Hiç şüphe yok ki, dünün olduğu kadar bugünün de «en büyük muharrirlerinden biri, Anton Pavloviç Çe-‘ üıov’dur.
Gündelik hayatını kazanmak için, şöyle «şakacıktan», mizah mecmualarına yazı yazmağa başlayan Anton Çe-hov, günün birinde kendisi de farkına varmadan Rusya-.nın en büyük muharrirleri mertebesine yükseldi.
Rus edebiyatında kısalığın, sadeliğin, vuzu-Çehov’un hun en büyük üstadlarından biri sayılan ailesi Çehov, tipik bir küçük burjuva ailesine mensuptur. Çehov’un büyük babası Yegor Mihayloviç Çehov, Çertko-v isimli bir derebeyinin toprak kölesi imiş.
Fakat kabiliyetli bir iş adamı olduğu için çabucak sivrilmiş; köleliğine rağmen, derebeyinin çiftliğine kâhya olmuş. Bu arada, o devir için çokça sayılabilecek bir para da biriktirmeğe muvaffak olmuş. Günün birinde 3500 rublelik bir «fidyei necat» mukabilinde ken-
¦disinin ve çocuklarının hürriyetini satm almış.
Çehov’un büyük babası, sert ve haşin bir adammış. Oğullarından Pavel Yegoroviç Çehov da, babasının bu ^huylarını aynen kapmış.
Yegor Mihayloviç, oğlunu da
— IV —
kendisi gibi bir «iş adamı» yetiştirmek istemiş. Onu Taganrog tüccarlarından Kobilinin yanına çırak olarak: vermiş.
fşte bu çocuk, yani Pavel Yegoroviç Çehov, muhar–rir Cehov’un babasıdır. Cehov’un babası, tüccar Kobilinin yanında yıllarca çıraklık ve tezgâhtarlık yaptı. Ni-hayat 1857 yılında, tüccarın yanında” ılarak Tagan-rog’da başlı başına bir bakkal dük] ı.
Fakat Pavel Yegoriç, yirmi y. ûütün didinmelerine rağmen bakkallık işini bir türlü ileri götüremedi. Kâr etmek şöyle dursun, bütün varını yoğunu bu uğurda sar-fetti. 1876 yılında da, dükkânını kapayarak Moskovaya göç etmeğe mecbur oldu.
Pavel Yegoriç’in bu hale gelişinin en mühim sebeplerinden biri, onun kendi istidad ve kabiliyetleriyle hiç te1 münasebeti olmıyan bakkallık gibi bir meslek tutmuş olmasıdır. Pavel Yegoriç’in belli başlı hiç bir tahsili yoktu. Fakat buna rağmen o, keman çalar, resim yapar, güzel ilâhi taganni eder, ve bilhassa kilise korosunu fevkalâde iyi idare etmesini becerirdi.
Pavel Yegoriç,in sanatkâr tarafını aksettiren bu meşgaleler ve bilhassa kilisedeki koro işi, onu ticaret işlerinden ziyade meşgul ediyordu.
Bütün bunları dikkate aldığımız takdirde Pavel Yegoriç’in birçok kabiliyetleri nefsinde toplayan iradeli ve sebatkâr bir insan olduğunu görürüz. Fakat o devrin ağır ve karanlık hayat şartları, Pavel Yegoriç’in kabiliyetleri üzerinde de kendini hissettirmekten geri kalmadı.
Pavel Yegoriç’in sanatkâr temayülleri dinî bir mecraya, kilise muganniliğine döküldü. Onun irade ve sebatı ise sertlik ve müstebitlik şeklinde tecelli etti.
¦ _ V —
Anton Pavloviç Çehov, Azak
Cehov’un çocukluğu denizi kıyısındaki Taganrog
ve yetiştiği şehrinde dünyaya geldi. Çe-
sosyal muhit hov’un dünyaya gelişine ait
Taganrog’un Uspenski kilisesindeki resmî kayıtlar şöyledir :
«Bin sekiz yüz altmış yılının 17 İkincikânununda dünyaya geldi ve 27 İkincikânununda vaftiz edilerek Antoni ismiyle tesmiye edildi.
Babası: Tagonrog’un üçüncü sınıf tüccarlarından Pavel Yegoroviç Çehov; annesi de: Pavel Yegoroviç’in meşru zevcesi Yevgeni Yakovleva’dır. Vaftiz babası: Taganrog’un üçüncü sınıf tüccarlarından Spiridov Fedoroviç Titov; vaftiz annesi: Taganrog’un üçüncü sınıf tüccarlarından Dimitri Kirikov Safyanopulo’nun karışıdır.»
Uspenski kilisesi kayıtlarının gösterdiğine göre, Çehov ailesini çevreleyen insanlar, umumiyetle üçüncü sınıf, yani küçük küçük tüccarlarmış. Rusyanm o zamanki vaziyetine göre bu sınıf tüccarlar, hakikî tüccarlarla esnaflar arasında geçici bir halka teşkil etmekte imiş.
Safyanop’ulo adından da anlaşılacağı üzere Cehov’un vaftiz annesinin kocası bir Yunanlıdır. Bu, hiç te tesadüfi değildir. Çünkü o devirde Tagonrog Yunanlıların pek bol “bulunduğu bir şehirmiş.
Bütün bunlar Taganro’nun çehresini tayin eden keskin hatlardır: Taganrog, 65 bin nüfuslu bir taşra
şehridir. Endüstri buracla hemen hemen hiç yok gibidir. Cehov’un dünyaya geldiği sıralarda, Rostov gibi Odesa gibi rakip ve modern ticaret şehirlerinin doğması üzerine, Taganrog şehrinin ticareti de yavaş yavaş sönmeğe yüz tutmuş.
Çehov, 1887 senesinde kız kardeşine yazıdığı bir mektupta Taganrog şehrini şöyle tarif etmektedir:
— VI —
«… Şu Taganrog ne pis, ne tenbel, ne mânâsız, ne cars sıkıcı bir yer!.. Caddeler bomboş. Her yanda umumî bir’ tenibellik göze çarpıyor. Bütün bunlar insanın o kadar fenasına gidiyor ki… Kirliliğine, lekeli hummasına rağmen* Moskova bana daha sempatik görünüyor».
İşte bu dar, bu kapalı muhit içinde yetişen, fikrî gıdasını münhasıran kiliseden alan Çehov ailesi, muhafazakâr ve dindardı.
Çehov evin içinde yalnız değildi: Dört erkek kardeşiyle bir de kız kardeşi vardı. İrili ufaklı bütün bu Çehov kardeşler babalarının riyasetinde evde ilâhiler teganni ederler, ailece, muntazaman, kiliseye giderlerdi. Çehov ailesi, kilise korosunun en başında bulunur, Çehov kardeşler, babalarının idaresinde, sesleri kısılmcaya kadar” garkı söylerlerdi. Fakat iş bu kadarla bitmezdi.
Çehovlar evlerine dönünce, bu dinî merasim geç vakitlere kadar evde de devam ederdi.
Çehov kardeşler, başta babaları olmak üzere, kış, yaz, hava nasıl olursa olsun, sabahleyin karanlıkta kalkarlar ve hemen kiliseye koşarlardı. Orada soğuktan tir tir titreyerek sesleri kısılmcaya kadar teganni ederlerdi.
Çehov, çok sonra, 1892 yılında, muharrir Şçegolov’a yazdığı bir mektupta, bu kilise tegannileri vesilesile çocukluğunda hissettiği ıztırabı şöyle kaydeder:
«Ben ve iki kardeşim kilisede teganni ettiğimiz zaman herkes hayranlıkla bize bakar, ebeveynimize adetâ gıpta ederdi. Biz ise bu anda kendimizi adetâ birer küçük’ kürek mahkûmu olarak hissederdik».
Çehov, daha küçük yaşından itibaren dükkânda babasına yardım etmeğe, mektep hayatından arta kalan zamanlarını babasının dükkânında geçirmeğe, «ticaretin her
— VII —
türlü ahlâk ve kanunlarına riayet ederek» mal satmağa mecbur tutuluyordu.
Çehov’un babası, dükkândaki çıraklarına olduğu kadar kendi çocuklarına karşı da sert davranır, onları sık sık kamçılar, döverdi.
Çehov, «Üç yıl» adlı eserinin kahramanı Aleksey Laptev’in ağzından bu meseleyi şöyle anlatır:
«İyi hatırlıyorum, babam beni daha beş yaşıma basmadan okutmağa, daha doğrusu dövmeğe başladı. O beni değenekle döver, kulaklarımdan çeker, başıma vururdu. Ve ben her sabah gözümü açar açmaz her şeyden önce: Acaba bugün beni dövecekler mi?.
Diye düşünüyordum. Ben ve kardeşim Feöor’a oynamak, şakalaşmak yasaktı. Biz sabah akşam kiliseye gitmeğe, papasların ellerini öpmeğe, evde ilâhiler teganni etmeğe mecburduk… Kilisenin yanından geçtikçe çocukluğumu hatırlar ve bir fenalık hissederim.
Sekiz yaşımda iken babamın yanına, ambara, çalışmağa gitmeğe başladım. Ben orada alelade bir çırak gibi çaılşırdım…. Orada beni her gün döğerlerdi.»
Vakıa Aleksey Laptev’in bu korkunç ve meşakkatli çocukluk hayatını, büyük muharririn çocukluk hayatı -mn hrafi harfine bir kopyesi diye kabul edemeyiz!.. Fakat maalesef Çehov’un, vesikalarla teyid edilen çocukluğu da Laptev’in çocukluğundan hemen hemen farksızdır. Rusların tanınmış tiyatro üstadlarından Nemiroviç-Dançenko, «Maziden» isimli hatıratının bir yerinde Çehov hakkında şunları kaydeder:
« …….. Anton Pavloviç’in babasına karşı olan vaziyetini
iyice bilmiyorum. Fakat bakınız, bir defasında o bana ne demişti:
«Bu bizim artık iyice dost olduğumuz çok sonralara
— VIII —
ait bir devirde idi. Kışın Fransız Riviyerasmda idik. Bir gün ikimiz o devrin tanınmış profesörlerinden Maksim Ko-valenko’nun öğle yemeğinden dönüyorduk. Profesörün Bolye’de kendi villâsı vardı. Biz, (bu «Kış baharında» arkamızda pardesüler, sıcak memleketlere has yeşillikler arasından yürüyor, gençlikten, delikanlılıktan, çocukluktan bahsediyorduk. Çehov o sırada bana: Biliyor musun, dedi, çocukluğumda beni dövdüğü için babamı asla affedemiye-ceğim! [*]».
Çehov, dar ve kapalı taşra muhitinin, dindar ve mu-jhafazakâr bir ailenin çocukluğunda kendisine aşıladığı terbiyeden kurtulmak için uzun, zahmetli bir emek sar-fetmek zorunda kalmıştır. Çehov çok sonraları, 1889 yılında yazdığı bir mektupta, çocukluğunda neler çektiğini şöyle anlatır:
«Sabık ıbir toprak kölesinin, sabık bir -bakkalın oğlu olan bir idadi talebesinin, kilisede mugannilik eden, papas ellerini öpmeğe alıştırılan, her lokma ekmek için bin bir yaltaklık eden, babasından birçok defalar dayak yiyen, derslerine yırtık pabuçlarla giden, zengin akraba sofralarında karnını doyurmasını seven, her hangi bir sebep ve lüzum olmadığı halde, münhasıran kendi hiçliğini idrâk ettiği için hem Allahı, hem insanları aldatan bir delikanlının, günün birinde gözlerini hayata açtığı zaman damarlarında artık bir köle, bir esir kanı değil de hakikî bir insan kanı cevelân ettiğinin nasıl farkında olduğunu anlatan bir hikâye
kaleme almak, cidden çok enteresan olurdu». Cehov’un hayatından bir parçayı aydınlatan bu satır-
[*] V. İ. Nemiroviç — Dançenko «Maziden» Sah: 15
— IX —
lar, aynı zamanda muharririn yaşadığı devri karakterize eden çok enteresan bir vesika mahiyetini de taşımaktadır.
Çehov ailesinde hüküm süren şiddet ve istibdadı hafifleten biricik insan, Cehov’un annesi Yevgenya Yakov-levna idi.
Yevgenya Yakovlevna, çok genç yaşında kocaya varmış, ve bütün aile efradı gibi o da kocasının otoritesine boyun eğmişti. Fakat Yevgenya, manevî güzelliğiyle pek çabuk kocasını teshir etmiş ve hayatının sonuna kadar kocası üzerinde müessir olmaktan geri kalmamıştır.
Yevgenya Yakovlevna, akıllı, nazik, iyi kalbli, fevkalâde hassas bir kadındı. Kocası, kilise namına kendi sıhhatini, çocuklarının nafakasını, bir kelime ile her şeyini feda ederken Yevgenya, tamamen bunun aksine olarak, kendisi için en zarurî sayılabilecek şeyleri bile çocukları uğruna feda etmekten çekinmiyordu.
Yevgenya Yakovleva’nm, çocuklarının fikrî inkişafları üzerinde çok büyük bir tesiri olmuştur. Yevgenya Ya-kovlena, toprak köleliği rejiminin bütün acılarını, bütün fenalıklarını gözleriyle görmüş bir insan sıfatiyle bu rejimin müthiş bir düşmanı idi. Bu itibarla çocuklarına da bu rejimin fenalıklarım, zayıf ve düşkün insanlara merhameti telkin etmesini pek güzel bildi.
Sonraları, Çehov kardeşler büyüyüp te bunlardan Anton’la Aleksandr’da yazıcılık; Nikolay’le Marya’da ressamlık; İvan’da pedagojik kabiliyetler kendilerini göstermeğe başlayınca, Cehov’un babası çocuklarına sık sık şunları söylerdi: «Sizdeki bu kabiliyetler baba tarafından, Manevî hasletleriniz ise ana tarafından gelmedir».
Çehov kardeşlerin hepsi de, zeki, alaycı, şakacı, tabi-atlerinde mizah temayülleri bulunan çocuklardı. Bunların evin içindeki oyunları, icad ettikleri binbir muziplikler, Pavel Yegoriç’in evde yarattığı ağır havayı dağıtan,
— X —
bunun yerine neşe ve şataret koyan biricik vasıta idi.
Taganrog’un birinci sınıf tüccar-
Çehov’un mektebe lan, ekseriyetle Yunanlılardı. Ü~> girişi ve çüncü sınıf bir tüccar sayılan.
Taganrog idadisi Pavel Yegoriç için bu Yunanlı, tüccarların hayatından daha ideal bir hayat, bunların eriştikleri mertebeden daha yüksek bir mertebe olamazdı. Oğullarından hiç olmazsa bir tanesinin bu yoldan yürüyerek zengin olmasını istiyordu. Bundan ötürü, dostları olan bazı Yunanlı tüccarların tavsiyesile, o sıralarda yedi yaşma giren (1867) Anton Çehov’u Taganrog’dakî Rum mektebine verdi: Küçük Çehov, Rum mektebini bitirecek, sonra Atinaya gidecek, orada tüccarlığın bütün esrarını öğrenecek, ve memleketine dönünce, Taganrog-daki zengin Rumlar gibi kısa bir zamanda zengin oluve-recektir. İşte Çehov’un babasının düşünceleri böyle idi.
Çehov’un, bu mektebi tasvir eden bir hikâyesinden anladığımıza göre, Taganrogdaki bu beş sınıflık Rum mektebi, mektepten ziyade bir mektep karikatürüdür. Bu mektebin, bizim eski mahalle mekteplerinden hiç bir^far-kı yoktur. Bütün mektep bir tek odanın içine toplanmış, beş sınıfın derslerini bir tek cahil hoca üzerine almıştır. Bu hocanın, fırınlarda hamurkârlık yapan İspiro isminde-bir de muavini var. Sınıf geçmek, sınıf değiştirmek, ¦ ayni oda içinde, meselâ ikinci sıradan, üçüncü sıraya, veyahut üçüncü sıradan dördüncü sıraya geçmekle olurmuş. Mektebin dayandığı biricik terbiye sistemi dayakmış.
Çocuğun annesi bütün bunları yakından bildiği için Çohov’un böyle bir mektebe verilmesine şiddetle muarız–mış. Fakat sert ve haşin kocasına lâf anlatmak kabil olamıyor. Çehov bir sene kadar bu mektebe devam ediyor. Tabiî hiç bir şey öğrenemiyor. Pavel Yegoroviç de bu işten’
— XI —
şüphelenmeye başlıyor. Bir gün, tanıdık Yunanlı tüccarlardan biri vasıtasiyle çocuğu ufak bir imtihandan geçirip de bir sene içinde tek bir şey öğrenmediğine kendi de şahit olunca, karısına tamamen hak veriyor. Bunun üzerine Çehov, 1868 yılında Taganrog idadisinin hazırlık sınıfına giriyor.
Çehov idadide, daha ilk gününden itibaren derslerine büyük bir alâka göstermeğe başladı. Bir yıl sonra da, yani 1869 yılının 2
Birinciteşrininde idadinin birinci sınıfına kabul edildi.
Çehov, bu sekiz senelik Taganrog idadisini — üçüncü ve beşinci sınıfları ikişer sene okumak suretiyle — on senede bitirdi. Çehov gibi zeki ve kabiliyetli bir çocuğun iki defa sınıfta kalması, ya mektebin kötülüğüne, veyahud Çehovun ders haricinde başka şeylerle meşgul olduğuna delâlet eder. Çehovun hayatını tetkik ederken öğrendiğimiz hakikatler bunlardan her iki ihtimalin doğruluğunu gösteriyor. Kilisedeki tegannilere iştirak mecburiyeti, dükkânda çalışmak zaruretleri Çehov’un bir hayli vaktini yiyordu. Diğer taraftan Tagonrog idadisi de, o devrin birçok taşra mektepleri gibi her bakımdan bozuk bir mektepti. Mektebin gerek müdürü, gerekse öğretmenleri, idare ve bilgiden mahrum, devrin müstebit ruhî haletine uymasını bilen hafiye ruhlu kimselermiş. Meselâ mektebin Urban isminde bir Lâtince hocası vramış ki, hocalıktan ziyade, istibdat idaresi için şüpheli sayılabilecek talebeleri teşhis ve yakalamak işlerinde üstadmış. Gene mektebin hocalarından bir tanesi varmış ki, tiyatroya gittiği zaman cebine ceviz doldurur, oyunun en hararetli, en hassas bir yerinde bunları çatır çutur ökçesiyle kırarmış.
Taganrog idadisindeki muallim tipleri, Çehov’un
— XII —
«Kabuğuna çekilmiş adam» [1] ve diğer bir çok hikâyelerinde fevkalâde güzel canlandırılmıştır.
Çehov’un talebelik
hayatı ve îik yazıları
Çehov mektebin devamlı bir talebesi idi. Fakat derslerdeki muvaffakiyeti orta idi. Son sınıflara doğru daha büyük bir muvaffakiyet göstermeğe
başlamıştır. Bunu, ailesinin 1876 da Moskovaya giderek Çehov’un tek başına kalışı ve dükkân gibi, kilise şarkıcılığı gibi mecburiyetlerden kurtulması ile izah etmek kabildir. Talebelik hayatında en fazla edebiyat ve Rusça derslerini severdi. Edebiyattan maada tiyatroyu da çok severdi. Tiyatroda ilk gördüğü piyes: «Güzel Helen» dir. O zamanlar Çehov ancak on üç yaşında idi; bu seyrettiği ilk piyesten itibaren tiyatroya delice bağlandı. Ve bu sevgi onu ölünceye kadar terketmedi. Tiyatro sevgisi Çehov’un fikrî inkişafı üzerinde çok müsbet bir rol oynamıştır,
Taganrog’un parlak devirlerinden kalma tiyatrosu, Çehov zamanında da kısmen şöhretini muhafaza ediyordu. Fakat tiyatroya muntazaman devam edebilmek içîh her-şeyden önce paraya ihtiyaç vardı. Çehov kahvaltılarından, yemişinden fedakârlık yaparak tiyatroya gitmek imkânlarını bulabiliyordu. Bundan maada bir başka güçlüğü daha yenmek icabediyordu: [Mektep idaresi talebenin ancak pazrları tiyatroya gitmesine müsaade ediyordu. Çe-hof bazan sivil giyiniyor, bazan takma sakal, takma bıyık takıyor, ve bu müşkülü de yenmeğe çalışıyordu.
Çehov’un hayatını yazan bazı muharrirler, Çehov’un
[*] «Kabuğuna çekilmiş adam*. Yazan: Çehov, Türkçeye çeviren B. Deniz. Cep kitapları serisi, No.: 5. 1939.
— XIII —
tiyatro kanaliyle edebiyata girdiğini iddia ederler. Bu pek doğru olmamakla beraber, tiyatronun, Çehov’un edebî kabiliyeti üzerinde müsbet bir rol oynadığı muhakkaktır.
Andreyev – Turkin, «Çehov Taganrog’da» adlı eserinde, Çehov’un sınıf ve sıra arkadaşlarından M. A. Rabino-viç’in ifadesine atfen, Çehov’un daha idadinin dördüncü sınıfında iken mektepte çıkan el yazması bir mecmuaya yazılar verdiğini kaydeder. Gene Andreyev, kitabının bir başka yerinde, Çehov’un mektep arkadaşlarından Messa-roj’a atfen, Çehov’un Tagarong idadisi talebesinin çıkardığı «Boş vakit» adlı bir mecmuaya «Talebe hayatından» ve «Tabiattan sahne» adlı yazılar yazdığını söyler.
Çehov’un dördüncü sınıfta bulunuş zamanı 1873 yılına rastlar. Bu hesapça 1873 yılı, Çehov’un ilk yazılarını yazdığı bir tarihtir.
Bunun doğruluğu hakkında şüpheler beslense bile, Çehov’un 1875 yılında mektep mecmualarında yazı yazdığına dair elimizde canlı vesikalar var:
Çehov’un ağabeyisi Aleksandr’ın, Taganrog idadisi beşinci sınıf talebesinden Anton Çehov’a, Moskovadan yazdığı 4 Birinciteşrin 1875 tarihli bir mektup var, Bugün Moskova Edebiyat müzesinde bulunan bu mektupta Aleksandr, kardeşi Anton’a şunları yazmaktadır: «Za-ika [*] için teşekkür edermi. Daha sık çıkar. Allahaısmarladık. Senin: Aleksandr Çehov».
Aleksandr Çehov’un bahsettiği bu «Zaifca» da ne o-luyor?
1875 yılında Çehov’un iki ağabeyisi —Aleksandr ve Nikola — Moskovaya gitmişlerdi. Bunlardan Aleksandr Üniversiteye, Nikola da Güzel Sanatlar Akademisi Resim şubesine girdi. Ailesiyle beraber Taganrog’da kalan Çehov, bu tarihten itibaren kardeşlerine, kendi yazısiyle ya-
[*] Zaika: Kekeme, Pepeme.
— XIV —
zılmış el yazması, «Zaika» adlı bir mecmua göndermeğe başlıyor.
Demek ki Çehov edebiyata tiyatro kanaliyle değil, fakat çok müteammim olan bir yol ile, el yazması talebe mecmuasiyle girmiş
bulunuyor.
Çehov Taganrog idadisinde okurken, mektep arkadaşlarının da şahadet ettikleri gibi siyasete, siyasî hâdiselere mutlak bir alâkasızlık göstermiştir. O zamanlar Rusyada Pisarev, Gertsen, Bakunin gibi mütefekkir ve inkılâpçıların gizli mahfilleri vardı. Çehov bunlardan hiçbirine ayak bile atmadı. Çehov, kendi tâbirince «Tatlıya, tuzluya» karışmaz, bütün bunları uzaktan seyretmekle iktifa ederdi.
Çehov’un bu hareketine en mühim sebep, yaşadığı, doğup büyüdüğü muhitin geriliği idi.
Çehov 1879 yılında Taganrog idadisini Üniversiteye bitirerek Moskovaya gitti ve orada, Mos-giriş kova Üniversitesi Tıb Fakültesine girdi.
Çehov Üniversiteye girince büyük bir gayretle derslerine sarıldı. Taganrog gibi geri, kapalı, karanlık bir muhitten sonra, Üniversitesiyle, geniş profesör kadrosiyle Moskova ona harikulade iyi görünmüştü.
Çehov Moskovaya gelince onun aile hayatında da pek derin değişiklikler oldu. Çehovla beraber, ayni
şekilde Tıb Fakültesine girmek istiyen iki genç te gelmişti. Bunlar da Çehovlara yerleştiler; tabiî evin masrafına da ortak oldular. Diğer taraftan Çehov Moskovaya gelirken, Taganrog belediyesinden aylık bir de yardım koparmağa muvaffak olmuştu. Bütün bunlar tam zamanında yetişen yardımlardı. Çünkü Moskovadaki Çehov ailesi pek perişan bir halde idi. Çehov’un babası Moskovada zengin bir tüccarın yanında gece bekçiliği yapıyor, dükkânda yatıp
— XV. —
kalkıyordu. Çehov’un bütün diğer kardeşleri tahsilde olduğu için bütün yük babada idi.
Çehov eve gelir gelmez evin vaziyeti tamamen değişti. Çehov derhal aile reisi oldu. Evin neşesi yerine gel-¦di. Evin içi Çehovun Üniversiteli arkadaşları olan neşeli gençlerle doldu.
Çehovun ilk matbu yazılarının ne Çehov’un edebi zaman ve nerde çıktığını katî olarak hayata atılışı tesbit etmek mümkün olamamıştır. Maamafih Çehov’un artık 1878 yılından itibaren yazılarının şurada burada çıkmağa başladığına hükmettirecek bazı sebepler vardır. Onun ilk yazıları, büyük bir ihtimalle, küçük, kısa mizahî fıkralardı. Fakta bugün için katî olarak malûm olan nokta şurasıdır: Çehov’un ilk matbu yazısı 9 Mart 1880 tarihli ve 10 numaralı «Strekoza» mecmuasında intişar etmiştir. Yazının serlevhası da şu idi: «Don Kazaklarından derebey Stepan Vlademiroviç’in alîm komşusu Doktor Fredrih’e mektubu». Yazının altında «…..v»
imzası bulunuyordu. Gene
ayni mecmuanın ayni sayısında Çehov’un: «Roman, hikâye ve ilâh… gibi şeylerde en çok rastlanan nelerdir?» serlevhasını taşıyan bir yazısı daha çıktı. Bu yazının altında «Antoşa» ismi vardı.
Bunlara tesadüfi birer yazı göziyle bakamayız. Çün-Icü ayni yılın içinde Çehov’un. gene ayni mecmuada birkaç yazısı daha çıktı. Bu 1880 yılı içinde Çehov’un intişar eden yazılarının mecmuu dokuz kadardır. Bunların yarısından fazlası parodi mahiyetini haiz şeylerdir.
O devirde Çehov’la arkadaşlık edenlerin hatıratına nazaran Çehov bu ilk yazılarında «Kendini göstermek», «Şöhret toplamak» gibi kaygılardan çok uzaktı. Çehov’un “bütün gayesi, ihtiyaç içinde kıvranan ailesine üç beş ku-
— XVI —
ruş temin etmekti. Ve işte Çehov bunun için yazı yazıyordu. -Çehov’un, daha küçüklüğündenberi, gördüğü hâdise* ve vakıaları karikatürize etmesini bilen bir zekâsı vardı. Çehov «Strekoza» gibi mizah mecmualarına yazı yazmakla hem bu temayülüne bir akış
veriyor, hem hayatını kazanmış oluyordu. Esasen o sırada ağabeyisi Aleksandr da ikinci derecedeki mecmualara mizahî yazılar yazmakla hayatını kazanıyordu.
Çehov ilk muvaffakiyetlerinden sonra hiç durmadan «Strekoza» ya yazılar göndermeğe başladı. Fakat çok geçmeden ilk hayal sukutu da kendini göstermekte gecikmedi. «Strekoza» nın «Açık muhabere» sütununda Çehov’a hitaben şu mealde ihtarlar çıkmağa başladı:
«¦Müthiş rüya»: Evet; herkesin bıktığı mevzuları tekrar ettiği için müthiş!»
«Çok uzun ve renksiz. Tıpkı Çinlilerin ağızlarından çıkardıkları bitmez tükenmez beyaz şeridler gibi!»
«Henüz açılmadan solmağa mahkûm, neyazık! Bir münekkit gözile işe bakmadan yazı yazılmaz!»
O devirde Çehov hakkında yürütülen bu muhakemeler, bugün üzerimizde çok tuhaf bir tesir bırakıyor. Çünkü bugün vuzuh, kısalık, tenevvü gibi en büyük edebî meziyetler, Çehov’un ismiyle sıkı sıkıya bağlıdır. «Çok uzun, renksiz» mefhumlariyle «vuzuh, kısalık, tenevvü, sadelik» mefhumlarını telif etmemize imkân yoktur. Bunun içindir ki bugün Çehov’un hayatını tetkik edenlerden birçoğu, o zamnalar mecmuada yazılan bu hükümlerin saçma olduğunu iddia ediyorlar.
Halbuki mesele pek de böyle değildir. Çünkü Çehov ilk edebî faaliyeti esnasında hakikaten birçok zayıf ve fena yazılar yazmıştır. Bu keyfiyet gerek Çehov’un okuyucuları için, gerekse Çehov’un hayatını yazan muharrirler için uzun zamanlar meçhul kalmıştır. Çünkü Çehov 1890
— XVII —
yıllarına doğru, ilk defa olarak hikâyelerini toplu bir cild halinde neşrederken, fevkalâde titiz dvaranmış; intişarları sırasında tenkide uğrayan ve beğenilmiyen yazılarını Jkâmilen tasfiyeye tâbi tutmuş ve ancak en iyi hikâyelerini kitabına sokmuştur Meseleyi bilmiyen okuyucuların ve bazı münekkitlerin bu ilk ciltteki hikâyelere bakarak sadece bunlar bakımından hüküm yürütmeleri, onları yanlış
kanaatlere sevketmiştir. Hattâ dahası var: Çehov’un mecmualar tarafından beğenilmiyerek iade edilmiş «Müthiş rüya», «Efsane»,
«Portre» ilâh… gibi hikâyelerini ancak isimlerinden tanıyoruz. Bunlar mecmua idarehanelerinde kaybolmuş yazılardır ki kimsenin görmesine bile kısmet olmamıştır.
Çehov 1881 yılında faaliyet sahasını genişleterek «Budilnik», «Zritel» gibi mizahî mecmualara da yazılar yazmağa başladı.
Maamafih Çehov’un bu ikinci edebî faaliyet yılı, nispeten az verimli oldu. Çehov bütün bir yıl içinde ancak küçük çapta on üç hikâye yazdı; buna karşılık üçüncü edebî faaliyet yılı olan 1882 senesinde 32 hikâye kaleme aldı. Bunlardan «Lüzumsuz bir galibiyet»,
«Canlı Mata», «Geç kalmış çiçekler» gibileri uzun hikâyelerdir.
Esasen 1882 yılı, Çehov’un edebî faaliyetinde bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü Çehov bu yıl içinde devrin en iyi bir mizah mecmuası olan Petersburgdaki «Oskolki» mecmuasına yazı yazmağa başladı. Bu mecmuanın müdürü olan Leykin, devrin en kabiliyetli bir mizah muharriri idi. Ayni zamanda iyi bir iş adamı olan Leykin, Çe-kov’un bütün kabiliyetlerinden azamî derecede istifade etmek için bütün gayretlerini sarf etmeğe başladı. Nete-kim bunun tesirleri pek çabuk görüldü: 1883 yılında Çehov 120
hikâye yazdı. Bunun 85 tanesi «Oskolki» mecmuasında çıktı. Onu takip eden 1884 yılında (Çehov’un sen
— XVIII —
talebelik yılı) Çehov’un yazdığı 102 hikâyeden ancak 23 tanesi diğer mecmualarda, ve geri kalanı «Oskolki» de intişar etti.
Çehov «Oskolki» de yazı yazmağı büyük bir muvaffakiyet sayıyor, Leykin’le sık sık mektuplaşıyordu. Bu Çehov’un tanınmış bir muharrirle ilk muhaberesi idi. Gerek Leykin’in, gerekse “Oskolki” nin, Çehov’un edebî inkişafında çok mühim bir rol oynadıklarını inkâr etmek imkânı yoktur.
Leykin Çehov’dan ancak kısa ve mizahî yazılar istiyordu. Çünkü umumiyetle o devirde Çehov’un yazı yazdığı mizahî mecmualarda ne bir siyasî temayül, ne de muayyen bir gaye vardı. Bunlar münhasıran okuyucuyu güldürmek ve eğlendirmek vazifesiyle mükelleftiler. O zamanki mecmuaların bu hali, boğucu bir istibcrat havası içinde bunalan ve biraz olsun gülmek istiyen 1881 devri münevverlerinin vaziyetine çok uygun geliyordu. Çehov’un ilk eserleri de devrin bu temayülüne pek uygundu.
Çehov, daha uzunca yazılarını diğer mecmualara, bilhassa «Budilnik» mecmuasına verirdi. Netekim Çehov’un o devirde yazdığı en uzun bir hikâyesi olan «Avda bir facia» sı «Budilnik» de çıktı.
Bu sırada Leykin ona «Oskolki [*]» de, «Moskova hayatının kırıntıları» adlı bir köşe ayırdı. Müşahedesi kuvvetli zeki Çehov, her günkü müşahedelerine istinaden Moskova hayatına ait binbir mevzu üzerinde yazılar yazmağa başladı.
Çehov’un «Oskolki» ye daimî muharrir olması, ona bütün diğer mecmuaların kapılarını açtı. O devirde Çehov’un kullandığı müstear isimlerden bir kısmı şunlardır : «Antoşa», «Antoşa. Ç.», «G. Baldastov». «Safra kesesi
— XIX —
«Kardeşimin kardeşi», «Ruver», «Ulis»
[*] «Oskolki»: Kırıntı, Yonga, Döküntü mânasına gelir.
olmıyan adam», ilâh…..
Senede (100) den fazla yazı yazan Çehov’un o sıralarda bir de Üniversitenin en güç bir şubesi olan Tıb fakültesinde okuduğunu hesaba katarsak, normalin fevkinde bir verim gösterdiğini kabul etmeğe mecbur kalırız.
Bu kadar büyük bir faaliyete rağmen Çehov’un eline geçen para hiç te fazla değildi: Çehov’un hayatını etüd eden muharrir İsmailov’un. «Oskolki» mecmuasının hesaplarına dayanarak yaptığı tetkiklere nazaran, Çehov, 1880 yılında yazdığı 49 yazısına karşılık ancak 642 ruble 48 kapik bir para almış. •[*] Bu sıralarda Çehov’un şöhretini yapmış, her taraftan yazıları istenen bir muharrir olduğunu da hesaba katmak lâzımdır. Sonra, bu 49 yazı içinde birer şaheser mahiyetinde olan «Anuta», «Eczacı kadın,,, “Koca,,,
“Uzun dil,,, “Hatip,, gibi hikâyelerin bulunduğunu da unutmamalıyız!..
Çehov’un İstidadı
fizeriade menfi tesir
yapan amiller
Ailesinin, içinde yuvarlandığı fakrüsefalet dolayısile, Çe -hov’un hiç durmadan her gün yazı yazmağa mecbur olması, onun istidat ve kabiliyeti ü-zerinde gayet fena bir tesir yapıyordu. Bir makine gibi, her gün ısmarlama yazı yazan Çehov’un yazılarına lüzumu olan ihtimamı gösteremiyeceği aşikârdır.
Di’ğer taraftan Çehov’un bütün yazdığı yazıların mutlaka v izahî olması icabettiği hakkındaki Leykin’in ısrar-
-ns«—————
tiv £ O zamanlar bir rublenin 10 kuruş ettiğini düşünecek :k suirsak, Çehov, bizim paramızla yılda 65, ayda da, takri-
, 5,5 altın lira almış oluyor. H. Â. Ediz.
— XX —
lan da Çehov’un edebî istidat ve kabiliyeti üzerinde menfî’ bir tesir yapıyordu.
Çehov’un edebî kabiliyet ve istidadı üzerinde sansürün de oldukça menfî bir tesir yaptığını kaydetmek mecburiyetindeyiz! Hem mizahî yazmak hem de sansürle hoş geçinmek çok güç bir işti. Çünkü mizahın içinde tenkit unsuru bulunmazsa, mizah kuvvetini kaybeder. Bunalan kombine etmek ise büyük bir ustalıktır. Çehov, mizahla sansürü uzlaştırmasını öğreninceye kadar bir hyali zorluk çekti.
Maamafih Çehov’un sanatkârlığı üzerinde, ayni zamanda, hem müspet, hem menfi istikametlerde müessir’
olan âmiller de vardı.
Bunlardan biri «Oskolki» için yazılacak hikâyelerin yüz satırı geçmemesi icabşttiği hakkındaki Leykin’in isteği; diğeri de haftada bir defa «Moskova hayatının kırıntıları» köşesini doldurmak mecburiyeti idi.
Çehov, bilhassa yazılarının satırlarla tahdit edilmesine fena halde içerlerdi. Zaman zaman Leykin’e ihanet eder ve daha uzun hikâyeler yazarak .diğer mecmualarda neşrettirirdi. Fakat işin garibi şu ki, Çehov’un gümrükten mal kaçırır gibi Leykin’den kaçırarak diğer mecmualarda neşrettiği bu uzunca hikâyeler, ekseriya sanat bakımından zayıf ve renksiz olurdu. Halbuki buna karşılık Çehov’un kısalıklarından şikâyet ettiği öyle küçük hikâyeleri vardı ki, bunlar, bilhassa kocaman bir mevzuu dar bir kadro içine sıkıştırmak, vuzuh, sadelik bakımlarından-birer şaheser mahiyetini haizdiler. j Tahdit edilmiş bir çerçeve içinde yazı yaznr*- mecburiyetinin, Çehov’un istidatlarını birçok bat ^nj.rdan baltaladığı su götürmez bir hakikattir. Fakat ^ces karşılık, henüz inkişaf çağlarında olan Çehov g^iy^ bir r muharririn, bu kadar geniş tecrübe imkânla^’
ti-
— XXI _
-iade ederek, kısa hikâye yazmak sanat ve tekniğini en yüksek bir mertebeye ulaştırdığı da gene su götürmez bir hakikattir.
Sonraları bizzat Çehov da kısa, vazih, sade yazmak sanatine fevkalâde fazla ehemmiyet vermeğe başladı. Onun nazarında vuzuh, kısalık, sadelik sanatin bir ifadesi halini aldı.
Çehov bu kısa yazmak sanatini «Oskolki» mektebinde •öğrendi.
Ayni şeyi «Moskova hayatının kırıntıları» köşesi için
• de söyliyebiliriz. Çehov bu sütunu istemiye istemiye doldururdu. Birçok defalar bu sütunu bırakmak teşebbüslerinde bile bulundu.
Fakat yakasını bir türlü Leykin’in elinden kurtaramadı. Nihayet bu arzusuna ancak, 188İ5 senesinde nail oldu.
«Moskova hayatının kırıntıları», Çehov’u hakikî sanat işlerinden alakoymuş olmasına rağmen, muharririn üzerinde müspet bir tesir yapmaktan da geri kalmamıştır. Çünkü bu yazılar, çeşitli Moskova hayatının her köşesini ^aydınlatan, her sınıf halkm örf ve aletleriyle alay eden, idare mekanizmasından, sanattan, tiyatrodan, velhasıl her şeyden bahseden yazılardı. Bunları yazabilmek için esaslı bir müşahedeye hitiyaç vardı.
İşte bu yazılar Çehov’a, bir sanatkâr için en lâzımlı bir şeyi, müşahede kabiliyetini kazandırdı.
Çehov 1884 yılında Tıb fakültesini Çehov doktor bitirdi. Diğer taraftan herkesten habersiz, bir de doktora tezi hazırlamağa başladı. Tezinin mevzuu: «Rusyada doktorluk» tu.
* Çehov tezi için iki sene kadar materyel topladı. Fakat her nedense bu işi sonuna erdirmeden bıraktı. Çehov’un böyle bir faaliyeti —tezine ait topladığı materyeller ele geçmek suretiyle — ancak 1917 senesinden sonra öğrenildi.
II
— xxii —
Çehov, Üniversiteyi bitirir .bitirmez doktorluğa baş -ladı. Kardeşinin öğretmen olarak bulunduğu bir şehir hastahenesinde, tanınmış
profesörlerden birinin rehberliği altında hasta kabulüne başladı. Kaza doktorunun isti-rahate gitmesi dolayısiyle ona vekâlet etti.
Bunun tabiî bir neticesi olarak hasta tedavisinden maada otopsilerde bulunmağa, adlî tıb vazifesini görmeğe de mecburdu. Bütün bunlar onun müşahede sahasını genişletiyordu.
«Cerrahlık», «Kaçak», «Kadavra» gibi hikâyeleri bu müşahedelerin mahsulüdür.
Çehov ayni senenin kışında Moskovaya döndü. Orada da doktorluğuna devam etti. Doktorluk sahasındaki faaliyeti onun birçok vakitlerini alıyor, edebî faaliyetine bir hayli engel oluyordu. Fakat buna rağmen^Çehov doktorluğu bir türlü bırakmak istemiyordu.
Hattâ bunlardan birini tercih etmek bahis mevzuu olduğu zamanlar Çehov uzun müddet doktorluğu tercih etti. Netekim artık büyük ve tanınmış bir edib olduğu 1888 yılında kendisine doktorluktan vazgeçmeği tavsiye eden bir dostuna şöyle bir cevap verdi:
«… Bir iş değil de iki iş sahibi olduğumu düşündüğüm zamanlar kendimi daha cesur hissediyorum. Doktorluk benim megru karımdır; edebiyatsa metresim. Birinden bıktığım zaman diğerinde geceliyorum».
Maamafih Çehov’un muharrirlik şöhreti arttığı rlisbette “Metres,, i tedricen “Meşru karısı,, nın yerine geçmiş, Çehov yavaş yavaş
doktorluktan yüz çevirmeğe başlamıştır. Fakat garip değil midir ki Çehov, yıllarca iyi bir doktor olduğuna kani olduğu halde bir türlü iyi bir muharrir olduğuna inanmak istememiştir.
— XXIII —
Tıb tahsilinin ve doktorluk
Doktorluğun, Çehov’un hayatının Çehov’un sanatkâr-sanatkârhğı .lığı üzerinde yaptığı tesir pek üzerindeki tesirleri büyüktür. Muharrir 1899 yılında yazdığı kendi hal tercümesinde bu meseleden şöyle bahsetmektedir:
«Doktorluk ilmiyle uğraşmam, hiç şüphe yok ki, benim edebî faaliyetim üzerinde çok büyük bir tesir yapmıştır. Bu ilim benim müşahede sahamı genişletmiş, bir muharrir olarak bunun benim için taşıdığı hakikî kıymeti ancak bir doktorun anlayabileceği bir bilgi ile beni zen-ginleştirmiştir. Ben bu ilim sayesinde kendimi birçok hatalardan koruyabildim. Tabiî ilimler ve ilmî metodlar sayesinde ben her vakit ihtiyatlı hareket ettim. Mümkün olan her yerde ilimden istifade etmeğe çalıştım. İlmimin kâfi gelmediği şeylri hiç yazmadım».
Çehov, bir muharrir olarak doktorluktan gördüğü faydaları sırası geldikçe daima söylerdi. Meselâ «İsim Günü» adlı hikâyesi intişar edince, büyük bir sevinçle Suvarin’e şunları yazdı:
«İsim Günü» adlı hikâyemle bayanları pek memnun ettim. Nereye gittimse hep beni methediyorlar. İnsanın doktor olması, ve yazdığı şeyi anlaması hakikaten iyi bir şeymiş! Kadınlar bu hikâyemde tasvir edilen «Doğum» hâdisesinin aslına çok uygun olduğunu söylüyorlar.»
Çehov’un «Kara Keşiş» adlı hikâyesi, tıbda kaydedilen megalomani hastalığının tipik bir örneğidir. Çehov’un eserlerine baktığımız zaman bunların birçoğunda tıb ilminin, doktorluk müşahedelerinin izlerini ve tesirlerini görmekteyiz!.. Mevzularını gündelik tıbbî müşahedelerden aldığı bir yığın küçük hikâyelerinden sarfmaza, fakat
— XXIV —
«6 No. Koğuş», «Düşmanlar», «Hazin bir hikâye» gibi Çehov’un en güzel ve en meşhur eserleri, tıbbî müşahedelerin bir mahsulüdür.
Çehov, nazarî tababet ilminden ziyade, pratik doktorluk sayesinde müşahede sahasını genişletmeğe muvaffak olmuştur. Çehov, doktorluk mesleği sayesinde, şehirlilerin, memurların, münevverlerin, derebeylerinin hayatlarını en ince teferruatına kadar görmeğe muvaffak olabilmiştir. Çünkü doktor Çehov bu gibi ailelere yalnız bir misafir olarak, her şeyin güllük ve gülistanlık olduğu anlarda değil, fakat hastalık gibi, ölüm gibi felâketlerin insanları maskesiz bir halde bulundurduğu anlarda da giderdi.
Diğer taraftan Çehov’un Melihovo’daki köy doktorluğu ona o devir Rusyasınm köy hayatını bütün fecaatile tanıtmıştı. İşte bunun içindir ki Çehov’un, eserlerinde yer alan kahramanlar hayalî değil, müşahedeye müstenit hakikî tiplerdi. Ve işte bundan ötürüdür ki, Çehov’un «Hayatım», «6 No. Koğuş», «Kabuğuna çekilmiş adam». «Mujikler» gibi eserlerini okuduğumuz zaman, o devir Rusyasındaki sosyal hayatın sakat, hasta olduğunu, ümitsiz bir hastanın hayatına çok fazla benzediğini görürüz. Çünkü muharrir Çehov, eserlerinde tasvir ettiği tipleri — tıpkı bir doktorun hastalarını muayene eder gibi — objektif olarak ve hastalığı olanca vehametile ortaya koyarak tasvir etmiştir. Onda bu sahada her hangi bir fantezi veyahut realiteden her hangi bir uzaklaşış beklememeliyiz!..
Çehov, mektuplarından birinde diyor ki:
«Alelade bir insan mehtaba, esrarengiz ve erişilmesi güç bir şey diye bakar. Halbuki bir Astronom, ona büsbütün başka bir gözle bakar. Onda bu sahada en ufak bir illüziyon olamaz.. İşte bunun gibi, bir doktor olmam itibariyle, bende de illüziyon aramayın!,, I — XXV —
Çehov’un, hayatını kazanmak
Çehov’ım geçirdiği için muhtelif mizah mecmualarına istihaleler yazdığı yazılar ona hayatı görmesine yardım etti. Tıb tahsili.
hayat hâdiselerini tahlil ederken, ilmi bir metod kullanmasını ona öğretti; müşahede ufkunu genişletti. Bunlardan ayrı olarak Çehov’un bir de muazzam fıtrî kabiliyeti vardı. Fakat bütün bunlar Çehov’un-yaratıcı faaliyeti için sadece birer silâh, onun büyük bir muharrir olabilmesi için birer vasıta idi. Fakat bir muharririn büyük bir muharrir olabilmesi için bu kadarı kâfi değildir. Bir muharririn büyük bir muharrir olabilmesi için, onda muharrirliğe karşı ciddi bir de alâka uyanması lâzımdı. İşte Çehov’da noksan olan bu idi.
Çehov bu mesele üzerinde ancak 1885 yılının sonunda, yani Üniversiteyi bitirdikten sonra düşünmeğe başladı. Bu âna kadar Çehov kendi hakikî kıymetini bilmiyor, kendi istidadını takdir etmiyordu. Çehov’un hayatını tetkik eden bazı muharrirlerin, kaydettiğine göre, Çehov’da, kendi istidad ve kabiliyetine karşı ciddî bir alâka uyandıran ilk hâdise, muharrir D. V. Grigoroviç’in ona yazdığı bir mektutur.
Grigoroviç, o devrin en büyük muharrirlerinden biri idi ve Çehov’a büyük bir kıymet vermekte idi. Onun Çe-hov’a gönderdiği mektubun, Çehov üzerinde derin bir iz bırkatığı muhakkaktır. Fakat Çehovdaki istidatları «keşif» edip, zahire çıkarmak şerefi, zannedildiği gibi pek te Gri-goroviç’e ait değildir. Çünkü Çehov, daha bu mektubu almadan bir hayli zaman önce, kendi istidat ve kabiliyetleri hakkında esaslı bir surette düşünmek lüzumunu hissetmişti. Buna sebep olan hâdise, Çehov’un 1885 yılı Birinci-kânununda Petersburg’a yaptığı seyahatte ora muharrirlerinden gördüğü büyük iltifatlardır. Çehov bu hâdiseden
— XXVI —
bir ay sonra, yani 1886 yılı İkincikânununda kardeşi Alek-sandr’a yazdığı bir mektupta bu mesele hakkında, şunları: söylüyor:
«…… Bunu görünce, şimdiye kadar başıboş ve ihti-
mamsız yazı yazışıma bayağı üzüldüm. Bana bu kadar ehemmiyet verildiğini bilseydim, ısmarlama yazı yazmazdım.».
Çehov’un kendi hakkındaki kanaat ve görüşlerini değiştirmeğe sebep olan hâdiseler birbiri ardınca tevali etmeğe başladı. Bu sırada kendisine, o devirde Rusyanın en; büyük gazetelerinen biri olan «Novoye
Vremiye» de yazı yazması teklif eildi. Bu gazetenin müdürü, devrin en kabiliyetli muharrirlerinen A. S. Suvarin’di. O zamana kadar Çehov, hep ikinci derecede mecmua ve gazetelerde yazı yazıyordu. Bu gazetelerin muharrirleri arasında Su-varin’in pek büyük bir itibarı vardı.
Bu arada Çehov, kendi edebî kabiliyetine daha fazla inanması icabedeceği hakkında otoriter şahsiyetlerden de birçok mektuplar aldı. Aradan bir yıl geçmeden, üstüste gelen bu hâdise ve bu mektupların tesirleri görülmeğe başladı.
Çehov’daki değişikliğin ilk alâmetlerinden biri, muharririn eski devirlere nazaran az ve hesaplı yazmağa başlamasıdır. Tabiî bu birdenbire olamazdı. 1886 senesi, bu sahada, Çehov için bir dönüm noktası oldu. Halbuki 1886 yılma kadar Çehov’un edebî mahsulâtı daimî bir artış kaydetmişti. 1886 yılında ilk defa olarak bir azalış göze çarpmaktadır: Meselâ 1885 senesindeki 129
yazısına karşılık,. 1886 senesinde 112 yazı neşretti. 1887 yılında: 66; 1888 yılında: 12. Halbuki bu yıllarda Çehov edebî faaliyeti için eskisinden fazla bir zaman sarfediyordu. Çehov’daki bu değişiklik o kadar bariz bir şekil almıştı ki, bunu muhar-
— XXVII —
ririn hayatiyle biraz olsun yakından alâkadar olanlar derhal farkedebiliyorlardı.
Çehov’un kendi kabiliyetine ve isti-Dönihîî noktası ladma olan itimadı arttıktan sonra artık o büyük bir muharrir olmak yolunu tutabilir mi idi?. Bunun için gereken bütün sübjektif ve objektif şartlar hazır mı idi?.. Çehov hakkında çok enteresan bir etüd yazan A. Derman, kitabının 85 inci sayfasında:
«Hayır, diyor, henüz ortada bazı maniler vardı. Bizzat Çehov da bunları bütün derinliğiyle idrâk ediyordu. Bu maniler Çehov’un politik ve sosyal görüşlerindeki muayyen bir sistem yokluğu idi».
Ön sözümüzün baş taraflarında kaydettiğimiz gibi, Çehov, uzun yıllar bütün siyasî cereyanlar dışında kalmış ve bu vaziyeti yazılarında da kendini belli etmişti..
Fakat 1885 yıllarından sonra Rusyanın sosyal çehresi süratle değişmeğe başlamıştı. Memleketin bütün ileri kuvvetleri, Çarlık istibdadına karşı mücadeleye girişmişlerdi. ~ fiik rp^harriri olmak iştiyen birisi, mutlaka bu ileri, Jhareketi benimsemek ve yazılarında aksettirmek zo-randa idL işte bu tarihlerde Çehov’un siya”sî~ğoruflerl “fJP ^2 , yavaş
yavaş kristalize olmağa başladı. Çehov, küçük ve mi-£>^’ zahî hikâye janrini bırakarak tedricen lirik ve hazin ‘«* f mevzulara el attı. Fakat tabiî bu ilk adımdı. Çehov’un bu L , *” devir eserlerinin de, bu devirde yazdığı eserlerinin kahra- ° ‘–manian da, Çehov’un görüşlerine uygun olarak, henüz mütereddit ve kudretsiz insanlardı. Bunun en canlı misalini «Hazin bir hikâye» adlı eserinde görmekteyiz:
— XXVIII —
«HAZİN BİR HİKÂYE» deki vakanın kahramanı devrin en âlim, en okumuş bir profesörüdür. Fakat profesörün hayatında, manevî ve ruhî bir cesaret göstermesi icabeden buhranlı bir safha çatıp geldiği zaman o kudretli profesör, bir sabun köpüğü gibi sönüverir. En lâzimh bir anda, gerek kendisine, gerekse en yakınlarına yardım etmek kudretini bile kendinde göremez! Profesörün tapındığı Katya, büyük bir ruh buhranı esnasında ona: «Nikolay Stepaniç! Artık ben böyle yaşıyamam! Artık tahammülüm kalmadı! Aliah rızası için bana söyleyin, hemen şimdi söyleyin: Ben ne yapayım?.. Siz akıllı, okumuş bir adamsınız canım!.. Çok görmüş geçirmişsiniz, muallimlik etmişsiniz!.. Ne yapayım, bana cevap veriniz!.» Dediği zaman, koca âlim, perişan bir halde, Katya’ya ancak şu cevabı verebiliyor: ^
«Doğrusunu istersen Katya, bilmiyorum. Haydi, kahvaltı edelim!».
«Hazin bir hikâye» deki profesörün kararsızlığı, biraz da Çehov’un o devirdeki derunî kararsızlığının bir ifadesidir.
Maamafih artık Çehov’un şöhreti süratle yayılıyordu. Çehov, 1886 yılında, «Alacabulaca hikâyeler» ismi altında, hikâyelerinden mürekkep ilk eserini neşretti. Çehov’un bu ilk derlitoplu eseri, müthiş bir muvaffakiyet kazandı. Bundan cesaret alan Çehov 1887
yılında, gene küçük hikâyelerden ibaret, «Masum sözler» ve «Alaca karanlıkta» adlı iki eser daha neşretti. Çehov’un «Alaca karanlıkta» eseri, muharririn haberi olmadan İlim Akademisinin tetkikine arzedildi. Akademi, 1888 yılının nihayetinde esere, Puşkin mükâfatının yarısını verdi. Çehov bunu haber aldığı zaman fevkalâde şaşırdı. Bu mesele hakkında Suva-rin’e yazdığı bir mektubunda şöyle diyor:
«Akademinin taltif kararı üzerimde şaşırtıcı bir tesir
— XXIX —
yaptı. Bu haber, gerek evimde, gerekse Moskovada ebedî Zevs’in korkunç gökgürültüsü tesirini uyandırdı. Ben bütün bu günler içinde bir âşık gibi dolaştım durdum».
1889 yılı Çehov’a daha büyük zaferler getirdi. Bu yılın İkincikânununda, 1887 senesinde yazıp da şimdi baştanbaşa değiştirdiği
«İvanov» piyesi devrin en iyi tiyatrosu olan, Petersburgdaki Aleksandr tiyatrosunda oynandı. Gene bu yılın sonunda Çehov’un iki büyük eseri «Nöbet» i ve az önce kendisinden bahsettiğimiz «Hazin bir hikâye» si çıktı.
Artık Çehov’a olan alâka gittikçe artıyordu. Onun her yeni bir eserinin çıkışı, Rusya ölçüsünde muazzam bir edebî hâdise oluyordu:
«Düello» (1891); «6 No. Koğuş» (1892); «Meçhul bir adamın hikâyesi» (1893); «Kara keşiş» (1894); «Üç yıl» ve «Ariadna» (1895);
Çardaklı ev» ve «Hayatım» (1896); «Mujikler» (1897); «Çukurda» (1900); nihayet «Gelin» (1903) böyle bir tesir yaprmş kıymetli eserleridir.
Bu eserlerden bir kısmı, bilhassa «6 No. Koğuş», «Mujikler» ve «Çukurda» eserleri, o kadar büyük bir şöhret temin ettiler ki, bunların uyandırdığı velvele ve aksiseda senelerce dinmedi.
Bilhassa bu üç eserin bu kadar fazla şöhret temin etmelerinin sebebi ne idi?.. Bunu her şeyden önce Çehov’un artık istikrar bulan ve devrin icabatına uyan görüşlerine atfetmek lâzımdır. Filvaki bu üç eserin her biri, ayrı ayrı, o devir Rusyasının iğrençliklerini aksettiren, hasas, sadık birer ayna vazifesi gördüler.
“6 NO. KOĞUŞ,,: 1892 yıllarına doğru Çehov’un siyasî görüşleri o kadar kristalize olmuştu, ki, bu tarihlerden sonraki eserleri Çarlık istibdadına karşı sarih hücumlarla doludur. Bilhassa Çehov’un bu çeşit eserlerinin ilki
— XXX —
olan “S No. Koğuş,, bu sahada büyük bir hususiyet taşımaktadır.
Bu eserde bütün iğrençlikleriyle tasvir edilen 6 No. akıl hastaları koğuşu, Çarlık Rusyasının canlı bir timsalidir.
Bu eserde tasvir edilen bütün tipler: itisaf manisine
müptelâ mütefekkir münevver de; göğsüne nisanlar taka-rek dolşan megaloman memur da, kaba, hissiz, iğrenç ve pis bir hayvandan farkı olmıyan köylü de.. Oda, Suda, buda
velhasıl hepsi de o devir Rus sosyetesini karakterize eden sembolik tiplerdir. Ya Nikita?.. Bu deliler koğuşunun güllâbicisi olan ve “Dünyada her şeyden fazla nizam ve intizamı» sevdiğini söyliyen, ((Bundan ötürü de dayağın lüzumuna kani bulunan bu canavar ruhlu insan, Çarlık istibdadının, bu koğuşun üzerine kanad germiş canlı bir örneğidir.
Çehov, eserinde, fevkalâde büyük bir ustalıkla tasvir ettiği akıllı, namuslu, dürüst, fakat haksızlığa karşı mücadeleye kabiliyetsiz doktor Ragin[*]’nin şahsında, o devir münevverlerine hâs olan ve hayatı olduğu gibi kabul etmeği tavsiye eden^^^ntikJelseie^ tenkit ve teşhir etmektedir. Çehov, her şeyiolduğugiD^abulü tavsiye eden Ra-gin’in görüşlerine zıd olarak, mücadele lüzumunu ileri süren akıl hastası münevver Gromov’u ortaya atmaktadır.
Eserin bağlanış ve bitimi, Çehov’un o devirdeki görüşlerini karakterize etmktedir. Doktor Ragin: «Benim bütün hastalığım, yirmi sene zarfında bütün şehir içinde
bir tek akıllı insan bulabilmem ve bu bulduğum kimsenin bir deli oluşudur [**]» diye bağırıyor; nihayet deli diye G
[*] Ragin: Bu isim, tercümemizin 17 inci sayfasının ikinci satırında yanlışlıkla “Rogin,, diye dizilmiştir; düzeltiriz. [**] «6 No. Koğuş»: Sayfa 79.
— XXXI —
No. lı Koğuşun içine tıkılınca, yirmi senedenberi gösterdiği müsamaha ile kendisinin de kısmen sebebiyet verd?~: Nikita’nm müstebit rejimi ile karşılaşınca, o da Gromov-la beraber kapıyı yumruklamağa başlıyor.. Demek ki Gro-mov haklı imiş.. Doktor Ragin. r&alite il»» . kajjg^faırsıvaje-Jir gelmez. «JBJİtün saadeti kendi içinde aramaJy^lâzım gc-lejçeği hakkındaki felsefesinin manasızlığını derhal kavrıyor.
«6 No. koğuş», Çehov’un, realizm ile sembolizmi gayet ustaca mezceden en yüksek sanat eserlerinden biridir. Bu eseri okuduğu zaman insanın ürpermemesi, bir an için kendini «6 No. koğuş» da zannetmemesi imkânı yok.
Kardeşinin ölümü Çehov’un Sahalîn ve Avrupa seyahati
Çehov’un en sevdiği kardeşi ressam Nikola idi. Nikola Çehov ile Anton Çehov arasında birçok bakımlardan bir yakınlık vardı.
Nikola, 1889 yılının ortalarına doğru veremden öldü. Çehov’un Sahalin adası gibi Uzak Şarkın en ücra bir yerine seyahati, kardeşinin ölümünden duyduğu teessürle sıkı sıkıya bağlıdır.
Çehov, 1890 yılında Sahalin’e gitti. 1893 yılında da, seyahatinin intihalarım «Sahalin Adası» namı altında neşretti.
Çehov, 1891 yılında ilk defa olarak Avrupaya gitti. Garp medeniyeti Çehov üzerinde pek derin tesirler bıraktı. Çehov 1892 yılında Melihovo malikânesini satın aldı ve ailesile beraber oraya yerleşti. Bu çok yerinde bir hareket olmuştur. Çünkü Çehov’un Moskovadaki arkadaş muhiti o kadar genişlemişti ki, artık onun için orada oturup çalışmak imkânları kalmamıştı. Hem şimdi artık Çehov eserlerini eski derbederlikle de yazmıyordu. Eserlerine karşı
— XXXII —
beslediği ihtimam ve alâka, ciddî ve sakin bir çalışmayr icabettiriyordu.
Sonra Çehöv’un bir başka bakımdan da kır hayatına, ihtiyacı vardı: Çünkü Çehov veremdi. Çehov daha Üniversiteyi bitirir bitirmez veremin ilk meşum alâmetlerini farketmişti. Fakat Çehov uzun yıllar buna inanmak istememişti, Hastalığının boğazına ait olduğunu iddia edip durmuştu. Halbuki bu kendi kendini aldatmadan başka bir şey değildi.
. Nihayet Çehöv’un bu kendi kendini aldatması, 1897 senesi 24 martında sonuna erdi. Ogün Melihovo’dan