Yedi Kartal Efsanesi & Zülfikar’ın Hükmü

Fantastik Dünyasında
Bir Çağ Kapanıyor
Yeni Bir Çağ Başlıyor

İstanbul’da Geçen Heyecanlı Bir Fantastik Dünya

Eski, çok eski zamanlarda, daha büyü denen kudret yeni inmişken yeryüzüne, bilgelerin bilgesi Lokman Hekim yedi genç toplamış etrafına. Yedisini de yetiştirmiş, yedisini de sanatlarında yüceltmiş. Ve yedisine de ölümsüzlüğün sırrını vermiş.

Zaman geçmiş, çağlar devrilmiş, ülkeler ve insanlar değişmiş.
Ama Yedi Kartal hep kalmış yeryüzünde. Yeri gelmiş ordulara, yeri gelmiş saraylara hükmetmişler ama ne geleneklerini bozmuşlar, ne Hekim ‘in açtığı yoldan sapmışlar. Zormuş sonsuz yaşamak.
Ölümsüzlüğün içinde ölüm de varmış ve kılıç yarası ile kara büyünün çaresi yokmuş. Yoldaşlarından biri düştüğünde, yeni bir çırak bulup yola devam etmiş Yediler. Ocaklarını eksik bırakmamışlar.

Zaman ahir zamanmış ve ölüm yine dayanmış kapılarına. Ama bu sefer ölüm, yedisini birden istiyormuş…

BÜYÜLEYİCİ DÜNYALARIN BÜYÜSÜNE KAPILMAMAK MÜMKÜN DEĞİL

RİVAYETLER

Rivayet olunur ki, kadim zamanlarda büyü denilen kudret cennetin ve cehennemin kapılarının ardında kilitliymiş. Zaman yenilmiş, zaman körpeymiş daha. Akıl ve emek hüküm sürmekteymiş yeryüzünde. Toprak işlenmekte, nesiller yürümekteyimiş. Topraktan evler, evlerden şehirler, şehirlerden ülkeler kurulmaktaymış. Her iki âlem de kıvanç duyarmış eylediklerinden. Lanetlenmişler ise, zamanlarının gelmesini beklerken, öfke, kin ve sabır biriktirirlerin iş kuytu köşelerde.

Ve o şeytanmış ki bin türlü hilenin mucidi, kara kalpli uşaklarıyla birlikte göndermiş büyüyü yeryüzüne. Büyü güçlüymüş, büyü güzelmiş iblisin hizmetkârları karanlık ilimlerin en iğrençlerini öğretmeye başlamışlar insanoğluna. Cehennemin alevleri yeryüzüne inmiş. Akıl, emek, erdem, mertlik… Güç denen dipsiz kuyuda yitip gitmiş hepsi.

Cennette çıt çıkmaz olmuş. Gördükleri ikinci ihanetmiş bu ama, ilkinden daha ağır gelmiş. Zamanlarca susmuşlar, zamanlarca ihanetin yasım tutmuşlar. Onlar sustukça, yeryüzü cehenneme dönmekteymiş. Tereddütteymiş melekler Kapılarının ardında tuttukları büyü, iblisin yeryüzüne gönderdiklerinden kat kat daha güçlüymüş ama, bir şüphe kemirirmiş içlerini: “Ya bunu da şer yolunda kullanırlarsa, ya sanatımızı iblisin öğrettikleriyle yoğururlarsa!” Cennet ihanetin dehşetinde ve şüphenin esaretindeyken, iki melek ahimi? ileriye: Ham! ile Marut. Kefaletlerini vermişler ve cennetin sanatıyla yeryüzüne inmek İçin müsaade istemişler. Bir ışık parıldamış cennette zamanlar sonra ve göğün kapılan ardına kadar açılmış.

Rivayet olunur ki; melekler taifesinden Hamt ile Marut, Babil şehrine inmişler ve yaşayanların arasından yüzlerini kara çıkarmayacak dokuz kişi seçmişler. Dokuz sanatı dokuzuna, dokuz ayrı öğütle vermişler: “Sanatın koruyucudur, kötü ilimlerden koru. Sanatın paktır, cehennemin kelamıyla kirletme. Sanatın kudretlidir, kudretinden taht kurma. Sanatın güzeldir, güzelliğinden kibirlenme. Sanatın eceldir, namerde katil olma. Sanatın yüceltir, layık olanı yücelt. Sanatın ezelidir, öğret ve ebedi kıl. Sanatın sırdır, dillere dolama. Sanatın cennetin kefaletini taşır, yeryüzünü ve gökyüzünü utandırma.”

Harut ile Marut, sanatlarını bu kutlu kişilerin ellerine, kalplerine, dillerine ve kanlarına işlemişler, tik ustalar denmiş isimlerine. Çok uğraşmışlar kara ilimlerin kökünü kazımak için ama çirkef damlamış bir kere dünyaya…

Dünya yürümüş, çağlar değişmiş. İlk ustalar söylencelere, cennetin kelamı da nesillere karışmış. Hangi hikmettendir bilinmez, kanlarında meleklerin sanatını taşıyan çocuklar dünyaya gelmeye başlamış. Endermiş bu doğumlar. Birçoğu sanatının farkına varmadan göçüp gidermiş. Sanatını bilenler, cennetin öğütlerini bilmezlermiş. Korktukları başlarına gelmiş meleklerin. Şeytanın hizmetkârları, yetenekleriyle doğmuş çocukları bin bir hainlikle ele geçirip, kötülüğün bataklıklarında yetiştirmeye başlamışlar. Meleklerin Sanatı şerrin hâkimiyetine girmiş, cennetin kudreti, cehennemin kelamıyla karışmış. Yetenekleriyle dünyaya hükmedebil diklerini gören sanat sahiplerinin nefisleri ku durmuş. Sanatlarını şer yolunda kullanmaya başlamışlar. Kudretlerini tanımayanları, bir el hareketiyle cehennem ateşlerine boğmuşlar, önlerinde eğilmeyenleri, bir bakışla kendilerine kul etmişler, karşılarında durmaya kalkanların altlarındaki toprağı kaydırıp, gök kubbeyi başlarına yıkmışlar. Yine susmuş cennet, lakin bu seferki öfkenin suskunluğuymuş. Ve ant içmiş gökyüzü bir daha yerin işine karışmamaya. Cennetin kapıları sonsuza kadar kapanmış

Rivayet olunur ki, kadim zamanlarda, kalbindeki iyilik, elindeki keramet ve dilindeki bilgelikle tanınan bir yüce kişi yaşarmış. Adına hekimlerin efendisi, tüm ilimlerin hâkimi Lokman Hekim denirmiş. Yedi kartal beslermiş, ömrü yedi kartalının ömrü kadarmış. Hekim, bitkilerin dilini bilirmiş. Onlarla konuşarak, insanı sonsuza kadar yaşatacak bir iksirin reçetesini elde etmeyi başarmış. Lakin, takdiri ilahi öyle istemiş ki. Lokman Hekim Misis köprüsünden geçerken reçeteyi rüzgâra kaptırmış. Ebedi yaşamın sim da nehre kapılıp gitmiş. Ölümsüzlüğün, insanoğlunun harcı olmadığını anlayan Lokman Hekim, bu hayalinden vazgeçip, ilmini hastalara ve düşkünlere adamış. Meleklerin Sanatı Lokman’a da bahşedilmiş lakin, cennetin öğütlerinden haberdar olan hekim, ağzım sihirli kelamlara mühürlemiş, İnsanoğlunun büyüye ihtiyacı olmayacağına, kendisine bahşedilenlerle yetineceğine, harama el uzatmayacağına inanmış Lokman. Aklı ötesine hiç kesmezmiş. Yeryüzünün dirliğinden emin; kulağına gelen körü haberleri nadirden saymış, duymazdan gelmiş.

Günlerden bir gün, şer gözüne görünmüş Lokman’ın. Sanatıyla doğmuş bir çocuğu ele geçirmek için neler yapıldığına şahit olmuş. Görmüş Lokman. Kan çağıldayan nehirler görmüş, kor olan şehirler, orak olup insan hasadına çıkan kara vicdanlı katiller, canının son mecaliyle evladına siper olan analar, develer yükü altın bedeliyle şer ellere satılan çocuklar. Görmüş Lokman, gördükçe içindeki öfke büyümüş. Kara ustaların zindanlarını görmüş. Tertemiz çocukların vicdanlarının nasıl çürütüldüğüne, katillerin nasıl yetiştirildiğine şahit olmuş. Nefislerin bu kadar kudurabileceğini hiç düşünmemiş Lokman. Hele ki Meleklerin Sanatı’nın uğursuz menfaatlere alet edileceğini aklına bile getirmemiş. Saflığına lanet okumuş. Anlamış ki Hekim, kendisi âleminde dertlere deva ararken, kötülük almış yürümüş.

Meleklerin Sanatı’nın, insanoğlunun elinde oyuncak olduğunu gören Lokman, bu gidişe bir hal çaresi bulmak gerektiğine kanaat getirmiş. Yollara düşmüş. Diyar diyar gezmiş, yedi iklimi, dört mevsimi dolaşmış. Sanatlarıyla birlikte doğmuş, Allah’ın kötü ellerden sakındığı çocuklar aramaya başlamış. Yetenekli gençler aramış Hekim. Zeki, gözüpek, aklı başında ama en önemlisi kalplerine kötülüğün zerresi dokunmamış olsunlar istemiş. Atılgan olsunlar istemiş, yırtıcı olsunlar istemiş, tufan gibi taşkın, kuzey rüzgârı gibi keskin olsunlar istemiş. İstemiş ki kötü ellerin karabasanı, şerrin kıyameti olsunlar. Merhametli olsunlar istemiş, tokken açın halinden anlasınlar, kul hakkına kılıç çalmasınlar, harama el uzatmasınlar istemiş, istemiş ki kudretleri önünde dünya dize geldiğinde, gurur içlerini çürütmesin.

Sonunda Meleklerin Sanatı’nı taşıyan yedi genç bulmuş. Yedisinin sanatı yedi ayrı âleme hükmedermiş. Lokman yedi genci eğitmiş, sanatlarında yüceltmiş, yüreklerine cesaret, dimağlarına irfan ekmiş. Toprağın hikmetini, ateşin kerametini, suyun bilgeliğini ve havarim alimliğini anlatmış onlara. Kardelene yol sormayı, karıncadan iz sürmeyi, uçan kuşa akıl danışmayı öğretmiş. Zamanlan erişip, hepsi birer cengâver olunca, son öğütlerini verip kendi eliyle kılıç kuşatmış yedisine. Ocak’ın tılsımlı madalyonlarını da kendi eliyle geçirmiş boyunlarına. Sonra, tokman Hekim Ocağı’nın yedi kartalı, yedi keskin orak gibi dalmış şerrin araşma. Yediler Öyle bir çökmüş ki karanlığın üstüne, şerrin efendileri ecellerinin nereden geldiğini bile anlayamamışlar.

Kötülük sahiplerinin hükümranlığı son bulmuş bulmasına, lakin savaş çok uzun ve çetin geçmiş. Lokman Ocağı’nın kartalları bir bir düşmeye başlamış savaş meydanlarında. Nihayet ortalık durulup, toprak akan kam emdiğinde, Hekim’in öğrencilerinden bir tek havanın ve iklimin efendisi Behruz Usta sağ kalabilmiş. Lokman Hekim ile Behruz, bağırlarına taş basıp katlanmışlar yitirdikleri kardeşlerinin acısına. O diyarlara geri gelen huzurla avutmuşlar kendilerini. Lakin, Hekim bilirmiş savaşın bitmediğini, anlamış meydanın boş kalamayacağını. Anlamış ki, Ocak’ın kartalları bu diyarlar üzerinde dolaşmadıkça, huzur sonsuza dek sürmeyecek.

Hekim ile Behruz yeniden düşmüşler yollara yediyi tamamlamak için. Lokman beş yavru kartal taşımış yuvaya: Cihan, Cengiz, Selim, Melike ve Harun. Behruz Usta da Niran adında bir kız çocuğu bulmuş. Çocukların her biri sanatında hünerliymiş ama Niran bir başkaymış. Sanat ateşe hükmedermiş. Behruz Usta elleriyle yetiştirmiş kızı. Çabuk büyümek zorundaymış Çocuklar. Akranları oyun çağındayken, onlar kılıcı savuşturmayı, kem gözlerden, uğursuz sözlerden ve büyünün her türlüsünden sakınmayı öğrenmişler. Tez yetişmiş Yediler. Âlemin dirliğini gözetir olmuşlar, şer sahiplerine göz açtırmamışlar. Yaptıklarıyla insanların kalplerini kazanmışlar, İsimleri hep hayır dualarıyla andır olmuş. Zaman geçtikçe Niran Harun’un ünü cihanı sarmış. Gazabı alev demekmiş, hiddeti yangın.

Akkor kesilmiş ok gibi varırmış melanetin üstüne. Korku, yeis, gaflet.. Yüreğinin alevinde boğmuş her birini. Savaş zama…

Benzer İçerikler

Yusuf’un Limanları | Can Orhun

yakutlu

Kün Kapısı | Kübra Demiray

yakutlu

Akşam Güneşi | Reşat Nuri Güntekin

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy