Yeni Çağ’ın Eşiğinde


yeni-cagin-esiginde-ceyda-asli-kilickiran-otesi-yayincilikTürk sinemasında ilk kez kuantum ve reenkarnasyon konularına değinen Ceyda Aslı Kılıçkıran, ilk kitabında, uzun bir sürece ve çeşitli kıtalara yayılan içsel yolculuğunun dönüm noktalarını paylaşıyor. Yazarın Hindistan ve ABD’de çektiği, dünyanın önde gelen ruhsal üstatlarıyla yaptığı röportajları içeren The Transition (Geçiş) adlı belgeselden kesitler de içeren bu kitap, Spiritüalizmle ilgilenenlerin kayıtsız kalamayacağı bir kaynak özelliği taşıyor.

Ötesi yayınlarından çıkan kitap, Bilincimizi içsel gerçekliğimizden dış dünyaya yönelterek adım attığımız bu karanlık çağı geride bırakıp 4. ve 5. boyutlara erişebilmemizin yollarını tartışıyor..

Türk Sinemasının en genç kadın yönetmeni olan Kılıçkıran, 2006 yılında çektiği ve gazeteci yazar duygu Asena’ya ithaf ettiği Geçerken Uğradım filminde Kuantum fiziğinden yola çıkarak, ruhsal dünyası ve fiziksel dünya arasında kaybolmuş bir kadını anlattı. Filmde başrolü Hale Soygazi oynadı.

Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olan Afife Jale’nin hikayesini anlattığı Kilit adlı filminde, Müjde Ar 20 yıl sonra tekrar Afife Jale’yi oynadı. Bir reenkarnasyon hikayesi olan Kilit, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Vakfı tarafından yılın Kadın Eseri seçildi..

Kılıçkıran, ilk kitabı olan Yeni Çağ’ın Eşiğinde, yazarın tüm bu çalışmalar sırasındaki içsel yolculuğunu anlatıyor.. Kitap aynı zamanda:

Döngü nedir? Altın Çağ nasıl bir dönemdi?
Beden ve ruh nasıl bir ilişki içinde?Yaşadığımız hayat bir yanılsamadan mı ibaret?
Beşinci boyuta nasıl ulaşacağız? Ego, bağımlılık, açgözlülük, şehvet ve öfkenin hüküm sürdüğü bir çağı nasıl ve ne şekilde geride bırakıyoruz? gibi daha pek çok soruya ışık tutuyor..

***

YENİ ÇAĞ’IN EŞİĞİNDE

Sessizliğe, netliğe ve Hindistan’a teşekkürler!

KAYIP KRALLIK

Bütün kültürlerde, yeryüzündeki ruhların yolculuğunu anlatan, masallar ve efsaneler vardır. Kayıp Krallığa giden yol boyunca ruhlar, engeller ve sınavlarla karşılaşıp öğrenirler.

Kont Dürckheim, bilincimizin derinliklerinde üç ana korkuyu sorguladığımızı söyler: Yok olmak, anlamsızlık ve yalnızlık.

Yüzeysel yaşamlarımızın derinliklerine inebilseydik, bunun ne kadar doğru olduğunu anlardık. Yaşam serüvenimizin aslında yalnızca ruhsal bir yolculuk olduğunu ve bu yol boyunca Tanrı ve yaradılışla ilgili sorular sorduğumuzu, gerçeğin ve mutlak huzurun özlemiyle, masallarda ve efsanelerde anlatıldığı gibi kayıp krallığın izini sürdüğümüzü görebilirdik.

Shirley Maclaine ‘in ‘Camino’ diye bir kitabını okumuştum. Güney İspanya’da kırk günde yürüyerek geçilmesi gereken kutsal bir yol ile ilgiliydi. Yolun sonuna gelindiğinde, sorulan sorunun evren tarafından cevaplandığı tılsımlı bir yer… Maclaine de, diğer pek çok ruhsal yolcu gibi ‘ Gerçeği öğrenme arzusu ile yola çıkar. Yaradılışı sorar ve yanıtlar alır..

Peki, ama nedir bu gerçek?

Dinlerin dünyadaki birliğin önündeki en büyük engel olduğunu söyleyenler var. Tek tanrıcılığın babası sayılan İbrahim, tek tanrı ideali etrafında kavimler oluşturdu. Tek tanrıya ibadet etti ve saygı gösterdi. İndüs Vadisi’nin enerji ağında büyük Hindu dini ortaya çıktı. O da her şeyin bir olduğu inancını içeriyordu. Hinduların tüm tanrıları tek Tanrının hatırlatıcılarıdır. Onların süreçlerinde birçok bir olur ve bir birçoktur. Bu İbrahim’in Tanrısının her şeyi yaratmasına çok benzer. Aynı büyük enerjiden Buda ortaya çıkmış, o da her şeyin bir olduğunu ilan etmiştir.

Daha sonra sevgi üstadı İsa geldi ve Tanrı sevgidir dedi. Muhammed mağarada bir melekle konuştu. O melek Cebrail’di, yani yanan çalıdan Musa’ya seslenen aynı sesti. Muhammed de sadece tek bir Tanrı olduğunu söyledi ve İbrahim’i onurlandırdı. Başlangıçta namaz seccadelerinin Kudüs’e doğru serildiğini biliyor muydunuz? Miraç olayında Muhammed’in İsa ve İbrahim ile konuştuğunu? Böylece İslam ulusları, İbrahim’in ve İsa’nın vizyonuyla birleşmiştir.

Bugün hepimiz bilinçli ya da bilinçsiz, bir dönüm noktasında olduğumuzun ve artık gerçeği bilmeden devam edemeyeceğimizin farkındayız. Tüketim çılgınlığı, şiddet, sosyal değerlerin çöküşü, her şeye rağmen artan içsel boşluk bize bunun sinyallerini veriyor.

Aslında Türkiye’nin ilk ruhsal filmi olan ‘ Geçerken Uğradım’ı çektiğim dönemde oyuncuların, tedirginliklerini düşündüğümde, bu konuda ne kadar çok yol almışız daha iyi anlıyorum. PR çalışmasında, röportaj verirken hepimiz ruhsallıktan çekinerek bahsediyor ve farklı kelimeler kullanmaya çalışıyorduk.

Ardından ilk reenkarnasyon filmi Kilit’i çektim. Mardin film Festivali’nin açılış filmiydi Kilit. Ertesi gün basın toplantısında, oyuncularım Mustafa Alabora, Ayla Algan, Serap Aksoy ve diğerleriyle basının sorularını cevaplıyorduk. Elbette, reenkarnasyonla ilgili inancımızdı en çok sorulan. Filmin, İslamiyet’e karşı olan reenkarnasyon inancını desteklemek amaçlı olamadığını ifade etmeye çalıştım. Kaldı ki, başrol oyuncum Müjde Ar ve Mustafa Alabora’nın buna kesinlikle inanmadığını biliyordum. Ben ise, inanmakla inanmamak arasında bir yerlerdeydim. Her şey zaten BİR olabilirdi. Ancak, bu kadroyu bir araya getiren böyle bir ortak inançtan çok, bu inancın ya da hikâyenin verdiği asıl mesajdı. Bu da, hayatımızı değiştirmek için tekrar eden kısır döngüleri kırmakla ilgiliydi.

Neyse ki dünya değişiyor önce 1970’lerde İndigo çocuklar geldi. Bunlar bizlerdik. Çok özel ruhsal görevlerle geldik yeryüzüne. İçgüdülerimiz oldukça güçlüydü. Bizden önceki nesle göre farkındalığı daha açık bir durumdaydık. 2000’lerle beraber teknoloji bilgisi, telepati ve telekinezi becerisiyle doğan Kristal çocuklar aramıza katıldı. Saf sevgi dolu olan bu çocuklar, anneleriyle daha doğmadan irtibata geçtiler.

Daha yeni yeni gelmeye başlayan Gökkuşağı çocukları ruhsal açıdan çok daha gelişmiş durumdalar. Artık işlemeyen ya da değişmesi gereken yapıları yıkmak için buradalar. Bu yüzden, sanki bir anlamda, eski dünya görüşlerini ve boş inanç kalıplarını Gökkuşağı çocukları için ve hatta onlarla beraber yıkıyor ve yerine yeni bir dünya yaratıyoruz.

Bu kitapta, dördüncü boyut frekansına yükseldikten sonra, kendi yaşam programıma nasıl uyum sağladığımı paylaşmaya çalıştım. Ayrıca, Hindistan ve Amerika’da çektiğim, ‘The Transition’ (Geçiş) adlı belgesel sırasında, Dünyanın en önemli ruhsal üstatlarıyla yaptığım röportajları bir araya topladım. Artık içinde bulunduğumuz üçüncü boyut seviyesinden yükselmiş olan bu şahıslar, 2012 ve sonrası, yıkım, karanlık çağ, altın çağ, beşinci boyut frekansı ile ilgili bilinmeyenleri anlattılar. Farklı inanç sistemlerinden olan bu uzmanların kullandıkları terminoloji aynı olmasa da, pek çok ortak noktanın altını çizdiler. Bu bilgiler ışığında, artık şunu kesinlikle biliyorum ki; yepyeni bir uygarlık geliyor!

Dördüncü boyut farkındalığı, her şeyin bir program ve olması gerektiği gibi olduğunu bilmek halidir. Evrenin daima bizden yana olduğuna güvenme bilinç düzeyidir.

Hayat, yılanların deri değiştirmesi gibi, sürekli bir dönüşüm halidir. Her deneyimde, bir boyutta ölür, bir üst boyutta yeniden ve yeniden doğarız. Kadim bilgilerdeki sonsuzluk kavramı o kadar akıl almaz ve büyüleyici ki, ‘Geçerken Uğradım’’da bu kavramın altını çizdim. Çünkü her son yeni bir başlangıçtır..

Bu araştırma süresince, birçok dini organizasyonun faaliyetlerine ve eğitimlerine katıldım. Kimseyle paylaşmadıkları, pek çok bilgiyi öğrenme şansım oldu. Bu inanç sistemlerinin ruhsal tekniklerini uyguladım. Bu da bana, her şeyi bir hissediş ve biliş düzeyinde anlama ayrıcalığı verdi. Bu ruhsal uzmanlardan, dış dünyadan sır gibi sakladıkları bazı bilgileri edinmenin hiç de kolay olmadığını itiraf etmeliyim. Bu yanıtlara ulaşmamdaki başarımı, bu kişilerin beni kendi içlerinden biri olarak görmüş olmalarına borçluyum.

Kadim bilgiler gerçek özgürlüğün maddesel bir şey olmadığını savunur. Bizi mutlak huzura götürecek olan gerçek özgürlük dışarıda değil içimizdedir. Özlem duyduğumuz şey de dünyevi arzulardan bağımsız olma bilinç halidir.

Uzakdoğu ezoterik bilgileri bu ruhsal mertebeye ‘bağımsız gözlemci’ ya da ‘ Nirvana’ diyor. Ben ise, içine sıkışıp kaldığımız sistemlerin ve politikaların tam bağımsızlığını tartıştığımız bu dönemde, farklı bir ifade kullanıyorum. Özgürlük Ülkesine Varış…

Gerçek özgürleşme sadece ve sadece kendinden beslenme durumudur. O konumda, ödün vermeye ve başkalarından çalmaya ihtiyaç yoktur. Sizin üstünüzde, size doğru yolu gösterecek kimse yoktur, oraya gücünü teslim etme ve o kanallardan beslenme ihtiyacı yoktur. Mutlak varlık olmaya niyet etmiş bir kişinin yolu budur.

İnsanlık bir gün, tıpkı ruhun ve bedenin iki ayrı şey olduğuna inanması gibi, Tanrı ile insanın ayrılığının sadece bilinçte olduğunu, ama gerçekte onların BİR olduğu gerçeğini idrak edecektir.

Ruhların fiziksel dünya deneyimlerini anlatan masallara ilgi duymamızın bir sebebi var.

Çünkü bunlar aslında bizim hikâyemiz!

UYANIŞ

Aslında her şey dayanılmaz bir yok olma isteğiyle başladı. Uzun zamandır ölmek istiyordum. Bir intiharın eşiğinde olduğumdan, ya da hayatın gerçeklerine dayanamadığımdan değil… İçimdeki bu sebepsiz yok olma isteğinin sırrını bir türlü çözemiyordum… Ölmek dediğimin, başka bir dünyaya doğmak için, bu dünyaya ölmek olduğunu anlayana dek…

Tırtılın, uzun bir süre gerçekte kim olduğunu bilmeden acı çekmesi de bu yüzdendir. Yeniden doğuşun sancısıdır bu. Kelebek olmadan önce, tırtıl olarak ölmesi gerekir. Hıristiyanlar buna,’ İsa’da yeniden doğmak’ diyor. İslam tasavvufu, ‘ ölmeden ölmek’, Hint tasavvufu ise, ‘dönüşüm’ terimini kullanıyor. Fakat hemen tüm bilgilerin kullandığı ortak bir terim var… UYANIŞ…

Bana Hint tasavvufunu öğreten hocam, Yogesh’i ilk gördüğümde, onu yarattığımı ve bu sebeple, hayatıma çektiğimi biliyordum. Onunla ilk kez karşılaşıyor olmama rağmen, tuhaf bir şekilde tanıdık bir ifadesi vardı. Çünkü uzun zamandır zihnimde onu görüyordum.

Her birimiz yaşamımızdaki her olayın yaratıcısıyız. Her birimiz Büyük Yaratıcı ile birlikte, bizi bu olaylara yönlendiren koşulları yaratıyoruz. Ruhsal bilgiler hiç kimse ile tesadüfen karşılaşmadığımızı söyler. Tesadüf diye bir şey yoktur. Hiçbir şey şans eseri olmaz.

Hayat, şansın ve tesadüfün ürünü değil, büyük kozmik bir planın parçasıdır.

Hintlilere göre kişisel dönüşüm, ‘Raja Yoga’ denilen bir yöntemle yapılan, bir çeşit meditasyonla mümkündü. Saatlerce gözlerimi kapatıp, öylece beklememe rağmen, hiçbir sonuç elde edemiyor; hatta neyin olması gerektiğini bile bilmiyordum. Yogesh ise ısrarla, kararlı olmamı ve başaracağımı söylüyordu. Evrenle ya da onların tanımıyla; Yüce Ruh’la iletişime geçtiğimde, hayatımda her şeyin değişeceğine dair derin bir inanç besliyordum. Bugün biliyorum ki, beni kişisel dönüşüm başarısına götüren de bu inançtı. Yüce ruhla temas kurabilmiş olanlar, nedense yaşadıkları deneyimi kelimelerle ifade edemiyorlardı. Sadece ‘ çok muhteşem bir duygu’ diyebiliyorlardı.

Bir gün Yogesh, ders dışında beni Şişli’deki merkeze çağırdı. Hiçbir şeyin tesadüf olmadığını, her saniyemizin evrende matematiksel hesaplandığını defalarca söylemiş birinin bu ani daveti beni çok heyecanlandırmıştı. Belki de hayatımda ilk defa bir şeyin daha derin bir sebebi olduğunu sezmiştim.

– Biliyorum, dedi. Kafanda pek çok soru var.

Zamanın başlangıcını merak ediyordum. Ardı ardına sormaya başladım. Bu, bir entelektüel tartışma değildi. Karşımda, evrenle iletişimde olan ve entelektüel açıdan değil, ruhsal açıdan bazı gerçekleri bilen bir adam vardı.

Yogesh, o gün sonsuzdan gelip, sonsuza gittiğimizi anlattı. İlkel zihnimle bunu anlamayı ve tasavvur edebilmeyi zaten beklemiyordum ama Stephen Hawkings’in, ya da bazı fizikçilerin söylediği gibi , zamanın bir başlangıcı olmalıydı yine de.. Peki ya Big Bang ( Büyük Patlama) hangi aralıkta olmuştu?

Yogesh, bu konuşmayı daha fazla uzatma niyetinde değildi. Bunu görebiliyordum. Özgüveni, bana hem cesaret ve inanç veriyor, hem de beni güçlü bir biçimde eziyordu.

– Hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan da yok olmaz dedi ve tartışmayı bitirdi.

Her şey hep vardı, her zaman da var olacaktı. ‘Gerçek bu denli muhteşem olabilir miydi?.

– Hadi gel benimle dedi ardından, birlikte meditasyon yapalım. Bir saat kadar…

– Bir saat öylece nasıl otururum!

İçimden yükselen bu sesi hemen bastırıp, istekli görünmeye çalıştım. Bir saat dayanabilirdim. Yogesh, ‘Brahma Baba’nın ( Hindu felsefesinin öncülerinden) ,büyük bir resminin olduğu odaya aldı beni.

– Bu odaya ilk defa mı geliyorsun? Diye sordu.

İlk defa geliyordum. Bildiğim kadarıyla, gerçekten medite olabilen, yüksek frekanslı kişilerin girip meditasyon yaptığı bir yerdi burası.

Bu odaya haksız bir giriş yaptığımı düşünüyordum. Ben değil, yüce ruhla iletişim kurmak, henüz yakınına bile varamamıştım.

Yerdeki halıda bağdaş kurarak oturduk. Odada derin bir sessizlik vardı. Yüksek mertebeli üstatların bu odada medite oldukları, yüksek titreşimden hemen anlaşılıyordu. Gözlerimi kapattım ve günlük düşüncelere daldım. Bir saat kadar böyle oyalanmam gerekiyordu.

Bu şekilde ne kadar bir süre geçti hatırlamıyorum. Bir süre sonra, aynen tarif edildiği gibi, düşüncelerim yavaşladı.. Bir şeyin içine, daha da içine çekiliyormuşum gibi bir histi bu. Derin dipsiz bir kuyu gibi…

Hintliler, meditasyondaki ikinci aşamayı, (Süptil Bölge) ses ve hareketin olduğu bir yer olarak tarif eder.

Bu aşamadan sonra, üçüncü bir aşamaya, yani ses ve hareketin olmadığı, Yüce Ruh’un bulunduğu boyuta geçilir. Bu seviyede huzur vardır. Yuvaya dönüş olarak da tanımlanan, asıl ait olduğumuz dünya…

Sonra birden her şey durdu. Sanki dünya artık dönmüyor, evren artık nefes almıyordu. Annemin sesiyle irkildim!

– Bugün babanla boşandık kızım!

Bu sözler yıllar önce annemle yaptığım bir telefon konuşmasıydı. Hatırlıyordum, ama annemin sesini, o günkü kadar net duyabileceğim hiç aklıma gelmezdi.

Sonsuz bir sevgi olarak tanımladıkları Tanrıyı, ben sonsuz bir merhamet duygusu olarak hissettim. Aslında, merhamet ve sevgiden başka hiçbir şey yoktu. Hepimiz derinlerde bir yerde, sonsuz bir sevgi bağıyla birbirimize bağlıydık. Orda öfke yoktu. Kin, nefret yoktu. Bu da, bütün bu olumsuz duyguların sadece bir yanılsama olduğu düşüncesini doğruluyordu. Yogesh haklıydı; sesler de dâhil olmak üzere, hiçbir şey yok olmuyordu. Yaptığımız ve yaşadığımız her şey, ( İslam’da Amel, Hinduizm’de Karma) aynen tüm kutsal kitapların söylediği gibi, bir yerlerde kayıtlı duruyordu. Yani yıllar önce, okulun telefon kulübesinden yaptığım bu konuşmamın ardından, hiçbir şey olmamış gibi, ahizeyi kapatıp gittiğimde, aslında Tanrıyla tüm bağlarımı koparmıştım. Açılan kilit bu muydu?

Birden üzerime ışık yağmaya başladı. Artık enerjiyi hissedebiliyordum. Bu Tanrı ile iletişime geçmek değildi aslında. Tanrı ile barışmaktı. Sanki uzun zamandır karanlık bir odada kapalı kalmış ve sonra bir sabah; pencereyi açmıştım. Ardından günışığı içeri girmiş ve odanın her karanlık köşesini olabildiğince aydınlatmıştı. Dünyaya, Tanrıya ve kendime uyanıyordum! Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Tam bir dinginlik ve huzur içindeydim. İstemiş olduğum gibi engin bir huzur okyanusunda yok olmuştum. Hiçlik ne güzel bir duyguydu!

Benzer İçerikler

Başarı Üniversitesi

yakutlu

Yaşam Merdiveni | Ali Rıza Malkoç

yakutlu

Mutluluğun Sakıncaları | Elizabeth Farrelly

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy