Yansıma

Yaren Artul beklenmedik bir kaza sonucu ailesini kaybetmiş, uzun bir bunalımın ardından yeni bir hayat kurmak için büyük bir köşkte yaşayan Sümeyye Hanım’ın bakıcılığını üstlenmiştir.

Ne var ki yeni hayatı göründüğü kadar sakin geçmeyecektir. Çünkü Yaren’in ölen babası Turgut Artul, gizli biyoloji savunması alanında çalışan bir bilim adamıdır ve bütün insanlığı etkileyecek bir buluşa imza atmıştır.
Koruyucu adı verilen bu buluş insanın DNA değişkenliğini ortaya çıkaracak ve üstün bireysel korumayı sağlayacaktır.

Yaren birdenbire kendini korkunç çıkar ilişkilerinin, büyük bir tehlikenin ve bir o kadar da büyük bir aşkın ortasında bulacak ve olaylar hızla gelişecektir.

****

E-87’de Trafik Kazası: 6 Ölü

09 Nisan 2011 / 03:45

Balıkesir’i Çanakkale’ye bağlayan E-87 Karayolu’nun Edremit ilçesi yakınlarında meydana gelen zincirleme trafik kazasında altı (6) vatandaşın hayatını kaybettiği bildirildi.

Kaza, saat 03:45 civarında Edremit’in Kadıköy beldesi sınırlarındaki E-87 Karayolu’nda meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, sürücüsünün ismi açıklanmayan özel otomobildeki kişilerin bilinmeyen bir sebeple taklalar atarak seyir halindeki diğer araçların üzerine devrilmesi zincirleme kazaya neden oldu.

Jandarma ve polis ekipleri, karayolunu tek şeritli olarak trafiğe açık tutarken, yetkililer biri çocuk olmak üzere altı vatandaşın yakınlarına ulaşmak için çaba sarf etti. Cenazeler olay yerine gelen cenaze aracına nakledilirken, tabutu polis memurları ve vatandaşların taşıması yürekleri burktu. Kazayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Öğlen olmasına rağmen yataktan kalkmak istemiyor­dum. Belki de kalktığımda hiçbir şeyin değişmeye­cek olması korkutuyordu beni. Güneş, perdelerin arasından inatla içeriye sızıyor, evdeki toz tanecikleriyle bir senfoni eş­liğinde dans ediyordu. Bense yalnızlığımı düşünüp somurtu­yordum. Evde kimse yoktu. Tek başıma hayata tutunabilecek ne gücüm ne de istediğim vardı. Korkunç bir kazada sevdik­lerimi kaybetmek, dünyada isteyebileceğim en son şeydi ama olmuştu! Hayatta bir iki arkadaşımdan başka güvenebilece­ğim kimse kalmamıştı.

Kafamdaki tüm olumsuz düşüncelere rağmen yatağımdan doğrularak mutfağa doğru ilerledim. İki aydır evin içinde çıkmamış, dış dünya ile irtibatımı kesmiştim.  Bu süre içinde temizliğe hasret ev, tozla kaplanmış adeta görünmez olmuştu. Kapalı perdelere göz gezdirerek mutfağa doğru yürüdüm. Uzun süredir kapalı duran perdeler, bir bu kadar daha kapalı durabilirlerdi. Aydınlığa ve güneşe karşı oluşan ruhsal bir çöküş yaşıyordum çünkü. Bu karanlık ortamın ruhuma ayak uydurmasını seviyordum belki de!

Mutfakta bulunan dolabın kapağını aralayarak, yiyebileceğim bir şeyler bakınmaya çalıştım ama bütün erzakın tükenmiş olduğunu fark ettim. Midemin, açlıkla ne kadar mücadele edeceğini tahmin edemiyordum.

Bir şeyler yiyebilmek için dış kapıya yöneldiğimde, garip bir hisse bürünerek boğulacağımı hissettim. Uzun süredir insanı içine çeken bir matemin ortasındaydım ve şimdi normal bir birey gibi hareket etmek oldukça tuhaf geliyordu. Dışlanmak gibi bir histi bu! Herkese yabancılaşmak gibi! Merdivenleri hızlı adımlarla indim ve sokağımızdaki şirin pastanenin yolunu tuttum. Daha önce çok az uğradığım bu pastanenin devamlı müşterisi olamamıştım. Belki de buna gerek duymamıştım.

Fazla yemek yiyen biri hiç değildim. Eğer yemek istersem de annem en güzel poğaçalarını yapar ve okul dönüşü beni karşılardı.  Ne var ki şu an pastanenin poğaçalarına ihtiyacım vardı. Açtım! Kapıdan adımı attım ve sol tarafta duran çift kişilik masaya doğru yöneldim. Sıcak poğaçaları birer birer mideme indirmiştim. Daha sonra garsondan hesabı isteyerek beklemeye koyuldum. Pantolonumun ceplerini kurcalamaya başladım. Birkaç saniye sonrasında yüzümde oluşan tedirginlik ve mahcubiyetle garsonu süzdüm. “Çok özür dilerim.  Yanıma hiç para almamışım. Eğer izin verirseniz size parayı hemen getirebilirim,”dedim.

 Garson kibirli bir şekilde “Paranız yok yani!”dedi. Ben o kibirli bakışların altında ezilerek sadece başımı salladım. Bu tepkim karşısında “Bir saniye,”diyen garson,  köşede dikilen büyük ihtimalle pastanenin sahibi olan adamın yanına gitti ve beni göstererek bir şeyler anlatmaya çalıştı. Sonra yanıma gelen garson “Peki hanımefendi,”diyerek ona sunduğum teklifi kabul etmiş ve tekrar yanımdan uzaklaşarak, yok olmuştu.

Bir hışımla oturduğum masadan kalkarak evin yolunu tuttum. Apartmanın merdivenlerini ikişer adımlarla hızlı bir şekilde çıktım ve hesabı ödeyebilmek için ihtiyacım olan parayı aramaya koyuldum. En son cüzdanımı nereye koyduğumu hatırlamaya çalıştım. Çantamı, çekmeceleri ve bakabilecek her yeri kurcaladım. En sonunda koltuğun arasına sıkışmış cüzdanımı buldum. İçinde bulunan bozuk paralar sadece hesabın yarısını ödemeye yetiyordu. Karanlık evi tekrar incelemeye, hesabı ödemek için elimde bulunan paranın üstünü tamamlamaya çalışacak bir şeyler aramaya koyuldum. Odaları birer birer geçerken eski günleri hatırladım. Annemi, kardeşimi ve babamı! O zamanlar hiçbir şey böyle değildi. Her şeye kolaylıkla ulaşabiliyordum. Belki de bu kadar bocalamam o günleri eseriydi. Oysaki şimdi durumum ve düşüncelerim büyük bir değişime uğramıştı. Mutfak kapısının önüne geldiğimde, birden gözümde bir ışık belirdi; annem karşımda duruyordu! Kardeşim yanımdan hızla geçiyor, iki ekmek, salça ve bozuk paralarla dolu torbayı masanın üzerine koyup mutfaktan uzaklaşıyordu.  Annem tezgâhtan masaya doğru dönüyor, torbayı boşaltıyor, salçayı dolaba, ekmekleri, ekmek kabına, bozuk paraları da rafın en üstünde duran ve önemsizmiş gibi görünen kutuya koyuyordu.

Onları ve olanları bir hayalet gibi köşede izliyordum. Sanki onlar yaşıyordu da ölü olan bendim. Birden irkilerek görmüş olduğum hayalden uyandım. Gözlerimi ovuşturduğumda her şey eski haline geri dönmüştü. Hafızamın oyunuyla biran eskileri anmıştım.

Hızlı adımlarla rafın en üstünde duran o önemsiz kutuya doğru uzandım. Ve kutuyu sıkıca kavramaya çalıştım. Bir an dengemi kaybederek ellerimin arasında tuttuğum ağır kutuyu yere düşürdüm. Düşürdüğüm kutunun içindeki bozuk paralar, dört bir tarafa yayıldı. Büyük şaşkınlıkla bozuk paraları avuçlayarak pastanenin yolunu tuttum. Hesabı ödedikten sonra mahalle bakkalından aldığım gazete ile geri dönüyordum. Tam o esnada omzuma değen bir elin ardından “Yaren,”diye seslenildiğini duydum. Arkama döndüğümde, ev sahibi karşımda duruyordu.

 “Merhaba kızım, nasılsın?”Yaşlı, iri yarı ve kurnaz bir ev sahibiydi.

“Teşekkür ederim, iyiyim.”

“Biliyorsun iki aylık kira parasını ödemedin!”

Sözlerinin bitiminden sonra adama, öyle nefretle bakmıştım ki birden yutkundu. Sözlerinin acımasız olduğunu anlayacak oldu ki durumu düzeltmeye çalıştı.

“Ailenin başına gelenleri biliyorum, çok üzüldüm ama sen de beni anlamalısın. O kira olmadan geçinemem.” Oturduğum apartman altı katlıydı ve her katta iki daire vardı. Küçük bir hesaplama yaparsak toplam on iki daireden oluşuyordu ve bütün daireler, karşımda duran bu kurnaz adama aitti. Ama o sadece benden alacağı kirayı hesaba katıyor ve durumunu benimkinden daha kötüymüş gibi göstermeye çalışıyordu. Ama üste çıkmaya niyetim yoktu. “Senin de zor durumda olduğunu biliyorum. Bu yüzden o iki aylık kirayı istemiyorum. Ama evi boşaltmanı istemek zorundayım,”diyerek suratıma sahte bir ifadeyle bakakaldı. Bir an düşündüm ne diyeceğimi bilemeyerek!

“Peki yalnız bana birkaç gün müsaade edin lütfen.”

“Hafta sonuna kadar!”dedi ve arkasına bile bakmadan yanımdan uzaklaştı.

“Tamam,”diye karşılık vermeye kalksam da, lafım havada kalmıştı. Hızlı adımlarla apartmanın merdivenlerinden çıktım ve karanlık evime girdim. Gözlerim dolmuştu. Daha fazla kendime hâkim olamadan yere yığıldım. Tam bir hezimet içindeydim. Hıçkırıklara boğuldum, ağladım, ağladım…

En sonunda ağlamam kesilmişti. Bütün kuvvetimle sıktığım gazete buruşmuş, önümde duruyordu. Bir an düşündüm, artık bu kadar güçsüz davranmayacaktım, güçlü olacaktım. Annemin bana her zaman dediği gibi, en zor zamanda bile, ayakta kalmak için savaşacaktım. “Benim savaşçı kızım,”lafı böylelikle yerini bulacaktı. Yığıldığım yerden kalktım. Artık bir şeyler yapmanın zamanıydı. Elimdeki gazetenin iş ilanları sayfasını açtım. Yazıları bulanık bir şekilde okumaya çalıştım. Daha önce hiçbir işte çalışmamam benim için vahim bir durumdu ve okuldan da yeni mezun olmuştum. Kendime hesap sorar gibi; “Sen ne işe yararsın, söyle?”diyerek serzenişte bulundum.

Artık evim de yok! Kalacak bir yerim de! Öyle bir iş bulmalıydım ki iki sorunu da çözmeliydi. Gözlerim ilanlar da dolaşırken, bir ilan dikkatimi çekti. İlan şöyleydi;

Yaşlı annemize bütün sevgisiyle
Bakabilecek bir hasta bakıcı Arıyoruz!

Yatılı!

0466 345 89 67

0466 mı? Düşündüm! 0466 kodu hangi şehre ait olabilirdi? Ajandayı elime aldım ve 0466 kod numarasının Artvin’e ait olduğunu öğrendim. Mutfaktaki bozuk paraları ve yerdeki gazeteyi aldıktan sonra telefon etmek için mahalle bakkalının yolunu tuttum. Numarayı çevirdim. “Evet! Sizi dinliyorum.”Sesi genç bir bayana ait olmalıydı. Oldukça canlı ve gür geliyordu.

“İş ilanı için aramıştım.”

“Anlıyorum! Kısa bir bilgi aktarmam gerekirse; bakılacak kişi annem olur. Büyük bir rahatsızlık geçirdi ve şu anda yatakta tedavi görüyor. Gün içinde kontroller, yemek ve temizliğinden sorumlusunuz o kadar.”

“Üstesinden gelebilirim!”

 “Artvin de mi yaşıyorsunuz?”

 “Aslında İstanbul’da yaşıyorum.”

 “Artvin’e taşınmak zorunda kalacaksınız. Sizin için bir sakıncası var mı?”Bir an düşündüğümde başka şansımın olmadığını fark ettim.

“Yok, hayır bütün olasılıkları düşündüm efendim.”

“Güzel! En kısa zaman da gelmenizi rica etsem…”Benim için problem değildi. Ev sahibine verdiğim söze karşılık en fazla iki gün kalabilirdim.

Adresi ve gereken bütün bilgileri küçük bir kâğıda not ettikten sonra evdeki eşyaları toplamaya koyuldum. Yanıma alamayacağım bazı büyük eşyaları evin sahibinden izin isteyerek apartmanın çatı katına taşıdım. Her şey gitmem için hazırdı. Son kez boş evime baktım ve kapının üstünde asılı duran sepetin içine teşekkür notu ile birlikte anahtarımı bırakarak, içimde biriktirdiğim ve bu zamana kadar sıradan olan ama bundan sonraki yaşamım da sadece anı olarak kalacak her şeyi geride bırakarak uzaklaştım.  Bakkalda bozuk paraları bütünlettikten sonra bilet almak için terminali arayıp bir bilet ayarladım. Şimdi biraz daha rahatlamış, işin en zor kısmını atlatmıştım. Yoldan çevirdiğim taksi ile terminale gelip, otobüse yerleştiğim de geride bırakacağım İstanbul’u buruk bir ifadeyle süzdüm. Tuhaf bir duyguydu. Sanki uzay boşluğunda yolunu bulmaya çalışan sönük bir yıldız gibiydim. Adeta başka bir evrene geçiş yapıyordum. Dünyanın İstanbul’dan ibaret olduğunu düşünen ben, başka diyarlarda bulunduğum zor durumdan çıkmaya çalışacaktım. Belki de bunun verdiği hazin bir burukluk vardı içimde.

***

Otobüsün hareket saatinin üzerinden uzun bir zaman geçti ve artık Artvin sınırları içine girmiştik. Etrafı inceleyip, birbirleri ile yarışan insanları izledikten kısa bir süre sonra otobüsten aşağıya inip valizimi almaya çalıştım. Tam o sırada arkamdan bir bayan sesi yükseldi.“Yaren Hanım!”Sese doğru döndüğümde karşımda uzun boylu, kızıl saçlı, yeşil gözlü ve bakımlı bir bayan duruyordu.  Seslenen bayana elimle selam verdim.  “Merhaba, Meryem Hanım olmalısınız?” “Evet, benim,” “Memnun oldum.” “Ben de memnun oldum. Arabam bu tarafta gidelim mi?”Elimde valizlerle onu arabaya kadar takip ettim. BMW markalı büyük bir cipe bindik. Büyük ağaçlar ve yemyeşil bir düzlük dikkatimi çekti. Arabanın camını açtım. Kafamı dışarı doğru uzattığımda nefesimi sonuna kadar çektim. “Harika! Biraz başımı döndürdü ama güzel.” “Seni uyarmalıydım. İlk başta burası böyle yapar. İstanbul’un havası, bu kadar temiz değil maalesef!”

“Evet, sanırım haklısınız.” Dar bir patikadan hızlı bir şekilde, arkamızda büyük bir toz bulutu bırakarak ilerledik.“Nasıl buraları beğendin mi? Tabii ilk başta alışman biraz zor olabilir ama burası alışıldığında bırakılmayacak kadar güzel bir yer! ”

Tebessümle baktım. Dediği gibi alışması biraz zor olabilirdi ama başka çarem yoktu. Uzun yolun ardından tepede bulunan ve oldukça güzel görünen beyaz bir köşkün önünde durduk. Meryem Hanım arabanın kontağını kapattı ve bana dönerek,

“Kapının önünde bekleyen yardımcımız Hasan Bey, sana her konuda yardımcı olacak, herhangi bir ihtiyaçta çekinmeden kendisine söyleyebilirsin.”

Meryem Hanım, Hasan Bey’e bavulları odaya götürmesini söyledikten sonra kendisini takip etmemi söyleyerek hızlı adımlarla merdivenlerden ikinci kata çıktık. Sol tarafta duran kapıyı göstererek;

“Burası benim çalışma odam, buraya geldiğim zaman genelde bu odada olurum.”

İkimiz de karşılıklı koltuklara oturduk.

“Yaren bana sadece ismimle hitap edersen sevinirim. Aksi takdirde kendimi çok yaşlı hissediyorum. Bilirsin!”diyerek gözlerini kaydırdı.  “Peki siz nasıl isterseniz!”

“Neden bu iş tercih ettin? Özel değilse öğrenmek istiyorum, bu işi tercih etmeyecek kadar gençsin çünkü!”

“Aslında kısa süre önce ailemi bir trafik kazasında kaybettim,”

“Çok üzüldüm Yaren, başın sağ olsun!”

Bu durumda ne diyeceğini bilemedim. Başımı yere eğdim ve sustum. Acılarım henüz üzerine konuşulmayacak kadar tazeydi. Aslında bir çıkmazın ortasında gibiydim. Yokluklarına bile tahammül edemediğim ailemi kaybetmiştim. Gerçek ile olursa ne yaparım söylemlerinin arasında sıkışıp kalmıştım. Herkesin en az hayatında bir kere sevdiği insanı kaybetme korkusu yaşamışlığı olmuştur. Ben , düşünce den uzak gerçekliğe yakın bir yerlerde her şeye alışmaya çalışıyordum.

“Bu yüzden çalışmam gerekiyordu, ilanı gördüm ve sizi aradım.”

“Seninle ilgilenecek bir yakının yok mu?”

“Babam tek kardeşti. Kısacası birinci dereceden yakınım yok. Uzak akrabalarımın da maddi durumları çok iyi değil o yüzden kimseye yük olmak istemedim. Herkesin kendi yükümlülükleri var.”

“Bu davranışını takdir ettim,”

Soruyu hemen geçiştirmek istemiştim.  Daha fazla detaya inmek şu an için gereksizdi. Meryem’de bu sorunun üstüne düşmemiş,  evin genel durumunu, ne yapmam gerektiğini anlatmıştı. Yemek odası, misafir odası, mutfak, kiler derken her yeri gezdirmişti.

“Bak burası da senin odan. Annemin odasına yakın, acil bir durum da hemen gidebilesin diye.”

“Çok teşekkür ederim,”

“Ben iki gün burada kalacağım, iki gün içinde sen de az da olsa alışabilirsin. Bir sorun olduğunda benim yanıma gelebilirsin. Şimdi istersen sen yerleş, sonra görüşürüz.”

“Tekrar teşekkür ederim.”

Odamı beğenmiştim. Duvarların rengi kırık beyazdı. Pencereden dışarı baktığımda manzara insanı büyülüyordu. Olabildiğince uzanan bir yeşillik, aralardan evlerin çatıları görünüyordu. Yatağıma yeni çarşaflar serilmişti. Tam köşede bir dolap, çalışma masası ve sandalye vardı. Komedinin üst çekmecesine iç çamaşırlarımı, diğer çekmecelere, penyelerimi ve tişörtlerimi, elbiseleri de askılıklarla birlikte dolaba yerleştirdim. Komedinin üstüne, annemin aynasını, tarağını ve kokusunu koydum. Diğer tarafa da aile resmimi her an görebilecek şekilde yerleştirdim. Yatağıma uzandım, bütün yolculuk boyunca hiç uyumamıştım. Annemi, babamı, kardeşimi, yoldan geçerken sebepsizce ağacın üstünde asılı kalan poşeti, gerekli ve gereksiz her şeyi düşünmüştüm. Yorgunluğun vermiş olduğu bir kırgınlık vardı üzerimde. Hayatımda daha nelerin değişeceği konusunda bir fikrim yoktu. Bedenim de düşüncelerim de yorgundu. Düşüncelerle beynim kaynıyor, ama hiçbiri beni endişemden uzak tutamıyordu. Okulum ne olacaktı? Belki de üniversite bir sene beklemesi gerekirdi. Hayatımı bir düzene sokabilmek için koca bir sene yeterli gelebilirdi.

***

Derin bir sarsılma sonrasında yatağımdan sıçradım. Gözlerim aralandığında karşımda Meryem duruyordu.

 “Ah çok üzgünüm!” Yataktan doğruldum.  Uykudan sarsıntıyla uyandırılan birisi için bu söz biraz saçma olmuştu. Gözlerimi ovuşturarak, “Çok üzgünüm, ben sadece uzanmıştım. Sonrasında uyuya kalmışım,”diyerek mahcup bir şekilde ayağa kalktım.

“Lütfen! Tabii uzun yoldan geldin, yorgunluğunu anlıyorum.”Gülümseyerek omzumu sıvazladı.

“Yemek yiyeceğiz. Açsındır, hadi ellini yüzünü yıka, bize katıl.”

“Hemen geliyorum. Teşekkür ederim.”diyerek Meryem’in odamdan uzaklaşmasını seyrettim. Banyoya elime yüzüme su çalmak için girdiğim de karşımda duran aynada kendime baktım. Gözaltlarım şişmiş, kan oturmuştu. Bu görüntümü yok etmek istercesine soğuk suyu yüzüme çarptıktan sonra kurulayarak aşağıya indim. Ev oldukça sessizdi. Biran kendi evimi hayal ettim. Kardeşim Naz’ın sesiyle cıvıl cıvıl neşe dolduğunu anımsadım.

 “Yaren, lütfen gel.” Yanındaki boş sandalyeyi göstererek beni masaya davet etti. Meryem Hanım davetine uyarak yanındaki sandalyeye doğru yöneldim. Bu sırada diğer tarafında oturan kişiyi göstererek;

“Bak bu da benim amcamın en büyük oğlu, Önder.” Tokalaştık.

Meryem sordu. “Şimdi nasıl hissediyorsun?”

“Daha iyi!” dedim.

Yemeğinden bir kaşık aldıktan sonra,“Buna sevindim,”diye karşılık verdi.

“Aslında niyetim eşyalarımı dolaba yerleştirdikten sonra yanınıza gelip yardımcı olmaktı ama otobüste hiç uyumadım, uyuyakalmışım.”Çorbamdan bir kaşık almak için kendimi biraz öne eğdim.

“Elbette, zaten hemen başlamak senin için kötü olur. Yarın da izinlisin. Sadece bir ara merkeze inmemiz gerekebilir, çünkü ben yokken buranın düzeni artık senden sorulacak. O yüzden birkaç yeri görmelisin. Bu arada araba kullanmayı biliyor musun?”

“Aslında babam hayattayken direksiyona beni devamlı geçirirdi ama tek başıma kullanabileceğimi düşüne bilmiyorum.” Meryem dudaklarını büzdü. Anlaşılan bu duyduklarına pek hoşnut kalmamıştı.

Önder Bey boğazını temizleyerek, “Can’a rica edersen seni çalıştırabilir.”

Meryem, “Can mı?”diyerek iştahlı bir kahkaha attı. “Can bence Yaren’i araba kullanmaktan soğutmak için güzel bir yöntem olabilir.” Konuştukları hakkında hiç fikrim yoktu. Bu durum yüzüme vurmuş olacak ki Önder Bey bana doğru bakarak, “Can, benim en küçük kardeşim. Yirmi iki yaşında ve İstanbul da üniversite öğrencisi! Arabalarla haşır neşir ama gereğinden hızlı kullanıyor.” Meryem başını onaylar gibi sallayarak, “Hem de nasıl ama burada o kadar hızlı kullanamıyor tabii!”dedi. Önder Bey sözünü keserek,

“Yollar fazla müsait değil, o yüzden de fazla gelmek istemez aslında buraya.”

Gülümseyerek ben de söze girdim. “Adrenalini seviyor galiba.”

İkisi de aynı anda etraflarına kahkahalar saçarak, “Hem de nasıl!” deyiverdiler. Çorbaları bitirdikten sonra Emine Hanım sebzelerle süslenmiş kızarmış tavuk ve yanında pilav servis etti. Gerçekten oldukça lezzetli görünüyordu. Otuz beş yaşlarında hafif göbekli ve beyaz yüzlü Emine ablanın yanakları, hareketliğin de vermiş oldu kırmızımsı bir renge bürünmüştü.

“Yaren, benim önemli birkaç yazışmam olacak. Pazartesi önemli bir toplantım var.”

“Benim için programınızı değiştirmeyin lütfen.”

Meryem memnun bir bakışla Önder Bey’e dönerek, “Eğer işin yoksa Yaren’e biraz çevreyi gezdirebilir misin?” diye sordu.

“Lütfen ben yapacak bir şeyler bulurum.”

Önder Bey, “Benim için sorun değil!”dedi. Sonra bana bakarak, “Ne yapmak istersin?”Ona bütün samimiyetimle “Önder Bey gerçekten benim için kendinizi yormayın,”dedim. Hafifçe gülümseyerek, “Bunun için hiç endişelenme, hem yemek sonrası biraz yürüyüş bana da iyi gelebilir.”

 “Peki siz nasıl isterseniz!”demekten başka çarem kalmamıştı. İkimiz de masadan kalktıktan sonra dışarı doğru ilerledik. Aylardan haziran olmasına rağmen hava da bir gariplik vardı. Her an yağmaya meyilli ama diğer taraftan da ketum gibi duruyordu.

Önder Bey eliyle sağ taraftaki patikayı gösterdi.

“Buyurun.”Hafif bir yamaçlı patikadan yeşilliğin içine doğru ilerledik.

“Daha önce buralarda bulundun mu?”

“Hayır, Artvin’e hiç gelmedim.”Küçük bir gülümse belirdi suratında

“Bu güzellikten uzakta, çok şey kaçırmışsın!”Bir an duraksadı ve yeşillikleri, ağaçları, ötüşen kuşları göstererek, “Burası bir doğa harikasıdır, insanı sakinleştirir, rahatlatır,”dedi. Başımı kaldırdığımda yanağıma düşen su damlası, gözlerimi kırpıştırmama sebep oldu. “Evet, haklısınız.”

“Birçok güzel yer var, dağlar, nehirler, ırmaklar…”söyledikleri kulağa hoş geliyordu. Belki bir gün görmeye gidebilirdim.

“Genelde Can burada olduğu zaman rafting yapmaya gideriz. Eğer istersen sen de gelebilirsin.”Rafting televizyonda izlemiştim ama yapmak mı? Korkutucu gelmişti. Yüzme bile bilmezken rafting yapmak, dalgaların arasında kurtulmaya çalışmak benim için zor bir ihtimaldi.

“Rafting yapmak için donanımlı olduğumu düşünmüyorum, henüz yüzme bile bilmiyorum.”kaşlarını kaldırdıktan sonra, “Eğer yüzme bilmiyorsun senin için riskli olabilir,”dedi. Ben , ses tonumu ayarlayarak emin bir şekilde “Kesinlikle!”dedim.  Köşkün etrafını bir süre daha dolaştıktan sonra “Dönebilir miyiz?”dedim. Önder Bey, ricamı kırmayarak yürümeyi yarıda kesmiş tekrar köşkün yolunu tutmuştuk.

2.Bölüm

Yatağın içinde debelenip duruyordum. Saat sabahın altısıydı ve köşkte hiç ses yoktu. Bu durumdan sıkılmıştım. Dolabımdan pantolon, sade bir badi giyinip sessizce aşağı indim. Ayakta kimseyi görememiştim. Dışarıda biraz dolanabilirdim; böylelikle zaman geçirebilir bu arada birilerin kalkacağını umabilirdim. Önder Bey’le gittiğimiz yerleri takıp ettim. Hava serindi. Burada nefes almak insana tarifi mümkün olmayan bir huzur veriyor, her nefes alışımda cildimin parladığını hissedebiliyordum. Etrafımdaki her noktaya dikkat ederek devam ediyor, bir yandan da çevreme göz gezdiriyordum.

Yolun kenarındaki ağaca yaklaşıp dalına uzandım. Erikler henüz tam olarak olgunlaşmamıştı. Misket büyüklüğündeki eriği dalından kopardım. Bir ısırık aldığımda ekşi bir tat, yüzümü buruşturmama neden oldu. Gerisini yiyemeden atmak zorunda kaldım. Patikadan devam ederken, sağ tarafta duran bir böğürtlen ağacı gördüm. Henüz kızarmamışlardı. Yine de dalına uzandım.

“Henüz olgunlaşmamışlar!”

Ağaç dallarının arasında bir çıtırtı duydum. Sesin geldiği yöne doğru baktığımda, ağaçların arasında bir çift göz gördüm.

“Bana mı dediniz?”

“Evet, elinizdeki böğürtlen henüz olgunlaşmamış. Ayrıca midenizi bozabilirsiniz.”Ağaç dallarının arasından biraz daha öne çıktığında bana sesleneni görebilmiştim.

“Aslında haklısınız. Uyardığınız için teşekkür ederim.”

“Rica ederim.” Elini bana doğru uzatarak,  “Bu arada ben Korel!”dedi. Ben , bana uzatılan ele elimi uzatmakta kararsız kalmıştım. Bir süre eli havada asılı kalan Korel , ümidi keserek elini indirdi.

“Yaren! Benim adım Yaren.”Gülümseyerek tokalaştık.

“Memnun oldum Yaren!”Gülümsemesi harikaydı!

“Ben de memnun oldum.”

Ağacın dalında bir yaprak koparıp bana doğru yaklaştı.

“Burada mı yaşıyorsunuz?”gözleri üstümdeydi.

“Sayılır.”

“Sayılır mı? Öğrenci misiniz yoksa?”Hafif bir tebessümle ona baktım. Bu bir arkadaşlık başlangıcı sayılabilirdi.

“Aslında az ilerideki beyaz köşkte çalışıyorum.” Birden kolundaki saate baktıktan sonra, “Tamamen unuttum. Çok üzgünüm arkadaşım beni bekliyordu. Daha fazla sinirlendirmeden yanına gitsem iyi olur,”dedi.

Bu bir kaçış mıydı? Demek ki fazla ilgisini çekmemiştim. Sıradan bir selam, sonrası yok! Belli ki benden yaşça büyüktü. Aramızda en az yedi yaş olabilirdi. Belki de beni küçümsemişti. Daha, on yedi yaşımda olduğum her halimden belli oluyordu. Bu onun için fark eder miydi? O benden daha iyisini, daha güzelini rahatlıkla bulabilirdi. İtiraf etmeliyim ki harika görünüyordu. Esmer teni, siyah zifiri karanlık gözleri ve farklı duruşu varlığını hemen belli ediyordu. Kısacası hayır denilmeyecek kadar yakışıklıydı. Düşüncelerimi toparlamaya çalışarak tekrar uzattığı eli tereddüt etmeden sıktım.

“İyi eğlenceler.” Ellerinin hâlâ ellerimde olması güzeldi. Birden yüzüme damlalar düşmeye başladı. İkimiz de başımızı gökyüzüne kaldırdık. Damlalar hızlanmaya devam etti. Ona baktım;

“Artık gitmeliyim.” Ellerimi ellerinden istemeyerek de olsa çektim.

“Dikkat edin,” dedi gülümseyerek.

“Edeceğim.” Hızlı adımlarla yürümeye başladım. Kısa bir sürede iliklerime kadar ıslanmıştım. Biraz uzaklaştıktan sonra büyük su birikintisinin üzerinden atlamaya çalıştım ama toprak zemin, su ile buluştuğun da çamurlaşmış ve ayağımın altın da bir sabun gibi kaymış ve büyük bir çukurun ortasına saplanıp kalmıştı. Amansız bir mücadele ile saplandığım çamur dolu çukurdan çıkmaya çalışsam da bir türlü başaramıyordum. Etrafımda bulunan ağaç dallarından kendimi çekmeye çalışıyor ama her defasında dallar elimde kalıyor bir türlü düzlüğe çıkamıyordum. Tam ümidi kestiğim an bir ses;

 “Elimi tut,”dedi.

“Korel”

“Bunu nasıl başardın?” Ellerini sıkıca tuttum. Beni kendine doğru bütün kuvvetiyle çekti. Çamur çukurundan Korel’in yardımıyla çıkmayı başarmıştım.

“Dikkat et!”demesine izin vermeden tekrar yere çakıldım. Yerde boylu boyuna uzanmış bir şekilde yatarken başucuma eğildi.

“İyi misin?”

“Hayır!”

“Şanslısın, yer yumuşak.”

“Şanslı mıyım? Sen buna şans mı diyorsun?” Yattığım yerden doğruldum. Her yerimin çamurla kaplandığına inanamıyordum.

“Biraz da sakarsın galiba?” Hiddetle gözlerine baktım. Benim bu halimden zevk almış gibi, alaycı bir şekilde beni izliyordu.

“Bunun sakarlıkla ne alakası var?” Çömeldiği yerden kalktı ve ellerini bana doğru uzattı.

“Hadi, seni köşke götüreyim.”Sıkıca ellerinden tuttum.

“Teşekkürler ama ben gidebilirim.”

“Bak! Buna kimse inanmaz!” Ellerimi sıktı ve yürümem için çamurlu yolu gösterdi. Bir adım attığımda ayak bileğimin sızlandığını hissettim. Düştüğüm esnada incitmiş olmalıydım. Topallamaya başladım.

“Ayağın! Dur bir bakayım.” Ellerini sıktım.

“Yok!  Gerek yok. Sadece incitmiş olmalıyım. Az sonra geçer.” Duraksadı.

“Ama böyle yürüyemezsin. Daha da kötü olabilir.”

Uzun uzun yüzüne baktım.

“Seni taşımamı ister misin?”Evet, bunu isteyebilirdim.

“Hayır teşekkürler. Yürümem daha iyi olur.”

“Peki.” Ellerimi daha da sıkı tuttu. Çamurlarla güreşimiz bittiğinde köşke yaklaşmıştık. Canımın acıması bir yana, evde kimselerin uyanmamasını diledim. Beni bu halde görmelerini istemiyordum. Ayağım içinse bir bahane uydurabilirdim.

“Bu evde ne olarak çalışıyorsun?”bu şekilde yürümek nefesimi kesmişti. Derin bir nefes aldıktan sonra,

“Hastabakıcı.” Emindim! İçinden kıs kıs gülüyordu.

“Hmm peki sana kim bakacak?”Tahminim doğruydu. Bir alay konusu daha!

“Bakıma ihtiyacım yok!” Ellerimi ellerinden çektim. Acemi bir şekilde yürümeye çalışıyordum. Beni daha da küçümsemesi sinirime dokunmuştu. Kolumdan tutarak beni kendisine doğru çekti. Ne olduğunu anlamama fırsat vermeden, sağ eliyle yanağımdaki çamuru sildi. Elleri yanağımda dolaşırken, nefesini tenime vuruyordu. Serin havada vuran sıcaklığını hissedebiliyordum. Gözleri simsiyahtı. Kalp atışlarım daha da hızlandı. İlk kez böyle bir duygu içerisindeydim. Kendimi daha sonra üzüleceğim bir olayın içinde bulmak istemiyordum. Yeterince acı çekiyordum. Daha fazlası bana ağır gelebilirdi. Ama her şeyden farklı olarak bu anı bitirmek, benim için çok zordu. Sanki kalbimin üstünde bir kancaya takılı halat, beni zorla ona doğru çekiyordu. Sanki ilk görüşte âşık olmuş gibiydim. Göğüsüm sıkışır gibi oldu, ama kendimi küçük düşürecek bir harekete sebep vermek istemediğim için kendimi toparladım. Yüzündeki su damlacıkları tenini okşayarak yere süzüldü. Elleri iki kolumu da kavradı.

Benzer İçerikler

4 Hane 1 Teslim | Eyüp Aygün Tayşir

yakutlu

Sana Aşık Değilim | Vefa Enver

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy