On iki yıldır Almanya’da sürgün olan şair Ka Türkiye’ye dönüşünden dört gün sonra, bir röportaj için Kars şehrinde bulur kendini. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel şehri ve insanlarını tanımaya çalışır. Kars’ta ağzına kadar işsizlerle dolu çayhaneler, dışarıdan gelmiş ve kardan mahsur kalmış gezgin bir tiyatro kumpanyası, intihar eden ve türban direnişi yapan kızlar, çeşitli siyasal gruplar, dedikodular, söylentiler, Karpalas Oteli ve sahibi Turgut Bey ile kızları İpek ve Kadife ve Ka için bir aşk ve mutluluk vaadi vardır.
“Kitabım yine babadan kalma tanımla ‘postmodern’dir; gülümseyerek söylüyorum bunu, kendi temsiliyet sorununu da sorguya çektiği için. Gerçekçi romanlarda olduğu gibi ‘İşte gerçek, işte bunun aynaya düşmüş izdüşümü’ demiyorum. Aynada gözüken şeyleri ve aynayı dürüstçe, mümkün olduğunca tartışıyorum.”
(Radikal Kitap eki’nde Orhan Pamuk ile yapılan konuşma’dan, 18/01/2002)
Rüya’ya
Dikkatimiz şeylerin tehlikeli kenarına Dürüst hırsıza, şefkatli katile, Batıl inançlı ateiste
Robert Brovvning, Papaz Blougram’ın Maruzatı
Edebi bir eserde siyaset, bir konserin ortasında patlayan tabanca gibi kaba ama göz ardı edemeyeceğimiz bir şeydir. Şimdi çok çirkin şeylerden söz edeceğiz…
Stendhal, Parma Manastırı
Yok edin halkı, kırın, susturun onları. Çünkü Avrupa aydınlanması halktan çok daha önemlidir. Dostoyevski, Karamazov Kardeşlerin
Çalışma Notlan
İçimdeki Batılı huzursuz olmuştu.
Joseph Conrad, Batılı Gözler Altında
İÇİNDEKİLER
1.Kars’agidiş
2.Uzak Mahalleler
3.Yoksulluk
4.K ile İpek Yeni Hayat Pastanesinde
5.Katil ile Maktul Arasında İlk ve Son Konuşma
6.Muhtardın Hazin Hikâyesi.
7.Parti Merkezinde, Emniyette ve Gene Sokaklarda
8.Lacivert’in ve Rüstem’in Hikâyesi.
9.Kendini Öldürmek İstemeyen Bir İnançsız
10.Kar ve Mutluluk
11.Ka Şeyh Efendi’yle-
12.Necip’in Hicranlı Hikâyesi.
13.Kar Altında Kadife ile 8ir Yürüyüş_
14.Aksam Yemeğinde Ask, örtünmek ve İntihar Üzerine
15.Millet Tiyatrosu’nda-
16.Necip’in Gördüğü Manzara ve Ka’nın Jüri
17.Çarşafını Yakan Kız Hakkında Bir Oyun
18.Sahnedeki İhtilal
19.İhtilal Gecesi.
20.Gece Ka Uyurken ve Sabah.
21.Ka Soğuk Korkunç Odalarda.
22. Sunay Zaim’in Askerlik ve Modern Tiyatro Kariyeri.
23. Sunay ile Karargâhta.
24. Altıgen Kar Tanesi
25. Ka ile Kadife Otel Odasında
26. Lacivert’tn Bütün Batı’ya Demeci
27. Ka, Turgut Bey’i Bildiriye Katmaya Çalışıyor_
28. Ka ile İpek Otel Odasında
29. Frankfurt’ta.
30. Kısa Süren Bir Mutluluk.
31. Asya Oteli’ndeki Gizli Toplantı.
32. Aşk, Önemsiz Olmak ve Lacivert’in Kayboluşu Üzerine .
33. Vurulma Korkusu
34. Arabulucu
35. Ka ile Lacivert Hücrede.
36. Hayat ile Oyun, Sanat ile Siyaset Arasında Pazarlık
37. Son Oyun İçin Hazırlıklar
38. Zorunlu Bir Misafirlik
39. Ka ile İpek Oteldeler
40. Yarım Kalan Bölüm.
41. Kayıp Yeşil Defter.
42. İpek’in Gözünden
43. Son Perde.
44. Dört Yıl Sonra Kars’ta
1
Karın sessizliği
KARS’A GİDİŞ
Karın sessizliği, diye düşünüyordu otobüsle şoförün hemen arkasında oturan adam. Bu bir şiirin başlangıcı olsaydı içinde hissettiği şeye karın sessizliği derdi.
Onu Erzurum’dan Kars’a götürecek otobüse son anda yetişmişti. İstanbul’dan iki gün süren karlı fırtınalı bir otobüs yolculuğundan sonra Erzurum garajına varmış, kirli ve soğuk koridorlarda elinde çantası, kendisini Kars’a götürecek otobüslerin nereden kalktığım öğrenmeye çalışırken biri, bir otobüsün hemen kalkmakta olduğunu söylemişti.
Yetiştiği Magirus marka eski otobüsün muavini, kapattığı bagajı yeniden açmak islemediği için “Acelemiz var,” demişti. Bu yüzden şimdi bacaklarının arasında duran koyu vişne rengi Bally marka büyük el çantasını yanına almıştı. Pencere kenarında oturan yolcunun üzerinde beş yıl önce Frankfurt’ta bir Kaufhoflan aldığı kül rengi kalın bir palto vardı. Kars’ta geçireceği günlerde bu yumuşacık tüylü, güzel paltonun kendisi için hem utanç ve huzursuzluk, hem de güven kaynağı olacağını şimdiden söyleyelim.
Otobüs yola çıktıktan hemen sonra, cam kenarında oturan yolcu “belki yeni bir şey görürüm” diye gözlerini dört açıp Erzurum’un kenar mahallelerini, küçücük ve yoksul bakkal dükkânlarını, fırınlan, kırık dökük kahvehanelerin içlerini seyrederken kar serpiştirmeye başlamıştı. İstanbul’dan Erzurum’a yol boyunca yağan kardan daha güçlü ve iri taneliydi. Cam kenarında oturan yolcu yol yorgunu olmayıp gökten kuş tüyleri gibi inen iri tanelere biraz daha dikkat etseydi yaklaşmakta olan güçlü kar fırtınasını sezebilir, belki de bütün hayatını değiştirecek bir yolculuğa çıkmış olduğunu ta baştan anlayıp geri dönebilirdi.
Ama geri dönmek aklında yoktu hiç. Akşam çökerken yeryüzünden daha aydınlık görünen göğe gözlerini dikmiş, gittikçe irileşen ve rüzgarda savrulan kar tanelerini yaklaşmakla olan bir felaketin belirtileri olarak değil, çocukluğundan kalma bir mutluluk ve saflığın en sonunda geri gelen işaretleri olarak seyrediyordu. Cam kenarında oturan yolcu, çocukluğunu ve mutluluk yıllarını yaşadığı şehre, istanbul’a on iki yıldan sonra ilk defa bir hafta önce annesinin ölümü üzerine dönmüş, orada dört gün kalmış, hiç hesapta olmayan bu Kars yolculuğuna çıkmıştı. Yağan olağanüstü güzellikteki karın onu yıllar sonra görebildiği istanbul’dan bile daha mutlu kıldığım hissediyordu. Şairdi ve yıllar önce yazdığı ve Türk okuyucusunun pek az tanıdığı bir şiirinde karın hayatla bir kere rüyalarımızda da yağdığım yazmıştı.
Kar rüyalarda yağdığı gibi uzun uzun, sessizce yağarken cam kenarında oturan yolcu yıllardır tutkuyla aradığı masumiyeti ve saflık duygularıyla arındı ve kendini bu dünyada evinde hissedebileceğine iyimserlikle inandı. Biraz sonra da uzun zamandır yapmadığı ve aklından hiç geçmeyen bir şeyi yaptı ve koltuğunda uyuyakaldı.
Uyumasından yararlanıp onun hakkında sessizce biraz bilgi verelim. On iki yıldır Almanya’da siyasi sürgün hayatı yaşıyordu, ama hiçbir zaman siyasetle fazla ilgilenmiş değildi. Asıl tutkusu, bütün düşüncesi şiirdi. Kırk iki yaşındaydı, bekârdı ve hiç evlenmemişti. Kıvrıldığı koltukta fark edilmiyordu ama Türkler için uzunca sayılabilecek bir boyu, yolculukla daha da solan açık bir teni, kumral saçları vardı. Yalnızlıktan hoşlanan sıkılgan biriydi. Uyuyakaldıktan biraz sonra başının otobüsün sarsintısıyla yanındaki yolcunun omzuna, sonra da göğsüne düştüğünü bilseydi çok utanırdı. Gövdesi komşusunun üzerine düşen yolcu iyi niyetli, doğru düzgün bir insandı ve bu özellikleri yüzünden özel hayatlarında hareketsiz ve başarısız olan Çehov kahramanları gibi kederliydi hep. Keder konusuna daha sonra çok döneceğiz. Bu rahatsız oturuşu ile daha fazla uyuyamayacağım anladığım yolcunun adının Kerim Alakuşoğlu olduğunu, ama bundan hiç hoşlanmadığı için kendisine adının ilk harfleriyle Ka denmesini tercih ettiğini, bu kitapta da öyle yapacağımı hemen söyleyeyim. Kahramanımız daha okul yıllarındayken ödev ve sınav kâğıtlarına adını inatla Ka diye yazar, üniversitede yoklama kâğıdını Ka diye imzalar, bu konuda öğretmenleri ve devlet memurlarıyla her seferinde kavga çıkarmayı göze alırdı. Annesine, ailesine, dostlarına kabul ettirdiği bu adla şiir kitaplarını da yayımladığı için Ka adının Türkiye’de ve Almanya’daki Türkler arasında küçük ve esrarlı bir ünü vardı. Şimdi, Erzurum garajından ayrıldıktan sonra yolculara iyi seyahatler dileyen şoför gibi ben de ekleyeyim: Yolun açık olsun sevgili Ka… Ama sizi kandırmak istemem: Ka’nın eski bir arkadaşıyım ve Kars’la başına gelecekleri daha bu hikâyeyi anlatmaya başlamadan biliyorum ben.
Horasan’dan sonra otobüs kuzeye Kars’a doğru saptı. Kıvrılarak yükselen yokuşların birinde birdenbire bir at arabası belirip şoför sıkı bir fren yapınca Ka hemen uyandı. Otobüsün içinde oluşan o birlik beraberlik havasına katılması çok vakit almadı. Dönemeçlerde, kayalık uçurum kenarlarında otobüs yavaşladıkça, şoförün hemen arkasında oturmasına rağmen o da arkadaki yolcular gibi yolu daha iyi görebilmek için ayağa kalkıyor, buğulanan ön camı şoföre yardım şevkiyle silen bir yolcuya gözden kaçan bir köşeyi parmağıyla işaret edip göstermeye çalışıyor (yardımı fark edilmemişti), tipi azıtınca bir anda bembeyaz kesen ön cama silecekler yetişmeyince şoför gibi o da artık hiç gözükmeyen asfaltın nereye doğru uzandığını çıkarmaya çalışıyordu.
Yol işaretleri kar tuttuğu için okunmuyordu. Tipi iyice bastırınca şoför uzak ışıklarını kapattı ve yan karanlıkta yol daha belirginleşirken otobüsün içi karanlıklaştı. Korkular içindeki yolcular birbirleriyle hiç konuşmadan karlar alımdaki fakir kasabacıkların sokaklarına, kırık dökük tek katlı evlerin soluk lambalarına, uzak köylerin şimdiden kapanmış yollarına ve lambaların belli belirsiz aydınlattığı uçurumlara baktılar. Konuşurlarsa fısıldaşarak konuşuyorlardı.Kucağına düşerek uyuyakaldığı koltuk komşusu Ka’ya böyle bir fısıltıyla Kars’a ne amaçla gittiğini sordu. Ka’nın Kars’ın yerlisi olmadığını anlamak kolaydı.
“Gazeteciyim.” diye fısıldadı Ka… Bu doğru değildi. “Belediye seçimleri ve intihar eden kadınlar için gidiyorum.” Bu doğruydu.
“Kars’ta belediye başkanının öldürüldüğünü ve kadınların intihar ettiğini bütün İstanbul gazeteleri yazmışlar,” dedi koltuk komşusu, Ka’nın gurur mu utanç mı olduğunu çıkaramadığı kuvvetli bir duyguyla.
Üç gün sonra, Kars’la karlar altındaki Halitpaşa Caddesi’nde gözlerinden yaşlar akarken tekrar karşılaşacağı bu ince, yakışıklı köylüyle Ka yolculuk boyunca ara ara konuştu. Kars’taki hastane yeterli olmadığı için annesini Erzurum’a götürdüğünü, Kars yakınlarındaki köyünde hayvancılık yaptığını, zar zor geçindiklerini ama isyancı olmadığını, kendisi için değil -Ka’ya açıklamadığı esrarengiz nedenlerden ülkesi için üzüldüğünü, Ka gibi okumuş yazmış birinin Kars’ın dertleri için ta istanbul’dan gelmesine memnun olduğunu öğrendi. Yalın sözlerinde, konuşurkenki mağrur halinde Ka’da saygı uyandıran soylu bir yan vardı.
Adamın varlığının kendisine huzur verdiğini hissetmişti Ka. Almanya’da on iki yıl boyunca hissetmediği türden bu huzuru Ka kendinden güçsüz birisini anlayıp ona şefkat duymaktan hoşlandığı zamanlardan hatırlıyordu. Böyle zamanlarda, dünyaya acıma ve sevgi duyduğu adamın gözüyle bakmaya çalışırdı. Ka bunu yapınca bilip tükenmeyen kar fırtınasından daha az korktuğunu, uçuruma yuvarlanmayacaklarını, geç de olsa otobüsün Kars’a varacağını anladı.
Otobüs karlar altındaki Kars sokaklarına saat onda, üç saat gecikmiş olarak girdiğinde Ka şehri hiç tanıyamadı. Yirmi yıl önce buraya buharlı trenle geldiği bahar gününde karşısına çıkan istasyon binasının da, arabacının onu bütün şehri dolaştırdıktan sonra götürdüğü her odası telefonlu Cumhuriyet Oteli’nin de nerede olduğunu çıkaramadı. Karın altında her şey silinmiş, kaybolmuş gibiydi. Garajlarda bekleyen bir-iki al arabası geçmişi hatırlatıyordu ama şehir yıllar önce Ka’nın gördüğünden ve hatırladığından çok daha kederli ve yoksuldu. Ka otobüsün buz tutmuş pencerelerinden son on yılda Türkiye’nin her yerinde benzerleri yapılmış beton apartmanları, her yeri birbirine benzeten pleksiglas panoları ve sokakların bir yanından öbür yanına gerilmiş iplerin üzerine asılmış seçim afişlerini gördü.
Otobüsten inip ayağı yumuşacık kara değer değmez pantolonunun paçalarından keskin bir soğuk girdi. İstanbul’dan telefon edip yer ayırttığı Karpalas Oteli’ni sorarken otobüsün muavininden bavullarını alan yolcular arasında tanıdık yüzler gördü ama karaltında bu kişilerin kim olduklarını çıkaramadı. Otele yerleştikten sonra gittiği Yeşilyurt Lokantası’nda yeniden gördü onları. Yıpranmış, yorgun, ama hâki yakışıklı ve havalı bir erkekle, onun hayat arkadaşı olduğu anlaşılan şişman ama hareketli bir kadın. Ka onları İstanbul’dan, 1970’lerin bol sloganlı siyasal tiyatrolarından hatırlıyordu: Adamın adı Sunay Zaim’dı. Dalgın dalgın onları seyrederken kadının ilkokuldan sınıf arkadaşı bir kıza benzediğini de çıkardı. Ka tiyatrocu çevrelerine özgü solgun ve ölü teni masadaki diğer erkeklerde de gördü: Bu karlı şubat gecesinde, bu unutulmuş şehirde, bu küçük tiyatro kumpanyasının ne işi vardı? Yirmi yıl önce kravatlı memurların devam etliği bu lokantadan çıkmadan önce Ka bir başka masada 1970’Ierin eli silahlı solcu kahramanlarından birini de gördüğünü sandı. Yoksullaşıp soluklaşan Kars ve lokanta gibi. hatıraları da kar altında silinmiş gibiydi.Sokaklarda kar yüzünden mi kimse yoktu, yoksa bu donmuş kaldırımlarda zaten hiçbir zaman mı kimse olmazdı? Duvarlarda’ ki seçim afişlerini, dersane ve lokanta ilanlarını ve valiliğin yeni astığı, üzerinde “İnsan Allah’ın Bir Şaheseridir ve İntihar Bir Küfürdür” yazan intihar karşıtı posterleri dikkatle okudu. Pencereleri buz tutmuş yarı dolu bir çayhanede televizyon seyreden erkekler kalabalığını gördü Ka. Hafızasında Kars’ı özel bir yer yapan Rus yapısı eski taş binaları görmek biraz olsun içini rahatlattı.
Karpalas Oteli Ballık mimarisiyle yapılmış zarif Rus yapılarından biriydi, iki katli, ince, uzun yüksek pencereli binaya bir avluya açılan bir kemerin altından geçilerek giriliyordu. Yüz on yıl önce at arabaları rahatça geçsin diye yüksek yapılan bu kemerin altından geçerken Ka belli belirsiz bir heyecan duydu, ama o kadar yorgundu ki üzerinde durmadı bunun. Gene de bu heyecanın Kanın Kars’a geliş nedenlerinden biriyle ilgili olduğunu söyleyeyim: Üç gün önce Ka istanbul’da Cumhuriyet gazetesini ziyarete gittiğinde gençlik arkadaşı Taner’i görmüş, o da Kaya. Kars’ta belediye seçimleri yapılacağını, ayrıca tıpkı Batman’da olduğu gibi Kars’la da genç kızların tuhaf bir intihar hastalığına yakalandıklarını anlatmış, bu konularda yazmak ve on iki yıldan sonra gerçek Türkiye’yi görüp tanımak istiyorsa Kars’a gitmesini, başka kimsenin hevesli olmadığı bu iş için ona geçici bir basın kartı verilmesini önermiş ve ayrıca üniversite arkadaşları güzel Ipek’in de Kars’ta olduğunu eklemişti. Muhtar’dan ayrılmış olmasına rağmen ipek orada Karpalas Oteli’nde babası ve kızkardeşiyle yaşıyordu. Cumhuriyetle politik yorumlar yapan Taner’in sözlerini dinlerken Ka Ipek’in güzelliğini hatırladı.
Otelin yüksek tavanlı lobisindeki televizyona bakan kâtip Cavit’in anahtarını verdiği ikinci kattaki 203 numaralı odaya çıkıp kapıyı kapattıktan sonra Ka rahatladı. Kendini dikkatle dinlemişti, yol boyunca korktuğunun aksine ne aklı ne de yüreği Ipek’in otelde olup olmamasıyla ilgiliydi. Âşık olmaktan, sınırlı aşk hayatlarını yalnızca bir dizi acı ve utanç olarak hatırlayanların kuvvetli içgüdüsüyle ölesiye korkardı Ka.Gece yarısı, üzerinde pijamaları, karanlık odasında yatağına girmeden önce, perdeyi hafifçe araladı. Karın kocaman tanelerle hiç durmadan yağışını seyretti.