UFAK ŞEYLERİ DERT ETMEYİN HEPSİ DE UFAK ŞEYLERDİR Dr. RİCHARD CARLSON

Teşekkür
Bu kitabı bana her gün “ufak şeyleri dert”etmememin ne kadar önemli olduğunu hatırlatan kızlarım Jazzy ve Kenna’ya ithaf ediyorum. Her ikinizi de çok seviyorum. Olduğunuz gibi olabildiğiniz için teşekkür ederim.
Bu kitabın hazırlanmasında büyük katkıları olan iki kişiyi anmak isterim.
Bu kitabın her satırına coşkusunu ve yüreğini yansıtan, ufak şeyleri dert etmemekte gösterdiği bağlılığı ve bilgeliğiyle hepimizi etkileyen Patti Breitman.
Vizyonu, her an çevresindekilere esin veren canlılığı ve üstün editörlük becerileriyle Leslie Wells.
Her ikinize de çok teşekkür ederim.

ÖNSÖZ
Benim kuşağımın en büyük keşfi, bir insanın tavrını değiştirmekle yaşamını da değiştirebileceğini öğrenmesidir.
WILLIAM JAMES

Ne zaman kötü bir haberle veya, geçinmesi zor bir insanla karşılaşsak, ya da, büyük bir hayal kırıklığına uğrasak çoğumuzun davranışını sonu bize yaramayacak olan alışkanlıklar belirler. Hemen aşırı tepki gösterip, olayı büyütürüz; duruma sımsıkı yapışır, yaşamın sadece olumsuz yönlerine odaklanırız.
Ufak şeyler elimizi kolumuzu bağlar. Sinirlenip, huzursuz olduğumuz ve rahatsız edildiğimiz zamanlarda gösterdiğimiz aşırı tepkiler sadece bizi hüsrana uğratmakla kalmaz, gerçekten istediğimiz şeyi elde etmemize de engel olur. Bu yüzden tablonun tamamını göremeyiz ve olumsuzluk üzerine odaklanıp, bize yardım etmek niyetinde olan başka insanları da huzursuz ederiz.
Kısacası, hayatımızı sanki büyük bir acil durum varmış-çasına yaşamaya başlarız. Telaş içinde soranları çözmek için koştururken, aslında sadece sorunları artırmakta oluruz. Her
şey bize dünyanın sonuymuş gibi göründüğü için, yaşamımızı art arda gelen, sözde facialarla boğuşarak geçiririz.
Bir süre sonra da, her şeyi gerçekten dünyanın sonuymuş gibi görmeye başlarız. Bu arada gözümüzden kaçan nokta, sorunlarımıza olan bakışımızın, bunları ne kadar çabuk ve etkili biçimde çözdüğümüzle ne çok ilgili olduğudur. Sizin de kısa zamanda keşfedeceğinizi umduğum gibi, yaşama daha sakin tepki verme alışkanlığını öğrendikçe, o güne dek “aşılmaz” gibi görünmüş olan sorunlar size daha “başa çıkılabilir” gelmeye başlayacaktır. Hatta, gerçekten stres yaratabilecek “ciddi” sorunlar bile sizi eskiden olduğu gibi sarsmayacaktır.
Neyse ki, yaşama bakışın başka bir yolu daha vardır… çok daha ılımlı ve incelikli olan bu seçenek yaşamı hem daha kolaylaştırır hem de insanı daha uyumlu kılar. Yaşamanın bu diğer yolu eski alışkanlığı, yani, “tepki göstermeyi” yeni bir alışkanlıka, yani, yeni bakış açısıyla değiştirmektir. Bu yeni akışkanlık bize çok daha zengin ve doyurucu bir yaşam sağlar.
Bu kitabın ana fikrini çok güzel aydınlattığı için, başımdan geçen bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum; bu hem beni çok duygulandıran hem de önemli bir dersi vurgulayan bir öyküdür.
Göreceğiniz gibi, öyküde geçen olay birazdan okuyacağınız kitabın tohumunu ekmiştir.
Bir yıl kadar önce yabancı bir yayıncı “You Can Feel Good Again” (Yine İyi Hissedebilirsiniz) adlı kitabımın o ülkedeki baskısı için ünlü yazar Dr. Wayne Dyer’den bir tanıtım yazısı almamı rica etti. Ona Dr. Dyer’in bir önceki kitabıma böyle bir şey yazmış olduğunu, fakat bir kez daha
bunu yapıp yapmayacağım bilmediğimi söyledim. Ama bir kez deneyecektim.
Yayın dünyasında hep olduğu gibi, kendisine bir rica mektubu yazdım, fakat ondan haber alamadım. Bir süre geçtikten sonra Dr. Dyer’in ya çok meşgul olduğu, ya da, tanıtım yazısısı yazmak istemediği sonucuna vardım. Bu kararına saygı duydum ve yayıncıma, kitabın promosyonu için onun adını kullanamayacağımızı bildirdim. Benim a-çımdan mesele bitmişti.
Ne var ki, altı ay sonra kitabımın yabancı baskısından bir nüsha elime geçince, ön kapağında Dr. Dyer’in bir önceki kitabım için yazmış olduğu tanıtım yazısının bulunduğunu gördüm.
Talimatıma rağmen yayıncım Dr. Dyer’in eski yazısını a-lıp, yeni kitaba yerleştirmişti. Bu durum beni son derece mahcup ettiği gibi, olası sonuçları da kaygı vericiydi. Hemen ajansımı arayarak, yayıncının tüm kitapları toplatması için harekete geçmesini istedim.
Bu arada da Dr. Dyer’e özür dilediğimi ve sorunun giderilmesi için gerekli işlemin başlatıldığını açıklayan bir mektup yazdım. Birkaç hafta merak içinde bekledikten sonra, ondan şöyle bir cevap geldi. “Richard; uyum içinde yaşamak için iki kural vardır: 1. Ufak şeyleri dert etme. 2. Hepsi de ufak şeylerdir. Bırak tanıtım yazısı kalsın. Sevgiler. Wayne.”
Hepsi bu kadardı! Ne bir ahlak dersi, ne bir tehdit. Ne kırgınlık, ne bir çatışma. Dr. Dyer ünlü adının izinsiz kullanılmasına büyük bir incelik ve alçakgönüllülükle karşılık vermişti. Bu jesti, “yaşamın akışına uymak” ve yaşama ılımlı bir gözle bakmak gibi çok önemli kavramlara örnek oluyordu.
On yıldan beri müşterilerim üzerinde çalışarak, yaşama bu hoşgörülü yolla yaklaşmalarına yardımcı oluyorum. Birlikte her çeşit sorunu ele alıyoruz; stres, ilişki sorunları, işle ilgili sorunlar, bağımlılıklar ve genel anlamda hüsran.
Bu kitapta hemen uygulamaya başlayabileceğiniz ve yaşama daha ince bir esneklikle bakmanızı sağlayacak belirli stratejileri sizlerle paylaşacağım. Birazdan okuyacağınız stratejiler, bugüne dek gerek müşterilerim gerekse okurlarım tarafından yıllarca denenmiş ve en başarılı bulunmuş olanlarıdır. Ayrıca, kendi yaşamıma olan yaklaşımımı da gösterir; bu, direnişin en aza indirildiği yoldur. Her bir strateji sade olduğu kadar güçlüdür ve daha geniş bakış açısı kazandırarak, daha endişesiz bir yaşam yönünde kılavuzluk eder. Bunların bir çoğununun sadece soyutlanmış örneklere değil, yaşamın pek çok zorluklarına da uygulanabileceğini göreceksiniz.
“Ufak şeyleri dert etmediğiniz” zaman yaşamınız kusursuz hale gelmeyecek, fakat yaşamın size sunduğu şeyleri daha az dirençle kabullenmeyi öğreneceksiniz. Zen felsefesinin önerdiği gibi, sorunlara bütün gücünüzle direnmek yerine, “ucunu bırakmayı” öğrendiğiniz zaman, yaşamınız su gibi akmaya başlayacaktır. Tıpkı huzur duasında olduğu gibi, “Değiştirilebilecek şeyleri değiştirin, öyle olmayanları da kabullenin ve aradaki farkı anlayacak aklınız olsun.” Bu stratejileri bir kez denerseniz, eminim uyum sağlamanın iki kuralını öğreneceksiniz, l. Ufak şeyleri dert etmeyin. 2. Hepsi ufak şeylerdir. Bu fikirleri yaşamınıza uyguladıkça, kendinizi daha huzurlu ve sevgi dolu bir insan haline getireceksiniz.
Ufak Şeyleri Dert Etmeyin
Çoğu zaman kendimizi kaptırıp bazı şeyleri fazla dert e-deriz, ama yakından bakınca, bunlar hiç de öyle büyütülecek şeyler değildir. Tüm dikkatimizi küçük sorunlara yöneltip, onları normal boyutlarının çok üstüne çıkarırız. Örneğin, trafikte bir araç önümüzü kesebilir. Oluruna bırakıp, yolumuza devam etmek yerine, öfkelenmeyi kendimize hak buluruz. Kafamızda hayali bir kapışma yaratırız. Hatta, çoğumuz bu olayı unutmak yerine, başkalarına da anlatırız.
Peki, neden öbür sürücüyü kazasını nerede yaparsa yapsın, diye bırakmayız sanki? O kişiye acımayı deneyin ve öyle bir telaşı yaşamanın ne kadar zor olabileceğini düşünmeye çalışın. Bu yolla kendimizi daha çok kollamış ve diğer insanların sorunlarım üstlenmekten kaçınmış oluruz.
Günlük yaşamlarımızda oluşan buna benzer daha pek çok “ufak şeyler” vardır. Bu uzun bir kuyrukta beklemek olabilir, haksız eleştirilere uğramak, ya da, yapılacak bir işin bütün hamallığım üstlenmek olabilir; ufak şeyleri dert etmeyerek neler kazanabileceğinizi göreceksiniz. Pek çok insan yaşam enerjilerinin büyük miktarını “ufak şeyleri dert ederek” har-
19
cadıklan için, yaşamın güzelliğini ve büyüsünü tümüyle ıskalamaktadırlar. Çabalarınızı bu hedefe doğru yönelttiğiniz taktirde daha sevecen ve ılımlı olabilmek için kendinizde çok daha fazla enerji bulacaksınız.
Kusursuz Olmayabileceğinizi Kabullenin
Ben bugüne dek kesin kusursuzluğu arayan hiç kimsenin yaşamında iç huzuru bulabildiğini görmedim. Her şeyin mükemmel olmasını aramakla, iç huzuru istemek birbirine ters düşer.
Bir şeyi mevcut durumundan daha iyi hale getirmeyi hedef almışsak, neredeyse, kesinlikle kaybedeceğimiz bir mücadeleye girmiş oluruz. Elde olanla yetinip şükredeceğimiz yerde, o konudaki yanlışlığa ve bunu nasıl düzeltebileceğimize odaklanıp kalırız. Tüm dikkatimizi bu yanlışlığa yoğunlaştırdığımız zaman da, durumumuzdan mutsuz ve şikayetçi oluruz.
ister dolabımızın dağınıklığı, otomobilimizdeki bir çizik, eksik sonuçlandırdığımız bir iş, birkaç kilo vermemiz gerektiği gibi, kendimizle ilgili konular olsun, ister başka bi-nnm tavırları, görünüşü veya, yaşam biçimi gibi bize ters gelen şeyler olsun, dikkatimizi sadece kusurlara yöneltmemiz, bizi asıl hedefimiz olan sevecen ve ılımlı olmaktan uzaklaştıracaktır. Bu strateji elinizden gelenin en iyisini
20
21
yapmayın, anlamına gelmez; sadece yaşamdaki yanlışlara kendinizi fazla kaptırıp, tüm dikkatinizi bunlara vermeyi bırakmanızı öngörür. Bir işi daha iyi yapmanın mutlaka bir yolu vardır, fakat bu, mevcut durumun tadını çıkarmayıp, iyi yönlerini gözardı etmek anlamına gelmez. Mesele bunun farkına varmaktır.
Burada çözüm, mevcut durumu daha iyi hale getirmekte ısrar alışkanlığına kapılacağımız anda, kendimizi tutmaktır. Böyle olunca kendinize yaşamın o anda da pek fena sürmediğini hatırlatıverin. Kendi yargılarınızın yokluğunda, her şey pekala güzel gidecektir. Yaşantınızın her alanında kusursuzluk arayışınızı bıraktıkça, yaşamın kendi içindeki kusursuzluğu keşfedeceksiniz.
Rahat ve Ilımlı İnsanların Çok Başarılı Olamayacakları Düşüncesini Bırakın
Çoğumuzun her an telaşlı, korkulu ve yarış halinde olmamızın ve hayatı sanki muazzam bir acil durummuş gibi yaşamamızın başlıca nedeni, daha sevecen ve sakin olursak, hedefimize ulaşamayacağımız korkusudur. Tembelleşip, işe kayıtsız kalacağız endişesidir.
Aslında bunun tam tersinin doğru olduğunu bilin ve bu endişenizi bırakın. Korku ve telaş içindeyken düşünmek hayatımızdan muazzam bir enerji götürdüğü gibi, motivasyonumuzu ve yaratıcı zekamızı da köreltir. Korku ve telaş içindeyken, gücünüzü kullanamaz, hiçbir şeyden tat alamaz hale gelirsiniz. Elde edeceğiniz herhangi bir başarı korku sayesinde değil, ona rağmen elde edilmiş olacaktır.
Bugüne dek çevremde rahat, huzurlu ve sevgi dolu insanlar olduğu için kendimi çok talihli bulurum. Bu insanların arasında ünlü yazarlar, sevgi dolu ebeveynler, danışmanlar, bilgisayar uzmanları ve üst düzey yöneticiler vardır.
22
23
Tümü de yaptıkları işlerden doyum alırlar ve alanlarında çok başarılıdırlar.
Ben de önemli bir dersi öğrenmiş bulunuyorum: Gereken iç huzura sahipseniz, çeşitli ihtiyaçlar, tutkular ve endişeler sizi daha az rahatsız eder. Bu durumda hedeflerinize ulaşmak ve başkalarına da bir şeyler verebilmek için dikkatinizi daha iyi yöneltebilirsiniz.
Düşünme Sürecindeki Çığ Gibi Büyüme Etkisi
Daha huzurlu olabilmenin çok etkili bir yolu, olumsuz ve güvensiz düşünmenin ne çabuk kontrolden çıkabileceğini anlamaktır. Böyle düşündüğünüz zamanlarda ne kadar gergin hissettiğinizi hiç fark ettiniz mi? Ve en önemlisi, sizi üzen her ne ise, bunun ayrıntılarına daldıkça gerginliğiniz daha da artacaktır. Bir düşünce başka birine yol açar, o başka birine… sonunda kendinizi inanılmaz biçimde huzursuz olmuş bulursunuz.
Örneğin, gecenin bir yarısı uyanıp ertesi gün yapmanız gereken bir telefon görüşmesini hatırlarsınız. Derken, böyle önemli bir görüşmeyi hatırladığınız için memnun olacağınız yerde, ertesi gün yapmanız gereken diğer işleri de düşünmeye başlarsınız. Patronunuzla yapacağınız olası bir konuşmayı prova etmeye başlayıp, kendinizi daha da sıkarsınız. Çok geçmeden, “Yahu, ne kadar çok işim var, günde elli kişiye telefon açmam gerekiyor,” diye düşünür, giderek yaşamınızı eğenmemeye ve kendinize acımaya başlarsınız. Çoğu insan
24
25
için bu tarz “düşünce saldırısının” ne kadar süreceği belli değildir. Müşterilerim bana çoğu günlerinin ve gecelerinin bu çeşit zihinsel provalarla geçmekte olduğunu söylemişlerdir. Tabii, aklınız endişelerle ve kaygılarla doluyken huzurlu olamayacağınızı söylemeye gerek yok.
Bunun çözümü, düşünceleriniz herhangi bir momenttim oluşturmaya başlamadan, zihninizde neler olduğunu fark etmektedir. Aklınızdaki küçük kartopunu çığ haline gelmeden kontrol altına alırsanız, durmanız daha kolay olacaktır. Burada verdiğimiz örnekte, ertesi gün yapacaklarınızın listesini sıralamaya başladığınız anda düşüncelerin kartopu etkisine girdiğini fark edebilirsiniz. O zaman ertesi güne saplanıp kalmak yerine, kendinizi, “Bak, yine aynı şeyi yapıyorum,” diye uyararak çığ oluşmasına izin vermezsiniz. Düşünce treni harekete geçme fırsatı bulamadan durdurursunuz. İşte, o zaman iş altında ne kadar ezildiğinizi düşünmez, o önemli telefon görüşmesini hatırladığınıza şükredersiniz. Vakit gecenin yansıdır; kalkıp bunu bir kağıda yazın ve uykunuza devam edin. Hatta, böyle anlar için başucunuzda kağıt kalem bulundurmayı bile düşünün.
Gerçekten de işiniz çok olabilir, fakat unutmayın ki, iş altında ezildiğinizi düşünmek sizi daha çok strese sokacağı için, sorunu da olduğundan daha büyük hale getirecektir. Eğer bir kez daha iş takviminize saplanırsanız, bu küçük alıştırmayı deneyin. Ne kadar etkili olduğunu görüp, şaşıracaksınız.
Sevgi Kapasitenizi Geliştirin
Hayata bakış açımızı oluşturmak için en önemli adım başka insanları sevme kapasitemizi geliştirmektir. Sevgi başka insanların durumunu anlamayı gerektiren bir duygudur. Bu, kendinizi bir başka insanın yerine koyup kendi durumunuzu bir yana bırakarak o insanın sıkıntısını da içinizde hissetmenizi gerektirir; bunu yaptığınız anda o insana bir sevgi duyacaksınız. Bu duygu diğer insanların sorunlarının, acılarının ve sıkıntılarının da her bakımdan sizinki kadar gerçek olduğunu, hatta, çoğu kez daha beter olduğunu kabullenmektir. Bu olguyu kabullenip, o kişilere biraz yardım sunmakla kendi kalplerimizi açar, şükretmeyi öğreniriz.
Sevgi uygulamayla geliştirilecek bir şeydir. İki öğesi vardır: niyet ve eylem. Niyet, sadece kalbinizi başkalarına da açmayı hatırlamak, sadece kendinizin önemli olduğu bir düzlemi büyütüp, buna başka insanları da katmaktır. Eylem ise, bu konuda “neler yaptığınızdır.” Gönlünüze göre, bir ayır etkinliğine düzenli olarak biraz para veya, zaman (ya a> her ikisini) bağışlayabilirsiniz. Sokakta gördüğünüz insanlara içten bir gülümsemeyle, selam vermeniz de geçerli-
27
dir. Ne yaptığınız o kadar önemli değildir; yeter ki, bir şey yapın. Rahibe Teresa’nın bize bir öğüdü vardır: “Bu dünyada çok büyük işler yapamayız. Sadece küçük şeyleri büyük sevgiyle yapabiliriz.”
Başkalarına sevgiyle yaklaşmak, dikkatimizi çoğu kez gereğinden fazla ciddiye aldığımız küçük şeylerden ayırarak, bize şükretmeyi de öğretir. Arasıra durup, hayatın ne mucizelerle dolu olduğunu düşünmek gerekir: görme yeteneği sayesinde bu kitabı okumanız bile hayatın bir mucizesidir; sevebilmek bir mucizedir ve daha ne çok mucize vardır. Bunu düşünmeye başladığınız zaman “büyük dert” diye gördüğünüz pek çok şeyin aslında “ufak şeyler” olduğunu ve sizin bunları büyük dert olarak nitelendirdiğinizi anlayacaksınız.
6
Unutmayın: Öldüğünüz Zaman, Yapılacak İşler Listeniz Hâlâ Dolu Olacaktır
Çoğumuz yaşamımızı sanki gizli bir hedef konmuş, bir şekilde her şeyi yapmamız gerekiyormuş gibi süreriz. Gece geç saatlere kadar çalışıp erken kalkarız, eğlenmekten kaçınır ve sevdiklerimizi beklemede bırakırız. Ne yazık ki, tanıdığım birçok insan sevdikleri insanı öyle uzun bir zaman beklemede bırakmışlardır ki, sevdikleri insan onlara olan ilgisini kaybedip, ilişkiyi bitirmiştir. Eskiden ben de bu hatayı yapardım. Çoğu kez “yapılacak işler” listemize olan saplantımızın geçici olduğuna kendimizi inandırırız; hele şu listeyi bir bitirelim, sonra rahatlayıp mutlu olacağımızı söyleriz. Ama gerçekte bu pek olmaz. Listedeki her bir madde silindikçe, yerine hemen yenisi eklenir.
Yapılacak işler listesi doğal olarak boş kalmayacak, içinde hep uğraşmamızı gerektiren maddeler olacaktır. Daima yapılması gereken telefon görüşmeleri, bitirilmesi gereken projeler ve tamamlanması gereken işler olacaktır. Aslında, dolu bir “yapılacak işler listesi” için başarının ana öğesi, bile denebilir. Bunun anlamı, sizin zamanınıza olan taleptir.
29
mm::
Her kim olursanız olun, ne iş yaparsanız yapın, şunu u-nutmayın ki, dünyada hiçbir şey sizin ve sevdiklerinizin mutluluğuyla iç huzurundan daha önemli olamaz. Eğer her işi tamamlama saplantınız varsa, gerçek bir mutluluğa hiçbir zaman kavuşamazsınız. İşin gerçeği şudur ki, hemen her şey bekleyebilir. İş hayatımızda gerçekten “ivedi” sınıfına giren çok az şey vardır. Yeterince dikkat verirseniz, her iş zamanında bitirilir.
Yaşamın amacı her işi bitirmek değil, bu yolda atılan her adımın tadını çıkararak, sevgi dolu bir yaşam sürmektir. Bunu kendime hatırlattıkça, iş listemi tamamlama saplantımı daha kolay kontrol altına alabiliyorum. Unutmayın ki, öldüğünüz zaman hâlâ listenizde tamamlanmamış işler olacak. Ve… bu işleri sizin yerinize başka biri yapacak! O halde, artık yaşamınızın değerli anlarını sonradan pişman olacağınız biçimde harcamayın.
Kimsenin Sözünü Kesmeyin; Cümlesini Siz Bitirmeyin
Birkaç yıl öncesine kadar ne büyük bir sıklıkla başkaları-ı;:n sözünü kestiğimi, ya da, onların cümlelerini bitirdiğimin farkında değildim. Bunu anladıktan sonra da bu alışkanlığın ne kadar zararlı olduğunu fark ettim. Sadece o insanların bana olan sevgi ve saygılarını zedelemekle kalmıyor, ayrıca, aynı anda iki aklın içinde olmaya çalışarak büyük bir enerji harcıyordum! Bir an bunu düşünün. Karşınızdaki insanı a-celeye getirirseniz, sözünü keser, ya da, onun cümlesini bitirmeye kalkarsanız,  sadece kendi aklınızdaki düşünceyi değil, müdahale ettiğiniz insanınkini de izlemek zorunda kalırsınız. Özellikle, çok meşgul insanlarda yaygın olan bu eğilim söz konusu her iki kişiyi de, konuşmalarım ve düşünmelerini hızlandırmak zorunda bırakır. Bu da, o kişileri sinirli ve huzursuz kılar. Yıpratıcı bir durumdur ve çoğu zaman ciddi münakaşalara yol açar, çünkü hemen herkesin nefret ettiği bir şey varsa, o da, konuştukları zaman bunu inlemeyen insanlardır. Eh, karşınızdaki insanın ağzından alıyorsanız, onu dinlediğiniz pek söylenemez, doğrusu.
30
31
Başkalarının konuşmalarına müdahale ettiğinizi fark ettiğiniz an, bu sevimsiz eğilimin artık farkında bile olmadığınız art niyetsiz bir alışkanlık olduğunu göreceksiniz. Bu iyi haberdir, çünkü yapacağınız tek şey, unutmaya başladığınız anda, kendinizi hemen yakalamaktır. Mümkünse konuşma başlamadan önce kendinize sabırlı olup bekleyeceğinizi hatırlatın. Siz söze başlamadan önce karşınızdaki insanın konuşmasını bitirmesine izin verin. Bu basit davranışın sonucu olarak, yaşamınızdaki insanlarla aranızdaki etkileşimin ne kadar olumlu gelişeceğini derhal fark edeceksiniz. Sizinle konuşan insanlar, söylediklerine kulak verip dinlediğinizi hissedince sizinle birlikte olmaktan rahatlık duyacaklardır. Başkalarının konuşmasına müdahale etmediğiniz zaman, siz de çok rahatladığınızı fark edeceksiniz. Nabzınız yavaşlayacak, karşılıklı konuşmalarınız sinir harbi olmaktan çıkıp, size keyif vermeye başlayacaktır. Bu da,daha ılımlı ve sevecen bir insan olmak için çok kolay bir yoldur.
Birisine Bir İyilik Yapın… Ve Kimseye Bundan Bahsetmeyin
Çoğumuz zaman zaman birilerine iyilik yaparız, ama ille de bunu başka bir kimseye anlatıp, gizlice taktir edilmeyi bekleriz.
Cömertliğimizi ve iyiliğimizi bir başkasına anlatmak bize kendimizi çok düşünceli bir insan olarak hissettirdiği gibi, ne kadar iyiliksever olduğumuzu ve iyilik görmeye ne denli layık olduğumuzu da hatırlatır.
Yapılan her türlü iyilik güzeldir, ama bunu yaptıktan sonra hiç kimseye anlatmamanın çok daha büyülü bir yanı vardır. İnsan başkalarına bir şey verdiği zaman daima kendini iyi hisseder. Yaptığınız iyiliği başkalarına anlatarak bu o-lümlu duyguyu sulandırmaktansa, kimseye bahsetmeyin ve olumlu duygunun tümü sizde kalsın.
Gerçekten de, insan bir şey vereceği zaman karşılık beklemeden vermelidir. Yaptığınız iyiliği başkalarına anlatmazsanız, tam anlamıyla karşılık beklemeden vermiş olursunuz; ödülünüz de, bu davranışın sizde yaratacağı gönül sıcaklığı-
32
33
dır. Bir daha birisine bir iyilik yaparsanız, bunu kendinize saklayın ve verme eyleminin sevinçli keyfini yaşayın.
Bırakın İlgiyi Başkaları Toplasın
Kendinize yönelecek ilgiye gerek duymayıp, o anırı süksesini başkalarına bıraktığınız zaman, insanın ruhuna büyülü bir şeyler olur ve çok farklı bir huzura bürünürsünüz.
Aşın ilgiye duyduğumuz ihtiyaç içimizdeki bencil yanı-mızdır ve sürekli, “Bana bakın,” der. “Ben özelim. Benim anlatacaklarım sizinkilerden daha ilginçtir.” İçimizdeki bu ses ille de ortaya çıkıp bunları söylemez, ama gizli gizli, “benim başarılarını sizinkilerden biraz daha önemlidir,” i-nancındadır. Egomuz daima görülmemizi, bizi dinlemelerini, saygı görmemizi ve özel bulunmamızı ister; çoğu zaman da bu, başkalarını yana itip kendimizi öne çıkarmak anlamındadır. Bu yanımızla başkalarının anlattıklarını keseriz, ya da, konunun ve dikkatin yeniden bize yönelmesi için konuşma sırasının tekrar bize gelmesini büyük bir sabırsızlıkla ekleriz. Bundan epey zarar gördüğümüz halde, çoğumuzda u alışkanlık az çok vardır. Oysa, konuşmanın içine dalıp onuyu tekrar kendinize getirdiğiniz zaman karşınızdaki usanın bu sohbetten aldığı zevki azaltırsınız ve bu da başka
34
35
insanlarla aranızda mesafeler oluşmasına yol açar. Sonuç: herkes kaybeder.
Bir daha bir dostunuz size başından geçen bir olayı anlatırken, ya da, başardığı bir işin sevincini sizinle paylaşırken, dikkat edin: içinizden mutlaka kendinizin konu olduğu bir karşılık vermek gelecektir.
Bu alışkanlıktan kurtulmak her ne kadar kolay değilse de, hem zevklidir hem de o anda ilginç olma açlığınızı bastırıp, sükseyi başkasının yapmasına izin vermekle gelen özgüven ve tatlı bir huzur vardır. O halde, hemen ortaya atılıp, “Ben de bir kez aynı şeyi yaptım,” ya da, “Bil bakalım bugün ne yaptım,” gibisinden bir şey yumurtlamak yerine, dilinizi tutun ve olacakları görün. Sadece, “Çok iyi yapmışsın,” ya da, “Şunu biraz daha anlatsana,” demekle yetinin. Sizinle konuşan kişi bu sohbetten büyük bir zevk alacaktır, çünkü onu dikkatle dinliyorsunuz ve bir rekabet ortamı yaratmamışsınız. Bunun sonucu olarak, o kişi sizin yanınızda kendini daha rahat hissedecek, daha güvenli ve daha ilginç olacaktır. Bu arada söz sırası ne zaman bana gelecek diye ge-rilmediğiniz için, siz de çok daha rahatlamış durumda olursunuz.
Doğal olarak, tecrübelerin karşılıklı anlatılmasının uygun olduğu ve ilgiyi tümüyle başkasına vermek yerine, paylaşmanın da gerektiği anlar vardır. Ben burada ilgiyi başkalarından kapmak dürtüsünden bahsediyorum. Göreceksiniz ki, ilgi odağı olma hevesinizi kurutursanız, dikkatleri üstünüze toplama ihtiyacının yerini, bunu başkalarına bırakmaktan doğan sessiz bir iç huzur alacaktır.
10
İçinde Bulunduğunuz Anı Yaşamayı Öğrenin
Kafamızın salim olması büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz anı ne kadar yaşayabildiğimize bağlıdır. Bir gün veya, bir yıl önce neler olduğu, ya da, ertesi gün neler olabileceğinin önemi yoktur. Sizin var olduğunuz yer içinde bulunduğunuz andır. Bu her zaman böyledir!
Ne var ki, çoğumuz birçok şeyi aynı anda dert etme sanatında ustalaşmışızdır. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız ana hükmettikçe, biz de kaygılarla ve ümitsizlikle dolu bir bunalıma gireriz. Bu durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek, gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. Ne yazık ki, şimdi bize geleceğe bakmamızı söyleyen zihniyet, bunu hep tekrarlar ve o “bir gün” bir türlü gelmez. John Lennon’un bir sözü vardır: “Yaşam, biz başka planlar yapmakla meşgulken, olagelen şeylerdir.” Biz kendimizi bu başka planlara kaptırmışken, çocuklarımız büyür, sevdiğimiz insanlar biz-
36
37
den uzağa taşınırlar, kimi ölür, vücudumuz giderek biçim değiştirir; bu arada hayallerimiz uçup gidiyordur. Kısacası, hayatı ıskalıyoruzdur.
Çoğu insan hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşar. Oysa, hiç öyle değildir. Kimsenin yarın burada olacağına güvencesi yoktur. Sahip olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz tek zaman, içinde bulunduğumuz andır. Aklımızı yaşadığımız ana verebilirsek, içimizden korkuyu atabiliriz. Bu korku gelecekte olabileceğinden kaygı duyduğumuz olaylardır… ileride parasız kalabiliriz, çocuklarımızın başı derde girer, yaşlanacak ve öleceğiz, diye duyduğumuz endişelerdir.
Korkuyla savaşmak için en iyi yol, dikkatinizi tekrar şimdiki zamana döndürmektir. Mark Tvrain’in müthiş bir sözü vardır: “Hayatım boyunca bir sürü korkunç olayla karşılaştım. Bunların birkaçını da gerçekten yaşadım.” Kimse konuyu bu kadar özlü açıklayamaz, herhalde. Bundan böyle dikkatinizi bulunduğunuz yere ve o ana vermeye çalışın. Gayretinizin karşılığını fazlasıyla alacaksınız.
11
Sizden Başka Herkesin Bilgili Olduğunu Düşünün
Bu strateji size büyük ihtimalle, kabul etmeye hiç hevesli olmadığınız bir şeyi uygulama fırsatı verecektir. Ama bir kez denerseniz, bunun kişisel gelişmenizde en yararlı yöntemlerden biri olduğunu göreceksiniz.Başlıktan da anlayacağınız gibi, bu yöntemin ana fikri karşılaştığınız herkesin son derece bilgili olduğunu düşünmektir. Yani, sizin dışınızdaki herkesin! Karşınıza çıkan herkes size bir şey öğretmek için gelmiştir. O sinir bozucu şoför, ya da, saygısız genç size sabır dersi vermek için, kulaklarınızı patlatan punk şarkıcısıysa, size hemen yargılara varmamanız gerektiğini öğretmeye gelmiş olabilir.
Sizin göreviniz yaşamınızdaki insanların size ne öğrettiğine karar vermeye çalışmaktır. Bunu yapabilirseniz, başka insanların kusurları sizi daha az sinirlendirecek ve daha az rahatsız edecektir. Bu yaklaşımı alışkanlık haline getirmeyi başarabilirseniz, çok memnun kalacaksınız. Çoğu kez o ki-Şinin size ne öğrettiğini keşfettiğiniz an, öfkenizi gidermek
38
39
de kolaylaşmış olacaktır. Örneğin, postanede kuyrukta bekliyorsunuz ve gişenin ardındaki memur özellikle, yavaş hareket ediyor. Buna hemen kızmak yerine, kendinize sorun: “Bana ne öğretmeye çalışıyor?” Öğrenmeniz gereken ders, “halden anlamak” olabilir… insanın sevmediği bir işte çalışmasının ne kadar zor olduğunu düşünürsünüz. Belki de o anda, sabırlı olma konusunda bir derse ihtiyacınız vardır. Kuyrukta beklemek sabırsızlık alışkanlığınızı gidermenin en etkili yoludur.
Bunun ne kadar eğlenceli ve kolay olduğuna şaşacaksınız. Yapmanız gereken tek şey bakışınızı, “Neden bana bunu yapıyorlar?” sorusundan, “Bana ne öğretmeye çalışıyorlar?” açısına çevirmektir. Hemen bugünden başlayıp, etrafınızdaki bilgilenmiş insanlara bir bakıverin.
12
40
Bırakın Çoğu Zaman Başkaları Haklı Olsun
Kendinize sormanız gereken en önemli somlardan biri şudur: “Haklı olmak mı istiyorum, yoksa, mutlu olmak mı?” Çoğu zaman aynı anda ikisi birden mümkün değildir.
Haklı olmak ve iddialarımızı savunmak hem muazzam miktarda zihinsel enerji tüketir hem de yaşamımızdaki insanlarla aramızda mesafe yaratır. Haklı çıkma ihtiyacı, ya da, başkasının hatalı olduğunu kanıtlama arzusu, çevremizdeki insanları sürekli savunmada olmaya yönelteceği gibi, bizi de baskı altında tutar. Buna rağmen çoğumuz (arasıra ben de) kendi doğrularımızı, ya da, başkalarının yanlışlarım kabul ettirmeye çalışarak zaman ve enerji tüketiriz. Birçok insan farkında olarak, ya da, olmayarak başkalarına hatalı olduklarını kanıtlarsa, onların bunu minnetle karşılayacağını, ya da, en azından bir şeyler öğreneceklerini sanır. Bu çok yanlış bir inançtır!
Bir düşünün. Bugüne dek hiç haksız olduğunuz söylendi ve siz bunu söyleyen kişiye, “Sen haklısın; bana haksız olduğumu gösterdiğin için çok teşekkür ederim,” dediniz mi?
41
•fl
Ya da, tanıdığınız bir kimse hatasını düzelttiğiniz için veya, haklı çıktığınız için size teşekkür etti mi? Bırakın teşekkürü, bunu hiç kabul etti mi? Elbette, etmemiştir. İşin gerçeği şudur: hepimiz düzeltilmekten nefret ederiz. Hepimiz öne sürdüğümüz savlara başkaları tarafından saygı gösterilmesini ve bunların anlaşılmasını isteriz. İnsanların en büyük arzularından biri, başkaları tarafından dikkatle dinlenmektir. Ve dinlemeyi bilenler herkes tarafından en çok saygı ve sevgiyi görürler. Karşılarındaki insanı ikide bir düzeltine alışkanlığı olanlarsa, pek sevilmezler ve herkes onlardan kaçınmaya bakar.
Bütün bunlar, haklı çıkmak hiçbir zaman uygun değildir, anlamına gelmez; insanın gerçekten haklı çıkması gerektiği ve istediği durumlar da vardır. Irkçı bir yorumla karşılaştığınız zaman olduğu gibi, hiç ödün vermek istemeyebileceğiniz ilkeler olabilir. Burada düşündüklerinizi açıkça söylemek önemlidir. Ama çoğu zaman insanın egosu öne çıkar ve kavgasız geçebilecek bir konuşmanın niteliğini bozar. Bu, ille de haklı çıkma isteğinden ve ihtiyacından kaynaklanır.
Daha geçimli ve sevecen olmanın en güzel yolu, haklı çıkmanın zevkini ve süksesini başkalarına bırakmaktır. Düzeltme huyunu bırakın. Bu huydan vazgeçmek ne kadar zor gelse de, emin olun. çabanıza değecektir. Birisi size, “Bence en önemli şey…” diye başladığında, hemen onun sözünü kesip, “Hayır, daha önemlisi şudur…” veya, buna benzer yüzlerce sözlü düzeltme yapmak yerine, bırakın karşınızdaki insanın yorumu öyle kalsın. Böylece, çevrenizdeki insanlar size karşı daha az savungan, daha çok sevgi dolu olacak, nedenini tam olarak anlamasalar bile, size karşı tahminlerinizin ötesinde bir beğeni duyacaklardır. Siz de, onların
mutluluğuna tanık olup, buna katılmanın bir ego çatışmasından çok daha tatmin edici olduğunu keşfedeceksiniz. En temel ilkelerinizden ve yüreğinizde biçimlenen fikirlerden ödün vermeniz şart değildir, ama bugünden başlayın ve bırakın çoğu zaman başkaları “haklı” oluversin.
43
13
Daha Sabırlı Olun
Hedeflediğiniz, daha geçimli ve sevecen bir benlik yaratmak yolunda sabırlı olmanın önemi çok büyüktür. Daha sabırlı olabildikçe, yaşamın kendi istediğiniz gibi olmasında ısrar etmeyi bırakıp, mevcut durumu kabullenmeye başlarsınız. Sabır olmaksızın, hayat çok bezdirici olabilir. Kolayca sinirlenip, öfkelenebilirsiniz. Sabır yaşamınıza sükunet ve kabullenme boyutunu katar.
Sabırlı olmak hoşunuza gitmese de, yüreğinizi içinde bulunduğunuz ana açmayı gerektirir. Tıkanmış bir trafikte sıkışıp, bir randevuya geciktiğinizde yüreğinizi o ana açabilmenin anlamı, düşünceleriniz kontrolden çıkıp, zihninizde çığ olacak kartopu yaratmadan önce kendinize sakin olmayı hatırlatmaktır. Derin nefesler alın ve aslında işin gerçek boyutları yanında, geç kalmanın “ufak şey” olduğunu kendinize hatırları verin.
Sabır ayrıca başka insanların kötü niyetli olmadığını da görebilmektir. Eşim Kris’le benim, dört ve yedi yaşlarında iki çocuğumuz var. Ben bu kitabı yazarken dört yaşındaki kızımız defalarca odama girip çalışmamı bölmüştür. Bu ke-
sinti bir yazar için çok tatsız bir durumdur. Buna karşı öğrendiğim (ve çoğu zaman uyguladığım) şey, kızımın davra-mşındaki masumiyeti görüp, işimi bölmesinin yaratacağı sonuçların üstünde durmamaktır. (“İşimi bitiremiyorum; kafamda oluşturduğum fikirler uçuyor;bugün çalışmak için tek fırsatım buydu…”) Bunun yerine, kızımın neden beni görmeye geldiğini kendime hatırlatırım:yanıma gelmesinin nedeni çalışmamı bozmak değil, bana olan sevgisidir. Bu iyi niyeti hatırlayınca da, içimde hemen bir sabır oluşarak, dikkatimin o ana dönmesini sağlar. Alev almaya hazır bekleyen öfke kıvılcımları derhal söner ve bir kez daha böyle güzel çocuklarım olduğu için ne kadar talihli olduğumu kendime hatırlatırım.
Şunu iyice öğrendim ki, yeterince derinlemesine bakabi-lirseniz, hem insanlarda hem de sizi bunaltan durumlardaki art niyetsizliği görebilirsiniz. Bunu görmek sizi daha sabırlı ve sakin bir insan yapacak, ve tuhaftır, ama eskiden sizi sinirlendiren çoğu durumdan zevk almaya başlayacaksınız.
14
Sabır Geliştirme Egzersizleri Yapın
Sabır, bilinçli bir egzersiz Prograımyla çok geliştirilebilecek bir yürek işidir. Kendi sabrımı derinleştirebilmek için bulduğum çok etkili bir yöntem, egzersiz yaPacağım belirli ders saatleri yaratmak oldu. Bu anlarda tüm aklımı veriP, sabretme sanatını geliştirmeye çalışıyorum. Hayatın kendisi bir ders an e olurken, ders konusu da sabır oluyor.
Beş dakikalık derslerle başlayıp, zamanla sabır kapasitenizi geliştirebilirsiniz. Kendinize şunları söyleyerek başlayın: “Şu andan itibaren beş dakika boyunca hiçbir şeyin beni sinirlendirmesine izin vermeyeceğim. Sabırlı olacağım.” Bunun sonucu sizi hayretler içinde bırakacaktır. Sabırlı olma niyetiniz, özellikle de kısa süreliğine olduğunu bildiğiniz için, sabır kapasitenizi bir anda artıracaktır. Sabır öyle bir niteliktir ki, başarı burada kendi kendim besler. Beş dakikalık dilimleri başarıyla uyguladıktan sonra, bundan daha uzun sürelerde de sabırlı olabileceğinizi göreceksiniz. Zamanla gerçekten sabırlı bir insan bile olabilirsiniz.
Evde küçük çocuklarım olduğu için, sabır geliştirme egzersizi yapmaya bol imkan doğuyor. Örneğin, tam önemli telefon görüşmeleri yapmaya çalışırken, her iki kızım da
beni soru yağmuruna tutunca, kendime şöyle diyorum: “Şimdi sabırlı olmak için çok uygun bir an. Yarım saat boyunca elimden geldiği kadar sabırlı olacağım (gördüğünüz gibi, çok çalışarak süremi otuz dakikaya kadar çıkardım).” Şaka bir yana, işe yarıyor… benim evimde çok işe yaradı. Serinkanlı olup, kendimi öfkeye kaptırmadığımda, sakin, fakat kararlı bir şekilde çocuklarımı öfkeli olduğum zamanlardan çok daha etkili biçimde yönlendirebiliyorum. Kafamı sabırlı olmaya odaklamam, yaşadığım anda çok daha uzun süre kalabilmemi sağlıyor ve bu olayın geçmişte ne çok kez yaşandığını düşünebiliyorum. Daha da güzeli, benim sabırlı davranışım çocuklara da bulaşıyor ve babalarını rahatsız etmenin o kadar da eğlenceli olmadığına karar veriyorlar.
Sabırlı olmak olaylara düzgün bakmamı da sağlar. En zor durumda bile, önümdeki sorunun “ölüm kalım” meselesi değil, sadece aşılması gereken küçük bir engel olduğunu hatırlayabiliyorum. Sabır olmadığı taktirde aynı senaryo karşılıklı bağırma, öfkelenme, kırgınlık ve yüksek tansiyona yol açacak hayati bir durum haline gelebilir. Çocuklarınızla, patronunuzla, zorlu bir insanla veya, durumla başa çıkmanız gerektiğinde, eğer “ufak şeyleri dert etmek” istemiyorsanız, sabrınızı geliştirmek çok iyi bir başlangıç olacaktır.
15
Sevgi Elini Önce Siz Uzatın
Pek çoğumuz bir tartışma, yanlış anlama, veya yetiştirilme biçimindeki farklılıklardan kaynaklanan küçük kırgınlıklara dört elle sarılırız. Kırıldığımız kişi bir dost veya akraba olsun, inatla onun bize el uzatmasını bekler, onu bağışlamak ve eski ilişkiyi tekrar başlatmak için bunun tek yol olduğuna inanırız.
Sağlığı pek de iyi olmayan bir hanım dostum yakınlarda bana oğluyla üç yıldan beri konuşmadığını söyledi. “Neden?” diye sordum. Bana geliniyle ilgili bir konuda ters düştüklerini ve önce oğlu aramadıkça, onunla bir daha hiç konuşmayacağım söyledi. Ona kendisinin el uzatmasını önerince, önce itiraz etti ve, “Bunu yapamam, çünkü onun özür dilemesi gerekir,” dedi. Kadın biricik oğluna elini uzatmadan neredeyse, ölmeye bile hazırdı. Biraz tatlı dil döküp onu ikna ettikten sonra telefon açmayı kabul etti. Sonuçta oğlu annesi onu aradığı için büyük minnet duydu ve kendiliğinden özür diledi. Hep olduğu gibi, taraflardan biri bir fırsat bulup dostluk elini uzatırsa, bundan herkes kazançlı çıkar.
Ne zaman öfkemize saplanıp kalsak, “ufak şeyleri” kafamızda kurup, gerçekten “büyük mesele” haline getiririz.
Sanki haklı oluşumuz mutluluğumuzdan da önemliymiş gibi görünür. Oysa, hiç öyle değildir. Eğer daha huzurlu bir insan olmak istiyorsanız şunu anlamanız gerekir ki, haklı olmak hemen hiçbir zaman kendinizi mutlu etmekten daha önemli değildir. Mutluluğun yolu yargıları bir yana atıp, sevgi elini uzatmaktır. Bırakın, başkaları haklı oluversin. Bu sizin haksız olduğunuz anlamına gelmez. Her şey yoluna girecektir. Siz işin ucunu bırakmanın huzurunu ve haklı olmayı başkalarına bırakmanın keyfini yaşayacaksınız. Elinizi uzatıp, haklılığı başkalarına bıraktığınız zaman onlar da size karşı daha az savungan ve daha çok sevecen olurlar. Çoğu kez onlar da size el uzatırlar. Ama eğer bu gerçekleşmezse, hiç dert etmeyin. Daha çok sevgi olan bir dünya yaratmak için size düşeni yapmanın huzuru yeter.
16
edemiyorum. Artık enerjimi öfke ve sözde sorunun altında ezilerek tüketmektense, bunu kanma ve çocuklarıma ayırıyorum. Yaratıcı düşünmek için gücüm oluyor.
Kendinize Sorun: Bir Yıl Sonra Bunun Bir Önemi Olacak mı?
Hemen her gün kendi kendime, adını “zaman içinde” koyduğum bir oyun oynarım. O anda canımı sıkan konu her ne ise, ısrarla bunun önemli olduğuna inanına hatasını yaptığım için bu oyunu uydurdum.
Oyunu oynamak için yapacağınız tek şey, şu anda canınızı sıkan durum her ne ise, bunun şimdi değil, bundan bir yıl sonra olduğunu hayal etmek. Sonra kendinize sorun: “Bu durum gerçekten de benim bunu algıladığım kadar önemli mi?” Binde bir ihtimalle öyle olabilir, ama çoğu zaman hiç o kadar önemli değildir.
Eşinizle, çocuğunuzla, ya da, patronunuzla bir tartışma olsun, kaçı n imiş bir fırsat, kaybedilmiş bir cüzdan, işinizle ilgili bir projenin fos çıkması, bileğinizin burkulması gibi soranlar olsun, büyük ihtimalle bir yıl sonra bunlar umurunuzda bile olmayacaktır. Yaşamınızı hiç etkilemeyen küçük bir ayrıntı olmaktan öteye geçmeyecektir. Her ne kadar bu kolay oyun bütün sorunlarınızı çözmeyecekse de, size ihtiyacınız olan görüş açısını kazandırır. Eskiden çok fazla ciddiye aldığım birçok şeye şimdi baktığım zaman gülmeden
50
51
Gerçeği Kabul Edin: Hayat Adil Değildir
Bir arkadaşımla yaşamdaki adaletsizlikler üzerinde konuşurken bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Hayatın adil olduğunu, ya da, öyle olması gerektiğini de kim çıkarmış?” Doğrusu, iyi soruydu ve bana gençliğimde öğretilen bir şeyi hatırlatmıştı. Hayat adil değildir. Bu yargı moral bozucu olsa da, kesinlikle doğrudur. Ne var ki, bu gerçeği kabul etmek insanı çok rahatlatan bir görüş sahibi de yapar.
Birçoğumuzun yaptığı bir hata, yaşamın adil olması gerektiğine, ya da, bir gün öyle olacağına inanarak kendimiz ve başkaları için üzülmektir. Hayat adil değildir ve hiçbir zaman olmayacaktır.Bu hataya düştüğümüzde, yaşamda bize ters gelen şeyler hakkında sızlanıp yakınarak çok zaman harcarız. Başkalarının derdini paylaşırken, yaşamın adaletsizliğini öne sürüp, “Bu haksızlık,” diye yakınırız; oysa, hiç de öyle bir vaat olmadığının farkında değilizdir.
Bu gerçeği kabullenmenin güzel yanlarından biri, bizi e-limizdeki imkanlarla en iyisini yapmaya zorlayıp, kendimize acımamıza engel olmasıdır. Şunu bilmeliyiz ki, her şeyi kusursuz hale getirmek “hayatın görevi” değildir; bunun müca-
delesi sadece bize düşmektedir. Bunu peşinen kabul etmenin başka bir yararı da bizi başkaları için üzülmekten alıkoymasıdır; çünkü o zaman herkesin birbirinden farklı donanımları olduğunu, farklı güçlere sahip olduğunu ve farklı engellerle karşılaştığını biliriz. Bu anlayış iki çocuğumu yetiştirmede, kime yardım edip edemeyeceğimi tayin etmek gibi zor kararlar vermemde, ya da, kurbanın kendim olduğu, haksızlığa uğradığımı hissettiğim kişisel durumlarda bana çok yararlı olmuştur. Bunu aklıma getirdiğim an gerçeklere gözümü açıyorum ve hemen bozulmak üzere olan rotamı düzeltiyorum.
Hayatın adil olmadığını kabullenmek, yaşamlarımızı daha iyi hale getirmek için elimizden geleni yapmayalım anlamına gelmez. Tam tersine, elimizden geleni yapmamızı öngörür. Hayatın adil olmadığını anlayıp kabullenmezsek, hem kendimize hem başkalarına merhamet duyma eğilimi belirir. Merhamet ise, doğal olarak yenilgiyi kabullenen bir duygudur ve kimseye bir yararı olmadığı gibi, herkesin olduğundan da kötü hissetmesine yol açar. Ama hayatın adil olmadığını anlamışsak, hem kendimize hem başkalarına karşı hissedeceğimiz şey, şefkattir. Şefkat de, dokunduğu her yere sevgi ve iyilik bulaştıran, yürekten gelen bir duygudur. Bir daha hayatın adaletsizlikleri üzerinde düşünecek olursanız, kendinize bu basit gerçeği hatırlatıverin. Bir anda kendinizi acıma duygularından arınmış, yararlı eyleme geçmiş bulacaksınız.
Bırakın Canınız Sıkılsın
Çoğumuzun yaşamı her an bizi harekete geçiren öyle çok dürtü ve sorumluluklarla doludur ki, bırakın rahatlayıp gevşemeyi, birkaç dakikalığına bile olsa hiç kıpırdamadan ve bir şey yapmadan oturmamız neredeyse, mümkün değildir. Bir arkadaşımın söylediği gibi, artık “insanoğlu” diye değil, “yaparoğlu” diye anılsak daha iyi olacak.
Arasıra can sıkıntısı duymanın yararlı olabileceği fikrini ilk kez Washington yakınındaki, La Conner adında küçük bir kasabada öğrendim. O sıra bu “yapacak hiçbir şey olmayan” küçük kasabada bir terapist ile çalışmaktaydım. İlk günkü çalışmamızı bitirdikten sonra eğitmenime, “Burada geceleri ne yapılır?” diye sordum. Bana cevabı şu oldu: “Kendini can sıkıntısına bırakmanı istiyorum. Hiçbir şey yapma. Eğitiminin bir parçası bu olacak.”
Önce şaka yapıyor sandım! “Neden can sıkıntısını tercih edecekmişim?” diye sordum. Bana yaptığı açıklama şöyleydi: Eğer bir saatliğine bile olsa, hiç direnmeden kendimi can sıkıntısına bırakırsam, duyduğum sıkıntı çok geçmeden yerini huzura bırakacaktı. Birkaç kez bunu uyguladıktan sonra da insan gevşemeyi öğreniyordu.
Çok şaşırmıştım, fakat eğitmenim kesinlikle haklıydı. Önceleri bana çok zor geldi. Her an bir şeyler yapmaya o kadar alışmıştım ki, gevşemek için adamakıllı mücadele etmem gerekiyordu. Fakat bir süre sonra alıştım ve o günden beri bundan zevk almayı bile öğrendim. Burada bahsettiğim şey, saatlerce tembellik etmek değil, sadece gevşeme sanatını öğrenmek ve her gün birkaç dakikalığına da olsa, hiçbir şey yapmadan oturmak. Bunu başarmak için bilinçli olarak hiçbir şey yapmamak dışında özel bir teknik gerekmiyor. Sadece kıpırdamadan oturun, ya da, pencereden dışarı bakıp kendi düşüncelerinizin ve duygularınızın farkına varın. Bu ilk başlarda sizi biraz işkillendirebilir, ama her geçen gün daha kolaylaşacaktır. Ödülüyse. muhteşemdir.
Endişemizin ve iç mücadelemizin başlıca nedeni hep faal ve fazla mesai yapan aklımızdan kaynaklanır; Aklımız her an oyalanacağı, odaklanacağı bir şey ister ve hep, “Sırada ne var?” diye merak eder. Önümüzdeki yemeği yerken, tatlı olarak ne var, diye düşünürüz. Tatlıyı yerken, sofradan kalkınca ne yapalım, sorusu aklımızdadır. Daha sonra, “Bu hafta sonu ne yapsak?” fikri bizi meşgul eder. Dışarıdan eve girdiğimizde hemen televizyonu açarız, telefona sarılırız, bir kitap karıştırırız, ya da, temizlik yapmaya başlarız. Sanki bir dakikalığına bile, yapacak bir şeyimiz olmamasından korkar gibiyizdir.
Hiçbir şey yapmamanın güzelliği, bize aklımızı netleştirip, gevşemeyi öğretmesidir. Kısa bir süre için de olsa, zihninizi “bilmeme” özgürlüğüne açmasıdır. Tıpkı bedeniniz gibi, aklınızın da o çılgın tempoda çalışmaya ara verip, dinlenmeye ihtiyacı vardır. Dinlenmesine imkan tanırsanız, daha güçlü ve yaratıcı olmasını sağlarsınız.
Eğer kendinizi can sıkıntısına bırakırsanız, her gün her saniye bir şeyler yapmanın üzerinizde yarattığı baskının bir hayli azaldığını fark edeceksiniz. Artık çocuklarımdan biri bana gelip, “Baba, canım sıkılıyor,” dediği zaman, ona, “Çok iyi,” diyorum. “Biraz sıkılmak iyidir.” Benim böyle söylediğimi duyunca, bu sorunu benim çözmeyeceğimi anlıyorlar. Sizler de herhalde, kimsenin size can sıkıntısını tavsiye edebileceğini düşünemezdiniz. Eh, her şeyin bir ilk defası vardır!
Strese Dayanma Gücünüzü Azaltın
Oysa, günümüz toplumunda bunun tam tersi istenir. Oldum olası büyük stres ve baskı altındaki insanlarla, bu strese dayanabilenlere hayranlık duymuşuzdur. Birisi bize, “Çok yoğun çalışıyorum,” veya,  “Çok stres altındayım,” dediği zaman bu kimseleri çok taktir etmemiz, hatta, öykünmemiz beklenir. Stres danışmam olarak çalıştığım için müşterilerimin gururla, “Strese karşı çok dayanıklı yımdır,” deyişlerini hemen her gün duymaktayım. Tabii, bu insanlar ofisime geldikleri zaman çoğu kez benden bekledikleri şey, daha ağır stresi kaldırabilmeleri için, dayanma güçlerini artırmam oluyor!
Neyse ki, duygusal çevremizde hüküm süren ve hiç ihlal edilemeyen bir yasa vardır: Mevcut durumumuzdaki stres düzeyimiz, strese dayanma gücümüze eşittir. “Ağır strese katlanabilirim,” diyen insanların her zaman ağır stres altında olduklarını fark edeceksiniz. Demek ki, insanlara strese dayanma gücünü artırmayı öğretirseniz, o oranda stresleri artacaktır. Stres düzeyleri artan kapasitelerine erişene kadar daha çok gerilim ve sorumluluk üstleneceklerdir. Stres altında boğulmuş bir insanın kendine gelebilmesi için çoğu kez ciddi bir olay gerekir. Bir eş tarafından terk edilmek, hayati bir
57sağlık sorunu, ciddi bir bağımlılığın baş göstermesi gibi vahim bir olay bu insanlara şok etkisi yaparak, yaşamlarında yeni bir strateji aramalarına yol açar.
Size tuhaf gelebilir, ama bugün gidip bir stres yönetimi kursuna katılacak olsanız, büyük ihtimalle size öğretecekleri şey, buna dayanma gücünüzü artırmak olacaktır. Galiba, stres danışmanları da fazla stres altında eziliyorlar!
Yapmanız gereken ilk şey, başlayan stresi kontrolden çıkmadan önce fark etmektir. Aklınızın gerektiğinden hızlı çalıştığını hissettiğiniz an, orada durup tekrar doğru rotaya geçmenin zamanıdır. İş çizelgeniz çığımdan çıktığı an, artık yavaşlamanın ve listenizdeki her şeye kafa patlatmaktansa, yeni bir değerlendirme yapmanın zamanı gelmiştir. Dizginlerin elinizden çıktığım hissetmişseniz ve önünüzdeki işlere bezginlikle bakıyorsanız, kolları sıvayıp işe sarılmak yerine, gevşeyin, derin soluklar alın ve kısa bir yürüyüşe çıkın. İyice bunalmadan önce fazla stres altında, olduğunuzu anlayıp, bunu frenlemezseniz, tıpkı tepeden aşağıya yuvarlanan bir kartopu örneğinde olduğu gibi, stresiniz kendi momentini kazanarak kontrolden çıkar ve durdurmak neredeyse imkansız olur. Oysa, küçükken başa çıkması çok daha kolaydır.
İşlerin tamamını yapamayacaksınız, diye kaygılanmak gereksizdir. Zihniniz açık ve huzurluysa ve stres düzeyiniz azaltılmışsa, işinizde çok daha verimli olur, çalışmaktan keyif alırsınız. Strese dayanma gücünüzü azalttıkça, stresin kendisi de azalacak, bununla başa çıkmanızı sağlayan yaratıcı fikirleriniz de daha iyi işlerde kullanılabilecektir.
Haftada Bir Kez Yürekten Gelen Bir Mektup Yazın
Bu uygulama birçok insanın yaşamını değiştirmekte büyük bir rol oynamış, onların daha huzurlu ve sevecen olmalarına yardım etmiştir. Her hafta birkaç dakikanızı ayırıp yüreğinizin sesiyle bir mektup yazmak size de çok yararlı olabilir. Elinize bir kalem almak, ya da, daktilonun başına geçmek hızınızı biraz kesip, yaşamımızdaki güzel insanları hatırlamanızı sağlar. Bir şey yazmak için masanın başına geçme hareketi hayatınızı minnetle doldurmaya yardımcı olur.
Bir kez bunu uygulamaya karar verirseniz, listenizde ne kadar çok insan olduğunu görüp, şaşıracaksınız. Bir müşterim bana, “Listemdeki herkese yazmaya ömrüm yetmez,” demişti. Böyle bir şey sizin için de geçerli mi, bilmiyorum, ama büyük ihtimalle halen yaşamınızda, ya da, geçmişinizde sizden gelecek sevgi dolu bir mektubu hak eden pek çok insan vardır. Böyle bir kimse bulamıyorsanız, hiç tanımadığınız birine yazın… bu kişi eserlerine hayranlık duyduğunuz bir yazar, hatta, halen yaşamayan bir yazar olabilir. Yaşayan, ya da, çoktan ölmüş bir mucit veya, filozof olabilir. Yazacağımz mektubun en önemli yanı, düşüncelerinizi şükran duymaya yöneltmektir. Mektubu gönderaneseniz de, yazmanız bile yeterlidir.
Mektubun amacı basittir: sevgi ve minnet duygularınızı i-fade etmek. Eğer mektup yazmada biraz beceriksizseniz, hiç dert etmeyin. Bu iş bir kafa yarışması değil, yürek vergisidir. Eğer aklınıza pek bir şey gelmiyorsa, şöyle kısa bir notla başlayın: “Sevgili Jasmine. Bu sabah uyanınca, hayatımda senin gibi insanlar bulunduğu için ne kadar talihli olduğumu düşündüm. Benim dostum olduğun için sana çok teşekkür ederim. Gerçekten çok talihliyim. Yaşamın sana tüm mutlulukları ve sevinçleri vermesini diliyorum. Sevgiler, Richard.”
Böyle bir not yazıp göndermek sadece dikkatinizi hayatınızdaki iyi şeylere yöneltmenizi sağlamakla kalmaz, bu notu alan kişi de, büyük ihtimalle son derece duygulanacak ve size minnet duyacaktır. Çoğu kez bu basit uygulama bir sevgi spiralinin doğmasına yol açar; öyle ki, sizin notunuzu alan kişi aynı şeyi başka birine yapar, veya, o andan itibaren etrafındakilere daha çok sevgi duyar ve gösterir. O halde, hadi, ilk mektubunuzu bu hafta yazın. Bahse girerim, bunu yaptığınıza çok memnun kalacaksınız.
Kendi Cenazenize Katıldığınızı Farzedin
Bu yöntem bazılarına biraz ürkütücü gelebilir, ama bize hayatımızda neyin önemli olduğunu hatırlatmak bakımından son derece etkilidir.
Şöyle bir geriye baktığımızda, geçmiş yaşamımızda ne kadar gergin olduğumuzu anlayıp buna hayıflanırız. Dünyanın hemen her yerinde ölüm döşeğindeki insanlar geçmiş yaşamlarına baktıkları zaman önceliklerinde yanlış sıralama yaptıklarını düşünüp, keşke, farklı olsaydı, derler. Pek az istisna dışında, herkes ufak şeyleri dert ettiğine pişman olur. Bunun yerine, gerçekten sevdikleri insanlara ve etkinliklere daha çok zaman ayırmış olmayı dilerler. Oysa, dikkatli bir gözlem altında hiç de önemli görünmeyen konularda ne çok zaman harcamışlardır. Kendi cenazenize katıldığınızı hayal etmek size, hâlâ fırsatınız varken geride kalan hayatınıza bir bakıp, önemli değişiklikleri yapma fırsatı verecektir.
Biraz ürkütücü ve acıklı da olsa, hâlâ yaşıyorken, ölümünüzü düşünmek yararlıdır. Bunu yapmak size nasıl bir insan olmak istediğinizi ve sizin için gerçekten en önemli önceliklerin ne olduğunu hatırlatır. Eğer birazcık olsun, bana benzeyen bir insansanız, bunu yapmak size yaşamınızı değiştirecek mükemmel bir uyan olacaktır.
Sık Sık Tekrar Edin “Hayat Bir Acil Durum Değildir”
Bu yöntem bir bakıma bu kitabın ana fikrinin özetidir. Her ne kadar pek çok insan tersine inansa da, hayat gerçekten acil bir durum değildir.
Yıllar içinde yüzlerce müşterim, hayatı acil bir durum gibi görme eğilimleri yüzünden hem ailelerini hem de kendi hayallerini ihmal etmişlerdir. Haftada seksen saat çalışmazlarsa her işin üstesinden gelemeyeceklerine inanarak bu nörotik davranışı haklı görüyorlardı. Ben de onlara, öldükleri zaman yapılacak işler listesinin hâlâ dolu olacağını hatırlatırdım.
Ev kadını ve üç çocuk annesi olan bir müşterim bana şöyle demişti: “Herkes evden çıkmadan istediğim gibi temizlik yapamıyorum.” istediği kusursuzluğu sağlayamadığı için öyle asabileşmişti ki, doktoru ona sinir yatıştırıcı ilaç vermek zorunda kalmıştı. Sanki birisi kafasına tabancayı dayamış, her bir tabağı doğru yere kaldırmasını, her bir peçeteyi düzgün katlamasını buyurur gibiydi. Bakın, burada
yine aynı varsayım var: bu acil bir durumdur! Oysa, aslında yaşadığı baskıyı yaratan kendisinden başka kimse değildi.
Daha bugüne dek küçük şeyleri büyük sorunlara çevirmeyen kimseye rastlamış değilim (kendim dahil). Hedeflerimizi öyle ciddiye alırız ki, yo! boyunca o işten zevk almayı ve biraz olsun dalga geçmeyi tamamen unutuveririz. Basit tercihler yapar, sonra bunları mutluluğumuzun baş koşulu haline getiririz. Ya da, o işi kendi koyduğumuz zaman sınırı içinde bitiremezsek, dövünür dururuz. Çoğu kez daha huzurlu bir insan olma yolundaki ilk adım işin ivediliğini kendi kendimize yarattığımızı kabul etmektir. İşlerimiz plana göre yürümese de, hayat devam eder. Bu nedenle, “hayat bir acil durum değildir,” diye sık sık kendimize hatırlatmak çok yararlı olacaktır.
Zihninizde Özel Bir Bölüm Açın
Böyle bir bölüm bir olayı hatırlamanız, ya da, benimsediğiniz bir anlayışı öne çıkarmanızda çok işe yarayacaktır. Tam iyice bunalma aşamasına geldiğiniz anlarda sizi hiç yormadan ve çok etkili biçimde aklınızı kullanmanızı sağlayacak bir yoldur. Bu bölümü kulllanmamn anlamı, siz o anda başka bir şeyle meşgulken, zihninizin başka bir sorunu çözmesine izin vermektir.
Bu işlem tıpkı ocağınızda hafif ateşte yemek pişirmeye benzer. Hafif ateşte pişerken tencereye atılmış olan şeyler iyice birbirine karışır, harmanlanır ve tam kıvamına gelerek lezzetli bir yemek oluşur. Bu yemeği hazırlarken, çeşitli yiyecekleri tencereye koydunuz, karıştırdınız ve bırakıp gittiniz. Çoğu kez, pişme sürecine ne kadar az müdahale ederseniz, sonuç o kadar iyi olur.
Tıpkı buna benzer biçimde, yaşamın değişen şiddetlerin-deki birçok sorununu çözebiliriz. Bunun için zihnimizin bir bölümünü bir dizi sorun, olgu, değişkenler ve olası çözümlerle yüklemek yeterlidir. Tıpkı çorba yaparken olduğu gibi de,  yüklediğimiz  fikirlerin  kıvamında gelişebilmesi  için, zihnimizin bu bölümüne hiç müdahale etmemeliyiz.
İster bir sorunu çözmek için debeleniyor olun, ister birinin adını hatırlamakta zorlanın, zihninizin bu bölümü hep size yardıma hazırdır. Bizim ılımlı, gösterişsiz ve bazen en zekice düşünme kaynağımızın, hemen o anda çözüm bulamadığımız konularda sessizce işlemesini sağlar. Yalnız, bu yöntemin öngördüğü şey sorunların yok sayılması veya, sürüncemede bırakılması değildir. Yani, bunları zihninizin bir bölümüne yerleştirdikten sonra, üzerine kepenk indirmeniz istenmiyor. Bunun yerine, sorunu zihninizde hafifçe tutuyor, fakat etkin bir biçimde onu düşünmüyorsunuz. Bu basit teknik pek çok sorununuzu çözmeye yarayacak ve yaşamı-nızdaki stresle, yorgunluğu büyük ölçüde azaltacaktır.
Her Gün Bir Dakikanızı Teşekkür Edecek Birini Düşünmek İçin Harcayın
Aslında en çok birkaç saniyenizi alacak olan bu strateji, benim uzun zamandan beri sahip olduğum bir alışkanlıktır. Güne başlarken hep teşekkür edeceğim birini düşünürüm. Bana göre şükran ve iç huzuru birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bana verilen yaşam nimeti için ne kadar içten minnet duyarsam, kendimi o denli daha huzurlu hissederim. O halde, şükran duygusunun gelişmesi için biraz pratik yapmak gereklidir.
Eğer biraz olsun bana benziyorsanız, yaşamınızda minnet duyacağınız pek çok kimse vardır; aile bireyleri, geçmişinizde kalan insanlar, öğretmenleriniz, iş arkadaşlarınız, sizi bir sıkıntıdan kurtarmış olanlar ve bunun gibi yüzlerce kişi olabilir. Ya da, daha üst bir düzlemde, yaşamın kendisi veya doğanın güzelliği için minnet duyabilirsiniz.
Minnet duyacağınız insanları düşünürken, bunun herhangi bir kimse olabileceğini unutmayın; hayata atılmanızı sağlayan kişi, size geçmeniz için kapıyı açan biri, ya da, hayatınızı kurtaran bir hekim… İşin püf noktası dikkatinizi şükran
duygusuna yöneltmektir… ve bunu sabah ilk iş olarak yapmanızdır.
Yıllar önce öğrendiğim bir şey, aklımı olumsuzluğa ne kadar kolayca açabildiğim oldu; böyle yapınca da kaybolan ilk duygu, minnet duygusudur. Yaşamımdaki insanların değerini unuturum; içimdeki sevginin yerini küskünlük ve hayal kırıklığı alıverir. Bu stratejinin en büyük yararı beni hayatımın iyi yanlarına odaklamasıdır. Teşekkür edeceğim birini düşünürken hiç şaşmaz, hemen bir başkası aklıma geliverir… derken bir başkası. Çok geçmeden şükran duyacağım diğer şeyleri hatırlamaya başlarım: sağlığım, çocuklarım, evim, mesleğim, kitaplarımı okuyan insanlar, özgürlüğüm ve bunun gibi bin türlü şey.
Bu tavsiyem size çok basit gibi gelebilir, ama gerçekten çok işe yarar. Sabah uyanır uyanmaz aklınıza teşekkür etmeyi getirirseniz, güne huzur içinde başlamanız kaçınılmazdır.
Tanımadığınız İnsanların Gözlerine Bakın
ve Gülümseyerek, Merhaba, Deyin
Yabancılarla ne kadar az göz temasımız olduğunu hiç düşündünüz mü? Nedendir? Onlardan korkuyor muyuz? Yüreğimizi tanımadığımız insanlara açmaya engel olan şey nedir?
Bu soruların cevabını ben de bildiğimi söyleyemem, ama bildiğim bir şey varsa, o da yabancılara karşı tavrımızın, genel anlamda mutluluğumuza paralel oluşudur. Başka bir deyişle, başını yere çevirmiş, asık bir suratla ve gözlerini herkesten kaçırarak yürüyen bir insanın, için için mutlu ve sevinçli bir kimse olması mümkün değildir.
Size ille de dışavurumcu olmanızı, başkalarının gününü ışıldatmak için enerji harcamanızı veya, cana yakın rolü yapmanızı öneriyor değilim. Tavsiyem sadece, yabancıları da sizden pek farklı olmayan insanlar gibi kabul ederek, onlara hem saygılı hem de bir gülücük ve göz temasıyla dav-ranmanızdır. Bunu yaptıkça, kendinizde de güzel değişik-
likler olduğunu fark edeceksiniz. Çoğu insanın da tıpkı sizin gibi olduğunu görürsünüz; onların da aileleri, sevdikleri insanlar, sorunları, kaygıları, beğendikleri ve beğenmedikleri şeyler ve korkuları vardır. Yine fark edeceğiniz önemli bir şey de, ilk adımı siz attığınız zaman karşınızdaki insanın ne kadar iyi ve minettar olabileceğidir. Herkesin birbirine ne kadar benzediğini görünce, insanların içindeki masumiyeti de görmeye başlarsınız. Yani, her ne kadar sık sık kafamızı duvara çarpsak da, herkes kendi koşullarına göre ve bildiği şekilde elinden geleni yapıyordur. İnsanların kötü niyetli olmadığını kabul etmek, içimize katıksız bir mutluluk verir.
Her Gün Kendinize Biraz “Sessiz Zaman” Ayırın Bu stratejiyi kaleme alırken saat sabahın 4.30’udur; günün en sevdiğim zamanı. Eşim ve çocuklarımın yataktan kalkmasına ve telefonun çalmaya başlamasına en azından bir buçuk saat var. O ana kadar kimse benden bir şey yapmamı istemeyecek. Dışarıda çıt yok ve ben bir basmayım. Yalnız olmanın, düşünecek zaman bulmanın ve sessizliğin tadını çıkarabilmenin son derece tazeleyici ve huzur veren bir niteliği vardır.Stres yönetimi alanında on yılı aşkın bir süredir çalışmaktayım. Bu süre içinde birçok olağanüstü insanla tanıştım. Kendisiyle barışık tek insan tanımadım ki, hemen her gününün bir bölümünü “sessiz zaman” olarak ayırmasın. On dakikalık bir yoga meditasyonu olsun, doğada kısa bir gezinti, ya da, kapıyı kilitleyip on dakika küvette yalnız kalmak olsun, kendinize ayıracağınız sessiz zamanın çok büyük önemi vardır. İnsan tek başına zaman geçirirken gününü dolduran birçok gürültüyü ve karmaşayı dengeleyebilir. Kendime sessiz zaman ayırdığımda, günün geri kalanı benim için daha kolay geçer. Zaman ayıramadığım günlerde aradaki fark hemen göze çarpar.
Her gün yapmakta olduğum ve arkadaşlarıma da alıştırdığını küçük bir uygulamam vardır. Her gün işimle ev arasını otomobilimle katederim. İşten dönerken, evime az bir mesafe kala arabamı kenara çekip dururum. Şöyle birkaç dakika oturup manzaraya bakabileceğim veya, gözlerimi kapayıp derin soluklar alacağım güzel bir yer var. Bunu yapmak benim hızımı keser, kendime döndürür ve minnet duymamı sağlar. Kendilerine sessiz zaman bulamadıkları için yakınan pek çok arkadaşıma da bu taktiği anlattım. Yoksa, otomobillerinde radyo avaz avaz açık halde garaj larina dalıyorlardı. Oysa, hareketlerinde küçük bir değişiklikle artık evlerine çok daha rahat ve gevşemiş halde giriyorlar.
Yaşamınızdaki İnsanları Minik Çocuklar ve Yüz Yaşında İhtiyarlar olarak Düşünün
Ben bu tekniği yaklaşık yirmi yıl önce öğrendim. Başkalarına karşı duyacağımız rahatsızlığı salıvermede son derece başarılı bir yöntemdir.
Sizi gerçekten çok sinirlendiren ve kızdıran birini düşünün.    Sonra gözlerinizi kapayıp bu kişiyi minik bir çocuk olarak hayal edin. Onların minicik yüz hatlarını ve masum bakan gözlerini görmeye çalışın. Unutmayın ki, çocukların hata yapması doğaldır ve hepimiz bir zamanlar çocuktuk. Şimdi saati bir anda yüz yıl ileriye alın ve aynı kişiyi yüz yaşında, ölüm döşeğindeyken gözünüzde canlandırın. Solgun ve yıpranmış gözlerini, dudaklarındaki hafif tebessümü görmeye çalışın. O tebessümde artık hayatı anlamış olmanın bilgeliği ve yapılan hataların sessiz itirafları vardır. Unutmayın ki, bizim de yüz yaşına gelmemize, ya da, ölüm döşeğinde yatmamıza sanıldığı kadar çok kalmamıştır.
Bu tekniği istediğiniz biçimde evirip çevirebilirsiniz. Uygulayana daima o an için gerekli perspektifi ve şefkati sağlayacaktır. Eğer hedefimiz daha huzurlu ve sevecen olmaksa,
kesinlikle başka insanlara karşı olumsuz duygular barındır-mamalıyız.
Önce Karşınızdaki Kimseyi Anlamayı Hedefleyin
Bu tekniği Stepnen Covey’in “Çok Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” kitabından aldım. Bu yöntemi kullanarak kısa yoldan daha doygun ve büyük ihtimalle, daha etkili bir insan olabilirsiniz.
Temel olarak karşınızdaki kimseyi anlamayı hedeflemek, sizin karşımzdakiler tarafından anlaşılmak isteğinizi bastırıp, önce onları anlamak için çaba gösterebilmenizdir. Yani, kendinize ve başkalarına yararlı olacak kaliteli bir iletişim kurmak istiyorsanız, önce başkalarını anlamak gerektiğini kabul edeceksiniz. Karşınızdaki insanların nereden geldiklerini, ne yapmaya çalıştıklarım, neye önem verdiklerini ve bu gibi noktalan  anladıktan sonra, sizin anlaşılmanız hiçbir çaba gerektirmeden, doğal olarak gerçekleşecektir. Ancak, bu süreci tersine çevirmeye kalkarsanız, (ki, çoğumuz çoğu zaman böyle yaparız) arabayı atın önüne koymuş olursunuz. Karşınızdakini anlamadan kendinizi anlatmaya çalışırsanız, harcadığınız çaba hem siz hem de karşınızdaki insan tarafıııdan hissedilir. İletişim sekteye uğrar ve belki de konuşma bir kişilik çatışması halinde son bulur.
Evliliklerinin ilk on yılını mali konularda tartışarak mutsuzluk içinde geçiren bir çiftle çalışmıştım. Adanı kazandığı her kuruşu karısının bir yana saklama isteğini anlayamıyor-du. Kadın da onun çok fazla harcama heveslisi oluşundan yakınmaktaydı. Her ikisi de büyük bir hüsran içinde, diğer tarafın amacım anlamaktan uzaktı. Bu çiftin sorunu çok büyük sayılmazdı ve çözümü kolaydı. İkisi de anlaşılmadığını hissediyordu. O halde, birbirlerinin sözünü kesmeden, dikkatle dinlemeyi öğrenmeleri gerekliydi. Ben de onlara bunu yapmalarında yardımcı oldum. Adam karısının kendi ebeveynleri gibi sefil olmamak için para biriktirdiğini anladı. Yani, ileride bir gün beş parasız kalmaktan korkuyordu. A-dam ise, kendi babasının annesine sağladığı yüksek standardı karısına veremediği için utanıyordu. Karısının onunla gurur duymasını istemişti. Birbirlerini daha iyi anladıkça, kırgınlıkları yerini karşılıklı anlayışa bıraktı. Bugün artık harcamayla tasarruf arasında sağlıklı bir denge kurmuş durumdalar.
Önce karşınızdakini anlamak, kimin haklı kimin haksız olduğu konusu değildir; sadece etkili bir iletişim kurmanın temel felsefesidir. Bu yöntemi kullandığınız zaman, sizinle konuşan insanların ciddiye alınmaktan ve sözlerinin dinlenmesinden memnun kaldıklarım fark edeceksiniz. Bu da, çok daha iyi ve sevgi dolu ilişkiler anlamına gelir.
Dalıa İyi Bir Dinleyici Olun
Çocukluğumdan beri hep iyi bir dinleyici olduğuma ina nırdım. Her ne kadar on yıl öncesine göre bu becerimi geliş tirmişsem de, itiraf etmeliyim ki, hâlâ ancak yeterli bir dinleyici sayılırım.
Etkili dinleme sadece başkalarının sözünü kesmek, ya da, onların cümlelerini bitirmek gibi kötü alışkanlıklardan kaçınmayı sağlamaz. Aynı zamanda, hemen karşılık vermek için karşınızdakinin bitirmesini sabırsızlıkla beklemeden, onun bütün söyleyeceklerini sonuna kadar dinlemeye gönüllü olmaktır.
Dinlemeyi beceremeyişimiz bir bakıma yaşam tarzımızı da simgelemektedir. Çoğu zaman iletişimi sanki bir yarışmış gibi görürüz. Sanki hedefimiz konuşan kişinin cümlesini bitirdiği an ile bizim başlamamız arasında en küçük bir zaman boşluğu bırakmamak gibidir. Geçenlerde eşimle birlikte bir kafede yemek yiyor, bir yandan da çevremizde geçen konuşmalara kulak kabartıyorduk. Kimsenin dinlediği yoktu; sanki birbirlerini dinlememeyi sıraya koymuş gibiydiler.

Benzer İçerikler

Sözlü Dövüş /Kibarca İkna Sanatı | George J. Thompson

yakutlu

48 Saniye; 48 Saniyede Proplemleri Çözme ve Kendinle Yüzleşme Sanatı | Şahika

yakutlu

Beyindeki Seks Aşk ve Cinsel Hayatınızı Değiştirecek 12 Ders

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy