayı hiç sakınımsız yapardım. Ve yaptım da; önce de yapmıştım, şimdi de yaptım.
Şu anda hissettiklerinin heyecanı, bir savaşa girmiş ve zafer kazanmış bir komutanın heyecanına benziyor olmalı. Ben hep böyle hissederim yeni bir ilişkiye başladığımda. Bu heyecan, yüreğinin tam ortasına, sessiz sedasız, aniden oturuverir. Öyle hızlı ve öyle şiddetli fark ettirir ki kendisini, aşk, bu hızın bir meyvesi olarak doğar ve büyümeye başlar. İşte şimdi o evreyi yaşıyoruz beraber. Ancak, bu duyduğun heyecanın ömrü, duyduğun ve duyacağın aşkın ömründen çok daha kısa olacak. Sevgi ise, ancak aşk paylaşılıp daha da serpildiğinde ve vazgeçilemez olduğunda ortaya çıkacak. O ilk heyecana “hoşlanma” deyişimiz bu yüzden. Sevgi, kendi alışkanlıklarını oluşturduğunda varlık bulmaya başlar. Ancak aşk hakkında kesin bir ömür biçemiyorum. Çünkü, süslerin arkasında ölen ya da gizlenerek var olan o kadar çok aşka tanık oldum ki. Başlaması da bitmesi de o kadar ani oluyor ki… Yalnızlığa dikkat et. Kendini yalnız hissettiğinde, aşk ölmüş olacak. Ancak heyecanı diri tutmanın yollarını, bir başka mektupta yazmak istiyorum.
Birini sevmenin en zor yanı, karşındakinin hislerinden asla yeterince emin olamamaktır. Bu, insanın doğası gereği karşılaştığı bir sorun. Ancak us, kendini yenileyen bir sistematiğe kavuşmuş ise, bu şüphelerin en aza indirilmesi mümkün oluyor. Ve bu emin oluş, insanın gözlerine yansıyor. Maltepe’deki buluşmamızda, gözlerinde kederle karışık bir korku vardı. Bu korkunun verdiği cesaretle karşıma çıktığında, kendine dair tereddütlerin seni kendi içinde mahkum ediyordu. Sen, demir parmaklıklar ardından özgürlük çağrıları yapıyordun. Eline dokunduğumda her seferinde tekleyen konuşman, heyecanını daha da körüklerken, sana hayal gibi gelen bir düşüncenin de hayat bulabileceğini fark ederek ürktün. Geri çekilmeye çalışan ordular, büyük kayıplara katlanmak zorunda kalırlar. Sen de geri çekilmeye çalıştın ama olmadı. İleriye gitmeye çalıştın, yine olmadı. Bu kısılmışlık halinin içinde debelenirken, asla sorulmaması gereken bir soruyu dillendirdin: Eve giderken ne düşünmeliyim? Böyle bir tereddütün eline, asla hiçbir şey vermem. Kendime rağmen, sana yanıt vermeyişimin nedeniydi kayıplarını en aza indirmek. Ancak bunu asla büyüklenmek için söylemediğimi bilmeni isterim. Seni seven biri olarak, daha güçlü adımlar atmanı, hayata daha sıkı tutunmanı istiyorum, o kadar.
Kronolojik olarak devam edersek, o gece yaşadıklarını (ya da yaşadıklarımı) yazmam gerekecek. Ancak henüz kendine bir aynadan bakmaya hazır olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden bu kısmı, müsaadenle daha sonraya bırakıyorum canım.
Taksim’de buluşmamızda takındığın tavır, beni gerçekten çok şaşırttı. Kendi duygularını kontrol altına alamamış biri olarak, beni kontrol altına alıp iknaya çabalaman, şaşırtıcı bir cesaret örneği değil miydi sence de? Ancak gözlerinde o kadar büyük bir kızgınlık, o kadar büyük bir güçsüzlük ve muhtaçlık vardı ki, seni bırakıp yok olmaya biraz daha yaklaşmana içim el vermedi. Ama bunun çok daha ötesinde, gözlerinde, yukarıda bahsettiğim gibi bir heyecan dalgası gördüm. Olgunlaşmaya başlayan bir heyecan. Eşitini arayıp gelişmeye, evrilmeye arzu duyan, canlanmış, ateşli bir heyecan. Benim yaptığım, buna, kendi dilinde en uygun yanıtı hazırlamaktı. Bir karar verdim. Pişmanlık duymadığım, her türlü sorumluluğunu üstlendiğim bir karar. Kendimi kurban rolüne büründürdüğüm bir karar. Kendime rağmen verdiğim bir karar. Ve o anda içsel dayatılarım, sevme dürtümü ateşlemeye başlayacak şekilde değiştiler. Geçen her an, ruhlarımızı birbirine daha da yaklaştırıyor şimdi. Ve bu satırları yazarken, kendimde, hiçbir şeye değişemeyeceğim, o doygun ve huzur verici mutluluğu, o hafifliği duyumsuyorum.
Ancak hemen aynı akşam, sen savaşmaya hazır olduğun o duygudan, ne uğruna olduğunu bile doğru dürüst anlamadan vazgeçtin. Nelerden vazgeçtiğini daha sonra, yaşayarak göreceğiz. Ancak istediğin şeyler için mücadele etmenin hakkın olduğunu ve sana birşeyler verilmesi için önce istemen gerektiğini asla unutma. Benim yanıtım, sana bunu hatırlatacak bir örnek olarak, taptaze dursun dimağında hep.
Ve Kadıköy’de…
Sanırım yavaş yavaş sular duruluyor artık. Bir önceki gece zoraki bir “canım” deyişi, akabindeki “seni seviyorum”, kendine de, bana da, bu aşka da duyduğun bir güvenin doğduğunu gösteriyor. Attığın adımlara, hayati müdahalelerde bulunduğumun farkındayım. Bir platona-nın canlanması nasıldır, bilmiyorum. Hiç yaşamadım, örneğini hiç görmedim. Ancak senin sevgine, senin aşkına, senin heyecanına yanıt vermekte imtina göstermeyeceğim asla. Ve çokça da müdahale etmeyeceğim artık. Yanlış yapmak her zaman mümkün. Çok kez affı ve/veya telafisi de. Hele benim sevgi imparatorluğumda o kadar çok af var ki… Bunun karşılığında, senden bir ricam var: Karşımda asla silik, korkak durma. Benimle eşit olamazsan, ne aşkın büyüklüğünü ve saflığını anlayabilirsin, ne de bu ilişkiyi sürer kılabiliriz. Bundan böyle imparatorluğumun tüm toprakları, aynı zamanda senindir. Ve bu topraklar, sevgimiz büyüdükçe daha da büyüyecek, daha da verimli hâle gelecek. İçimde bir şeyler coştu bir kez. Artık karşılık arayan benim, sanırım. Beni hayal kırıklığına uğratma canım. Seni şimdiden özledim.
…