Duru’nun hayatı, annesi çalıştığı bisküvi fabrikasındaki işini kaybedince bir anda değişir. Annesi ve kardeşiyle birlikte yaşadıkları daireyi bırakıp, sevilen aile büyüğü Müyesser Hala’nın evine taşınırlar. Eski okulundaki arkadaşlarına veda etme, yeni bir okula alışma fikri Duru için yeterince zorken, Müyesser Hala’ya yardımcı olan Seher Teyze’nin soğuk tavırları da kafasını karıştırmaktadır. Derken bir gün Umut’la tanışır. Ailesinin yakın geçmişine ve acılı mübadele yıllarına ilişkin öğrendikleri ona yeni sorular sordururken, yarınlar bambaşka sürprizlerin habercisidir.
Birbirinden farklı konulara eğildiği romanlarıyla sevilen Nehir Yarar, bu kez okurlarını yeniden genişleyen bir aile evine davet ederken, hayattaki umulmadık değişimlerin insanı bazen hayallerine ne kadar yakınlaştırabileceğini hatırlatıyor.
İçindekiler
Bir Sorun Var…………………………………………………………………..9
En Zor Karar…………………………………………………………………. 21
Veda …………………………………………………………………………….. 30
Umutsuz Vaka ……………………………………………………………….55
Mecburi Arkadaşlık……………………………………………………….66
Gün Sayıyorum……………………………………………………………… 76
Yeni Okul ………………………………………………………………………89
Sürpriz Haberler……………………………………………………………99
Gerçekleşen Hayaller ……………………………………………………111
Bir Sorun Var
Kış güneşi son hazırlıklarını da tamamladıktan sonra, yeryüzünün karanlıkta kalan kısmına doğru göz kırptı. Bunu gördüğüme yemin edebilirim. Gözlerimi kısıp kayboluşunu seyretmek pek kolay olmadı ama başardım. Güneşin gidişiyle birlikte sokağımızın sessiz süsleri olan ağaçların canı sıkıldı. Yapraklarının çoğunu kısa bir süre önce lodosa teslim eden çıplak dallar, gün ışığının erken vedasına bozulmuş gibi görünüyorlardı. Titriyorlardı sanki… Bu sırada kaldırımdan inen beyaz kedi aniden durdu. Dalların titreyişini o da gördü, ardından başını yola doğru uzattı. Tıpkı bize okulda öğrettikleri gibi soluna sağına bakıp hızlı adımlarla karşıya geçiverdi. Tehlikenin sona erdiğini nasıl anladıysa, kaldırıma çıktığında adımları yavaşladı. Çöp konteynerine yaklaşırken patileri birbirine dolandı. Kendini çöplerin arasına bırakmak için sabırsızlanıyor gibiydi. Fakat kulaklarını dikip biraz bekledi. Beyaz kedi tüylerini karartacak çöplere karıştığı sırada, sokağın başında annemle kardeşim göründü. Bana doğru bakıp el salladılar. Arada epey mesafe olsa da pencerenin önünde beklediğimi tahmin etmiş olmalıydılar.
Eve iyice yaklaştıklarında, annemin yorgun olduğunu fark ettim. Omuzları çökmüştü. Kısacık saçının sağ tarafına tutturduğu o çiçekli tokayı başında göremedim. Halbuki sabah evden çıkarken özenerek takmıştı saçına. Derin’in elini daima sıkı sıkı tutardı. Fakat bu akşam Derin annemin bileğini sımsıkı kavramıştı. Eve hep koşar adımlarla gelen annemin ayaklarıyla ilgili bir problemi vardı sanki. Derin onu çekiştirmese epey zaman alırdı eve varması. İçeri girer girmez, bitkin sesiyle, “Nasıl geçti okul?” diyen annemin sorusunu ona sarılarak yanıtladım. Ufaklık da bu sırada banyoya koştu. “Matematik yazılısı beynimi uyuşturdu. Şu geometri bir gün beni öldürecek. Fakat matematik öğretmenimin, ‘Seni öldürmeyen şey güçlü kılar,’ sözü doğruysa belki de güçleniyorumdur.” “Birincisi, o söz sizin öğretmeninize ait değil Durucuğum. İkincisi, şimdiye kadar hiç kimse ders çalışmaktan ölmedi canım.”
“Matematik konusunda elimden geleni yapmaya çalışıyorum anne. Sınavlar açıklandığında lütfen bu söylediğimi hatırla.” Elindeki çantayı yere bırakıp mantosunu üzerinden çıkardıktan sonra, “Hatırlamak için elimden geleni yaparım. Mümkünse Rapunzel’le yarışacak kadar güzel saçlarına gösterdiğin özeni matematik için de göster, belki daha iyi sonuçlar alırsın,” dedi. “Demek saçlarım o kadar iyi görünüyor ha!” derken portmantonun aynasına doğru dönüp saçlarıma şöyle bir göz gezdirdim. “Bu arada öğle tatilinde sana verdiğim sözü tuttum. Ton balıklı konservemi ve salatamı bitirdim. Okulda balık konservesi yediğim için birkaç kişi dalga geçti. Benim için önemli olan okulda aç kalmamak. Bu yüzden söylenenleri duymamış gibi yaptım. Böyle işte…” Gözlerini kısıp, “Başka bir şey yok mu?” diye sordu. İçimi okuyan bir annem olduğunu artık kabul etmeliyim. “Belki biraz da Yağmur’la tartışmış olabilirim.” Mantosunu asarken, “Buna çok şaşırdım. Yağmur en sevdiğin arkadaşın değil mi?” dedi. Gözü bende, askıya pamuklanmış mantosunu el yordamıyla hızla yerleştirdi. Ben onu izlerken, gözlerini benden ayırmadan ellerini yıkamak için banyoya yöneldi. Hipnotize olmuş gibi hemen arkasından banyoya girdim. Dünyanın en hızlı tavşanıyla yarışabilecek kapasitede olan Derin’se çoktan mutfağa geçmiş, “Karnım aç!” diye bağırıyordu. “İnsanlar en sevdikleriyle de tartışabilirler anne, bunu bana sen söylemiştin. Hatırladın mı, babam evden gittiğinde tam da böyle bir cümle kurmuştun.” Havluyla yüzünü kurulamaya çalışırken, “Çok haklısın Duru. Sevdiklerimizle sürekli iletişim halindeyiz. Bazen fark etmeden onları kıracak şeyler yapabiliyoruz. Umarım çabucak barışırsınız,” dedi. Sonra da mutfağa girip buzdolabını karıştırmaya başladı. Bu sırada Derin elindeki kaşığı masaya vurarak annemi hızlandırmaya çalışıyordu. “Barıştık bile, bizim küs halimiz en fazla birkaç ders saati sürer. Son ders ondan özür diledim. Aslında hatanın bir kısmı da ondaydı fakat uzatmaya gerek yok diye düşündüm.” “Sen iyi bir çocuksun Duru.” “Doğruyu söylemek gerekirse, ertesi günkü sınav için onun defterinin fotokopisine ihtiyacım vardı. Elbette öncelikle Yağmur’u çok sevdiğim için barıştım. Fakat fotokopinin bu işteki minik rolünü de inkâr edemem.” “Bana karşı dürüst olmanı takdir ediyorum Duru,” derken havuç dolu poşetin ağzını açmaya çalışıyordu. “Eğer çektirdiğin fotokopinin ardından kendini iyi hissediyorsan bence hiçbir sorun yok.” “Merak etme anne, kendimi gayet iyi hissediyorum. Hem arkadaşlar biraz da zor zamanlar içindir. İhtiyacımız olduğunda defterimizi, kitabımızı paylaşmalıyız. Bu arada anne, o marulu ve havuçları yerine koy istersen çünkü ben salatayı hazırladım. Dolabın en alt rafında duruyor.” “Meleğim, annesinin bir numaralı yardımcısı,” diyen annem buzdolabını kapattıktan sonra gelip bana sarıldı. ‘Umarım marulları yeterince yıkamışımdır,’ diye düşünüyordum annem saçlarımı okşarken. İki gün önce yaptığım salatanın tam ortasında tatlı, beyaz bir kurtçuk amuda kalkmış bir sağa bir sola yalpalıyordu. Kaşla göz arasında kurtçuğu ortadan kaldırıp anneme gülümsediğim an hâlâ aklımda. Salata yapmaktan kurtulduğuna sevinen annem dolaptan yemek dolu tencereyi de alıp ocağın başına geçti. Derin, ısınan yemeğin mutfağa buram buram yayılan kokusunu alınca masaya vurmayı kesti. Belki de telefonumu önüne bırakmam etkili olmuştur. Akıllı telefon kullanmayı bilen tüm canlılar transa geçer. Derin ancak telefonu elinden alırsam aramıza geri dönecekti. Onun sessiz halini fırsat bilip sohbete daldık. Annemle mutfakta çene çalmak çok eğlencelidir. Çünkü gün boyunca yaptıklarını burada anlatır. Bazen çalıştığı fabrikanın sahipleri hakkında, bazen de fabrikanın ürettiği bin bir çeşit bisküviyle ilgili söylenir durur. Gıda mühendislerinin hepsi böyle mi bilmiyorum ama bizim evdeki mühendis paketli gıdalar konusunda epey hassas. Annem katkı maddelerinin sağlığa zararlarını uzun uzun açıklasa da ben anlamak istemem. Yasaların izin verdiği ölçüde katkı maddesi içeren o bisküvilerden satın alıp sütün, çayın yanında afiyetle yerim. Fakat bunu daha çok Yağmurların evinde yaparım. Çünkü onca karaladığı paketli gıdaları onun önünde yemem beklenemez. Katkı maddelerinin zararlı olma ihtimalleri elbette var. Fakat yaşam büyük risklerle dolu. Küçücük bir pake….