Yazgı, Güldünya’nın yaşam öyküsünü anlatıyor bize. Bu toprakların insanlarının bir türlü yenemediği töre kurallarının, üstüne eklenen törenin, cehaletin ve tüm hayatlara mâl olan hataların içinde yaşayan, bu topraklarda doğan talihsiz ve kaderi baştan beri kara yazılmış nice kızların öyküsü… Töre evliliklerinin, berdel evliliklerinin ve başlık parası ile yapılan evliliklerin toplumda yarattığı kalıtsallığın öyküsü…
Güldünya zaten güzeldi. İnce uzun bedenine yakışan sarı saçlarını, bir omzuna dökerek, bir topuz yaparak, sokakta yürürken, Mardin’in yabancısı olduğu, her halinden belliydi. Yürüyüşü güzeldi. Sarı saçları ve başını, yürüyüşüne uygun sallayışı güzeldi. Mavi gözleriyle etrafı izleyişi ve tanımaya çalışması güzeldi. Konuşması güzeldi. Birisiyle konuşurken hitabetli ve karşısındakini dinlemesi güzeldi. Cesareti güzeldi. İçinde korku taşımaması güzeldi. Sıcakkanlılığı güzeldi. Sevecenliği güzeldi. Munis yapılı oluşu güzeldi. Peki ya yazgısı?..
Türkiye’deki milyonlarca kadınla ortak kaderi paylaşan Güldünya’nın özgürlüğe ulaşma çabasını okurken, hem içinizde bir yer acıyacak, hem de içinde yaşadığınız coğrafyanın belki de en acın yüzüyle, çok duru bir anlatım ve gerçeğin keskin ifadesi eşliğinde karşı karşıya geleceksiniz…
***
-1-
İnsanın büyüdükçe mi artıyor dertleri?
Yoksa insan büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri?
Ö. Asaf
Çoruh Nehri, kaynağını Mescit Dağı’nın batı yönünden alırdı. Önce batı doğrultusunda akıp, Bayburt ve İspir ovalarından geçtikten sonra, bir yay çizerek, doğuya yönelirdi. Nehir akıntı güzergâhı boyunca birçok kollarla birleşirdi. Çoruh Nehri’ni besleyen bu kollar; Oltu Çayı, Tortum Çayı, Barsala Çayı, Balaban Çayı ve daha birçok diğer derelerden oluşurdu.
Doğu Anadolu dağlarından çıkan Çoruh Nehri; dar ve dik vadilerde yoluna devam ederken, Erzurum, Bayburt, Artvin illeri ile Gürcistan’ın Batum ilini de bir birine birleştirirdi.
Toplam uzunluğu üç yüz yetmiş altı kilometre olan Çoruh Nehri’nin Artvin il sınırları içerisindeki boyu yüz elli kilometreydi. Bunun yüz kilometresi Yusufeli ilçesi sınırları içerisindeydi. Çoruh’un debisi Mayıs ayı içerisinde, dağlardaki karların erimesiyle en yüksek düzeye ulaşırdı.
Güldünya, çeltiklerin püskül bağladığı yaz aylarında, Artvin ilinin Yusufeli ilçesinde Darga Sönmez ve Bağdagül’ün tek kızları olarak dünyaya gözlerini açtı.
Artvin ilinin nüfusunun çoğunluğu Kıpçak Türkleri, Gürcüler ve Lazlardan oluşurdu.
Kıpçaklara bazı bölgelerde Kumanlar da denilirdi. Avrasya bozkırlarında çok geniş bir alana yayılan Kıpçaklar, dinamik bir güç olarak komşu devletlerin bazen korkulu düşmanı ve bazen de güvenilir müttefikleri olmuşsa da, tarih boyunca hep parçalanmışlar ve tarihe kendi adlarıyla bir devlet kuramamışlardı.
Türklerin Kıpçak kesimiyle ilgili genelde bir “sarışın”lık durumu söz konusuydu. Açık tene sahip, sarı veya sarıya kaçan saçlı, mavi veya açık renkli göze sahiplerdi.
Gürcüler, Küçük Asya’dan göç eden halkların kaynaşmasıyla ortaya çıkmış bir halk olarak bilinirdi. Gürcülerin büyük bölümü Sovyetler Birliğinin Gürcistan bölgesinde yaşıyorlardı. Türkiye dâhil birçok ülkede de yaşayan Gürcüler vardı.
Güldünya’nın dünyaya gözünü açtığı yer olan Yusufeli, Artvin iline bağlı bir ilçeydi. Yusufeli ilçesinin özünü Kafkas kültürü oluşturuyordu. İlçe merkezi, Çoruh Nehri ile Barhal Çayı’nın birleştiği bir vadi ve uzantısı konumundaydı. İlçenin yüzey şekilleri, genellikle doğu-batı doğrultusunda uzanan dağlarla çevriliydi. Bu dağlardan, ilçenin güneyinde yer alan Karadağ, ilçenin güney doğusunda yer alan Hz. Ali dağı, ilçenin kuzey batısında yer alan Kaçkar dağı ve ilçenin kuzey batısında yer alıp, kuzey-batı doğrultusunda uzanan Altıparmak dağlarıydı. Bu dağları birbirinden ayıran sayısız vadi ve kanyonlar bulunmaktaydı. Yusufeli ilçesi çok engebeli ve dağlık bir alana sahipti. Düzlükler yok denecek kadar azdı. Yusufeli ilçesinin kültürel etkinliklerinden halk oyunları, bar oyunları, Artvin Ahiska Kafkas dansları ve Karadeniz Horonu ünlüydü. Tulum, zurna, asma davul, akordeon başlıca müzik aletleriydi.
Birçok akarsuyun Çoruh Nehri ile birleştiği vadide bulunan Yusufeli ilçesinin iklimi, Karadeniz iklimi ile karasal iklim arasında bir geçiş iklimiydi. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçerdi. Bir bakıma Akdeniz iklimini de andırırdı. O nedenle de çeltik, mısır, zeytin, incir, üzüm ve narenciye gibi tarımsal ürünler yetişmekteydi.
Yusufeli ilçesinin büyük bölümü ormanlarla kaplıydı. Ormanlar genellikle yüksek kesimlerdeydi. Çam, sarıçam, ladin, köknar, karaağaç, meşe, ardıç, kayın, dişbudak, kızılağaç ve yabani kavak gibi ağaç türleri bulunurdu.
-2-
Gönlümü yitenlerle çektiğim yaslar deler;
Yaş bilmeyen gözlerim boğulur da yaşlara
Ölüm gecesindeki sevgili dostlar için.
W. Shakespeare
Güldünya doğduğunda Darga ve Bağdagül’ün dünyaları değişmişti. Bağdagül ev hanımıydı. İlkokul beşinci sınıfa kadar okumuştu. Darga Yusufeli ilçesinde kereste hızarcılığı yapıyordu. Kentin Bahral Çayı vadisinde, genişçe bir alana yayılmış hızar ve bir kısım ev mobilyaları yapan iş yerini Darga amcaoğulları Namdar ve Vahat ile birlikte işletirdi. Yusufeli genelde ormanlık alan olduğundan, Darga’nın hızar hanesine çok tomruk getirilirdi. Getirilen bu tomruklar, özelliğine göre tahta ve odun haline getirilirdi. Bazen de sipariş üzerine ahşap divan, karyola, dolap, merdiven, küpeşte, kapı gibi ev mobilyaları da yapılırdı.
Darga uzun boylu, beyaz tenli, mavi halkalı gözlüydü. Uzun parmaklı hünerli ellerinden her iş gelirdi. Evleneli iki yıl olmuştu. Güldünya’nın yaşam gözlerini açmasıyla, yaşamı bir başka olmuştu. Güler yüzündeki kader çizgileri, her zaman bir yardımlaşmanın ve dostluğun müjdecisi gibiydi.
Darga işini çok severdi. Sabahtan akşama kadar çalışma onu yormazdı. Kendine karşı olan görevini, diğer insanlara ve müşterilerine karşı görevini ve her zaman şükrettiği tanrısına karşı görevini yerine getirmek, onu mutlu kılardı. Sabah işine başlarken, duasız işine başlamazdı. Tanrı korkusu ve onun tanrıya saygısı, onu hep dürüst ve doğru çalışmaya yönlendirirdi. Merhamet ve şefkat onda bol oluğu için karamsarlığa hiç kapılmazdı. Tanrının bütün kapıları kapatmadığına, yaşamda iki kapıdan birisinin mutlaka açık olduğuna inanırdı. Sabırlıydı. İleri görüşlüydü. Eline hangi yazılı kâğıt geçerse geçsin, onun bir değer ve emek ürünü olduğuna inanarak okurdu. Sabrında zaman gizliydi. Her işin gerçeğinde zamanın akışına güvenirdi ve inanırdı. Tanrıya teslimiyeti tamdı. Endişe etmeden yaşamına sıkıca sarılırdı.
Aile birlikteliği Darga için çok önemliydi. Bağdagül’e âşık olduğundan, yaşam onu tepeden tırnağa değiştirmişti. Bilgisine, sevgisine ve ailesine olan aşkını katmasını bilirdi. Kendisini yaratan tanrısına, kusursuz ve özürsüz yarattığı için şükrederdi. Başkalarıyla sevgisini ve saygısını paylaşmaktan hoşlanırdı. Sevginin paylaşarak çoğalacağına inanırdı. Erdemliliğine güvenirdi. Hiç bir kimsenin kötülüğünü istemezdi. Kendi öğrenimiyle elde ettiği doğruları, başkalarının doğrularıyla kucaklaştırırdı.
Darga, Yusufeli’nde sevilen ve sayılan bir “delikanlıydı”. Aklı erdiğinden beri yaşamında şer düşüncelere yer vermemişti. Geleceğini planlarken, önce ailesini, özellikle dünyaya yeni gözünü açan yavruları Güldünyasını ve onunla kucaklaşmış Bağdagül’ünü düşünürdü.
Darga ince sarı bıyıklıydı. Genelde, bıyıklarını sıvazlayarak konuşurdu. Sevecen, yumuşak, neşeli ve biryandan da başkalarına karşı şefkatliydi. Hele Güldünyasının doğumundan sonra, bu şefkat hisleri bir kat daha artmıştı. Töresel ve ahlaki değerlere bağlıydı. Ailesinden öğrendiklerini yaşantısına katardı. Kaybettiği annesi ve babasının öğütlerini hatırlamak ona huzur verirdi. Dini ibadetleri tam olarak yerine getirememesine rağmen, dindardı. İmanı, umudu ve sevgiyi içinden eksik etmezdi. Sıkıldığı günler, babasının ona öğütlediği bilgileri hatırlardı.
Darga’nın iş yeri biraz evine uzaktı. Ancak her öğlen, Bağdagül ona yemeğini tam zamanında getirirdi. Kızları Güldünya doğduktan sonra, bu öğle yemeği işi biraz aksansıya uğramıştı. Bu sürede Darga kısa bir süreliğine eve öğlen yemeğine gelirdi ve hem de kızını severdi.
Bağdagül, doğma büyüme Yusufeliliydi. Annesi babası vefat ettikten sonra, ailenin tek kızı olarak, teyzesinin yanında büyümüştü. İlkokulu Yusufeli’nden bitirdikten sonra, teyzesinin çabasıyla yöresel örgü ve nakış işlerini öğrenmişti. Darga’ya âşık olarak evlenmişti. Önce Darga ile kaçmış ve daha sonra, teyzesinin yardımıyla yöresel bir kır düğünü ile evlenmişlerdi. Evliliklerinin ilk yılında teyzesini de kaybetmişti.
Bağdagül, İnce yapılı ve uzun boyluydu. Sarı saçları ve mavi gözleri, onu görenin Gürcü soyundan olduğunu anlardı. Hızlı ve nefes sesi çıkararak konuşurdu. El becerisi sayesinde, eşinin, kendisinin ve yeni doğan bebekleri Güldünya’nın birçok giysisini kendi elleriyle yapardı. Tarlada, bahçede ve çeltik sekilerinde çalışmadan usanmazdı. Evlerindeki iki ineğine ve üç keçisine kışlık yemlerini, sırtıyla taşır ve evlerinin arkasındaki yem deposuna depolardı. Kocası Darga kereste hızar işinde yazlı kışlı çalıştığından, evin diğer işlerini hep Bağdagül yapardı. İnce uzun ve beyaz yanaklarına biraz yaygın olan burnu, onun yüzüne çok yakışırdı. Hatta ona bir albenili edası verirdi. İnce ve zarif parmakları çok hünerliydi. Tarla ve bahçe işlerinde çalışırken elleri biraz da olsa nasır bağlardı. Ama Darga onun bu nasırlı ellerini çok sıcak ve sevecen bulurdu. Bu elleri okşamayı ve içini öpmeyi hiç ihmal etmezdi.
Bağdagül’ün gözlerinin mavi benekleri ve halkası ta uzaklarda fark edilirdi. Sanki boğazında bir şeyler tıkalı gibi, sık sık yutkunarak konuşurdu. Ancak ilçedeki doktor ona, korkulacak bir şey olmadığını söyledikten beri, daha huzurluydu. Bu yutkunarak konuşmasından artık endişelenmiyordu. Darga’yı çok seviyordu. Ona hiçbir zaman acı sözle yanıt vermezdi. Örf ve adetlerine bağlıydı. Gürcü geleneğini yaşatmak isterdi. Misafiri çok severdi. Birlikte olmak ve yiyeceklerini başkalarıyla paylaşmak ona zevk verirdi. Yardım isteyenin yardımına koşardı. Yoksullara yardım etmeyi çok severdi.
Yusufeli genelde engebeli ve Çoruh Nehri’nin kollarının birleştiği vadi içerisinde olduğundan, geniş tarım alanları yoktu. Ancak seki seklinde küçük parçalar halinde tarlalar oluşturulurdu. Bağdagül ve Darga da kendi geçimlerini sağlayacak kadar Barhal Çayı vadisinde, bu sekilerden oluşturmuşlardı. Bu sekilerin kimisine çeltik ekerlerdi. Kimisi zeytin ve narenciye bahçesiydi. Kimisini de sebzelik olarak kullanılırdı. Üretilen ürünlerden, kendilerine yetecek kadarını ayırıp, geri kalanını pazarda satarak aile bütçesine katkı sağlarlardı. Tüm ürünlerin Pazar işlerini ve satışını Bağdagül yapardı.
Bağdagül evinin hanımı olmaktan hep övünç duyardı. Komşularına ve kendinden genç kızlara örnek olmaya özen gösterirdi. Yetim büyümenin verdiği ürkeklik her hareketinde belliydi. Gözlerini biraz fazla kırpardı. İnce uzun kumral kirpikleri kapanırken, gözlerindeki Gürcülere özgü mavilik, sanki üstüne vurur gibiydi. Yöresel ve köklerine uygun giyimi ve kuşamı severdi. Darga Erzurum’a ve Artvin’e gittiğinde ona hep albenili giysiler alırdı. Bir yere gezmeye gittiğinde bu albenili giysileri giymeyi çok severdi.
Güldünya doğduktan sonra, tarla ve bahçe işlerini biraz aksatmıştı. Ama gönlü hep o işlerin nasıl yapıldığı sancısını çekerdi. Darga’dan bu konuda hep bilgiler alırdı. Daha çok sebze ve bahçe işlerinde, ev işlerinde teyzesinin kızları Ecenaz ve Edagül’den yardım isterdi. Onlar da zaten Güldünya’yı sevmek bahanesiyle sık sık Bağdagül’e gelirlerdi. Birbirlerine yardım etmeyi ve karşılıksız dayanışmayı teyzesi onlara öğretmişti. Yardımlaşmayı köklerinden gelen istek ve şenlik içinde sürdürürlerdi.
***
Sonbahar artık Yusufeli’nde yüz göstermeye başlamıştı. Çeltiklerin biçim zamanı gelmişti. Zeytinler artık kararmaya başlamıştı. Bağdagül bahçesindeki meyvelerin ve sebzelerin, kendilerine yetecek kısmını ayırdıktan sonra kalanını satmıştı. Bir kısmını da kurutarak kilere depolamıştı.
Güldünya’nın sesi artık evde hissediliyordu. Darga hızar hanede işini bitirir bitirmez hemen eve geliyordu. Yaklaşan tarla ve bahçe işlerinin sıkıntısı, Bağdagül’ü tedirgin ediyordu.
Bir cumartesi akşamı evde, Güldünya uyuduktan sonra, Darga, Bağdagül’e yaklaştı ve onu sevmek ve öpmek istedi. Epey zamandır birlikte yatmalarına rağmen, sevişmeye sanki Güldünya’dan utanıyorlardı. Ama yine de Darga eşini çok özlemişti. Onu kendine çekerek kucakladı ve öptü. Darga, yatakta önce eşine biraz işlerden ve bu kış yapılacak hazırlıklardan bahsetti:
“Bağdagül! Seni çok özledim. Kızımızın sesi kesildi. Herhalde uyumuştur,”diye Bağdagül’ün yanıtını bekledi.
Bağdagül’de Darga’sını özlemişti. Ancak yan taraflarında yatan ve mırıl mırıl uyku sesi çıkaran kızları Güldünya’dan utanıyordu. Bundan dolayı da sevişmekten çekiniyor ve ürkekti. Yine de özlemine yenilerek Darga’sına o da yaklaştı ve uzun süredir birbirlerine hasretliklerini giderdiler.
“Darga şimdi beni dinle. Sen hep hızar işlerinle meşgulsün. Allah’ım sana daha çok iş bağlantısı versin. Bu kazandığın paralarla, kızımızın geleceğini kurgulayacağız. Çok şükür, bahçeden ve tarlalardan gelen ürünle bize yetiyor. Hatta bu yıl satacağımız ürünlerimiz de oldu. Ancak çeltiklerin biçim zamanı geldi. Zeytinler kararıyor. Diğer sebzelerin sekilerindeki saplar ve anızlar temizlenecek. Sözüm o ki bizi çok iş bekliyor Dargacığım. Ne yapalım? Senin önerin ve düşüncen nedir?”diye Bağdagül Darga’ya mahzun mahzun o mavi gözleriyle etkileyici bir şekilde bakarak durumu anlattı.
“Bak! Bağdagül. Sen hiç kendini üzme ve bu işler için de o güzel canını sıkma. Ben çeltikler biçime geldiğinde, onların biçimi ve harmanı için iki amele ile anlaştım. Zeytinlere biraz daha zaman var. O iki amele, bu ara sebzelerin yerini temizleyecekler. Sen içini rahat tut ve kızımızı emzirmeye bak,”diye ekledi.
“Sen beni bilirsin Darga. Bu kızımız yüzünden uzun zamandır bahçe ve tarlalara gidemedim. Sanki bir tarafımda bir eksiklik var gibi. Bu yıl hayvanlarında kışlık yemleri istediğim gibi olmadı. Bakalım inşallah kış hafif geçer.”
“Bağdagül yarın Pazar. Benim de işim yok. Güldünya’yıda alıp, şöyle bir oraları gezelim. Hem de biraz azık hazırlarsan, yukarıdaki sırt çeşmesindeki söğütlerin altında yeriz,”dedi ve Bağdagül’ü sıkıca sarmaladı.
“Darga! Ne yapıyorsun. Belimi kıracaksın,”diye feryat eden Bağdagül, biryandan da Darga’ya sıkıca yaklaştı. O ara Güldünya’nın hışırtıları geldi. Artık gece epeyce ilerlemişti. Dışarıda Yusufeli vadisinde eksik olmayan karayelin uğultusu geliyordu. Bir yandan da Barhal Çayı’nın koşar adım akan sularının şırıltısı ta uzaklardan yatak odalarını dolduruyordu. Artık Güldünya uyanmıştı. Meme alma zamanıydı. Bağdagül, kızları Güldünya’yı yanlarına aldı ve emzirmeye başladı. Güldünya onların mutluluğuydu. Annesini emerken çıkardığı mırıltılar artık yatak odalarını dolduruyordu. Kızını emzirdikten sonra, tekrar beşiğine bıraktı ve Darga’ya bir şeyler daha söylemek isteğiyle döndü. Ancak, Darga çoktan uyumuştu.