Dağınık Yatak

Söz konusu bu üç kitap, Dört Kişilik Bahçe, Dağınık Yatak ve Başkasının Hayatı´dır.
Bir zamanlar yazmış olduklarınızı, günün birinde nasıl bir araya getirirsiniz? Nasıl bir düzenleme yaparak okur karşısına çıkarırsınız? Sanırım yalnızca benim değil, farklı yazı türlerinde ürün vermiş, sanatın ve yazının çeşitli serüven kollarını denemiş, benzer kaygılar taşıyan birçok sanatçı için yakıcı önemde bir soru bu.
Farklı nedenlerle birçok kez dile getirdiğim, beni yakından izleyenlerinse, haklı olarak biraz sıkılmış olabilecekleri, kendim için seçtiğim bir “doğruyu”, ne yazık ki burada bir kez daha yinelemek zorundayım: Benim için kitap, her zaman “mimari bir bütünlük”, bir “proje tutarlılığı” demektir. Farklı da olsa parçaların aynı yapı içinde örtüşmesi, aynı çatı altında yan yana …

İçindekiler

Üç Kitap için Bir Önsöz, 7

“Dağınık Yatak” için Birkaç Söz, 13

Roman, 23

Senaryo, 55

Üç Kitap İçin Bir Önsöz

Söz konusu bu üç kitap. Dön Kişilik Bahçe. Dağınık Yatak ve Başkasının Hayatı’dır.

Bir zamanlar yazmış olduklarınızı, günün birinde nasıl bir araya getirirsiniz? Nasıl bir düzenleme yaparak okur karşısına çıkarırsınız? Sanırım yalnızca benim değil, farklı yazı türlerinde ürün vermiş, sanatın ve yazının çeşitli serüven kollarını denemiş, benzer kaygılar taşıyan birçok sanatçı için yakıcı önemde bir soru bu.

Farklı nedenlerle birçok kez dile getirdiğim, beni yakından izleyenlerinse, haklı olarak biraz sıkılmış olabilecekleri, kendim için seçtiğim bir “doğruyu”, ne yazık ki burada bir kez daha yinelemek zorundayım: Benim için kitap, her zaman “mimari bir bütünlük”, bir “proje tutarlılığı” demektir. Farklı da olsa parçaların aynı yapı içinde örtüşmesi, aynı çatı altında yan yana durabilmesi demektir. Birbirinden bağımsız birimler olan şiir, öykü, denemelerden oluşan kitapların da tıpkı bir roman gibi, kendi içinde bir “yapı bütünlüğü” göstermesi gerektirdiğini düşünürüm. Şiir ve öykü kitaplarımın “bütünleniş tarzı”nın, bu konudaki tutumumun canlı birer kanıtı olduğunu sanıyorum.

Bu yüzden de, farklı tarihlerde, farklı amaçlarla yazılmış, belki de gelişmenizin farklı aşamalarına karşılık düşen çeşitli yazılan ya da yapıtları bir araya getirirken, tek tek ya da bir tür dizi olarak sunarken, onların “aynı proje” içerisinde düşünülmesini sağlayacak; okur karşı-sına birlikte çıkmalarına tutarlı bir gerekçe kazandıracak bir bağlam ortaklığı kurmak gerekir, diye düşünürüm. Tahmin edersiniz ki, gazete ve dergi sayfalarında kalmış, çeşitli konularda yazılmış yazılarımı, -sağ olsunlar- meraklılarının bıktırıcı takiplerine karşın, bir araya getirmekte yıllardır bu yüzden güçlük çekmekteyim. Getirdiğimdeyse, benzer bir önsözü bir kez daha yazmam gerektiğini biliyor, bunu da hem size, hem kendime şimdiden duyuruyorum.

Yıllar önce yazılmış bu senaryoları okur karşısına çıkarmak söz konusu olduğunda, yine aynı sorunla karşı karşıya buldum kendimi ve benzer sıkıntılar çektim. Bu senaryolar, kitap olarak yayımlanmak düşüncesiyle yazılmamışlardı .Senaryo, elbette filme alınsın diye ya-zılan, doğası gereği, ancak filme çekildiğinde anlamlanan, yerini bulan bir tür. Okuma keyfini ise ne yazık ki, ancak meraklıları duyabiliyor. Meraklıların sayısını anıracak kadarda senaryo kitabı basılmıyor ülkemizde…

Bugüne değin üç film senaryosu ile birkaç film hikâyesi yazdım. “Boş zamanlarımda” hâlâ gizli gizli senaryo yazmaktaysam da, bunları ortalığa çıkarmamak konusunda kararlı görünüyorum. Film hikâ-yelerimin hiçbir senaryolaşmamışken; senaryolarımın da ancak biri filme alındı: Dağınık Yatak.

Dört Kişilik Bahçe’nin, Son İstanbul adlı kitabımda yer alan öykü-sünden bir ölçüde izi sürülebilirse de, senaryosu yine de bilinmiyordu.

Başkasının Hayatı ise hemen herkes için, her bakımdan tam bir bi-linmeyendi. Bu kitapla birlikte görülmüş olacak.

Bu senaryolar, daha önce kitap haline getirilerek, ayrı tarihlerde teker teker de yayımlanabilirdi elbet. Salt yayımlamış olmak için yayımlamak istemedim onları. Bunca zaman sonra üçünü aynı anda okur karşısına çıkartırken, daha çok kendi yazılı tarihime ışık tutacak bir “külliyat” fikrinin öne çıkmasını, bunun vurgulanmasını istedim.

Senaryolarımın hiçbiri, bir yönetmenin ya da yapımcının isteği üzerine yazılmamıştır; hepsi de son derece kişisel bir biçimde, özgün hikâyelerini kendim kurarak kaleme aldığım çalışmalardır. Dağınık Yatak ve Başkasının Hayatı, daha yazılma aşamasındayken bazı ya-pımcılara önerilmiş, film olarak gerçekleştirilebilme olasılıkları için ilişki kurulmuştur yalnızca.

Bu üç kitabın, yazılış tarihlerine göre ilki olan Dört Kişilik Bahçe’nin içinde, senaryonun yanı sıra radyo oyunu ve öykü olarak yazılmış halleri de bulunuyor. Aynı malzemenin üç ayrı türde yazılmış olmasına ilişkin inceleme yazılan da, büyük ölçüde, bu kitapta bütününü kullanmadığım üniversite “master” tezimden alınmış bölümlerle çatıldı.

Dağınık Yatak’ın film olarak gerçekleştirilmesinden duyduğum düş kırıklığı sonrasında, kendimi yeniden ifade etme gereksinimiyle ya da yeterince anlaşılmamış olmanın burukluğuyla diyelim, senaryodan yola çıkan -özellikle Fransızların sıkça denediği ve adına “sine- roman” dedikleri- bir çeşit roman olarak yazmaya karar verdim Dağınık Yatak’ı. Senaryodaki sahneleme düzenine ve sırasına bütünüyle sadık kalan, yalnızca o sahneleri biraz edebiyatlaştırarak, okur için daha okunabilir kılan, roman tadında bir kitap yapmayı amaçlamıştım. Gördüğünüz gibi, işin daha başındayken tamamlamaktan vazgeçtim; ama bu kitabı kotarırken, bu çalışmanın da bilinmesini, uygulamanın görülmesini istediğim için, yazdığım kadarını bir değişikliğe uğratmaksızın bu kitaba aldım. Merak etmeyenler bu bölümü olduğu gibi atlayabilirler.

Başkasının Hayatı ise yalnızca senaryo olarak yazıldı. Olası oyuncuları nedeniyle bir süre magazin basında adından söz ettirdi, gerçekleşmeyince de tamamıyla unutuldu gitti. Yalnız tıpkı Dağınık Yatak’ da başıma geldiği gibi. Başkasının Hayatının da bazı temel fikir-lerine, kimi sahnelerine hemen o sezon çekilen bazı Türk filmlerinde rastladım.

Senaryo yazarlığımın ve sinema deneyimimin elle tutulur ilk ürünleri olan bu senaryolar, böylelikle işte şimdi üç kitap halinde bir araya gelerek ilk kez okura sunulmuş oluyorlar.

Bunca yıl sonra yazdığım film senaryolarını ayrı kitaplar halinde aynı anda bastırmak söz konusu olduğunda, okur karşısına çıkarmadan önce yeniden baktım onlara. Ufak tefek düzeltmeler dışında temel bir değişiklik yapmadım. Küçük oynamalar yapmak, kimi teknik açıklamaları, okuru bunaltıp sıkmaması için biraz daha açımlamak; yönetmenlerin ve oyuncuların “dikkatine özel” yazılmış kimi bilgilerin, meslekten olmayan okurlarca da alımlanmasını sağlamak için biraz ayrıntılandırmak gibi, “yeniden yazmak” kavramından çok , “yayına hazırlamak” kavramı kapsamına girebilecek önemsiz müdahale-lerde bulundum. Bunun dışında yazıldıkları tarihlerin havasını, iklimini, duygusunu korumaya çalıştım… Elbet, kendi yazarlığımın o zamanki havasını da… Bu senaryoların, dil ve anlatım özelliklerinin, amaçladığı atmosferin bütünüyle korunduğu bir tutumla; bugün için artık orada olduğum ve olmadığım bütün yanlarıyla okur karşısına çıkması gerektiğini düşündüm.

Bir diğer ve temel ortaklıkları da, bu senaryoların üçünün de, “kadın dünyasını” eksen almaları dolayısıyla, aralarında kendiliğinden oluşan tema ve tutum yakınlıklarıdır.

Senaryoların on küsur yıl önce yazılmış olduklarını bir kez daha anımsatmak istiyorum. Bu. onların modalarının geçmiş olduğuna ilişkin bir kaygıdan çok, daha sonraları başkalarınca denendiği için taze liğini yitirmiş kimi şeyleri öncelemiş olduklarına dikkat çekmek içindir. Alıcı hareketlerinde, bazı geçişlerde, hikâye bölümlemesinde, renkli filmin arasında serpme siyah-beyaz görüntüler kullanımında olduğu gibi, o zamanlar için bir ölçüde yeni sayılabilecek, sonraları ise sıkça denenmiş bir dolu şey var. Onları burada tek tek sıralamaktansa, bu noktanın hatırda tutulmasında yarar görüyorum.

Bir de Dağınık Yatak ile Başkasının Hayatı arasında, hikâye etme ve atmosfer kurma benzerliklerinin dışında, bazı teknik anlatım özellikleriyle de kurulmaya çalışılan özel bir akrabalık söz konusu… Örneğin, siyah-beyaz görüntü kullanılışı.. Türk Sinemasının siyah-beyaz döneminden, renkli filme geçiş döneminde, o günün koşullarında maliyeti yüksek olduğu için ancak ‘büyük starlar” için yapılan “kısmen renkli” filmler vardır. Kısmen renkli olan bölümler de, “masal kipi” üzerine kurulu Yeşilçam Sineması geleneğine yakışır bir biçimde ve konunun gelişimine göre, çoğu kez ya büyük bir kavuşmanın, “vuslatın”; ya da büyük bir başarısının gerçekleştiği, hasretle beklenen bir “yarın” duygusu üzerine kurulu, şarkı söylenen, dans edilen, cennet kadar mutlu rüya ya da hayal sahneleridir. Söz konusu bu iki senaryoda da, bunun tersi bir yöntemle, artık ulaşıldığı varsayılan bir yarından çocukluğa bakan geçmişe dönük bütün sahnelerde siyah-beyaz kullandım. Dört Kişilik Bahçe’ninse zaten bütünüyle siyah-beyaz çekilmesi gerektiğini düşünüyordum. Yine aynı biçimde, her iki filmin finalinin de, o ana dek sözleri hiç duyulmayan müziklerinin birdenbire “sözlenerek” filmin adını taşıyan kendi şarkılarıyla bitmesi gibi ortaklık duygularını güçlendirici benzerliklere başvurdum. Bu ve benzeri koşutluklar, büyük harf bir anlam kuşatması içermeyen, yalnızca dikkatli gözlerin bağlantı kurduğunda tadına varabileceği alçakgönüllü göndermeler niteliğindedir.

Özellikle Dağınık Yatak ve Başkasının Hayatı ‘nda Yeşilçam sinemasının diyalog geleneğine uygun bir konuşma düzenini, amaçlı bir biçimde, kimi zaman melodrama içkin olarak, kimi zaman melodram- aşın biröge olarak yeniden kurmaya çalıştım. Başkasının Hayatı’nda ise bunun bir oyun olduğunu apaçık belli ettim.

Sonra senaryo yazmaya ara verdim. Beni mutlu etmeyen deneyimlerimin; olaylara ve insanlara ilişkin hayal kırıklıklarımın sonucunda, sinemaya duyduğum kişisel kırgınlıktan ötürü değildi bu yalnızca, aynı zamanda Türk Sinemasının içine düştüğü çıkmaz da bunda rol oynadı. Benim gibi birçok kişiyi kendinden uzaklaştırdı.

Şimdi, kafamda yüzlerce film hikâyesi, Pentimento ya da Pişman Iık Yasası; Kedi Gözü; Ay. At ve Kadın; Akşamüstü, Parkta gibi bugün bile gözümü arkada bırakan yarım kalmış birçok senaryo taslağı, günün birinde kendim çekmeyi düşündüğüm, çok ağır ilerleyen ama sinemada bütünüyle yeni bir gramer kullanmayı amaçladığım, bazı sahneleri yazılmış bir-iki senaryo ile avare dolaşıp duruyorum. Bunlardan birinin adını Metal adlı kitabımda yer alan Kutres adlı şiirimde bir dize olarak fısıldamıştım: Taşlar Kumaşlar., belki bir büyü yerine geçmiştir bu ve günün birinde gerçekleşir; Kim bilir, belki ben de böylelikle, içimde bir yeniklik duygusu, ağzımda buruk bir tat bırakan sinema serüvenime, yepyeni bir noktadan yeniden başlayabilirim.

Eylül 1995

“Dığınık Yatak” İçin Birkaç Söz

Dağınık Yatak’ın birkaç kaynağı var: ilki, yazarlığımın vazgeçilmez kaynağı olan hayat. Yaşadıklarım, tanıklıklarım, gözlemlerimle biriktirdiğim hayat. Çevresinde sürekli gezindiğim temel izleklerimi taşıyan yüzüyle bana kendini gösteren hayat… Aşk ve ihanet, seks ve intikam, seçmek ve seçilmek üzerine söylenebilecek sözlerimin alanı… Sonra gördüklerim, bildiklerim, duyduklarım ve okuduklarımdan yaptığım yazılı hayat. Sonrası, yüzlerce yıl surete ve söylentilere âşık olmuş toplumsal bir gelenekte. “Dünya Güzeli Züleyha” suretinde cisimleşen “geleneksel ikon”a günümüzde geçen bir hikâye çerçe-vesinde bir karşılık arayışı belki… “Benli Meryem” gibi bir karakteri yazarken, 1980’li yılların Müjde Ar’ının Türk Sineması’ndaki ikonografık değerinin buna uygun düştüğü kanısındaydım. Hem bir biçimde Yeşilçam Sineması’nın izini sürmek, hem biraz “Venedik’te ölüm”, biraz Tennessee Williams dünyası, dışavurumcu yanıyla Fassbinder’yen bir yaklaşımla, melodramın temel malzemesine belli bir uzak açıdan, mesafeli bir yaklaşım öneren ve melodramı, ”melodram-aşırı” öğelerle kullanan bir tür karşı-melodram yazmak istiyordum. Kimi temel motifleriyle Yeşilçam geleneğini yeni bir düzlemde sarmal olarak sürdürürken, klasik Amerikan draması’nın temel değerlerini de kullanan, ama bütün bunlardan başka bir dil ve bağlam kurmayı amaçlayan, kendi kişisel izleklerimin yer aldığı bir “dramatik yapı” inşası derdindeydim. Bütün bunları ne kadar başarabildiğim ayrı bir konu, çünkü böyle bir girişim, kâğıt üzerindeki inşa kadar, peliküle aktarma başarısıylada doğrudan ilgilidir; dahası bu kadar kişisel bir “optik”in, bir başka göz tarafından peliküle aktarılması, uygulamada her zaman ciddi sorunlar yaratır; belki de en doğrusu, kendimin filme çekmesiydi.

Farklı dil arayışları ve farklı üsluplardan tutarlı ve bütünlüklü bir yapı kurmak, daha önce başkalarının açtığı yolların kolaylığından gitmeye benzemiyor elbet, her yenilik arayışının sağladığı özgürlükten çok daha büyük güçlükler ve engeller çıkardığı da bir gerçek. Amaçladığınızı başarmanın garantisini vermediği gibi, işinizi büsbütün zorlaştırıyor da… “Romantizm” ile “Dekadans” arasındaki kaçınılmaz ve zorunlu gördüğüm ilişkiye imkân tanıyacak melodram-aşırı bir hikâye peşindeydim, ilk bakışta inanılması güç bir durumdan yola çıkmak istiyordum. Aşk, bütün yazdıklarımda kişisel olduğu kadar, toplumsal bir olgudur. Bu sefer de öyle olacaktı elbet. Yoksulluk ve sıkıntı çekmiş, alt sınıftan gelerek yükselmiş, sonrasında hep zengin ve ünlü adamların metresi olarak lüks ve sefahat içinde yaşamış, bu aykırı konumuyla sosyeteye bile girmeyi başarmış, “Benli Meryem” adıyla “maruf’, orta yaşlı bir kadı-nın, günün birinde bir restoranda komi olarak çalışan, bir melek kadar saf ve temiz bir varoş çocuğuna delice tutulmasıyla başlayan bir serüvenin bütün dengeleri altüst eden hikâyesinin ardına takıldım. Bu haliyle önümde, doğru ve inandırıcı bir biçimde gerekçelendirilmesi gereken, hem sınıfsal, hem psikolojik bir zemin açılmış oluyordu. Nasıl bir dil ve atmosfer kurarsam kurayım, hangi bağlamda ele alırsam alayım, bütün yazdıklarımda sınıfsal ve psikolojik bir tutarlılık sağlamaya çalışırım. Benim için, bir tür gizli “gerçekçilik”tir bu. Gerçekdışı görünen durumlar, bana bu olanağı çok daha iyi sağlar.

Dağınık Yatak, ilk bakışta malzeme fazlasıyla dikkat çeker. Türk Sineması için alışılagelmiş film süresini hayli aşan bir uzunluktadır. Türk Sineması, yıllarca bir buçuk saati geçmeyen filmlerin kapanına sıkışıp kalmıştı; ne anlatırsanız anlatın, hikâyenizi, bu süre içinde tamamlamak durumundaydınız. Dağınık Yatak’ı yazarken, bir yandan da, kendiliğinden kalıplaşmış bu kuralın zorlanması gerektiği kanısındaydım. Bir filmin süresini, dışarıdan verilmiş böyle bir değişmez kuralın değil, kendi malzemesinin belirlemesi gerektiğini düşünüyordum. Gene de elimi bunca geniş tutmamda, bir ölçüde deneyimsizliğimin getirdiği savurganlığın yanı sıra, Yeşilçam’a açılmayı amaçlayan ilk büyük senaryom olmasının getirdiği heyecanın da payı vardı elbet; ama asıl önemlisi, farklı kollardan aynı anda akan irili ufaklı hikâyelerin toplamından ortaya çıkarmak istediğim bir “büyük resim”le ilgiliydi. Bir de, süresi ne olursa olsun, omurgası sağlam çatılmış olması kaydıyla, bir senaryoda, malzeme fazlasını bir yığıntı olarak değil, yönetmene tanınan bir şans olarak görüyordum. Çünkü, her zaman için, çekim aşamasında yapılacak otan sağlam bir dramaturjik ça-lışmayla, budamalar, kısaltmalar ve yer değiştirmelerle, çeşitli sahne…

Benzer İçerikler

Seni Öldüğüm Gün | Murat Kaykıner

yakutlu

Sen Ağlama – Nuria Roca – Online Kitap Oku

yakutlu

Dönmek Mümkün Olsa – Marc Levy – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy