Yeni bir başlangıç yapmaya karar veren İdil artık önüne bakmaya kararlıdır. Sinan ise yaşananları doksan dakikalık bir maçın on beş dakikalık arası gibi görmekte, kısa bir soluklanmanın ardından, ikinci yarıya çıkmaya hazırlanmaktadır. İdil’i kaybetmek istemiyordur ve onun için her şeyi göze almaya kararlıdır.
İkilinin birbiriyle kıyasıya mücadelesi nasıl sonuçlanacaktır? Sinan her şeye rağmen son şansını bir avantaja çevirebilecek ve maçın uzatma dakikalarını verimli kullanabilecek midir?
Eğer en güzel duygularımıza karşılık kırmızı kart gördüysek, oyun dışı ka
lmamız dışında başka bir alternatif var mıdır? Yoksa aşk imkânsızı zorlamak ve kuralları hiçe saymak mıdır?
Vurdu ve Aşk, ikinci ve son kitabıyla kalplerde tribün rüzgârı estirmeye devam ediyor! Slogan belli: Maç doksan dakika, ne olacağı hiç belli olmaz!
“Dikkatli bir şekilde beni izlediğini görünce içimde uzun zamandır bastırdığım şair konuştu. Ten gözüyle herkes sevebilirdi ama ben ona gönlümün gözüyle bakmıştım ve… Dünya gözüyle âşık olmuştum.”
*
1.BÖLÜM
Keman ve Bandoneon’un müzikte oluşturduğu hoş ahengi düşünerek gözlerimi Nicholas’ın gözlerinden ayırmamaya çalışıyordum. “Suave, İdil…” diye uyarıcı bir tonla konuşunca bakışlarım istemsizce topuklu ayakkabılarıma kaydı. Deyim yerindeyse zemini dövüyor, figürleri kabaca yapıyordum.
“Pardon.” Sırtımdaki eli beni dik durmaya zorlarken İspanyolca konuşmaya başlamıştı. Başımı kaldırdığımda onunla beraber geriye üç adım atıp sağa döndüm. “İspanyolca öğrenmeyeceğim. Ancak Türkçe konuşursan anlaşabiliriz.”
Ufak bir kahkaha atıp “Bien,” dedikten sonra söylediğim aklına gelmiş olacak ki yüzünü ekşitti. “Alışkanlık.”
Konuşunca dikkatim dağılmış ve yine yavaşlamıştım. Ritmi yakalayabilmek için hafifçe sallanırken kendimi toparladım. “Önemli değil,” dedim. Bir sağ bir sol yaptıktan sonra kendi eksenimde döndüm ve sırtımı göğsüne yasladım. Odadaki aynadan yansımamıza bakmamak için gözlerimi sımsıkı kapadım. Midemin bulanması ve bir bahaneyle Nicholas’tan uzaklaşmam an meselesiydi.
Belimdeki elleriyle beni yönlendirirken onunla birlikte hareket edebilmek için gözlerimi açtım. Bakışlarım aynadaki yansımamıza daha sonra da odanın cam bölmesine kaydı. Nicholas gördüğümün şokunu atlatamadan beni savurup tekrar kendine yaklaştırırken kalbimin ölü toprağını güçlü bir darbeyle üstünden attığını hissettim. Sinan, omzunu açık kapının pervazına yaslamış elleri cebinde ve renk vermeyen bakışlarıyla beni izliyordu. Birden bütün dengem şaştı. Nicholas hâlâ onda olduğumu düşünerek, final için dizini büktü ve ona yaslanmam için belimden tutarak bana destek oldu. “Öbür dizini de ben kırarım.”
Dansa ve müziğe odaklanan Nicholas, Sinan’ın sesiyle irkildi ve kendini bana zorla yaslamayı bıraktı. Arkasına döndüğünde Sinan pervazdan doğruluyordu. “Siz kim?” dedi soğuk bir sesle. Dersin bölünmesine sinir olurdu ve Sinan’ın ağzının payını vermeyi planlıyor gibiydi.
“Asıl sen kim, lan?”
“Mi Dios,” Nicholas derin bir nefes aldı. “Dersimi böldünüz!”
“Bölmedim, kasıtlı bir şekilde daldım. Elini çek.”
Nicholas ellerine baktığında hâlâ benimle temas halinde olduğunu yeni fark etmiş gibiydi. “Que?” Bakışlarını bana çevirdi merakla. “İdil bu adamı tanıyor sen?”
“Yok, ben tango katliamcısıyım. Dersleri böler, hocaları öldürürüm.” Dişlerinin gıcırdadığını hissettim. Sınırda olduğunun belirtisini vermişti.
Nicholas’ın ellerinden panikle uzaklaştım. “Sinan, tamam,” diyerek tartışma çıkarmasını engellemek istedim. Sinan, ondan hiç uzaklaşmamışım gibi ağır ağır Nicholas’a yürümeye devam etti. Yüreğim hem onu gördüğüm hem de gördüğüm an kavga edeceği için heyecan ve korku karışımıyla hızlı bir şekilde atmaya başladı. “Lütfen!” dedim titreyen sesimle.
Bakışları Nicholas’ın omzundan bana kaydı. Sertçe yutkunduğunu gördüm. Öfkeden parlayan gözleri üstümde gezinirken “Tabii ki tanıyor,” dedi. “Kimim ben, biliyor musun?” Bir elini cebinden çıkardı ve Nicholas’ı yakasından tutup, kendi boy seviyesine getirmek için hafifçe çekti. “İdil’in hayatında olan ve olabilecek tek adamım.” Bir an kafa atmak için geriledi, belki de bana öyle geldi.
“Sinan!” diye çığlık attım panikle. Onu uzaklaştırmak mümkün olmayacağı için Nicholas’ı çekiştirdim. “Kendine gel!” Nicholas’ı tutan eli sol yanında yumruk oldu ve hışımla ondan uzaklaştı. “Eşyalarını topla, gidiyoruz.” Derse para ödediğimi ve gitmesi gereken birisi varsa bu kişinin de kendisi olduğunu söylemek üzereyken eliyle beni durdurdu. Zayıf bir sesle, “Lütfen,” dedi.
O an kendini zapt etmeye çalıştığını fark ettim. Bu, Sinan Tümer’de çok görülen bir hareket değildi ve garipsememe sebep olmuştu. Kısa bir an ne yapacağımı bilemedim. Bizden biraz uzakta susturulmayı sindirmeye çalışan Nicholas’a, bir de olay çıkarmadan gitmek için çabalayan Sinan’a baktım. “Nicholas, üzgünüm. Gitmeliyim,” diye fısıldadım.
Başını salladı ve Sinan’a baktı. “Tamam, o zaman.”
“Ayaklara bak ya…” diyerek söylenen Sinan, daha hızlı hareket etmeme sebep oldu. Alelacele topuklularımı çıkarıp spor ayakkabılarımı ite kaka giydim. “Sanki Türkçe konuşmayı bilmiyor. İyi ki bir tangoları ve Messi’leri var. Yoksa ne yapardı bu İspanyolca konuşan Arjantinliler?” Hızla doğrulduğumda, Sinan üstüme baktı. “Hırkanı da giy, üşüteceksin,” dedi. Boş boş yüzünü izleyerek hırkayı koluma astım ve hışımla odayı terk ettim. Arkamda Sinan ve Nicholas’ı aynı odada bıraktığım aklıma gelince kısa bir an geri dönmeyi düşünsem de beni takip eden adım sesleriyle binadan çıktım ve sırtımı duvara yasladım.
Böyle karşılaşmayı hayal etmemiştim. Karşılaşmayı hayal etmiş miydim? Hem de nasıl! Ne diziler çekmiştim ne sezon finalleri yapmıştım kafamda, kimsenin haberi yoktu. İçimdeki kırgın âşık hep bitmeyecek demişti. Hayatıma devam edebilmek için onu duymazlıktan gelsem de içten içe inanmıştım ve dergi cevabıyla da beni yanıltmamıştı. Hissettiğim hareketlilikle, Sinan’ın peşimden geldiğini hatırladım ve hemen duvardan doğruldum. Ondan kaçmak için caddeye adım atacakken beni kolumdan yakaladı. “İdil,” dedi yumuşak bir sesle. “Konuşalım.”
“Bırak Sinan.” Aksini yapıp koluma hafif bir baskı uygulayarak ona dönmemi sağladı. Yüzüne bakmamak için bakışlarımı yola çevirdim. “Konuşmaya falan gelmedin sen.”
“Konuşmaya gelmeseydim o Arjantin dallaması uzun süre dans edemezdi. Bunu sen de biliyorsun.” Kolumu ondan kurtardım ve yüzüne baktım. Allah’ım, şu tepemize bir sokak lambası gelsin acilen… Yüzünü net göremiyorum! “Ya adam”
Sözümü kesti. “Ya adam,” diye, isyan edercesine devam etti benim yerime. Kolumdaki eli belime ulaştı. “Sana böyle dokunmuş…” Diğer eli sırtıma uzandı ve beni hafifçe kendine çekti. “Bu kadar yaklaşmış…” Bana doğru eğildi ve derin bir nefes çekti içine. “Bir nefes alsa, dolacak ciğerlerine kokun…”
Tek bir kelime edemedim.
Edilebilir miydi, bilemedim de. Gözlerimi kapadım ve kokusunu almamak için nefesimi tuttum. Ahmet Kaya’nın da dediği gibi, onu menekşe kokusunda aramak mı yoksa kokusu varken içime doya doya çekememek mi daha acı bilemedim.
“Benim özlediğime kimse doyamaz,” dedi.
Aklıma birden bulunduğumuz durum ve yaşadıklarımız geldi. Kapıldığım büyüsünden yavaşça çıkarken ondan uzaklaştım. “Aynı zamanda güvenmediğine de…” diye ekledim.
Göğsü aldığı nefesle genişledi. “Bunları ayaküstü konuşmayalım. Hırkanı giy ve bir yere gidelim.”
“Bunları istersen ayaküstü konuş, istersen masaya yatır ama ben tek kelime etmeyeceğim!”
“Anlaşılan sinirin hâlâ geçmemiş””“
“Evet, hatta şu an daha da sinirliyim. Beni nasıl bir duruma soktuğunun farkında mısın? Az kalsın dans hocamı dövüyord”n!” Nicholas gerçekten iyi ve sabırlı bir adamdı. Hatalarımı düzeltirken beni bir aptal gibi hissettirmezdi. Sinan faktörü yüzünden onu kaybetmek istemiyordum”
“Adam ağzının içindeydi! Gidip on‘, ‘Şuraya dokunmayı unutmuş’un’ dememi falan mı bekliyorsun? Kusura bakma ama benim lügatimde öyle bir şey y”k”“
“Senin lügatinde dövmek ve kalp kırmaktan başka ne var, Sinan Tümer? Konuşabilme yetin olsaydı zaten bunu bir hafta önce yapardın.” Aramızda kısa bir sessizlik oldu. Bu esnada cümlemin ne kadar ağır olduğunu fark ettim ama ağzımdan çıkmıştı bir kere ve dönüşü yoktu.
“Hiçbir şey anlatmaya ve açıklamaya gerek duymamıştım,” dediğinde sesi biraz mahcup çıktı. “Seninle deniyorum, çabalıyorum ama sanırım yapamıyorum.” O kendini suçlayınca bana laf gelmiş gibi bir hüzün çöktü içime. Etrafına bakarken başını hafifçe salladı. “Tamam,” dedi kabullenircesine.
Panikle bir nefes almaya zorladım kendimi. “Ne, tamam?” Hayır, Sezen Aksu çalma bir daha, sakın çalma!
“Üstelemeyeceğim. Daha sakin olduğun bir zaman konuşma çabalarımı dinlersin.” Buruk tebessümünü göremesem de hissettim. “Er ya da geç,” diye vurguladı. “Bu dünyada benden kaçışın yok.”
Üstelememesi için başımı salladım ama bu konuşma bir süre daha olacak gibi değildi. Onu gördükçe içimde yükselen öfkeye hâlâ engel olamıyordum. “Ben artık gideyim,” dedim sabırsız bir sesle.
“Seni bırakayım.”
“Gerek yok. Ev çok yakın. Yürüyerek gidip geliyorum.”
Bana doğru bir adım atınca ışık yüzüne vurdu. Kalbim gümbürdedi. “Geç oldu, İdil. İzin ver, bunu yapayım. Üstelik beni arkanda bırakırsan aklıma o dallama gelecek ve yüksek ihtimalle tekrar içeri gireceğim.” Tereddütle yüzüne bakmaya devam ettim. Derin bir nefes aldı. “Buna farklı bir anlam yüklemem, korkma. Beni affetmediğinin farkındayım, seni zorlamayacağım. Kırgınlıklarının birden geçmesini ve bana dönmeni beklemiyorum ama affedeceksin… Hatta öyle bir affedeceksin ki seni üzdüğümü bile unutacaksın.” İddialı cümleleri içimdeki kırgın aşığın göz ucuyla Sinan’a bakmasına sebep olmuştu. “Şimdi sadece seni eve bırakmak istiyorum,” dedi.
“Peki, tamam.” Arkama döndüğümde, yüreğim gözümde canlanan anılarla burkuldu. Sen de ne dram yaratmaya meraklısın İdil…
Arabanın kapısını benim için açtığında, bir teşekkür geveledim. Ben koltuğa oturunca kapımı kapadı. Uyarılmadan kemerimi takmaya girişirken Sinan da kapısını açtı ve koltuğa yerleşti. Kemerini taktıktan sonra arabayı çalıştırdı ve caddeye çıktı. Sessizce, hâlâ ışıl ışıl olan caddeyi izlemeye başladım. Gerçekten de tek amacı beni eve bırakmaktı görünüşe göre. Bir kelime dahi etmedi, kurmaya çalıştığım düzen hakkında sorular sormadı.
“Şuradan…” diye ona tarif etmeye kalmadan, sokağa girdi. Gözlerim öfkeyle irileşti. Bir hain vardı ve kim olduğunu tahmin edemiyordum. Araba yavaşlayınca, iki yılan arkadaşımı göz ardı etmeye çalışarak Sinan’a döndüm. Off, ne denirdi ki şimdi? Görüşürüz desem çok görüşmeye meraklı, kendine iyi bak desem aramızdaki bağı kökten koparmaya meyilli gözükecektim. “Teşekkür ederim. İyi akşamlar,” dedim.
“Ne demek…” İki iş arkadaşı havasında vedalaştıktan sonra arabasından indim ve kapıyı kapattım. Gidişini izlemek o an aklıma dahi gelmedi. Anahtarla dış kapıyı açıp hızla merdivenleri çıktım. Elimdeki bez çantayı sağa sola savuruyor, kimin beni ifşa ettiğini düşünüyordum. Anahtarı yuvaya sessiz bir şekilde sokup yavaşça aralamama rağmen kızlar sese duyarlı cihazlar gibi ayağa fırladı. Anahtarı yuvadan çıkarıp, kapıyı kapattım. “Kim söyledi?!” Belgin içeri koşmaya başlayınca, elimdeki poşeti attığım gibi koridora girdim. Tam saçlarından yakalayacakken lavaboya girdi ve kapıyı kapattı. “Kapıyı aç!”
“İdil, sakin ol!” Belgin gülerek bağırmaya başladı. “Bir dinle, anlatacağım!”
“Çıksana hain! Bir de gülüyor!” Arkama döndüm ve Şahsenem’e baktım. “Neden müsaade ettin?”
“Kuzum, bir dinlesene kızı…”
“Söyle! Söyle, bakalım mantıklı bir açıklaman var mı? Eğer yoksa yemin ederim cebine ağrı kesici koyup Cihangir Bey’e ihbar edeceğim seni!” diye bağırdım ve kapıyı tekmeledim.
“İdil, kapıyı açtığımda Sinan Tümer karşımızdaydı. Bize kibarca senin nerede olduğunu sordu, söylemezsek de senin hoşlanmayacağın bir şekilde bulacağını söyledi! Öyle ya da böyle onu görecektin, kaçarın yoktu yani… Biz de senin üzülmeyeceğin yolu seçtik.”
Avuç içlerimi yanaklarıma bastırıp, kapıya yaslandım. “Az kalsın dans hocamı dövüyordu, bir de yetmezmiş gibi ona hazırlıksız yakalandım…”
Şahsenem yanıma oturdu. “Hiii! Hadi anlat hemen.”
“Bu meseleyi artık abartıyor, diye düşünüyor, barışmamızı bekliyor olabilirsiniz.”
Belgin içeriden bağırmıştı: “Evet!”
“… ama öyle değil.” Bağdaş kurdum. “Farz edin ki aramızda ciddi bir şey oldu.”
“Evlenmek gibi mi?” dedi Şahsenem gülerek. Allah’ım, kulağa nasıl da tatlı geliyordu! Sinan ve İdil evlenmiş!
Başımı salladım. “Evlenmek gibi… Böyle bir olayı o zaman yaşadığımızı düşünün. Pılımı pırtımı toparlayıp size veya aileme sığınamam.”
“Zaten Sinan Tümer izin vermez,” diye cevapladı Belgin.
“Evet, o da var,” diyerek başımı salladım. “Sorunu onunla çözmem gerekecek ve Sinan bu konuda gerçekten berbat.”
“İyi de…” Şahsenem kapıdan doğruldu. “Burada tek suçlu Sinan Bey değil. Tamam, ayrılmanız çok iyi oldu. Sen yeni bir hayata başladın, statü sahibi olma yolunda ilerliyorsun, o da kıymetini anladı ama…” Kapı pat diye açılınca sırtımın zeminle kavuşmasını beklerken Belgin dizini sırtıma yaslayarak engel oldu ve aramızdaki boşluğa oturdu. “Ya ben Ali İhsan kim bilmiyordum ki kızlar! Turan abiden bir çıkarımda bulundum ama emin olamadığım için bir şey söylemek istemedim.” Belgin’e vurdum. “Hep senin yüzünden!”
Bana doğru yaslandı. “Özür dilerim,” diye fısıldadı. Kollarını belime doladı. “Böyle olsun istemezdim.”
Sarılışına kayıtsız kalamadım ve ona sokuldum. “Önemli değil demeyeceğim ama toparlayacağız.”
“Sinan Bey nasıldı?”
“Şahsenem…” O hali, konuşmaları gözümün önüne gelince gözlerim doldu. “Çok içliydi. Durulmuş, sakinleşmişti.”
“Demiştim sana! Ayrılıklar iyi gelir. Hatalarını düşünmüş olmalı.”
“Konuşalım dedi… Bir kelimesine hasret olmama rağmen istemiyorum dedim.”
Belgin imkânsızı başarmışım gibi ‘aferin be’ diyerek övdü beni. “İyi yapmışsın, kendini ağırdan sat. Pat diye kalbini kırıp hop diye elde edebileceği bir kız değilsin sen!”
“Önce hayatıma adapte olup her şeyi yerli yerine oturtmalıyım. Çünkü biliyorum ki müdahale edecek, istemediği şeylere çomak sokacak. Ona fırsat vermemeliyim.” Belgin’den uzaklaşıp ayağa kalktım. “Nasıl fırsat vermiyorsam dersten çıkardı beni,” diye söylenerek salona girdim. Kafam dağılsın diye televizyonu açtım ve Galatasaray’ın maçıyla duraksadım. “Bugün cuma değil mi? Neden Vurdu ve Gol yok?”
“Canlı yayını maçtan sonraya almışlar.” Şahsenem koltuğa oturdu. “Ne safsın sen de! Program olsa cuma günkü derse Sinan Bey nasıl gelebilirdi?”
“Ne bileyim yaa… Kafa mı bıraktı bende?”
Belgin salona geldi ve çantasını aldı. “Ben eve geçeyim artık. Geç oldu. Annemle babam birazdan aramaya başlar.”
“Artık sen de bizimle yaşasana?” dedi Şahsenem ayaklarını sehpaya uzatırken. “Fatura ödememek için…“
“Ne faturası kızım? Maaşım var çok şükür. Bana kalsa çoktan koynunuzdaydım ama annem geçen beni zil zurna sarhoş yakalayınca ‘Siz üçünüz çok tehlikelisiniz, ancak ben öldükten sonra beraber yaşayabilirsiniz,‘ deyip, rest çekti.” Ofladı. O kadar haklıydı ki… “Aman! Neyse… İyi geceler.” Bakışlarını bana çevirmişti heyecanla. “Yarın sekizde hazır ol. Seni beklemem, giderim.”