Sakınılan bir bakışla başlayan Gözlerini Haramdan Sakın yolculuğunun okyanusvâri rüzgârı Yüreğini Haramdan Sakın’la esmeye devam ediyor…
…
Artık buradaydı Betül, ulaşılmaz dediği adamın o çetin sınırlarının hemen dibinde… Yakınındayken daha sert esen Ömer’in rüzgârı artık Betül’ü daha fazla sarsıyor fakat o huzurlu serinliği de daha özel hissettiriyordu. Aralarındaki onca mesafeden geriye kalan sınırları aşmanın neler getireceğinden ikisi de habersizdi. Fakat bir gerçek vardı; artık o rüzgârda savrulan yalnızca Betül olmayacak, Ömer de kendi rüzgârının tadına bakacaktı.
Tehlike yaklaşmaya, silahlar patlamaya ve güneş de umursamazca parıldamaya devam ediyordu.
…
“Gözlerini açıp bana döndüğünde montumu tutup beni kendine çekti ve başımı göğsüne yasladı. Kahkahalarım karnımı ağrıtacak boyuta ulaştığında yüzümü kazağına doğru çevirdim. Kazağı gözyaşlarımla ıslanıyordu. Zor çıkan sesimle, “Şükür…” dedim. Öylesine değildi, tüm samimiyetimle söylemiştim; şu an için denilebilecek en güzel kelimenin bu olduğunu hissettiğim için…
Ömer önce güldü ve başım göğsüyle birlikte birkaç kez kalkıp indi. Sonra da omzumu biraz daha kendine bastırıp derin bir nefes aldı ve, “Şükür…” dedi; benim gibi…”
1.
Duygu yüklü bir ânın merkezindeydik. Hayır, hayır. Duygu yüklü bu ânın merkezi zaten bizdik. Hatice Teyze nemli gözlerle bize bakıyor ve Gülsüm Teyze de ondan etkilenmiş, yaşaran gözlerini siliyordu. Onlara ağlamamalarını söylemem gerekirken, akmaya heveslenmiş gözyaşlarıma erkenden müdahale etmeye çalışıyordum. Neyse ki şimdilik bu duygulu âna bir katkı da benden gelmemişti. Ömer içeride namaz kılıyor ve ben de açık kapının önünde onu bekliyordum. Hatice ve Gülsüm teyzeler de vedalaşmak için kapının önünden ayrılmamıştı. Bunu söylerken hâlâ tuhaf hissetsem de evlendiğimiz o günün üstünden birkaç gün geçmişti. Yola çıkacağımız günün akşamıydı şimdi. Hatice Teyze birkaç gündür buruk bir ifadeyle, her an ağlayacakmış gibi dolaşıyordu sürekli. Onunla konuşmayı denesem de pek bir işe yaramamıştı. Hem yanından ayrılacağımıza üzülüyor hem başımızdaki belalardan dolayı endişeleniyordu.
Haklıydı, bu ruh hâline abartı diyemezdim. Hatta ben de onunki kadar büyük olmasa da hatırı sayılır bir burukluk hissediyordum. Ailem devamlı yanımda olmasa bile şimdi hiç değillerdi. Arkadaşlarım… Onlar da şu an yok sayılırdı. Fatma Teyze… O hem yoktu hem bir süredir konuşamıyorduk. Bir Hatice Teyze vardı konuşabildiğim, şimdi ondan da ayrılıyordum. “Ömer var…” diye fısıldayan tarafımı ciddiye bile almıyordum fakat ne yazık ki iç sesime katlanmak zorundaydım. İnsanın kendinden kaçması pek kolay olmuyordu.
Ömer tek omzuna astığı siyah bir sırt çantasıyla yanımıza geldiğinde hiç kimseden ses çıkmıyordu. Emre, Ömer’in arkasından dolanırken, “Ben arabayı çıkarayım,” dedi ve yanımdan geçip evden çıktı. Ömer de Emre’ye bir cevap vermeden ayakkabılarını giymeye koyulmuştu. Hatice Teyze hüzünlü gözlerle bizi izliyordu. Karnında bağladığı ellerinin üstüne elimi koyup bana bakmasını sağladım. Bakışlarını bana çevirince beceriksizce gülümsedim. “Bizim için dua et olur mu?” Onu rahatlatmak için söylediğim sözler yüzünde hüzünlü bir tebessüm oluşturmuştu.
Hüzünlü de olsa gülümsemesi hoşuma gitmişti. Elinin üstündeki elimi sıkıp, “Her zaman ediyorum,” dedi. Bunu söylemek onu daha da duygulandırmıştı, burnunu çekti ve henüz akmamış bir damlayı sildi gözlerinden. Ömer ayakkabılarını giymiş bir şekilde ayağa kalktıktan sonra kapının yanında duran valizime uzandı. Sonra vazgeçip doğruldu ve Hatice Teyze’yi kendine çekip sarıldı. “Geldiğimiz zaman güzel yemekler yap olur mu?” Ömer’in sözleri ortamdaki herkesi gülümsetirken, Hatice Teyze de nemli gözlerle gülümsemişti. “Yapacağım inşallah. Sakın zayıflayayım demeyin!” İkimize de uyarıcı bakışlar gönderince küçük bir kahkaha attım.
Gülsüm Teyze de bana ortak olurken Hatice Teyze ve Ömer birbirinden ayrılmıştı. Ömer kapının yanında duran valizime tekrar uzanıp aldıktan sonra Hatice Teyze’nin elini öperek, “Allah’a emanet olun,” dedi. Hatice Teyze de Ömer’in elini sıkı sıkı tutup onun gibi karşılık verdi. Sanki Ömer’e bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibi gözlerinin içine bakıp, “Ömer…” diye başladı. Fakat Ömer sözünün devamını beklemeden, “Tamam, inşallah anne. Unutmadım,” dedi. Hatice Teyze memnun olmuş bir şekilde gülümsedikten sonra Ömer eğilip alnına bir öpücük kondurdu ve çıktı. Aralarındaki bu diyaloğun ne olduğunu merak etsem de şimdilik bunu görmezden gelecektim.
Ömer giderken bir damla yaş Hatice Teyze’nin yanağından süzülmüştü bile. Yanına yaklaşıp o bir damlayı parmağımın ucuyla sildim ve ardından sıkıca sarıldım. “Betül’üm… Kendine dikkat et tamam mı?” dedi kollarını belime dolayarak. Benim de gözlerim dolarken beceriksizce başımı salladım. Ömer gibi bana da, “Allah’a emanet olun,” dediğinde aynı şekilde karşılık verdim ve uzanıp her iki yanağını da öptüm. Ondan ayrıldıktan sonra yanıma gelen Gülsüm Teyze’ye de sarılıp nihayet kapıdan çıktım. Asansörün yanına geldiğimde bir kez daha onlara baktım. İkisi de kapının önünde durmuş, bana bakıyordu. Hatice Teyze’nin iyice hüzünlendiğini görünce elimi hafifçe sallayıp hızla asansöre bindim.
Biraz daha dursaydım ben de ağlayabilirdim. Aşağı indiğim sırada Ömer ve Emre arabanın yanında konuşuyordu. Beni fark ettiklerinde konuşmalarının sonlarında olduklarının farkındaydım. Tam arabanın diğer tarafına dolanıp arka kapıyı açacakken koltuğun üstündeki valiz ve çantaları gördüm. Oturabileceğim kadar yer vardı fakat yolculuk esnasında beni rahatsız etmelerini istemiyordum. Anlık bir dürtüyle ön koltuğun kapısını açıp bindim. Biraz daha konuştuktan sonra erkekçe birbirlerine sarılıp ayrıldılar. Emre bahçe kapısına geçip gitmemizi beklerken, Ömer de kapıyı açıp arabaya bindi. Önde oturmam hakkında bir şey söyleyip söylemeyeceğini bilmiyordum. Göz ucuyla ona bakıp tepkisini ölçmeye çalışıyordum. Fakat o hiçbir şey söylemeden arabayı çalıştırdı ve elini kaldırarak Emre’ye küçük bir selam verdikten sonra direksiyonu çevirerek yola çıktı. Hiçbir şey söylemeyeceğine kanaat getirdikten sonra kollarımı karnımın üstünde birleştirip dışarıyı izlemeye koyuldum. Ellerim araba hareket ettikçe yaramın üstüne sürtünüyordu. Bu, canımı acıtmaktan çok, yaramın üstünü kaşındırıyordu. Yaram çoğunlukla iyileşmişti ve iyileşmeye devam ettiği için de sürekli kaşınıyordu. Ben de üstünü hafif hareketlerle kaşımaya çalıştım.
Dün Hatice Teyze’nin ısrarı üzerine Gülsüm Teyze’yle sabahtan sağlık ocağına gidip yarama baktırmıştık. Doktor yaramı kontrol ettikten sonra dikişlerimi almış ve birkaç hafta sonra sürmeye başlamam için bir krem vermişti. Yaramın üstünü de diğerine göre daha ince bir bandajla kapatmıştı. Artık kendimi zorlamamak kaydıyla istediğim gibi hareket edebiliyordum ve bu durum yola çıktığımız şu zaman için oldukça işime yarıyordu. Başımı çevirip Ömer’e baktığımda yola odaklanmış görünüyordu. İlk defa yanına oturmuştum fakat bunu çok garipsemiyordum. Varlığına alışmıştım. Tabii ki bakışları ve sözleri beni hâlâ fazlasıyla etkiliyordu fakat en azından yanındayken gereksiz bir heyecan dalgasıyla ellerim buz kesmiyordu artık.
Bunun başımızdan geçen bu kadar şey yüzünden mi, yoksa yeni yeni ortaya çıkan soğukkanlılığımdan mı kaynaklandığını bilmiyordum. Bir sebebe bağlama gibi bir uğraşım da yoktu açıkçası. … Neredeyse bir saattir yoldaydık ama ikimizden de hiç ses çıkmamıştı. Sıkılmıştım. Camdan dışarıyı izlemenin yolculuklar için en iyisi olduğunu düşünürdüm ama sanırım yanımda Ömer varken bu düşüncem eski geçerliliğini koruyamıyordu. Eğer artık benimle konuşabiliyorsa ona aklımdaki soruları sorabilirdim. “Nereye gideceğiz?” Gözlerini yoldan ayırmadan, “Uzak bir yere,” dedi. Üstü kapalı cevap vermesini sevmiyordum ve böyle yapıyorsa sonrasında net bir cevap vermeyeceğini de biliyordum. Başka soruya geçtim. “Eğer bizi arkadaşının evinde bulamıyorlarsa neden orada kalmaya devam etmedik?” Konuya doğrudan girmem biraz garip kaçmış olabilirdi. Ama bunu ne ben önemsiyordum ne de Ömer önemserdi. Buna diğeri gibi hemen cevap vermemiş, bir süre bekleyip yavaşça yutkunmuştu.
“Orası çok gizli bir yer değil Betül. Bulamadıkları, uzun vadede bulamayacakları anlamına gelmiyor, başkalarını tehlikeye atamayız.” “Orada kalmamız bile bir tehlike değil miydi o zaman?” Bana kısa bir bakış atıp dikkatini tekrar yola çevirdi. “O olaydan sonra bir süre bize yaklaşmayacaklarını biliyordum Betül. Acele etmelerini gerektirecek bir durum da yok şimdilik.” Cevabına karşı soracak başka bir sorum kalmamıştı. Sorularımın bittiğinden falan değil, sadece bu konuda başka merak ettiğim bir husus kalmamıştı. Benimle bu şekilde konuşabilmesine hâlâ tam olarak alışamamıştım fakat en azından önceki kadar şaşırmıyordum artık. Evliliğimiz için yürüttüğüm düşüncelerin ne kadar yerinde olduğunu da görebiliyordum. Gerçi onunla aynı asansöre binmemiştik ama sonuçta yan koltuğunda oturuyordum ve bu da örneğimin bir türevi sayılırdı. Bu kadardık işte, yan koltuğuna oturabilme hakkına sahip olacak kadar… Hafif hafif çiseleyen yağmurun, sokak ışıklarının aydınlattığı ön camda bıraktığı minik izleri inceliyordum. Sessizce oturup ağzımı kapatmaya niyetlenmiş sayılırdım ama yine de sessizliğim çok uzun sürmemişti. “Hatice Teyze nereye gidecek?” Aslında bu konu üzerine birkaç kez düşünmüştüm. Onu bir akrabasının yanına göndereceğini söylediğini hatırlasam da emin değildim.
Hem öyle olsa bile güvende olacak mıydı? Hatice Teyze hazır ön planda olmamış ve o adamlar tarafından görülmemişken onu geride tutması gayet mantıklıydı. Ama bu adamlar eğer eve kadar gelebiliyorsa Hatice Teyze’den de pekâlâ haberdar olabilirlerdi. Onu uzaklaştırmak ne kadar mantıklı olsa da nasıl güvende tutacağı bir o kadar bilinmez bir konuydu benim için. “Güvenli bir yere gidecek,” dedi uzatmak istemediğini belirtircesine. Verdiği kısa cevaplar beni tatmin etmiyordu ama daha fazlası için zorlamaya da çekiniyor, yalnızca daha sonra detaylı anlatmasını umuyordum. İçimdeki soru sorma dürtüsünü yine de bastırabilmiş değildim. Aslında bunun için bir çaba da sarf etmiyordum, önemsiz olsa da birkaç konu netliğe kavuşsa rahatlayacakmışım gibi hissediyordum. “Senin emniyete gitmen gerekmiyor mu? Yani evden uzak olacağız ve gitmemen sorun olmaz mı?” Bir süre sessiz kaldı ve yanağını kaşıyıp sakalını düzeltti. Sonrasında bakışlarını yoldan ayırıp bana çevirerek, “Olmaz,” dedi.
Tekrar konuşmak için soluklandığım sırada benden önce davranarak, “Senin uykun falan yok mu?” diye sordu. Sorusu üzerine, konuşmak için aldığım soluğu hızla bıraktım. Neden onunla normal bir şekilde konuşuyordum ki? Bir şeyleri merak ederken kendimi fazla kaptırıyor ve bazen her şeyi unutmuş gibi davranıyordum. Aklımın bir köşesinde söylediklerini unutup hiçbir şey olmamış gibi davranmak varsa eğer, kendimi şimdi arabadan aşağı atabilirdim. O kadar kırılmış ve o kadar canım yanmışken böyle bir şeyi gerçekten yaparsam şahsıma olan bütün saygım yıkılabilirdi. Sadece bazen kendimi tutmam ve ne yaptığımın farkında olmam gerekiyordu. Onunla konuşabilirdim, çünkü buna ihtiyacım oluyordu fakat aradaki sınırı ve yapılanları unutmamalıydım. Yanımda oturan adam, o gün bana o sözleri sarf eden adamdı. Bunu unutmama müsaade etmemeliydim.
…
Asfalt yolun arada hissedilen kavislerinin ve arabanın hafif hafif titremesinin bedenime uyguladığı küçük sarsıntılar sona erdiğinde uzun süredir koltuğun kenarına yaslı duran başımı kaldırdım. Uyku mahmurluğuyla gözlerimi yavaşça açarken, Ömer arabanın anahtarını çıkarmıştı. Başımı biraz daha kaldırıp nerede olduğumuzu anlamak için etrafı incelemeye başladığımda bir benzin istasyonunda olduğumuzu gördüm.
Gözlerimi kırpıştırarak mahmurluğumu üzerimden atmaya çalışırken, sol yanımdan gelen soğukla ürperdim. Serin hava ânında boynumdan içeri süzüldüğünde ürpertiyle boynumu kıstım. Ömer bir bacağını dışarı attığında, “Nereye?” diye sordum uyku sersemliğiyle. Arabadan inmeden önce, “Sana yiyecek bir şeyler bulmaya,” dediğini duyabilmiştim. Bir şey söylemeyecektim fakat söylesem bile buna fırsatım olmazdı. Çoktan inip arabanın kapısını kapatmıştı. Sarı, parlak tabelası olan küçük markete girerken onu izledim. Uyuşmuş vücudum bana umutsuzca sinyal verirken ona kulak verip kollarımı havaya kaldırdım ve gerildim. Eklemlerimden çıkan garip sesler ve sonrasında gelen uyuşukluk, vücudumun da benim gibi bu gerinmeden memnun olduğunun işaretiydi. Bir esneme de hemen arkasından gelmişti.
Kibarlıktan oldukça uzaktım, bu uzaklığı umursamayacak kadar uzak… Rahatlamış bir şekilde koltuğa kendini bırakırken arabanın kapısını araladım. Küçük aralıktan sızan hava vakit kaybetmeden tenime çarpmıştı. Soğuk her ne kadar bir anda gelmiş ve hazırlıksız yakalamış olsa da rahatlattığını inkâr edemezdim. Arabanın sıcağından bir şikâyetim yoktu tabii, sadece ciğerlerim biraz lükse kaçarak farklı ısıda oksijen talep ediyordu. Geri çeviremezdim. Kapıyı biraz daha açıp bacaklarımı dışarı sarkıttım. Koltuğu tutup kendimi dışarı ittikten sonra sonunda ayaklarım zeminle buluşmuştu.
Havanın soğuğu montumun yakalarına dolandığında bedenimi küçük bir titreme sardı. Az önceki gerinme ve esneme ihtiyacım tekrar kendini gösteriyordu. Bedenimi kısıtlamayarak kollarımı iki yana açtım ve vücudumu saran titremeyle bir kez daha gerindim. Şimdi daha da rahatlamıştım. Benzin istasyonunun lambaları yoldaki lambalardan daha parlaktı. Hayır, aslında yoldakiler sarı, buradakilerse beyazdı. Fakat özellikle birkaçı fazla parlaktı, insanın gözünü alıyordu. Gerçi burası şehirlerarası yoldu ve benzin istasyonlarının, uykuya direnen şoförlerin dikkatini çekmesi gerekiyordu.
…