O bir trol, dedi Warren beklenmedik bir şekilde.Bir ne? Sen nereden biliyorsun? diye sordu babası. Dün gece araştırdım, dedi Warren gururla. Ansiklopedide okudum.Troller şunları severler:kokular ve gürültü köprü altlarında saklanmak keçi eti (özellikle keçi etli börek Bu nedenle, sakin bir kasaba olan Biddlesden’e bir trol ailesi taşındığında, burada her şey çirkinleşir ve kötü kokmaya başlar. Özellikle bitişik komşuları olan Priddle ailesi onlardan çok şikâyetçidir. Üç kişilik aile büyük bir hata yapar ve trollere kötü davranır! Troller de altta kalmaz tabii. Ortalık iyice karışır. Sen sen ol, görünüşe aldanma. Sakın ama sakın, trollere kötü davranma!
***
PRIDDLE’LAR: Roger, Jackie ve Warren
Tarif: Soluk yüzlü insancıklar
Sevdikleri: Sessizlik ve huzur
Sevmedikleri: Troller
BAY TROL: Egbert (Eggy)
Tarif: Uzun boylu, kara ve korkutucu
Sevdikleri: Kükremek, ayaklarını yere vurarak yürümek, köprü altlarında dolaşmak
BAYAN TROL: Nora
Tarif: Muhteşem
(Bay Trol’e sorun)
Sevdikleri: Sarılmalar, öpüşmeler, saçaklar, karanlık
ULRIK TROL
Tarif: Yaşına göre büyük
Sevdikleri: Kokular, şarkı söylemek, Taştopu
KEÇİ
Tarif: Ağır kokulu, sakallı yaratık
Sevdikleri: Dağlar, otlar
Sevmedikleri: Yenmek
Sally’ye, trolce sevgilerimle –A.M.
Sonsuz destek ve teşvikleri için Robyn ve Duncan’a -M.B.
Uzun Boylu, Kara ve Çirkin
“Jackie! Gel bak! Bitişikteki eve birileri taşınıyor!”
Bay Priddle, teleskopunu bitişikteki evin önünde duran büyük, mavi nakliye kamyonuna çevirmişti. Karısı merdivenlerden yukarıya seslendi.
“Roger! Umarım o teleskopla etrafı dikizlemiyorsundur?”
“Elbette hayır!” dedi Bay Priddle, gözünü merceğe yapıştırarak. “Bir dakika! Dışarı çıkıyorlar! Görebiliyorum…. Hoppala!”
“Ne oldu canım?” Bayan Priddle elinde iki fincan çayla odaya girdi. Arkasında da bütün bu patırtının neden kaynaklandığını merak eden çilli yüzlü oğlu Warren vardı.
“Kocamanlar! Dev gibiler!” diye bağırdı Bay Priddle.
“Eh, bazı insanlar uzun boylu olur,” diye karşılık verdi karısı. “Senin boyun da biraz kısa olduğundan…”
“Hayır, gerçekten kocamanlar, Jackie, doğru söylüyorum. Kendin bak istersen.”
Bay Priddle kollarını kavuşturdu. “Ben komşularımı teleskopla dikizlemem. Ya senin onları perdelerin arasından gözetlediğini fark ederlerse?”
“Benim için dikizlemenin sakıncası yok,” dedi Warren. “Ben bakayım!”
“Biraz sonra, Warren,” dedi Bay Priddle sabırsızca. “Tanrım! Bu kadar tüylü birini görmemiştim hiç!”
“Ne olmuş yani?” dedi Bayan Priddle. “Sen yeni doğmuş bir bebek kadar kel olduğundan…”
“Sadece kafaları değil… her taraflarında tüy var,” dedi Bay Priddle.
“Saçmalıyorsun ama!”
“Kendin bak!” dedi Bay Priddle.
“Ben bakayım! Sıra bende!” diye bağırdı Warren, teleskopu kavrayarak.
“Çek ellerini Warren!” diye terslendi babası.
“Çocukla çocuk olma, Roger,” dedi Bayan Priddle. “Bırak da baksın.”
Warren babasının önüne geçti. Tek gözünü yumdu, diğerini de kısarak mercekten baktı. Komşularından birinin bir masayı kapıya doğru taşıdığını görebiliyordu. Masa bir ağaç kütüğünü andırıyordu ama yaratık –ona insan demek pek mümkün değildi- onu sanki bir kibrit çöpünü taşır gibi rahatça taşıyordu.
“Iyyy! Amma çirkinler!” dedi Warren.
“Warren!” diye azarladı onu annesi. “İnsanlar hakkında böyle şeyler söylemek hiç hoş değil.”
“Ama anne, çirkinler,” diye üsteledi Warren.
“Çocuk haklı, Jackie,” diyerek onayladı Bay Priddle. “Çok kaba sabalar. Gördüğüm kadarıyla, bir evde değil, hayvanat bahçesinde yaşamaları gerek.” Oğlunu kenara itti ve yeniden kendisi teleskopun başına geçti.
“Abartıyorsunuz!” dedi Bayan Priddle.
“Hiç de değil! Kendin bak!”
“Sana komşularımızı teleskopla gözetlemeyeceğimi söylemiştim. Bu büyük kabalık.” Bayan Priddle çayından zarif bir yudum aldı.
“Biri daha çıkıyor,” dedi Warren heyecanla. “Üç kişiler!”
“Çekil şöyle,” dedi Bayan Priddle. Sarı bukleleri geriye attı ve gözünü teleskopa yaklaştırdı.
“Tanrım, sen aklımı koru!” dedi. “Kendimi pek iyi hissetmiyorum.”
.
10 Numara’ya taşınan Trol’leri kim görse şaşırırdı. Bay Trol, beyaz bir yelek, beysbol şapkası, parlak kırmızı renkte, dizlerine kadar inen, kocaman bir Bermuda şort giyiyordu. Mağazada üzerine olabilecek büyüklükte bu giysileri bulabilmişti ancak. Bayan Trol çiçekli, keten bir elbise giymişti. Elbise üzerine o kadar dardı ki her an düğmeleri patlayıp açılabilir ve etrafa saçılabilirdi. Yalnızca Ulrik normale yakın görünüyordu. Ama bu güneşli sabahta Dağ Manzarası, Biddlesden’de bir trolün tamamen normal görünmesi çok zordu.
Trollerin bütün vücutları gür tüylerle kaplıydı. Tüyler yüzünden yalnızca kömür karası gözleri, kocaman burunları ve ağızlarının iki kenarından çıkan sivri beyaz dişleri görünüyordu. Çoğu trol için güzel denemez. Hatta, diyelim ki gür, karanlık bir ormanda dolaşırken, beklenmedik bir anda bir trole rastlarsanız, büyük bir olasılıkla çığlık atar ve ürkmüş bir sincap gibi, hemen en yakındaki ağaca tırmanırsınız. Trolün iriliği bile insanı korkutmaya yeter. Efsanevi çirkinlikleri cadıların ya da büyücülerin bile ödünü patlatmaktadır. Bay Trol, arka ayaklarının üzerine kalkmış bir bozayı boylarındaydı. Roger Priddle onun yanında diyet yapan bir kanatsız böceği andırıyordu. Bay Trol, masayı kapıdan içeri sokmaya çalışırken 10 Numara’daki evlerinin oldukça küçük olduğunu fark etti.
“Ahhh! Offf!” diye kükredi. “Çok küçük.”
“Çok küçük olamaz,” dedi Bayan Trol. “Her zamanki büyüklüğünde işte.”
“Masayı kastetmedim,” diye homurdandı Bay Trol. “Kapı! Kapı çok küçük, içeri giremiyorum!”
“Öyleyse kafanı kullan,” diyerek içini çekti Bayan Trol.
Bay Trol öyle yaptı. Kocaman tüylü kafasıyla kapının pervazına vurdu, kapının üzerindeki alçı göçtü ve Bay Trol’ün masayla geçebileceği büyüklükte bir yer açıldı.
Bitişikte, Bay Priddle şaşkınlıkla bakakaldı. “Gördünüz mü? Kapıyı paramparça etti. Hem de kafasıyla!”
“Umarım eve her gelişinde bunu yapmaz,” dedi Bayan Priddle.
10 Numara’da, troller yeni evlerinde etraflarına bakınıyorlardı. Güneş sarısı duvar kâğıdı duvarları aydınlatıyordu. Yerlerde de halılar vardı.
Bay Trol yüzünü buruşturdu. “Çok temiz,” diye homurdandı.
“Dert etme, Egbert,” dedi Bayan Trol, “kısa sürede değiştiririz. Yerlere biraz güzel toprak ve çamur döküp, küflü yapraklar da serptik mi, eve benzer.”
“Ben bu halini sevdim,” dedi Ulrik. “Eski mağaramızdan çok daha güzel.”
Bay ve Bayan Trol, karanlık ifadelerle bakıştılar. Ulrik koridora koştu.
“Çirkinlik aşkına! Burada merdiven var. Yukarı çıkıp bakabilir miyim anne?” diye bağırdı, basamakları ikişer ikişer çıkarken.
Banyoda, troller ışıldayan beyaz küvete bakakaldılar.
“Bu nedir anne?” diye sordu Ulrik.
“Küvet, tüylücanım,” diye açıkladı Bayan Trol. “İçine yatıyorsun.”
Ulrik küvetin içine girip yattı. Küvet, küçük bir trolün bile zor sığabileceği büyüklükteydi. Ulrik’in kocaman tüylü ayakları küvetin ucuna değiyordu. “Bu nedir?” diye sordu gümüş rengi musluğu çevirerek. Birden duştan sular akmaya başlayınca, sırılsıklam oluverdi. “Ha-ha! Gıdıklanıyorum!” diye kıkırdadı. “Sırılsıklam oldum!”
“Çık oradan, Ulrik!” diye homurdandı Bay Trol. “Yağmur yağıyor.”
“Yağmur değil bu, duş,” diye açıkladı Bayan Trol musluğu kapatarak. “İnsancıkların her gün duş aldıklarını okumuştum. Kendilerini temiz tutmak için.”
“Temiz mi?” dedi Bay Trol dehşetle. “Yıkanıyorlar mı yani? Suyla?”
“Evet ve sabun denen bir şeyle.”
“Ben de sabunla yıkanmak istiyorum!” diye bağırdı Ulrik.
Bay ve Bayan Trol endişeyle bakıştılar.
“Senin papatyalar gibi mis kokmanı istemiyoruz,” diye homurdandı Bay Trol. “Troller orman, toprak ve karanlık kokarlar. Eski Trol kokuları bunlardır.”
Ulrik tüylü kollarının altını kokladı. Kendi kokusunu seviyordu. İnsanların yakından nasıl koktuklarını merak etti. Eline geçen ilk fırsatta birini koklayacaktı.
Akşam yemeği saati geldiğinde, hepsi çok acıkmışlardı. Norveç’in uzak mavi dağlarından buraya kadar uzun bir yolculuk yapmışlardı. Bayan Trol, masada önlerine tek bir teneke kutu koydu. Bay Trol çatalıyla kutuyu işaret etti. “Bu nedir?”
“Fırında fasulye imiş,” dedi Bayan Trol. “Köşedeki dükkandan aldım.”
Bay Trol tiksintiyle yüzünü buruşturdu. “Fasulye mi? Ben fasulye yemem. Ne biçim yemek bu? Troller et yerler! Keçi etli börek yok mu?”
Bayan Trol içini çekti. “Şu anda evde değiliz, Egbert. Burada keçi bulmanın pek kolay olduğunu sanmıyorum.”
“Keçi etli börek yok mu yani?” Bay Trol’ün ağzı açık kalmıştı.
“Beni suçlama,” dedi Bayan Trol. “Buraya taşınmayı isteyen sendin.”
“Başka seçeneğimiz yoktu, sen de çok iyi biliyorsun,” dedi Bay Trol dertli dertli. “Olanlardan sonra orada nasıl kalabilirdik ki?”
“Ne oldu ki?” diye sordu Ulrik masum masum. Anne babası, evlerini neden apar topar terk ettiklerini ona hiç anlatmamışlardı. Bay Trol elleriyle yüzünü kapattı.
“Bu konuda konuşmak istemiyorum.”
“Er ya da geç öğrenecek,” dedi Bayan Trol.
“Neyi öğreneceğim?” diye sordu Ulrik.
“Ulrik,” dedi Bayan Trol. “Baban çok kötü bir deneyim yaşadı. Bir keçiyle.”
“Hayır! Anlatma!” diye homurdandı Bay Trol.
“Bilmeye hakkı var,” diye üsteledi Bayan Trol. “Ona sen mi anlatırsın, beni mi anlatayım?”
Bay Trol, ellerinin üzerinden oğluna baktı. “Bir canavardı, Ulrik,” dedi. “Bir canavar!”
“Tekeydi, Egbert,” dedi Bayan Trol. “Abartma.”
Bay Trol oğluna baktı. “Dev bir keçi, Ulrik. İki kardeşi vardı ama onun yanında küçük balık gibi kalıyorlardı. Onunla köprüde karşılaştım. Demir gibi toynakları, bıçak gibi keskin boynuzları vardı.”
“Ne oldu peki baba?” diye sordu Ulrik gözlerini kocaman açarak. “Kükredin ve onu kovaladın mı?”
Bay Trol başını iki yana salladı. Acı gerçeği bir türlü söyleyemiyordu.
Bayan Trol araya girdi. “Keçi saldırmış,” dedi. “Baban da paniğe kapılmış. Keçi tos vurarak onu köprüden nehre atmış. Babanı kulaklarından tutup sürükleyerek sudan çıkarmak zorunda kaldım; yoksa boğulacaktı.”
“Yazıklar olsun!” diye mırıldandı Bay Trol. “Yazıklar olsun!”
“İşte bu yüzden taşınmak zorunda kaldık, Ulrik,” diye devam etti Bayan Trol. “Baban, evimizde kalırsak bütün trollerin sürekli onunla dalga geçeceğini söyledi.”
“Bir keçiye yenildim! Onların yüzüne bir daha nasıl bakardım?” diye sordu Bay Trol acıyla.
Ulrik babasının yanına gitti ve onun uzun, kabarık tüylü, kocaman kafasını okşadı. “Boş ver baba. Bahse girerim o troller de kaçardı.”
“Öyle mi dersin?” Bay Trol gülümsemeyi başardı.
“Sen dev bir keçiyle karşılaşmışsın,” dedi Ulrik. “Bence sen dünyanın en cesur babasısın.”
Bay Trol oğluna sarıldı. Gözlerinin sulanmasına neden olan bir parça kiri itti. “Öyleyse bu fasulyeye ne dersin, Ulrik? Açlıktan ölüyorum,” dedi.
Teneke kutuyu açmak, Bayan Trol’ün düşündüğünden daha zordu. Ulrik’in kutuyu sivri ve keskin dişleriyle ısırmaya çalışmasını izledi ama bir trolün dişleri bile bu konuda pek etkili olamıyordu. Bayan Trol kutuyu bıçak ve çatalla açmayı denedi ama her defasında kutu, kaygan bir balık gibi elinden fırladı.
Bütün bu süre içinde Bay Trol’ün yüzü giderek kararıyordu. Homurdanmaya başlamıştı, bu da birazdan öfkeden kendini kaybedeceğinin göstergesiydi. (Troller çoğunlukla sinirlidirler. Bay Trol de tanıdığı herkesten sinirli olduğunu söyleyip övünmeye bayılıyordu.) Sonunda teneke kutuyu kaptı ve müthiş öfkeli bir kükremeyle duvara fırlattı.
“ĞĞAARRR!”
Kutu açıldı ve domates soslu fırında fasulye tabakası duvar kağıdından aşağı doğru kaymaya başladı. Ulrik parmağını uzatıp domates sosuna batırdı ve diliyle yaladı.
“Imm!” dedi. “Fırında fasulye fena güzelmiş!”
Ama Bay Trol fırtına gibi evden çıktı ve kapıyı arkasından çarptı.
Dışarıda, bakımlı, yemyeşil çimenler ve güllerin buram buram kokusu da onun keyfini yerine getirmedi. Etrafta kilometreler boyunca uzanan ve birbirinin aynı olan evlerden başka bir şey göremiyordu. Çimenlikler, verandalar, tahta banklar ve özenle bakıldıkları belli olan çiçekler vardı.
Biddlesden evlerine hiç benzemiyordu.
Norveç’in başları bulutlara değen yüce dağlarını özlüyordu. Uçsuz bucaksız gökleri, kuytu çam ormanlarını ve ayna gibi parlayan derin gölleri özlüyordu.
Gece gökyüzünde yıldızlar belirmeye başlamıştı. Bay Trol, Kutupyıldızı’nı aradı. Yüzünü evine doğru çevirdi ve derin derin içini çekti.
Birden elinde küçük, sıcak bir el hissetti. Aşağıya baktığında, yanında Ulrik’i gördü.
“Boş ver, baba,” dedi Ulrik. “Belki de yarın akşam yemeğinde keçi etli börek yeriz.”
“Hı-hı,” dedi Bay Trol. “Hadi içeri girelim. Sen duvardaki fasulye suyunu yalayabilirsin.”
Yolda yürürlerken, Ulrik bitişiklerindeki evin üst katında bir perdenin kıpırdadığını görür gibi oldu.