Uçan Halı (Kaf Dağına Yolculuk) | Melek Çe


Bazen canımızın çok sıkıldığı günler olur. Ne yapacağımızı bilemeyiz o zaman. Aylak aylak dolaşırız. İşte böyle bir gündeydim o gün de. Bir tren istasyonunda buldum kendimi.

Aylaklığım beni sevdiğim yerlere götürmüş, sevdiğim insanları görmüştüm ve işte şimdi bitmişti yolculuğum. Trenden inmiş yağmuru seyrediyordum. Doğrusu canım hiç ıslanmak istemiyordu.Tuhaf desenleri olan kiremit renkli şemsiyemi evde unutmuştum.

***

İÇİNDEKİLER

Lütfen Arap Kızı Bugün Camdan Bakma …. 7
Uçan Halıda Yolculuk …. 15
Peri Kızı’nın Masalı …. 37
Dev’in Masalı …. 49
Kaf Dağı’ndan Önce …. 65
İri Kıyım’ın Masalı …. 71
Burnu Bir Karış Havada Kaf Dağı Prensesi …. 81
Kara Haber …. 89
Kaf Dağı Padişahı …. 95
Kar Beyaz Köşkü …. 103
Kara Yazı …. 111
Kara Büyücü İle Karşılaşma …. 121
Mutlu Sona Doğru …. 131

Lütfen Arap Kızı
Bugün Camdan Bakma

BAZEN canımızın çok sıkıldığı günler olur. Ne yapacağımızı bilemeyiz o zaman. Aylak aylak dolaşırız. İşte böyle bir gündeydim o gün de.

Bir tren istasyonunda buldum kendimi. Aylaklığım beni sevdiğim yerlere götürmüş, sevdiğim insanları görmüştüm ve işte şimdi bitmişti yolculuğum.

Trenden inmiş yağmuru seyrediyordum. Doğrusu canım hiç ıslanmak istemiyordu. Tuhaf desenleri olan kiremit renkli şemsiyemi evde unutmuştum. Elimdeki çanta kağıttandı. Aksi gibi bir de kışlık ayakkabılarımı giymemiştim. Ne yapalım olur böyle şeyler, diye düşünerek, cebimdeki son parayla bir bilet daha aldım. Ve yeniden bindim trene…

Tren yolculukları güzeldir. Pencereden dışarıyı seyrederken, görüntüler birbiri ardına kayıp gider. Ağaçlardaki sincapları, kuş yuvalarını, uzaklarda otlayan koyunları, balkona çamaşır asan anneleri görebilirsiniz. “Neresi güzeldir bunun?” diyecek olursanız, güzeldir işte. İnsana kendini unutturur. Türlü türlü görüntülere dalıp gider insan böyle zamanlarda. Tabii yağmurlu havaları saymazsak. Çünkü yağmurlu günlerde tren yolculuğu pek de eğlenceli olmuyor! Ayakta kalanlar, oturanlar, içeri girmeye çalışanlar ve dışarı çıkmaya uğraşanlar arasındaki kargaşa dininceye kadar epeyce zaman geçiyor.

Neyse ki ben, bir pencere kenarına oturmuş sakince seyrediyordum dışarıyı. Bardaktan boşanırcasına yağıyordu yağmur. Damlalar pıtır pıtır seslenip duruyordu. Bir masal mıydı anlattıkları? Bir şarkı mıydı söyledikleri? Şu kargaşa bir dinseydi, anlayacaktım. “Yağ, yağ yağmur” diye bir tekerleme tekerlenip duruyordu dilimde. Oysa sabah evden çıkmadan “Lütfen Arap kızı bugün camdan bakma!” diye bir mektup yazmıştım Arap kızına. İşte yine yağmur yağıyor ve Arap Kızı da camdan bakıyor bir yerlerde. Mızıkçı Arap Kızı! Mektubumu almadın mı? Tam da şöyle yazmıştım:

“Sevgili Arap Kızı;
En sevdiğim tekerlemeyi söyleyerek uyandım bu sabah. Bak şöyle;
‘Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Arap Kızı camdan bakıyor’

Bu tekerlemeyi, sen de seviyorsun, yağmuru sevdiğin gibi. Yağmur da seni seviyor olmalı. Çünkü ne zaman yağmur yağsa, aklıma, seninle birlikte bu tekerleme geliyor. Ama lütfen Arap Kızı bugün camdan bakma! Seni göremeyince, belki yağacak başka bir yere gider yağmur. Belki çoook uzakta bir yere. Doğrusunu istersen, yağmurun yağmamasını diliyorum bugün. Cebimdeki şekerler yüzünden. Üstelik yürümem gereken uzun bir yol ve bir yolculuğum var bugün.

İşte bu yüzden sakın yüzünü gösterme yağmura. İstersen sen de uzun bir yolculuğa çık. Ben merak ediyorum, Çinü Maçine giden gemileri. Sen merak etmiyor musun Arap Kızı?

Her neyse işte böyle. Bugün camdan bakmamanı istiyorum senden. Lütfen ne olur Arap Kızı. İşte bunları yazdım mektubumda. Ama şimdi,

“Yağmur yağıyor yağıyor!
Arap Kızı Camdan bakıyor bakıyor!”

Kimbilir hangi pencerede?

Bunları düşünürken birdenbire durdu trenimiz. Bazen olur ya! Trenler bozulur ve uzun süre beklemek zorunda kalır yolcular. Belki de öyle bir durumdu bu. Ama birçok tatsız olay oldu bu durma anında. Birinin yediği simit boğazına kaçtı. Bir yere tutunmadan ayakta duranlar iyice yaklaştılar yere. Hatta kimisi yerle burun buruna gelmiş bile olabilir. Oturanlar şöyle bir öne doğru savrulup, sonra arkaya doğru iyice yapıştılar koltuklarına. Ben de cama yapıştım bu arada. Tren durdu. Ne vardı, ne oluyordu, kaza mı olmuştu? Herkes bu soruları soruyordu birbirine. Ben de olan bitene aldırmadan yapıştığım camdan dışarıyı seyrediyordum. Sarı çiçeklerle dolu bir tarlanın içinde durmuştu tren. Tarlanın kenarlarında kırmızı gelincikler vardı. Yağmur her birinin üstünde damlacıklar bırakmıştı. Bir tutam gelincik toplamak istiyordum. Yavaşça aşağı indim. Yağmur dinmişti. Sanki uçsuz bucaksız bir sarı çiçek denizindeydim. Ne hoştu! Birkaç gelincik kopardım. Bir adım, sonra birkaç tane daha, bir tanecik daha… Böylece ilerleyip gittim. Etrafın güzelliğinden zamanın farkına varamamıştım. Başımı çevirip trene doğru baktığım zaman, gözlerime inanamadım. Trenin yerinde yeller esiyordu. “Bu nasıl olur?” dedim kendi kendime. “Nasıl olur bu?” Ama olmuştu ve burada yapayalnız kala kalmıştım. Çaresiz tarlanın kıyısına doğru yürümeye başladım.

İşte bu yürüyüş sırasında karşılaştım Uçan Halı’yla. Daha doğrusu, tarlanın kenarında bir çitlembik ağacının altında gördüm onu. Ya çok yorgundu, ya da tembellik ediyordu. Doğrusu yere serilmiş bir halıyı görünce, benim de aklıma, serilip biraz dinlenmek gelmedi değil. Biraz da yiyecek bir şeyler olsaydı ne iyi olurdu! Ama tam da ben oturmaya hazırlanırken, halı yerden bir karış yükseğe havalanıverdi. Aaa! Bir uçan halıymış! Daha önce hiç uçan halı görmemiştim. Derken, nereden geldiklerini anlamadığım, bir sürü insan ortaya çıktı bir anda. Hayır, bunların hepsine insan demek doğru olmaz sanırım. Biri bir devdi, biri tuhaf bir korkuluktu ki, çok korktum ondan. Neredeyse tabanları yağlayıp kaçacaktım; ama baktım diğerleriyle sakin sakin konuşuyor. Vazgeçtim bu düşüncemden. Sonra iri kıyım pala bıyıklı bir adam halının üstüne oturdu ve “Hadi, Kaf Dağı! Bir iki, bir iki…” diye bağırmaya başladı. Dev, korkuluk, bir peri kızı, cüce, bir de galiba bir prenses vardı halıya binenler arasında. En son bir kişilik yer kaldığını söyledi iri kıyım pala bıyıklı adam.

– İstersen gel, diye seslendi bana doğru.

Bulunmaz bir fırsattı bu elbette. İster istemez tren yoluna doğru baktım. Trenden hiç iz yoktu. Ne zaman geri dönerdi kimbilir? Oturup beklemek yerine bir şeyler yapmak daha iyiydi. Hem bir kerecik gitsem şu Kaf Dağı denen yere, fena mı olurdu? Büyüklerimiz dememişler mi, “çok okuyan değil çok gezen bilir” diye! Bunda bir doğruluk payı vardır elbette. Kararımı vermiştim.

– Geliyorum geliyorum, dedim ve bindim uçan halıya.

Gizemli yolculuğum da başlamış oldu böylece.

Benzer İçerikler

Bilimlerin Duygusal Tarihi | Nicolas Witkowski

yakutlu

Hikayelerle Mizaç ve Karakter Eğitimi | A. Rahşan Gürel, Perihan Gürel

yakutlu

Savrulmuş Çocuklar – Çocuk Şiirleri | Mehmet Aydın

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy