Erken uyarı uydularında, görevliler şaşkınlıklarını gizleyemediler. Önlerindeki filonun çokluğundan yıldızların ışıkları görünmüyordu….
Geçmişlerinden gelen bir sır, geleceklerini yok etmek isteyen bir düşman, büyük bir saldırıdan kurtulan küçük bir grubun hayatta kalma mücadelesi…
Atalarının çok önceden bilip hazırladıkları kurtuluş planı işe yarayacak mı yoksa istilacılar onları yok mu edecek… Hayatlarındaki büyük sırrı öğrenebilecekler mi?
***
YEDİ GEZEGENİN SIRRI
GİRİŞ
Yıldızlar üssün önündeki camda parlıyordu. Saltuk sadece on kişinin çalıştığı bu küçük üste olmaktan iyice bunaldığını hissediyordu. Görevleri sistem sınırını geçen diğer sistem gemilerini takip etmek, izinsiz olanları Meta koruma üssüne bildirmekti ve herkesin söylediği gibi, bu yapılabilecek en sıkıcı işti. Saltuk nöbeti devralmaya gelecek personelin neden geciktiğini düşünürken, bir taraftan da tarayıcının başında sorumluluğu altındaki bölgeyi kontrol ediyordu. Çevre kulelerdeki diğer üç nöbetçi koltuklarında oturmuş birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Saltuk tarayıcıda bir cisim gördüğünde alaylı bir şekilde gülümsedi:
—Arkadaşlar sınırdan geçiş yapan bir cisim var, izinli gemi var mı?
Buğra bilgisayarı inceleyip:
—Hayır şu sıralar bir gemi beklemiyoruz, dedi
Saltuk, şaşkınlık içinde kaşlarını kaldırdı:
—Bir gemi sınırı geçecek galiba, sınıra yaklaşıyor.
—Meta’ya bildirelim.
—Haklısın ama önce biraz bekleyelim, hangi bölgeden geçiş yapacağını anlayıp ondan sonra bildirelim.
Üs görevlisi beş kişi tarayıcının başında yabancı geminin koordinatlarını inceleyip hangi yöne gideceğini tespite çalışırlarken Buğra:
—Bu gemi çok büyük, nerdeyse bir üs gemisi kadar, dedi.
Saltuk, panikle ayağa fırlayarak:
—Üstelik doğruca üzerimize geliyor! diye bağırdı.
Hepsi dikkat kesilmiş, gemiyi beklemeye başlamışlardı. Ne amacı vardı bu geminin, neden üzerlerine geliyordu? Kaçak bir yük gemisi olsa onlardan saklanmaya çalışması gerekirdi. Büyüklüğüne bakılırsa yolcu gemisi olamazdı.
Buğra sonunda kendini toplayarak:
—Derhal Meta’ya bildirelim! diye bağırdı.
Saltuk tarayıcıya tekrar baktığında şaşkınlıkla haykırdı:
—Birkaç tane daha gemi geliyor!
Pencereden bakan personel hayretle bağırmıştı:
—Şuraya bakın bu bir üs gemisi!
Hepsi pencereye koşup baktılar. Karşılarında büyük bir üs gemisi belirmiş, üzerlerine geliyordu. Saltuk:
—Hemen sistem başkanlığına haber verin. Bunlar Da-Gont üs gemileri! diye bağırdı.
Buğra sisteme bilgi vermek için konuşma cihazının düğmesine bastı. Aynı zamanda masasının yan tarafında bulunana kırmızı düğmeye uzandı. Üs gemisi elektrot toplarını bu küçük sınır kontrol üssüne çevirerek ateşledi. Silahtan çıkan kırmızı elektrot topçukları üsse çarptı. Üssün küçük savunma kalkanları hiçbir varlık gösteremedi ve üs parçalanarak dağıldı.
İSTİLA
Bölüm 1
Erkun gezegeni delegelerinden Safka, görüntülü iletişim cihazının önünde oturmuş boşluğa bakıyordu. Derisi sarkmış, alnında ter damlacıkları birikmişti. “Kâbus görüyorum” diye düşündü, “Gerçek olamaz. Evrenin Güçleri! Lütfen gerçek olmasın.” Uzaktan uzağa gelen telaşlı ayak seslerini ve panik içindeki fısıltıları dinledi. Yapılması gerekeni yapmak için sırtını dikleştirdi ve iletişim subayına baktı. Ekranda beliren zayıf ve yaşlı adamdan bu kıyameti durdurmasını bekleyebilir miydi?
—Evrenin Güçleri sizinle olsun Sayın Başkanım. Yediler Meclisi toplantıya hazır, sizi bekliyoruz.
Yaşlı adamın dudakları gerildi, hafifçe başını salladı. Safka bir an onun gülümsediğini sandı. Başkan yorgun görünüyordu ama yine de güçlüydü, sesinde korku yoktu.
—Evrenin Güçleri seninle olsun Safka, hemen geliyorum.
Safka boş ekranı bir süre seyrettikten sonra gönülsüz adımlarla uzaklaştı. Başkan şimdiden RAY üssüne doğru yola çıkmış olmalıydı. Başının zonkladığını hissettiğinde neredeyse mutluluk duydu, fiziksel acı kaybolan gerçeklik duygusunu kazanmasına yardımcı oluyordu.
Uzay üssü RAY hangarı çok hareketliydi, inen mekiklerden çıkan birkaç geç kalmış delege gergin yüzlerle toplantı odasına doğru koşuyordu. Safka hem toplantı odasına gidiyor, hem de elindeki evraklardan gezegen savunma yapısını inceliyordu. Birazdan toplantıda görüş bildirmesi gerekebilirdi. Kâğıtları tutan ellerinin hafifçe titrediğini fark etti. “Toparlan seni bunak” diye söylendi, “Yapman gereken şeyler var.”
Sonunda bütün delegeler ve gezegen liderleri toplantı odasına girdiklerinde kapılar kapatıldı. Safka odada bulunan herkesin dönüp kapıya baktığını fark etti, demek ki herkeste aynı kapana sıkışmışlık duygusu vardı. Bütün sistem nefesini tutup onların kararını beklerken böylesine çaresiz hissetmenin acısını bastırdı ve gülümsedi.
Sonunda Yediler konsey dönem başkanı ve Mostar gezegeni başkanı titremeyen bir sesle konuşmaya başladı:
—Sayın delegeler, bu toplantının sebebi hepinizce malumdur. Haksız ve gerekçesiz bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bana bakan yüzlerinizde endişe görüyorum. Ama hatırlatmama izin verin, bundan yüzyıl kadar önce Da-Gontlarla savaşmış ve onları sistemimizden atmıştık. Eğer zorunlu kalırsak bunu tekrar yapabiliriz.
Salonda alkışlar kadar homurdanmalar da duyuldu. Safka neden homurdandıklarını çok iyi anlıyordu. “Zorunda kalırsak mı?” diye düşündü “Adamlar açıkça bir istila hareketi başlattılar. Bütün iletişim yolları kapalı ve hala zorunda kalırsak öyle mi? Eh, Başkan barış ve diplomasi fantezileri kuruyorsa bile meclis onun gözünü açar.”
Başkan, Safka’ya hitap ederek:
—Şu ana kadar herhangi bir iletişim sağlandı mı?
—Hayır, hiçbir iletişim kurmadılar. Bizim sinyallerimizi de görmezden gelmeyi sürdürüyorlar.
Başkan dinlemiyordu. Bu haber çoktan ulaşmıştı ona elbette. Safka onun beynindeki çarkların dönüşünü görüyordu nerdeyse. Cüretli bir plan peşindeydi ve görünüşe göre bundan meclise bahsetmek niyetinde de değildi. Başkanın kendisine hitap etmeyi sürdürdüğünü fark edince toparlandı.
—Siz bu meclisteki en yaşlı delegesiniz. Aramızda Büyük Mücadele’yi gören birkaç kişiden birisiniz. Ne öneriyorsunuz?
Safka bir an durdu. Başkan elbette onun ne söyleyeceğini biliyordu. “Sorumluluğu bana atmak istiyor. Savaşı başlatan ben olursam kötü giden her şeyin sorumlusu olacağım. Halkını sonsuz bir savaşa sürükleyen adam olacağım. Ama başka ne yapılabilir ki?..” Delegelerin yüzlerine baktı, çoğu çok genç, her zaman diplomatik çözümler üretilebileceğini sanacak kadar gençti, üstelik zaman değişmişti artık, kimse savaşın acılarına hazırlıklı değildi. Safka kimsenin ipinde oynamaktan hoşlanmazdı, aslında politikadan da hoşlanmazdı. Ama ne olursa olsun gerçeği söylemek zorundaydı.
—Saldırmaktan başka şansımız yok. İstedikleri bizi yok etmek ve bunu yapana kadar durmayacaklar. İletişim kurma niyetinde olsalardı şimdiye kadar mutlaka bir cevap alırdık. Bizi korkutmak istemiyorlar ya da kaynaklarımızı paylaşmak; bizi yok etmek istiyorlar ve konuşarak kaybettiğimiz her dakika onların lehine oluyor. Gezegen filolarını dış gezegenler civarına gönderelim. Da-Gont filosunu orada karşılayalım. Daha önce de onları orada yenmiştik.
Salondaki sessizlik ürkütücü bir hal aldı ama Safka bunun onay anlamına gelmediğini biliyordu. Sadece konuşmayla geçecek uzun saatler vardı önlerinde. Bazen, aslında çoğunlukla, bu adamların kendi seslerini duymaya bayıldıkları için delege olduklarını düşünürdü.
İlk ara için salon boşalmaya başladığında Başkan Safka’ya kendisini takip etmesini işaret etti. Aralarında konuşan delegeler onlar geçerken birden susuyor ve yol verirken meraklı bakışlarla Safka’yı süzüyorlardı. “Şüphesiz bir kısmı beni destekliyor” diye düşündü Safka, ama bir kısmının da bırakın onu dinlemek, bu yaşta uluorta altını ıslatmadığı için şanslı olduğunu düşündüğünü biliyordu. Şüphesiz, Başkan’la yapacağı bu baş başa görüşme uzun fısıltılara sebep olacaktı.
Başkan’ın odası konforlu olmasına rağmen, genellikle iki kişilik görüşmeler için kullanıldığından, pek de geniş sayılmazdı. Başkan’ın geniş masasının arkasındaki sandalye diğerlerinden yüksek tasarlanmıştı, kendi yerine geçerken Safka bu üstünlük karşısında tedirgin oldu. Başkan ifadesiz bir yüzle karşıya bakıyordu. Bir süre konuşmadan bekledi. Sonra kararlı bir tavırla:
—Biliyorsun dedi. Bu görüşmeler günlerce sürebilir. Pek çoğu daha neler olduğunu kavrayamıyor. Ve sonuçta ne karar vereceklerini tahmin etmek çok güç değil. Konsey’in çoğunluğu Kayralılardan oluşuyor biliyorsun. Yıllardır çoğunluğu ellerinde tutmak için her şeyi yaptılar. Konseyden çıkacak kararı da onlar belirleyecek. Onlara güvenemem, hiçbirimiz güvenemeyiz. Gerekirse kendi gezegenleri için hepimizi ateşe atmaktan kaçınmazlar.
—Bunları bana neden anlatıyorsunuz? Konseyin kararını hızlandıracak ya da değiştirecek gücüm olduğuna inandığınızı söylemeyeceksiniz herhalde.
—Hayır, hayır, tabii ki bunu düşünmüyorum, sadece bu konseyden çıkacak kararlara güvenemeyiz diyorum. Herhalde buna karşı çıkmayacaksın?
Safka birden her şeyi anladı. “Önce dinle” dedi kendi kendine “Önce dinle, bakalım seni neye bulaştırmaya çalışıyor.” Sonra sözünü kesmeden Başkan’ı dinledi. Bu çılgınlıktı şüphesiz, üstelik yasa dışıydı, ortaya çıkarsa idam edilirlerdi ki yasanın işleyiş hızı düşünüldüğünde infazdan çok önce Safka ölmüş olurdu zaten. Ama başka şansları yoktu. Bunu anlıyordu, yalnız bu yaşında efsane kahramanları gibi davranması gerektiğini kabullenmesi kolay değildi. Yakışıklı genç adamlar efsane kahramanı olurdu. Okuduğu hiçbir kitapta prostatlı, 120 yaşındaki bir Erkunlunun maceralarının anlatıldığını hatırlamıyordu.
—Bu işe yarar mı bilmiyorum. Çok tehlikeli…
—Peki, ne yapılabilir? Senin önerin ne?
Eğer gülebilecek durumda olsaydı, Safka tam bu dakikada gülmeye başlardı. Yıllarca konseyde bulunmuş ve çıkan her yasa, görüşülen her mesele hakkında düşüncelerini anlatmak için çırpınıp durmuştu. O zaman kimse onun ne düşündüğüne aldırmıyor gibiydi ama şimdi yegâne isteği birileri her şeyi halledene kadar bir deliğe saklanmakken, Başkan durmuş ona fikrini soruyordu.
Başkan’ın odasından çıktığında başı dönüyordu. Kendisini ilgiyle süzen delegelerin arasından ayakları birbirine dolanarak geçti. İnsanın normal bir haftaya başlayıp bir istila görmesi yeterince kötü değilmiş gibi, şimdi bir de Başkan’ın çılgınca planlarının parçası olmuştu. Koridorlarda biraz gezindikten sonra iletişim odasına gitti. Delegelerin ya da başka birilerinin onun ne yaptığını fark edemeyecek kadar meşgul olmalarını diliyordu. Yıllarca bu koridorlarda kendisini görünmez hissederek gezmiş ve birilerinin ona dikkat etmesini beklemişken dikkat çekmemeye çalışması bile insanların ilgisini çekerdi aslında. İletişim subayına çıkabileceğini söyledi. Adamın bakışları soru dolu olsa da bir delegeye soru soramayacağını bilecek kadar uzun zamandır Ray’da çalışıyordu. Safka bütün düşüncelerini bir kenara atmaya çalışarak Meta üssüyle bağlantı için gerekli hazırlıkları yapmaya başladı. Bu ümitsiz bir savaş olacaktı, yıllardır savunma bütçesi konusunda konuşmuş, birilerinin onu dinlemesi için her şeyi yapmıştı, ama ticaret anlaşmaları, yeni koloniler kurmak, daha ve daha çok güç kazanmak varken kimse bir bunağın söylenmelerini dikkate almamıştı tabii ki… Şimdi bütün sistem bunun bedelini ödemek zorundaydı…
Başkan, odasında yalnız kaldıktan sonra sabahtan beri kontrol altında tutmaya çalıştığı kaslarının gevşemesine izin verdi. Korkuyu gizlemek konusunda uzman sayılırdı aslında ama bu lanetli günde yaşananlar yeteneklerini zorluyordu. “Her şeyin çaresi bulunur” diye düşündü, “Her şeyin bir çaresi mutlaka bulunur.” Annesi ne zaman üzülse bunu söyler ve daima bir çare bulmayı da başarırdı. Elli yıldan beri belki de ilk kez onun yanında olmasını diledi. Yanında olmasını ve doğru olanı yaptığını söylemesini… Safka’ya güveniyordu. En çok da kimsenin dikkatini çekmeden bir şeyler yapabileceği için. Yine de bütün umudunu yaşlı bir adamın omuzlarına yüklemekten rahatsızlık duydu. “Üç anahtar faaliyete geçirilmeli” diye mırıldandı, onları yok olmaktan kurtaracak tek şey artık kimilerinin varlığına bile inanmadığı üç anahtardı. Kapının çalınmasıyla daldığı düşüncelerden sıyrıldı ve korkusuzluk maskesini tekrar yüzüne geçirdi.
******
Yediler Birliği’nin son sınırındaki koruma üssü Meta’da alarmlar çalıyor, herkes sağa-sala koşturuyordu. Kontrol masasındaki tarayıcılardan üzerlerine doğru gelen Da-gont yıldız üs gemileri, parlak uyarı ışıkları halinde yanıp sönüyordu. Yüzlerce avcı gemisi çevrelerindeydi, savaşmak için çok kalabalıktılar ve diğer üslerden gelen haberlere bakılırsa kaçacak bir yer de yoktu. Meta üssündeki akıncı filoları büyük bir aceleyle savunma hattı oluşturmak için çabalıyorlardı. Akıncı 1 filosu komutanı Yüzbaşı Kahan akıncısına binmiş, son güvenlik kontrollerinin yapılmasını bekliyordu. Aslında daha çok birilerinin çıkıp bunun iğrenç bir şaka olduğunu söylemesini bekler gibiydi. “Eğer şaka olsaydı” diye düşündü “İyi bir şaka olurdu.” Büyük bir istila için eğitilmemişti, şimdiye kadar birkaç küçük isyan ya da kendini çok akıllı sanan kaçakçılar dışında bir şeyle mücadele etmesi gerekmemişti. Adamları onun her şeyi yapabileceğini düşünürdü. Şimdiye kadar üstesinden gelemediği bir şey olmamıştı, yine de iddiaya girmek için iyi bir zaman gibi görünmüyordu. Kontroller tamamlanınca motorları çalıştırarak hareket düğmesine bastı. Akıncı büyük bir süratle fırlatma kapsülünden uzaya fırladı. Akıncı 1 filosunun tamamı peşinden fırladılar.
Yüzbaşı Kahan:
—Akıncı 1 filosu, hedef düşman avcı gemileri, kama düzeniyle saldırı, diğer akıncı filolarını da takibe alın.
Telsizden gelen “Anlaşıldı” sesleri neredeyse cızırtının arasında kayboluyordu. İletişim hatlarını açık tutmak bile büyük problem olacak gibiydi.
Yüzbaşı Kahan belli belirsiz başını salladı. İmkansızı başarmaya çalışacaktı, aslında onun için mucize yaratmak hiç sorun olmamıştı şimdiye kadar. Ailesinin mucize çocuğuydu. Beş kızdan sonra gelen ve başarısıyla ışıldayan bir erkek, diğer gezegenlerin aksine Mostar’da Evrenin Güçlerinin erkek olduğu kabul edilirdi. Bu yüzden belki de evrende erkek olmak için en iyi yer Mostar’dı. Kahan üstünlüğüne hep inanmıştı. Biraz erkek olduğu için, biraz da hayatta isteyip de başaramadığı hiçbir şey olmadığı için. Çevresine bakındı, düşman avcıları yıldız yağmuru gibi akıyorlardı. Onları avlamak sadece zaman kaybı gibi görünüyordu. “Eğer arılarla başın dertteyse” diye düşündü “Onları tek tek avlamaya çalışmazsın, yuvayı yok edersin.” Radara göz atınca beş ana gemi gördü fakat görüntüdeki dalgalanma başkaları da olabileceğinin işaretlerini veriyordu. Her halükarda akıncılarla bir ana gemiye saldırmak çok zordu, hele her yandan üzerinize akan saldırılar altında. “Bunu kimse başaramaz” diye düşündü “Ben hariç hiç kimse…”
İletişim cihazını açtı.
—Sağ taraftan geliyorlar.
—Gördüm, atışa hazırım.
Yüzbaşı Kahan konuşma cihazından gelen bu konuşmaları dinlerken bir taraftan da düşman avcılarına ateş ediyordu.
—Yerinizi korumaya çalışın, kanatlara doğru açılın.
Diğer takımlar ilerlemeye çalışırken Akıncı 1’in yerini korumasını sağlamalıydı öncelikle.
—İyice açılın, bu kargaşanın çevresinden dolaşmayı deneyeceğiz.
İletişim cihazından gelen onaylardan sonra:
—Nereye kaçmayı planlıyorsunuz yüzbaşım?
Bu sesi nerde duysa tanırdı ve şimdiye kadar hiç duyduğuna sevindiği olmamıştı.
—Yönetmeniz gereken bir takımınız olduğunu sanıyordum. Yoksa sonunda rütbelerinizi sökmeye mi karar verdiler? Eh, üzücü ama pek şaşırtıcı değil.
Üsteğmen Urso’nun sesindeki öfke, cızırtıya rağmen kendini belli ediyordu.
—Savunmayı mahvediyorsunuz, asıl sizin rütbeleriniz sökülecek!
Kekelemeye başlamasına ramak kalmış gibiydi. Kahan gülümsemekten kendini alamadı. Onca sataşmadan sonra bu kadının kendisinden uzak durması gerektiğini anlaması gerekirdi. “Ama çabuk anlayan biri sayılmaz” diye düşündü. Birden bir sarsıntıyla savruldu.
—Hay aksi!
Soluna dönerek kaçmaya başladı, peşindeki düşman lazer topuyla ateş ederek geliyordu. Yüzbaşı Kahan birden ani bir ters dönüş yaparak peşindeki düşmana ateş etti. Vurulan düşman avcısı lazerin etkisiyle parçalanıp dağıldı.
Savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Ekibini kontrol eden Kahan ciddi kayıplar verdiklerini fark etti. Hayır, ana gemiye saldırmak için çok kötü bir zamandı. Hayatta kalmalı ve Meta’ya döndükten sonra ek takımlarla beraber tekrar denemeliydi. Birden iletişim cihazından sesler gelmeye başladı. Acilen Meta üssüne geri dönmesi emrediliyordu. Ses her an kesilebilecek gibiydi. Hemen ekibine emri iletti ve Meta’ya doğru hareket etti. Oraya vardığında gördüğü manzara bir cehennem tasvirinden farksızdı. Üç büyük yıldız gemisinin yoğun ateşi altındaki Meta yaşama savaşı veriyordu. Yakın zamanda dönülecek bir merkez kalmayacağını anlamak hiç zor değildi. Birden düşmanın kendi planını uyguladığını fark etti. Merkezi yok edecek ve kendilerini ölüme terk edeceklerdi. Akıncı gemileri çok uzağa gidemezdi, yakıt ikmaline ihtiyaçları olacaktı, bu küçük akıncılarla hayatta kalma şansları çok düşüktü. Bu sadece bir saldırı değildi. Bu bir katliamdı… Meta kahramanca direniyordu ama şimdiden hangarlar kullanılmaz haldeydi. Yaralanan akıncılar Meta’ya inemiyorlar, yakıt ikmali yapamıyorlardı. Uzay boşluğundaki akıncılar birer birer avlanıyor, sayıları gittikçe artan düşman gemileri arasında kendilerine yol açmak için umutsuzca çabalıyorlardı. Eğer Evrenin Güçleri yardıma koşmazsa yakında hepsi ölecekti. Ama Kahan Evrenin Güçlerinin acil durumlarda ortaya çıktığını hiç görmemişti, zaten onların her zaman güçlüden yana olduğuna inanıyordu. Düşünceleri tam kuyruğunda patlayan lazer toplarının sesiyle parçalandı. Daha çok reflekslerinin yardımıyla ters bir dönüş yaptı ve saldırıyı savuşturmayı başardı. Ama bu kez ters yönden açılan bir ateşin hedefi olmuştu. Yana doğru kaydı ve tam zamanında lazerlerini ateşledi. Düşman avcısı önce bir ışık küresine dönüştü, hemen arkasından parçalanarak uzayın derinliklerine dağıldı. Fakat Kahan kendini her yönden açılmış çapraz ateşten korumaya çalışırken bunu fark etmedi bile. Her şeyin sonuna geldiğini hissediyordu. Hayatı, bütün o idealler, güç savaşları, ödüller, eğitimler… hepsinin bu kadar anlamsız şekilde sona eriyor olmasından büyük şaşkınlık duydu. O büyük işler yapmak için doğanlardandı. İçindeki aldatılmışlık duygusunu bastıramıyordu. Gözleri korkudan çok, kızgınlıktan yaşarmıştı.
Teğmen Urso Meta’ya dönerken dinlenme hayalleri kurmuyordu elbette ama en azından yakıt ikmali yapacak ve artık kendisine acı vermeye başlayan ufak tefek yaraları için yardım alacaktı. İletişim cihazı belli belirsiz cızırtılar dışında sessizdi ve kendi takımıyla bile iletişim kuramıyordu. “İşte bu gerçekten utanç verici” diye düşündü. Birden o Mostarlı aptalın bu durumu duyunca nasıl bakacağı gözünün önüne geldi, “Sen elinden geleni yaptın kızım, o sadece bir aptal, ne düşündüğünden kime ne!” Sonra kendinden utandı. Asıl önemli olan onun itibarı değil savunmanın durumuydu elbette ve durum pek de parlak görünmüyordu. Neden hala Meta’dan destek kuvvet gelmediğini anlamıyordu. Gerçi destek kuvvetle bile fazla şansları olmazdı ama daha büyük bir yardım gelene kadar dayanabilirlerdi. Elbette Evrenin Güçleri onları koruyacaktı ve herkes bilirdi ki onlar insanın en zor anında yetişirlerdi. Meta’yı gördüğünde midesinde bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Bu manzara bütün umutların sonu gibiydi. “Bu kâbus olmalı” diye düşündü. Hayatı boyunca gördüğü hiçbir şey onu buna hazırlamamıştı. Üç yıldır evi olan üs şimdi sadece bir enkazdı. Zaman zaman ana kütleden ayrılan bir parça, dumanlar saçarak uzayın derinliklerine savruluyordu. O zaman Urso bittiğini anladı. Gerçekten bitmişti. Eğer düşman avcılarıyla tek başına mücadele etmeye çalışan o akıncıyı görmeseydi, büyük ihtimalle orda öylece vurulmayı bekleyecekti. Ama hâlâ yapılacak bir şeyler varsa en azından denemeliydi. Fazla düşünmeden çatışmanın ortasına daldı.
Kahan yardım etmeye çalışan gemiyi fark ettiğinde kendisi için gösterişli bir son planlamaya başlamıştı bile. Fakat kimse izlemeyince bu da anlamsız olacaktı. İki akıncı onlara sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca yan yana savaşmayı sürdürdüler. Eğer acil bir yardım gelmezse fazla dayanma şansları olmayacaktı. Birden büyük bir patlama ve kör edici bir ışıkla, kuvvetli bir anafora yakalanmış gibi kuvvetle savruldular. Normal şartlarda böyle bir patlama her şeyin sonu demek olabilirdi ama bu sayede iki akıncı çatışmadan uzağa, uzayın derinlerine doğru sürüklendiler. Kahan göstergesinde delice yanıp sönen ışıklara baktı, tüm cihazlar çıldırmış gibiydi. Gemi dış sisteme doğru sürükleniyordu. Tüm bu ses ve görüntüler içinde Kahan büyük bir rahatlama hissetti. Kurtulmuştu ve önemli olan da buydu. Gerisini halledeceğinden emindi. Biraz çabadan sonra göstergeleri normale çevirmeyi başardı. İletişim cihazını açtı ve yanındaki akıncıya ulaşmaya çalıştı ama denediği dalgaların hiçbirinden cevap gelmiyordu.
Urso, patlamadan sonra yaşanan şokun etkisinden kurtulduğunu düşünüyordu. Elleri titremeden göstergeleri kontrol etti. İletişim cihazını tamir etmesi için ana bilgisayarı ayarlamayı denedi, hasar düşündüğünden daha büyüktü. Ama bir yolunu bulmak zorundaydı. Akademide en zayıf dersi elektronikti, onun teknisyen olacağını uman ailesini hayal kırıklığına uğratarak pilot olmayı seçmişti. Aslında pilot olmak her zaman en büyük hayaliydi. Ama babası ticaretle uğraşması gerektiğini düşünüyordu. Çok başarılı ve zengin bir tüccardı, kızının bu konudaki yeteneğini küçük yaşta fark etmiş ve üzerine gitmişti. Eğer annesinin desteği olmasaydı akademi sınavlarına bile giremeyebilirdi. Annesi her şeyden önce hayallerin peşinden gitmeye inanırdı ve her kızın evlenmesi gerektiğine de inanırdı. Urso kendini bildi bileli zayıf bir çocuk olmuştu, genç kız olmaya başladığında da değişen bir şey olmamıştı ve annesinin teyzesine söylediği gibi: “Kim bu kadar sıska bir kızla evlenir ki?..” Bu durumda akademiye gidip farklı gezegenlerden gelenlerle tanışmasının hiçbir zararı olmazdı. Aslında annesi onun pilot olabileceğine hiç ihtimal vermemiş ve teknisyen olmasını ummuştu. Ama Urso akıncının içinde ne kadar becerikli ve kendinden eminse, karmaşık bilgisayar devreleri arasında da o kadar acemi hissediyordu kendini. Alnından ter damlaları süzülürken akıncının gücünün büyük kısmını ana bilgisayara aktardı, motorlardan biri durdu, akıncının hissedilir şekilde yavaşladığını ve yalpaladığını fark etti. Ama işe yaramıştı, iletişim cihazından sesler duymaya başladığında büyük bir rahatlama hissetti.
—Ben Akıncı 1 Kaptanı Yüzbaşı Kahan.
—Ben Üsteğmen Urso, yüzbaşım dinlemedeyim.
“Urso demek” diye düşündü Kahan, bu kadın rahatsız edici bir çeneye sahip olabilirdi ama hiç korkak değildi. Üstelik kötü bir pilot da sayılmazdı.
—Yüzbaşım bizden kimse kalmadı sanırım. Burada durmanın bir anlamı kalmadı, sistem dışına doğru gidelim, sistem tarafına gidersek düşman avcılarından kurtulamayız.
Pek cesurca değil ama kesinlikle akıllıca. Kahan da başka bir seçenek göremiyordu. Şimdiye kadar herhangi bir üsten yardım gelmemiş olması dikkat çekiciydi. “Demek ki kimse bizden daha iyi durumda değil” diye düşündü. Çalışır durumda olan tek motorunu ateşleyerek Yediler Sistemi’nin güneşe en uzak gezegeni tarafına, Ursa’nın arkasından hareket etti. Tek motorla gitmek zor olacaktı, hızı çok düşmüştü, üstelik akıncının bütün gücünü gemiyi hareket halinde tutmak için kullanıyordu. Yani her tür saldırıya açıktı. Tek umudu bir üs gemisiyle karşılaşmaktı. Ancak ondan sonra bir kadın tarafından kurtarılmış olmanın utancıyla yüzleşecekti. En azından hayattaydı. Fakat Urso’nun onun hızına uyduğunu fark etti. Onu yavaşlatıyordu. Bir kadın tarafından kurtarılmak neyse ama bir kadının ölmesine sebep olmak kaldıramayacağı bir şeydi.
—Üsteğmen sadece tek motorum çalışıyor. Yeterince hızla hareket edemiyorum. Sen beni bırak ve uygun bir üs gemisi bulmaya çalış.
—Sanmıyorum efendim. İletişim hatları çok kötü, şimdi ayrılırsak bir daha size ulaşamam.
—Önemi yok, git, zaten bu halde fazla yolculuk edemem.
—İletişim çok kötü, sizi net duyamıyorum.
—Hızla buradan uzaklaşmanızı söyledim Teğmen.
—Üzgünüm Yüzbaşım, sizi duyamıyorum.
Kahan, iletişimde bir problem olduğunu sanmıyordu. Kendi cihazını kontrol etti.
—Tarayıcı iyi çalışmıyor Teğmen, takip edilip edilmediğimizi kontrol edip hemen rapor verin.
Urso göstergeleri kontrol etti. Bir şey bulamamak onu şaşırtmadı. Eğer peşlerine düşselerdi çoktan yetişmiş olurlardı.
—Temiz Yüzbaşım.
—Beni duyamadığını sanıyordum. Emre itaatsizlik büyük suçtur Teğmen, sonuçlarına katlanmaya hazır mısın?
Urso kızardığını hissetti, utançtan çok sinirden, işte bu adamı bu kadar çekilmez yapan bunun gibi davranışlarıydı. Gerçekten onu bırakıp gitmeliyim diye düşündü, ölümü evren için bir kayıp olmazdı. Ama kendisinden başka hayatta kalan tek kişiyi bırakıp gidecek kadar cesur olmadığını biliyordu.
—Beni mahkemeye verebilirsiniz. Eğer hayatta kalırsanız tabii… Sonra ağzının içinden mırıldandı, “Ben el atmadan da bu pek mümkün görünmüyor.”
Kahan ağzını açtı ama kadınlarla kaba konuşmamakla ilgili çok sıkı bir terbiye almıştı. “Ona bulaşmamam gerektiğini bilmeliydim” diye düşündü, ancak bir aptal bir kadınla tartışmaya girerdi.
“Sanırım bizi görmüyorlar,” dedi. Birden arılarla ilgili düşüncesini hatırlayarak, “Görseler de bizi takip etmezlerdi. Üs gemilerini bekliyorlar.”
İkisi birlikte hızlı bir şekilde uzayın derinliklerine doğru ilerlediler. Büyük bir bilinmeze doğru giderken ne olursa olsun yalnız olmadıkları için şükrettikleri hep bir sır olarak kalacaktı..
******
Mostar gezegenine bağlı filoda bulunan İnci kadırgası köprüsünde gemi kaptanı Albay Sait sakin görünmeye çalışıyordu ama aslında bu son derece gereksiz bir çabaydı. Albay kendi doğum gününde bile patlamak üzere gibi görünürdü ve onu sakin görmek büyük ihtimalle mürettebatını daha beter paniğe sürüklerdi. Kafasını toplamaya çalıştı. Beklenmedik durumlara her zaman hazırlıklı olmakla övünürdü ama bugün yaşadıklarına hazır olunamazdı. Gene de iyi iş çıkarmıştı, onun aşırı titiz önlemleri sayesinde kadırga hala tek parça halindeydi. Daha gün yeni bitmiş olmasına rağmen çok yorgun hissediyordu kendini, en son ne zaman bir şey yediğini, hatta rahat bir yere oturduğunu hatırlamıyordu. Bütün kadırgayı titreten sesiyle adamlarına komut vermeyi sürdürdü.
—Savaş durumuna geçin, silahlar hazırlansın, kalkanları kontrol edin.
Kadırga içinde kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Kaptan Sait geminin köprüsünde bir ileri bir geri yürüyor ve ona rapor vermeye çalışan teknisyenler bu tempoya uyabilmek için çabalıyorlardı. Çevresindeki koltuklara dümenci ve silahçılar yerleşmişti. Hepsi yorgunluktan ölmek üzere gibi görünüyordu ve belki de Da-Gontlarla yüzleşmek Sait’in emrinde olmaktan daha kolaydır diye düşünmeden edemiyordu. Arkalarında bulunan teknisyenler ve güvercinler (haberleşme mühendisleri) onlardan daha iyi görünmüyordu. Gemi, ticaret gemilerine yakın koruma sağlamak için dizayn edilmiş de olsa, sistem içi isyanların yoğun olduğu bir dönemde yapıldığı için savunma da hesaba katılmış ve son dönemde yapılan pek çok gemiden daha konforsuz ama daha güvenli hale getirilmişti. Saldırı ve savunma amaçlı olarak kullanılabiliyordu. Gemi hem lazer topu ateşliyor, hem de Borz torpidosu atabiliyordu. Albay Sait önde oturan silah sistem operatörüne seslendi:
—Silah durumumuz nedir?
Operatörlerden biri belirgin bir şekilde sıçradı. Sadece altı aydır bu gemide çalışıyordu ve kaptanın birden patlayan sesine henüz alışamamıştı.
—Lazer topları atışa hazır.
—Borz torpidoları atışa hazır.
Albay Sait operatörlere ölçüp biçen bir bakış attıktan sonra açıkça güvensizlik izleri taşıyan bir sesle emir verdi. İlk zamanlar sesinin bu tonu herkeste genel bir hoşnutsuzluğa sebep oluyordu. Ama kıdemli mürettebat bunun şahsi olmadığını anlamıştı. Sait tipik bir Kondoranlıydı. Kimseye güvenmez, insanların kendisine kayıtsız şartsız güvenmesini beklerdi. Biraz fazla sert ve biraz kabaydı ama onunla bir süre çalıştıktan sonra yeşil yüzünün arkasında zehir gibi bir beyin olduğunu anlardınız.
—Her iki silahın da güç kaynaklarını iyi kontrol edin, bir aksilik olmasın, bu saldırı küçük değil dedi.
Operatörler hoşnutsuzluklarını maskelemeye çalışarak emri uyguladılar. Konuşma cihazından gelen sesle Albay’ın operatörler üzerine yoğunlaştırdığı dikkati dağıldı.
—Efendim Amiral gemisinden görüşeceklermiş.
Sait yürümeyi bırakıp konuşma cihazına yaklaştı:
—Benim monitörüme bağla.
—Anlaşıldı efendim.
Albay Sait iletişim subayına baktı ve sözlü bir komuta gerek kalmadan cihazda görüntüler dalgalanmaya başladı.
—Burası İnci, dinliyorum.
Monitörde görülen adam Sait’in tersine ufak tefek bir Erkunluydu ama sesinde emir vermeye alışık insanların metalik tonu vardı. Zamanı çok değerliymiş gibi hızla konuşuyordu:
—İnci, burası Amiral gemisi Amarin. Filo komutanının emrini bildiriyorum. Saldırıya tüm kadırgalar önde başlayacak. Üs gemileri kadırgaların arkasından hareket edecek. Tamam.