SAİT FAİK VE HİKÂYE TARZI
Sait Faik, Türk Edebiyatında Ömer Seyfettin’den sonra öykücülüğü meslek edinmiş ikinci hikâyecimizdir. Fakat hikâye tarzında Ömer Seyfettin’den farklı bir yol izlemiş, öykülerinde bir anlık kesit içinde oluşan duygularını ve düşüncelerini öykü haline getirerek olay hikâyeciliğinden farklı bir metot izlemiştir. Onun hikâyelerinde olaydan ziyade bir anda akla geliveren bir durum ve duygular yansıtılır.
Durum veya kesit hikâyeciliği denilen bu tarz hikâyeciliğe Cehov tarzı denmektedir. Bu nedenle Saif Faik Türk Edebiyatında Çehov tarzı denilen öykücülüğün temsilcisi olmuş, hikâyelerinde olayı önemsiz hale getirip klasik vaka planına dayalı öyküler yerine bir anlık bir düşünce, durum, akla gelen bir imge, ya da hayatın veya o anın içinde oluşan bir kesiti anlatan öyküler yazmıştır. Onun öykülerinde başlayıp düğümlenen ve çözülen bir vaka değil, günlük yaşamın her hangi bir kesitini anlatan anlık kurmacalar anlatılmaktadır. Onun öykülerinde başlayıp, biten çözüme kavuşan net bir vaka dizini yoktur. Onun öykülerinde öykü bittiğinde, ortaya çıkan bir netice bulunmadığı için öykü okurların açısından bitmemiş bir durum olarak kalır.
SİNAGRİT BABA ÖYKÜ İNCELEMESİ
Öykü kısa çoğu kez de eksiltili cümleler ile yazılmış bir anlatıma sahiptir. Sözcük tekrarları öyküde şiirsel bir anlatım sağlamış, öykü sade, akıcı, duru ve açık bir dille kaleme alınmıştır.
Sait Faik’in hikâyelerinde başlangıç bir obje, akla gelen bir soru, çok basit, çok sıradan gündelik bir hal içinde ve bir anda akla gelen bir soru vb dir. Nitekim Sinagrit Baba öyküsü bir sandalda balık avlarken Sinagrit balığı etrafında bir anda kurulan bir hayalden ibarettir.
Sinagrit Baba öyküsü Türk Edebiyatındaki en başarılı alegorik öykülerden biridir. Öyküdeki Sinagrit Baba, balıklar âleminin çok duyarlı akıl önderi, filozofu ve bilgesidir. Hayatı boyunca toplumunu uyandırmaya çalışmış, ama “ tek bir kişinin çabası ile âlemi düzene sokamayacağını “idrak ettiğinden intihara karar vermiştir. Bu bakımdan Sinağrit Baba insanlık âlemindeki bilgelerin balıklar âlemindeki sembolü olmaktadır.” Sinağrit Baba ömründe konuşmamış, ömrü boyunca evlenmemiş, ömrü boyunca yalnız yaşamıştır. Onun kovuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiştir. Sinağrit Baba ne oltalar koparmıştır.
Öyküdeki Sinagrit balığı balıkları yola getirmeye onları hazırcılığa konmadan yaşamaya sevk etmeye çalışan bir insanın karakterini temsil eder. Ama artık yorulmuş, toplumun yola getirmenin imkânsızlığını anlamış, intihara karar vermiştir. Bunun için dürüst bir adamın oltasına kapılmaya karar verir. Ama dürüst sandığı için yakalandığı oltanın sahibi de düzenbazlar düzenbazı biri çıkar. Sinagrit Baba bile yanılmıştır.
ANA FİKRİ
Öyküdeki temel mesaj insanlık âlemİ ahlaken çökmüştür. Dürüst, namuslu, kibirsiz, sahtekâr olmayan, dalavere yapmayan, içten pazarlıklı olmayan insan kalmamış gibidir. Tek bir kişinin çabası ile bu âlem düzelemez.
SİNAGRİT BABA TAM METNİ
Cehennem Nişanı”nda beş sandaldık. Güzel bir ocak akşamı. Hava lodos. Denize kırmızı rengin türlüsü yayılmış. Çok kaynamış ıhlamur rengindeki hayvan, geniş, ölü dalgalar. Sandallar ağır ağır sallanıyor, oltalar bekliyor, insanlar susuyor.
Otuz sekiz kulaç suyun altındaki derin sessizliğe, dibindeki dallı budaklı kayalara yedi rengin en koyusu girer mi şimdi? Sinağrit Baba döner mi avdan? Pırıl pırıl, eleğimsağma rengi pullarıyla ağır ağır, muhteşem, bir İlk Çağ kralı gibi zengin, cömert, asil ve zalim mantosu ile dolaşır mı kim bilir? Altını, zümrüdü, incisi, mercanı, sedefi lacivertliğin içinde yanıp yanıp sönen sarayını özlemiş acele mi ediyordur.
Sinağrit Baba ömründe konuşmamış, ömrü boyunca evlenmemiş, ömrü boyunca yalnız yaşamıştır. Onun kovuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiştir. Sinağrit Baba ne oltalar koparmıştır
Bu akşam kimin oltasını seçmeli de artık bitirmeli bu yorucu ömrü. Daha her yeri pırıl pırılken, mantosu sırtında iken; dahi eti mayoneze gelirken bitirmeli bu ömrü. Sonra hesapta bir gün pis bir “Vatos”un bir sırtı renksiz, yapışkan ve parazitli bir canavarın dişine bir tarafını kaptırmak var. İyisi mi muhteşem bir sofraya kurmalı bu zaferle dolu ömrün sonunu beyaz şarapla, suların üstündeki başka dünyada yaşayan bir kıllı mahlûka kendisin teslim etmeli.
Sinağrit Baba oltalardan birini kokladı. Bu balıkçı Hristo’dur; kusurlu adam. Gözü açtır onun. İçinden pazarlıklıdır. Evet, o fukaradır ama kibirli değildir. Sinağrit baba fukaralıkta gururu sever, öteki oltaya geçti. Kokladı. Bu balıkçı “Hasan”dır. Geç. Cart curt etmesine bakma! Korkaktır. Sinağrit Baba cesur insanlardan hoşlanır. Bir başka oltaya başvurdu. Balıkçı Yakup iyidir, hoştur, sevimlidir, edepsizdir, külhanidir. Ama kıskançtır. Kıskançları sevmez Sinağrit Baba “Geç” . Şu olta, Hasisin tuttuğu olta. Sinağrit Baba cömertten hoşlanır. Ama bu oltaya bir başvurmağa değer. Bir başvurdu. Hasisin oltasının iğnesini dümdüz etti. Sinağrit Baba iğneden kopardığı yarım kolyozu çiğnemeden yuttu. Hasis oltasını hızla topladı.
“Vay anasını be Nikoli,” dedi, “iğneyi dümdüz etti.”
Nikoli’nin oltasının yemini kuyruğuyla sarsmakta olan Sinağrit Baba, Nikoli’nin bir kusurunu arıyordu. Onda kusur mu yoktu. Evvela sarhoştu. Sonra ahlaksızdı, kendini düşünürdü ama cesurdu, cömertti, hiç kıskanç değildi. Fukara idi. Kibirli idi de. Sinağrit Baba kibirli fukarayı severdi ama Nikoli’nin kibrini beğenmiyordu. İnsanoğlunda o başka bir şey, gurura benzeyen şey, yerinde bir gurur, o da değil, insanoğlunun insanlığından, ta saçının dibinden oltasını tutuşundan beliren, isteyerek olmayan, ama pek istemeyerek de gelmeyen bir gurur isterdi. Öyle bir elin oltasını düzleyemez, misinasını kesemez, bedenini fırdöndüsünden alıp gidemezdi.
Beş sandalın beşini de kokladı, beğenmedi.
Sinağrit Baba, kayasının kenarında durmuş, lacivert âlem içinde hafifçe yakamozlanan oltalarla, cıvalı zokalardan aydınlanan saray, meydanı seyrediyordu. Oltalar gitgide çoğalıyordu. Sinağrit ve mercanlar şehrinin göbeğinde şimdi tatlı tatlı sallanan onbeş tane fener vardı. Ötede kovuklardan mercan balıkları çıkıyor, fenerlerden birine hücum ediyor, budalaca yakalanıyorlardı. Gözleri büyümüş bir halde yukarıya çıkarlarken dönüp tekrar aşağıya kadar geliyor, yukarı ki dünyayı görmeye bir türlü karar veremiyorlardı. Sinağrit Baba ‘ya büyüyen gözleriyle “ Bizi kurtar şu lanetlemeden” der gibi bakıyorlardı. Sinağrit Baba düşünüyordu. Gidip o yakamoz yapan ipe bir diş vurdu mu idi, tamamdı. Ama hiçbirini kurtaramıyor, hareketsiz duruyordu. Sinağrit Baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama bildiği bir şey daha vardı. O da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat âleminde olsun bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir. Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin bir neticesi ve faydalı olabilirdi. Yoksa gidip Sinağrit Baba oltayı kesmiş, biraz sonra Sinağrit Baba tutulduğu zaman kim kesecek? Kim akıl edecek yakamozu dişlemeği?
O sırada büyük büyük ışıklar saçan bir olta aşağıya inmişti. Sinağrit Baba ümitle koştu. Bu oltayı da kokladı. Hiç tanıdığı birisi değildi. Yemi ağzına aldığı zaman bu olta sahibinin tam aradığı adam olduğunu bir an sandı. Bu anda da yakalandı. Kepçeden sandala düştüğü zaman Sinağrit Baba büyük gözleriyle kendisini yakalayana sevinçle baktı. Sinağrit Baba etrafı kırmızı, içi aydınlık siyah gözleriyle bir daha baktı. Birdenbire ürperdi. Hiddetinden ayaklarını yere vuran bir genç kız gibi sandalın döşemesini dövdü. Belki bizim bile bilmediğimiz bir işaret görmüştü kendisini tutan oltanın sahibinde: Bu adam şimdiye kadar hiç imtihan geçirmemişti. Ömrü boyunca cesur, cömert, Sinağrit babanın adamın ne korkunç bir ikiyüzlü köpek olduğunu bizim görmediğimiz bir yerinden anlayıvermişti. Bütün devirler ve seneler boyunca kendisini tutan oltanın sahibi ne cesaretini, ne cömertliğini, ne gururunu bir tecrübeye, bir imtihana tabi tutturmamış, her devirde talihli yaver gitmiş birisi idi. Kimdi, ne idi: Sinağrit Baba da bilemezdi. Ama belki de ölünceye kadar cömert, cesur, mağrur yaşayacak olan bu adamın şu ana kadar bir defa bile imtihana sokulmadığını anlamıştı. Belki de sonuna kadar bu imtihandan kurtulacaktı. Sinağrit Baba böylesine hiç rastlamamıştı. Ölmeden evvel adama bir daha baktı. Namuslu, cesur, cömert ölecek olan bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnında okuyordu. Bu adam, o kadar talihli idi ki daha, ikiyüzlülüğünü kendi kendisine bile duyacak fırsat düşmemişti. Yoksa Sinağrit Baba yakalanır mıydı? Sinağrit Baba hırsından tekrar tepindi. Bağırmak ister gibi ağzını açtı. Kapadı. Sinağrit Baba son nefesini, böylece bir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi.
Sitedeki yazıların tüm hakları ve sorumluluğu yazı
sahiplerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı
Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Aksi davranışlara karşın yasal işlemlere
başvurulacaktır.